6 Eylül 2020 Pazar

Tarihin Laneti (6-7 Eylül vesilesiyle 20 Yıl Önce Yazılmış Bir Yazı)


 (Bugün genç bir arkadaş, 6-7 Eylül vesilesiyle yazmış olduğum bir yazıyı yeniden yayınlamamı önerdi. O kadar çok yazı yazdım ki son yıllarda hangibi olduğunu hatırlayamadım. Arkadaş hatırlattı. 7 Eylül 2014’te “Tarihin Laneti (6-7 Eylül Olayları vesilesiyle  14 yıl önce yazılmış bir yazı)” başlığıyla yayınladığım yazıyı kast etmiş. Yazıyı yıllar sonra okuyunca biraz kehanet gibi bir yazı olduğunu gördüm. Ama aynı zamanda kendi evrimim açısından bazı vurgu eksikliklerini de fark ettim. Bunlara kısaca değineyim.

Aslında yazıyı 20 Kasım 2000’de yazmışım, yani tam 20 yıl önce ve o zamanlar AKP bile ortada yoktu. Özel savaş rejimi hüküm sürüyordu. Yazı 2000’de yeni Gündem ve Özgür Politika gazetelerinde yayınlanmıştı eğer yanlış hatırlamıyorsam.

Aslında 2014’te tekrar yayınlarken yazıyı biraz daha genişletip arada geçen zamanda ulus ve ulusçuluğa ilişkin geliştirdiğim teorinin kimi sonuçlarını da yazının arasına serpiştirmişim. Yani 2014’deki biraz daha farklı bir versiyor. Temel yaklaşım ve görüş değişmiyor ama tarihi ele aldığım kavramlardaki gelişmeyi de yeni versiyonda yansıtmaya çalışmışım. Bir fikir vermek için bir örnek vereyim. Örneğin ilk versiyondu

“Ama devrimin şiddeti birikimin ölçüsünde sert oldu, Katoliklik adına Protestanları kesenler, yüz yıl sonra Hıristiyanlığı tasfiye edip önce akıl dini önerecekler, sonra da en azından dini politik alanın dışına iteceklerdi.” Diye yazmışım ikinci versiyonda, aşağıda görüleceği gibi “Ama devrimin şiddeti birikimin ölçüsünde sert oldu, Katoliklik adına Protestanları kesenler, yüz yıl sonra, Hollanda, İngiliz ya da ABD’yi kuran protestanlıktan da ileri giderek önceki hiçbir dinin kavramlarına göndermede bulunmayarak, hristiyanlık içinde bir parti olmaktan çıkarak, Aydınlanma denen modern toplumun dinini kurdu ve önceki dinleri politik alanın dışına iterek özel olanla tanımladı.” Hem cümleyi geliştirmişim, hem de yeni teorik açılımlarımı, ayni örneğin Aydınlanma’nın din tanımı üzerinden kurulmuş yeni bir din olduğu önermesini de bir şekilde cümlenin içinde bu bağlamda ifade etmişim.

Bütün yazılarımda bu tür değişiklikler vardır. Bilimsel gelişmenin normal sonucudur. Bizim temel kavramlarımız doğru ise, olgular hakkındaki bilgilerimizin gelişmesi, kavramlarımızın gelişmesi ve dakikleşmesi ve yeni kavramların analiz aracı olarak ortaya çıkmasıyla birlikte hareket noktası aynı kalmakla birlikte adım adım daha yükseğe çıkılır. Bu versiyon farkı bunun bir örneğidir.  Bu bilimsel ilerleme, sürekli bir uçtan diğer uca savrulan küçük burjuvazinin bir kulübeyi yıkıp başka bir kulübe kurmasıyla ve bunu bir ilerleme gibi görmesi ve göstermesiyle karıştırılmamalıdır. Marksizm bir bilimdir ve bilimse de bir evrim geçirecektir. Olan budur.

Şimdi bu üçüncü versiyonu tekrar yayınlarken 2014’teki versiyonda da eksik olan bazı vurguların farkına vardım. Bunlardan özellikle ikisine değinmek isterim.

Eski versiyonlarda genellikle Hristiyan burjuvazisinin tasfiyesinden söz etmişim. Bu vurgu yanlış değil ama eksik ve yenlış anlaşılmaya uygun.

Aslında en azından bunun kadar önemli bir başka olgu da bu katliamlarda Hristiyan işçilerin tasfiyesidir. Bunu o zaman da elbette biliyor vae önemini başka verilelerle ilk vurgulayanlanlardandım ama bu yazıda bu konu (belki de konuyu dağıtmamak için) vurgulanmamış. Son yıllarda Osmanlı’daki özellikle Hristiyanlar arasında gelişmiş sosyalist ve işçi hareketlerine yönelme ve sosyalist hareketi, Bakü Kongresi veya Sosyalist Hilmi veya Şeyh Bedrettin gibi hepsi Müslüman kökenli kişilerle başlatmanın yerini Rum, Ermeni, Yahudi vs. Müslüman olmayanlardaki sosyalist düşünce ve hereketin, işçi hareketinin kökleri olarak görülmeye başlanması önemli bir gelişmedir. Bu yaklaşımı ilk savunanlardan olmam ve bu nedenle erken öten horoz gibi epeyce tecrit yaşamama rağmen bu yazıda ifadesini bulmamış. Bunu bu vesileyle belirtmiş olayım.

Bir başka nokta yazıdaki genel iyimser havadır. Fransa Türkiye analojisiyle bir bakıma Türkiye’nin 1789’una doğru gittiği gibi bir beklentim var ve bu yazının sonundaki cümlede de ifadesini buluyor.

Bugün çürümenin çürümeyi besleyebileceği ve bir tür kara deliğe dönüşebileceği olasılığını da vurgulama gereği duyuyorum. Çünkü belli dönüşü olmayan süreçler devreye girebilir. Örneğin, dünyanın iklimi belli bir noktayı aştıktan sonra irriversibl olarak (geri döndürülemez bir biçimde) kendini besleyen bir mekanizmaya dönüşebilir. Toplumlardaki çürüme de benzer bir sınırla karşı karşıya olabilir.

Bugün Kürt hareketi sınırlarına dayanmış görünüyor. Yeni bir soluk getiremiyor. O zamanlar da Kürt hareketinin yakında sınırlarına dayanacağını ön görüyordum ama en azından etkileme ve değiştirme yönünde çabalar içinde olabiliyordum. Tüm bu çabalarım özellikle Türk sosyalistlerinin engellemeleri nedeniyle sonuç vermese de yine de ortada sürdürdüğüm bir çaba vardı ve ayrıca Öcalan’ın varlığı da olumlu bir sonuç olasılığını besliyordu.

Şimdi bu kanallar kapalı. Öte yandan ben de yaşlandım ve hem yaşım nedeniyle hem de koşullar nedeniyle eskisi gibi bir etkileme çabasına girmem ve bir şeyleri etkileyebilmem neredeyse olanaksız. Öcalan belki bir umut olabilirdi ama o da canlı canlı mezara gömülmüş durumda. Etrafa baktığımızda muhalefete bir teorik arka plan sunabilecek, programatik ve stratejik bir yenilenme sağlayabilecek en küçük bir ışık ta görünmüyor.

Belki bir kuşak değişimi yol açıcı bir işlev görebilir. Ama Gezi deneyi, eskinin deneylerini eliştirmemiş ve onları bilmeyen kuşakların hor gördükleri eskiden de daha geriye düşüp daha kötü hatalar yapacağını da göstermiş bulunuyor.

Bugün içinde bulunulan çıkmazın aslında Gezi’nin tam da bu nedenle oluşmuş başarısızlığının bir sonucu bir yanıyla da.

Şark’ta söyle lanetli bir gelenek de vardır. Her kuşak tarihi ve takvimi kendisiyle başlatır. Klasik uygarlıklarda var olan devletleri yıkıp yerine yeni bir devlet ve uygarlık kuran barbarlar, kurdukları devlet ve sülalelerle birlikte tarhi ve takvimi yeniden, kendi uygarlığa geçişleriyle başlatırlar. Yeniçeri’nin “ben yeni duydum” demesi gibi. “Cahiliye”den medeniyete geçenin böyle davranması olağandır ve böyle açıklanabilir.

Ama bugün adeta her yeni kuşakta buna yol açan sanırım tekniğin olağanüstü hızlı gelişimi, dolayısıyla ekonomik ve sosyal ilişkilerin bir kuşak içinde bile üç dört kez devasa değişiklikler yaşaması benzeri bir kopukluğa yol açıyor.

Benim çocukluğum, bir kasabanın neolitik köy komünü ilişkileri içindeki bir mahallede geçmişti. Bugün ise bu yazıyı bir bilgisayarda, internete bağlı olarak yazıyorum (Yani aşağı yukarı 7.000 yıllık tarihi, 70 yılda yaşadık).

Birkaç yıla akıllı arabalar ve robotlar, sadece “Fordist toplum”un değil, robotlar artı değer üretemeyeceğinden ve üretilmiş ürünleri tüketemeyeceğinden (Yani artı değerin üretilmesi ve gerçekleşmesi neredeyse olanaksız hale geleceğinden) kapitalizmin giderek sonu yaklaşıyor.

Ama bu sondan önce, yine geniş yeniden üretim yordamı olar kapitalizmin sonucu olarak, bir dünya savaşı veya bir ekolojik felaket nedeniyle en azından insan türünün veya toplum dediğimiz var oluş ve hareket biçiminin sonu gelmezse.

Sadece kapitalizmi yıkmak için değil, ekolojik bir felaketi veya bir atom savaşını önlemek için de öncelikle ulusların ve ulusal devletlerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Somut hedefin bu olması gerekir ama bunu bir sorun olarak ortaya kaymuş bir sol bile yok dünyada.

Yani Türkiye’deki çürümenin benzeri bir kara delik tehlikesi tüm insanlığı da tehdit ediyor.

İşte bu gibi düşünceler ve kaygılar bugün yazsaydım yazacağım yazıya daha fazla yansır ve en güzel çiçeklerin bataklıklarda çıkması kadar kendini besleyen süreçlerin (örneğin çekim gücünün daha çok maddeyi çekmesi ve bu nedenle daha büyşük bir çekim gücü oluşturması gibi) kısa ve orta vadede çok etkili olabileceği gibi bir olasılığa da vurgu yapabilirdim. İşte bu kısa notta bunu da yapmış olalım.

Bu vesileyle yazıda ifadesini bulan tarih yaklaşımı konısında da bir iki söz edeyim. Ermeni ve Rumların katli ve yok edilişiyle Kıta Avrupası’ndaki Protestan katliamları arsında paralelliğe ve benzerliğe vurgu yapan pek görülmez. Kolay açıklamalar egemendir ortalığa. Yazımızda ifadesini bulan yaklaşımın kökenleri Marks-Engels’te bulunmakla birlikte özellikle, Kıvılcımlı bu konuda çok önemlidir. Özellikle “Tarih Devrim Sosyalizm” ve “İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş – İngiltere” gibi eserleri okunursa ancak bu yaklaşım anlaşılabilir.

Bu “kısa” notu burada bitirelim. Demir Küçükaydın, 6 Eylül 2020 Pazar)

Tarihin Laneti

Kıta Avrupa’sı ve İngiltere arasındaki gelişim zıtlıkları, Balkanlar ve Anadolu’daki gelişim zıtlıklarına benzer. Sınırları geçinve

Avrupa’da kapitalizm ya da burjuvazi, önce Hıristiyanlık içinde, Püriten/Protestan mezhepler biçiminde eğilim ve çıkarlarını yansıttı.

Ne var ki, bu Burjuva muhalefetin kaderi, Kıta Avrupa’sı ve İngiltere’de farklı yollar izledi. Püritenlik İngiltere’de iktidar olurken, aynı Protestanlar Fransa’da, Sen Barthelmi katliamlarında bire kadar kılıçtan geçiriliyordu. (Doğan burjuva dünyasının Osmanlı’ya sığınan Kılıç artıklarının, Hügontların, Osmanlı modernleşmesindeki etkileri ayrıca incelenmeye değer bir konudur.)

Bu modern, burjuva ruhun katledilmesinin sonucu, Avrupa’da burjuva gelişiminin yüz yıl gecikmesi oldu. İngiltere 1688’lerde burjuva devrimini yaparken, Fransa aynı devrimi 1789’da yapabiliyordu.

Ama devrimin şiddeti birikimin ölçüsünde sert oldu, Katoliklik adına Protestanları kesenler, yüz yıl sonra, Hollanda, İngiliz ya da ABD’yi kuran protestanlıktan da ileri giderek önceki hiçbir dinin kavramlarına göndermede bulunmayarak, hristiyanlık içinde bir parti olmaktan çıkarak, Aydınlanma denen modern toplumun dinini kurdu ve önceki dinleri politik alanın dışına iterek özel olanla tanımladı.

Balkanlar ve Anadolu’nun tarihsel kaderi bu tarihsel sürece paralellik gösterir.

Fransız ihtilalinden yüz yıl sonra, Üçüncü bir Roma İmparatorluğundan başka bir şey olmayan Osmanlı’nın Müslüman devlet kastlarının kapitalizm öncesi dünyasına karşı, Balkanların Hıristiyan kapitalizmi, tıpkı İngiltere adalarında, Prütenliğin zafer kazanması gibi, zafer kazandı ve Osmanlı egemenliğini ve Müslümanlığı balkanlardan süpürdü.

Müslüman prekapitalizm ise, bunun rövanşını, Hıristiyanların tasfiyesiyle, (Ermeni, Süryani, Rum Katliamları; “Mübadele”ler; Trakya Yahudi pogramları, Varlmık Vergileri, 6-7 Eylüller vs.) yani burjuva ve modern olan her şeyin tasfiyesiyle Anadolu’da aldı.

Ermeni ve Rumların Anadolu’dan tasfiyesi, Sen Barthelmi’nin Anadolu’daki paralelidir.

Bu nedenle Anadolu Balkanları ve diğer Akdeniz ülkelerini (İspanya, Portekiz, Yunanistan, İtalya) en azından yüz yıl geriden izler. Balkan ülkelerinin bu günkü durumu kimseyi yanıltmamalıdır. Bu ülkeler İkinci Dünya savaşından sonra Sovyet işgal bölgesinde kalmasalardı, en azından şimdiki Yunanistan’ın gelişmişlik ve zenginlik düzeyinde bulunurlardı. Örneğin yüzyılın başında, Bükreş’e “Doğu’nun Paris’i” deniyordu, Panait Istrati gibi yazarlar ve başka Bolşevik partisinde çalışan uluslararası Marksist teorisyenler yetiştirebiliyordu o zamanlar Romanya.

Batı Avrupa’da burjuva muhalefeti dinsel biçimde var olmuştu, Avrupa’nın doğusunda ise aynı muhalefet, modern çağın dini olan ulusçuluk biçiminde ortaya çıktı. Balkan uluslarının kuruluşu, Protestanlığın zaferine denk düşüyordu; Anadolu’da Rum ve Ermeni ulusçuluğunun tasfiyesi ve bu tasfiyeye paralel olarak Türk ulusunun yaratılması ise, Protestanların katledilmesine.

Ama Kıta Avrupa’sında Protestanlığı katledenlerin torunları, nasıl yüz yıl sonra tümüyle Hıristiyanlığı yok etme, yerine bir akıl dini geçirme ve sonra da en azından dini politik alının dışına atma zorunda kaldılarsa, Anadolu’da Ermeni ve Rum ulusçuluğunu katledenlerin torunları, ulusu dil, kültür ve etni olarak tanımlayan en gerici biçimiyle ulusçuluğu yok etmek; bütünüyle hukuki bir ulusçuluk kurmak zorunda kalacaklardır.

Patlama birikimin ölçüsünde derin olacaktır. Kürt hareketinin el yordamıyla yaptığı, tarihin bu emrini yerine getirmekten başka bir şey değildir.

Hristiyan halkların ve burjuvazinin tasfiyesi, Türkler ve Müslümanlar için aynı zamanda bir modernleşme, uluslaşma, burjuvalaşma anlamına da gelmiştir. Yani Türk “burjuva devrimleri”, burjuvaziye karşı, kapitalizm öncesi Osmanlı’nın devlet sınıfları tarafından güdülen, burjuvaziyi tasfiye eden, kapitalizm öncesi sınıf ve ilişkileri güçlendiren burjuva devrimleridir. Tarihin laneti budur.

Görmesini gören gözler bilir. Tasfiye edilen Rum ve Ermeni burjuvazisinin malları, Türk ve Kürt ağaların ve tefeci bezirganların servet ve sermayeleri, ya da Osmanlı’nın ruhu devletin daireleri olmuştur.

Böylece yıllarca, Modern Ermeni ve Rum burjuvalarının mallarına konmuş feodal ağaların kontrolünde, ortaçağ karanlığında, bezirgan partilerin oy deposu oldu Kürtler. Aynı durum aşağı yukarı Anadolu’nun bütün bölgeleri için de geçerliydi. 12 Eylül bile hala, Büyük şehirlerdeki sola yatkın işçi oylarını dengelemek için, Kürtlerin yoğun olduğu bölgelere daha fazla temsilci veriyordu.

İşte bu denge alt üst olmuş bulunuyor. Kürtler adeta toplu olarak, var olan sistemin karşısına geçmiş bulunuyor. HADEP’in oyaları silme götürmesinin anlamı budur. Egemen sistemin Kürtler içinde, maaşlı koruculardan başka dayanağı kalmadı.

Normal bir parlamenter işleyiş için, Kürtler içinde bir toplumsal temel bulmak, korucuları, ağaları, aşiretleri bir yana iterek, modern Kürt burjuvazisiyle tekrar bir ittifak sistemi kurması gerekir Türk burjuvazisinin. Ama bunun yapılabilmesi, Kürt ve Türk burjuvazisinin eşit bir partner olarak iş birliğine girmesi, bu günkü ordunun vesayeti, egemen ideoloji ve politikalarla olamaz. Durum değişmedikçe, burjuvazinin egemenliği için gerekli bir normal parlamenter sistem işleyemez. Bu durumda ordunun ağırlığı giderek dayanılmaz olmaya devam edecektir.

Eski sistem, sanki Susurluk, bankalar, çeteler günah tekeleriyle ellerini yıkayıp yeniden yürüyebilecekmiş gibi görünüyor. Kimi Partilerin biçimsel değişmeleriyle, makyajlarla, hatta Kürtçe radyo ve televizyon ile varlığını sürdürebilirmiş gibi görünüyor. Yürüyemez. Toplumdaki ve sınıf ilişkilerindeki derin değişiklik eski politik sistemle götürülemez. İdeolojisi, partileri, ordusuyla bu günkü sistem, ne kadar makyaj yapılırsa yapılsın, Kürt burjuvazisinin desteğini sağlayacak bir politik biçim bulmadıkça bunalımlardan çıkamaz. Bu politik sistemin tasfiyesi için ise, büyük kitlelerin aktif eylemi gerekir. Tarihin lanetine ancak büyük kitle hareketleri son verebilir.

Yüz yılın başında Osmanlı devlet sınıflarının işbirliği ile Hıristiyan kapitalizmini tasfiye ederek tarihin lanetine uğrayan Müslüman Türk ve Kürtler şimdi bu lanetten kurtulmak için, kendi 1789’larını yapmak durumundalar.

Ama çok elverişsiz koşullarda.

Burjuvazi korkak.

İşçiler tarihin en büyük yenilgileriyle dünya çapında bir demoralizasyon, programsızlık, yönelimsizlik içindeler.

Kürt hareketi yapayalnız.

Bu günkü hareketsizlik ve çürüme kimseyi yanıltmamalıdır. Unutmamalı en güzel çiçekler bataklıklarda yetişir.

20 Kasım 2000 Pazartesi

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.

demirden-yazilar+subscribe@googlegroups.com

Twitter:

https://twitter.com/demiraltona

Bloglar:

http://blog.radikal.com.tr/Blog/demirden-kapilar

http://demirden-kapilar.blogspot.com/

Kitapları İndirmek İçin:

http://issuu.com/demir/docs

http://sdrv.ms/XMW1ry

https://drive.google.com/folderview?id=0B_TTU5pc2ZTRZUlhNzF5QnloWnc&usp=sharing

Videolar:

http://www.youtube.com/user/demiraltona/videos

http://www.dailymotion.com/koxuz

Hiç yorum yok: