(Bugün genç bir arkadaş, 6-7 Eylül vesilesiyle yazmış olduğum bir yazıyı yeniden yayınlamamı önerdi. O kadar çok yazı yazdım ki son yıllarda hangibi olduğunu hatırlayamadım. Arkadaş hatırlattı. 7 Eylül 2014’te “Tarihin Laneti (6-7 Eylül Olayları vesilesiyle 14 yıl önce yazılmış bir yazı)” başlığıyla yayınladığım yazıyı kast etmiş. Yazıyı yıllar sonra okuyunca biraz kehanet gibi bir yazı olduğunu gördüm. Ama aynı zamanda kendi evrimim açısından bazı vurgu eksikliklerini de fark ettim. Bunlara kısaca değineyim.
Aslında yazıyı 20 Kasım 2000’de yazmışım, yani tam 20 yıl önce ve o zamanlar AKP bile ortada yoktu. Özel savaş rejimi hüküm sürüyordu. Yazı 2000’de yeni Gündem ve Özgür Politika gazetelerinde yayınlanmıştı eğer yanlış hatırlamıyorsam.
Aslında 2014’te tekrar
yayınlarken yazıyı biraz daha genişletip arada geçen zamanda ulus ve ulusçuluğa
ilişkin geliştirdiğim teorinin kimi sonuçlarını da yazının arasına serpiştirmişim.
Yani 2014’deki biraz daha farklı bir versiyor. Temel yaklaşım ve görüş
değişmiyor ama tarihi ele aldığım kavramlardaki gelişmeyi de yeni versiyonda
yansıtmaya çalışmışım. Bir fikir vermek için bir örnek vereyim. Örneğin ilk
versiyondu
“Ama devrimin
şiddeti birikimin ölçüsünde sert oldu, Katoliklik adına Protestanları kesenler,
yüz yıl sonra Hıristiyanlığı tasfiye edip önce akıl dini önerecekler, sonra da
en azından dini politik alanın dışına iteceklerdi.” Diye yazmışım ikinci versiyonda, aşağıda görüleceği gibi “Ama
devrimin şiddeti birikimin ölçüsünde sert oldu, Katoliklik adına Protestanları
kesenler, yüz yıl sonra, Hollanda, İngiliz ya da ABD’yi kuran protestanlıktan
da ileri giderek önceki hiçbir dinin kavramlarına göndermede bulunmayarak,
hristiyanlık içinde bir parti olmaktan çıkarak, Aydınlanma denen modern
toplumun dinini kurdu ve önceki dinleri politik alanın dışına iterek özel
olanla tanımladı.” Hem cümleyi geliştirmişim, hem de yeni teorik
açılımlarımı, ayni örneğin Aydınlanma’nın din tanımı üzerinden kurulmuş yeni
bir din olduğu önermesini de bir şekilde cümlenin içinde bu bağlamda ifade
etmişim.
Bütün yazılarımda bu
tür değişiklikler vardır. Bilimsel gelişmenin normal sonucudur. Bizim temel
kavramlarımız doğru ise, olgular hakkındaki bilgilerimizin gelişmesi,
kavramlarımızın gelişmesi ve dakikleşmesi ve yeni kavramların analiz aracı
olarak ortaya çıkmasıyla birlikte hareket noktası aynı kalmakla birlikte adım
adım daha yükseğe çıkılır. Bu versiyon farkı bunun bir örneğidir. Bu bilimsel ilerleme, sürekli bir uçtan diğer
uca savrulan küçük burjuvazinin bir kulübeyi yıkıp başka bir kulübe kurmasıyla
ve bunu bir ilerleme gibi görmesi ve göstermesiyle karıştırılmamalıdır.
Marksizm bir bilimdir ve bilimse de bir evrim geçirecektir. Olan budur.
Şimdi bu üçüncü
versiyonu tekrar yayınlarken 2014’teki versiyonda da eksik olan bazı vurguların
farkına vardım. Bunlardan özellikle ikisine değinmek isterim.
Eski versiyonlarda genellikle
Hristiyan burjuvazisinin tasfiyesinden söz etmişim. Bu vurgu yanlış değil ama
eksik ve yenlış anlaşılmaya uygun.
Aslında en azından
bunun kadar önemli bir başka olgu da bu katliamlarda Hristiyan işçilerin
tasfiyesidir. Bunu o zaman da elbette biliyor vae önemini başka verilelerle ilk
vurgulayanlanlardandım ama bu yazıda bu konu (belki de konuyu dağıtmamak için)
vurgulanmamış. Son yıllarda Osmanlı’daki özellikle Hristiyanlar arasında
gelişmiş sosyalist ve işçi hareketlerine yönelme ve sosyalist hareketi, Bakü
Kongresi veya Sosyalist Hilmi veya Şeyh Bedrettin gibi hepsi Müslüman kökenli
kişilerle başlatmanın yerini Rum, Ermeni, Yahudi vs. Müslüman olmayanlardaki sosyalist
düşünce ve hereketin, işçi hareketinin kökleri olarak görülmeye başlanması önemli
bir gelişmedir. Bu yaklaşımı ilk savunanlardan olmam ve bu nedenle erken öten
horoz gibi epeyce tecrit yaşamama rağmen bu yazıda ifadesini bulmamış. Bunu bu
vesileyle belirtmiş olayım.
Bir başka nokta
yazıdaki genel iyimser havadır. Fransa Türkiye analojisiyle bir bakıma Türkiye’nin
1789’una doğru gittiği gibi bir beklentim var ve bu yazının sonundaki cümlede
de ifadesini buluyor.
Bugün çürümenin çürümeyi
besleyebileceği ve bir tür kara deliğe dönüşebileceği olasılığını da vurgulama
gereği duyuyorum. Çünkü belli dönüşü olmayan süreçler devreye girebilir.
Örneğin, dünyanın iklimi belli bir noktayı aştıktan sonra irriversibl olarak (geri
döndürülemez bir biçimde) kendini besleyen bir mekanizmaya dönüşebilir. Toplumlardaki
çürüme de benzer bir sınırla karşı karşıya olabilir.
Bugün Kürt hareketi sınırlarına
dayanmış görünüyor. Yeni bir soluk getiremiyor. O zamanlar da Kürt hareketinin yakında
sınırlarına dayanacağını ön görüyordum ama en azından etkileme ve değiştirme
yönünde çabalar içinde olabiliyordum. Tüm bu çabalarım özellikle Türk
sosyalistlerinin engellemeleri nedeniyle sonuç vermese de yine de ortada sürdürdüğüm
bir çaba vardı ve ayrıca Öcalan’ın varlığı da olumlu bir sonuç olasılığını
besliyordu.
Şimdi bu kanallar
kapalı. Öte yandan ben de yaşlandım ve hem yaşım nedeniyle hem de koşullar
nedeniyle eskisi gibi bir etkileme çabasına girmem ve bir şeyleri etkileyebilmem
neredeyse olanaksız. Öcalan belki bir umut olabilirdi ama o da canlı canlı
mezara gömülmüş durumda. Etrafa baktığımızda muhalefete bir teorik arka plan
sunabilecek, programatik ve stratejik bir yenilenme sağlayabilecek en küçük bir
ışık ta görünmüyor.
Belki bir kuşak
değişimi yol açıcı bir işlev görebilir. Ama Gezi deneyi, eskinin deneylerini
eliştirmemiş ve onları bilmeyen kuşakların hor gördükleri eskiden de daha
geriye düşüp daha kötü hatalar yapacağını da göstermiş bulunuyor.
Bugün içinde bulunulan
çıkmazın aslında Gezi’nin tam da bu nedenle oluşmuş başarısızlığının bir sonucu
bir yanıyla da.
Şark’ta söyle lanetli
bir gelenek de vardır. Her kuşak tarihi ve takvimi kendisiyle başlatır. Klasik
uygarlıklarda var olan devletleri yıkıp yerine yeni bir devlet ve uygarlık
kuran barbarlar, kurdukları devlet ve sülalelerle birlikte tarhi ve takvimi
yeniden, kendi uygarlığa geçişleriyle başlatırlar. Yeniçeri’nin “ben yeni
duydum” demesi gibi. “Cahiliye”den medeniyete geçenin böyle davranması olağandır
ve böyle açıklanabilir.
Ama bugün adeta her
yeni kuşakta buna yol açan sanırım tekniğin olağanüstü hızlı gelişimi, dolayısıyla
ekonomik ve sosyal ilişkilerin bir kuşak içinde bile üç dört kez devasa
değişiklikler yaşaması benzeri bir kopukluğa yol açıyor.
Benim çocukluğum, bir
kasabanın neolitik köy komünü ilişkileri içindeki bir mahallede geçmişti. Bugün
ise bu yazıyı bir bilgisayarda, internete bağlı olarak yazıyorum (Yani aşağı
yukarı 7.000 yıllık tarihi, 70 yılda yaşadık).
Birkaç yıla akıllı
arabalar ve robotlar, sadece “Fordist toplum”un değil, robotlar artı değer
üretemeyeceğinden ve üretilmiş ürünleri tüketemeyeceğinden (Yani artı değerin
üretilmesi ve gerçekleşmesi neredeyse olanaksız hale geleceğinden) kapitalizmin
giderek sonu yaklaşıyor.
Ama bu sondan önce,
yine geniş yeniden üretim yordamı olar kapitalizmin sonucu olarak, bir dünya savaşı
veya bir ekolojik felaket nedeniyle en azından insan türünün veya toplum
dediğimiz var oluş ve hareket biçiminin sonu gelmezse.
Sadece kapitalizmi
yıkmak için değil, ekolojik bir felaketi veya bir atom savaşını önlemek için de
öncelikle ulusların ve ulusal devletlerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Somut
hedefin bu olması gerekir ama bunu bir sorun olarak ortaya kaymuş bir sol bile
yok dünyada.
Yani Türkiye’deki
çürümenin benzeri bir kara delik tehlikesi tüm insanlığı da tehdit ediyor.
İşte bu gibi
düşünceler ve kaygılar bugün yazsaydım yazacağım yazıya daha fazla yansır ve en
güzel çiçeklerin bataklıklarda çıkması kadar kendini besleyen süreçlerin
(örneğin çekim gücünün daha çok maddeyi çekmesi ve bu nedenle daha büyşük bir
çekim gücü oluşturması gibi) kısa ve orta vadede çok etkili olabileceği gibi
bir olasılığa da vurgu yapabilirdim. İşte bu kısa notta bunu da yapmış olalım.
Bu vesileyle yazıda
ifadesini bulan tarih yaklaşımı konısında da bir iki söz edeyim. Ermeni ve
Rumların katli ve yok edilişiyle Kıta Avrupası’ndaki Protestan katliamları
arsında paralelliğe ve benzerliğe vurgu yapan pek görülmez. Kolay açıklamalar
egemendir ortalığa. Yazımızda ifadesini bulan yaklaşımın kökenleri Marks-Engels’te
bulunmakla birlikte özellikle, Kıvılcımlı bu konuda çok önemlidir. Özellikle “Tarih
Devrim Sosyalizm” ve “İlkel Sosyalizmden Kapitalizme İlk Geçiş –
İngiltere” gibi eserleri okunursa ancak bu yaklaşım anlaşılabilir.
Bu “kısa” notu burada
bitirelim. Demir Küçükaydın, 6 Eylül 2020 Pazar)
Tarihin Laneti
Kıta Avrupa’sı ve İngiltere arasındaki gelişim zıtlıkları,
Balkanlar ve Anadolu’daki gelişim zıtlıklarına benzer. Sınırları geçinve
Avrupa’da kapitalizm ya da burjuvazi, önce Hıristiyanlık
içinde, Püriten/Protestan mezhepler biçiminde eğilim ve çıkarlarını yansıttı.
Ne var ki, bu Burjuva muhalefetin kaderi, Kıta Avrupa’sı ve
İngiltere’de farklı yollar izledi. Püritenlik İngiltere’de iktidar olurken,
aynı Protestanlar Fransa’da, Sen Barthelmi katliamlarında bire kadar kılıçtan
geçiriliyordu. (Doğan burjuva dünyasının Osmanlı’ya sığınan Kılıç artıklarının,
Hügontların, Osmanlı modernleşmesindeki etkileri ayrıca incelenmeye değer bir
konudur.)
Bu modern, burjuva ruhun katledilmesinin sonucu, Avrupa’da
burjuva gelişiminin yüz yıl gecikmesi oldu. İngiltere 1688’lerde burjuva
devrimini yaparken, Fransa aynı devrimi 1789’da yapabiliyordu.
Ama devrimin şiddeti birikimin ölçüsünde sert oldu,
Katoliklik adına Protestanları kesenler, yüz yıl sonra, Hollanda, İngiliz ya da
ABD’yi kuran protestanlıktan da ileri giderek önceki hiçbir dinin kavramlarına
göndermede bulunmayarak, hristiyanlık içinde bir parti olmaktan çıkarak,
Aydınlanma denen modern toplumun dinini kurdu ve önceki dinleri politik alanın
dışına iterek özel olanla tanımladı.
Balkanlar ve Anadolu’nun tarihsel kaderi bu tarihsel sürece
paralellik gösterir.
Fransız ihtilalinden yüz yıl sonra, Üçüncü bir Roma
İmparatorluğundan başka bir şey olmayan Osmanlı’nın Müslüman devlet kastlarının
kapitalizm öncesi dünyasına karşı, Balkanların Hıristiyan kapitalizmi, tıpkı
İngiltere adalarında, Prütenliğin zafer kazanması gibi, zafer kazandı ve Osmanlı
egemenliğini ve Müslümanlığı balkanlardan süpürdü.
Müslüman prekapitalizm ise, bunun rövanşını, Hıristiyanların
tasfiyesiyle, (Ermeni, Süryani, Rum Katliamları; “Mübadele”ler; Trakya Yahudi
pogramları, Varlmık Vergileri, 6-7 Eylüller vs.) yani burjuva ve modern olan
her şeyin tasfiyesiyle Anadolu’da aldı.
Ermeni ve Rumların Anadolu’dan tasfiyesi, Sen Barthelmi’nin Anadolu’daki
paralelidir.
Bu nedenle Anadolu Balkanları ve diğer Akdeniz ülkelerini
(İspanya, Portekiz, Yunanistan, İtalya) en azından yüz yıl geriden izler.
Balkan ülkelerinin bu günkü durumu kimseyi yanıltmamalıdır. Bu ülkeler İkinci
Dünya savaşından sonra Sovyet işgal bölgesinde kalmasalardı, en azından şimdiki
Yunanistan’ın gelişmişlik ve zenginlik düzeyinde bulunurlardı. Örneğin yüzyılın
başında, Bükreş’e “Doğu’nun Paris’i” deniyordu, Panait Istrati gibi yazarlar ve
başka Bolşevik partisinde çalışan uluslararası Marksist teorisyenler
yetiştirebiliyordu o zamanlar Romanya.
Batı Avrupa’da burjuva muhalefeti dinsel biçimde var
olmuştu, Avrupa’nın doğusunda ise aynı muhalefet, modern çağın dini olan
ulusçuluk biçiminde ortaya çıktı. Balkan uluslarının kuruluşu, Protestanlığın
zaferine denk düşüyordu; Anadolu’da Rum ve Ermeni ulusçuluğunun tasfiyesi ve bu
tasfiyeye paralel olarak Türk ulusunun yaratılması ise, Protestanların
katledilmesine.
Ama Kıta Avrupa’sında Protestanlığı katledenlerin torunları,
nasıl yüz yıl sonra tümüyle Hıristiyanlığı yok etme, yerine bir akıl dini
geçirme ve sonra da en azından dini politik alının dışına atma zorunda
kaldılarsa, Anadolu’da Ermeni ve Rum ulusçuluğunu katledenlerin torunları,
ulusu dil, kültür ve etni olarak tanımlayan en gerici biçimiyle ulusçuluğu yok
etmek; bütünüyle hukuki bir ulusçuluk kurmak zorunda kalacaklardır.
Patlama birikimin ölçüsünde derin olacaktır. Kürt
hareketinin el yordamıyla yaptığı, tarihin bu emrini yerine getirmekten başka
bir şey değildir.
Hristiyan halkların ve burjuvazinin tasfiyesi, Türkler ve
Müslümanlar için aynı zamanda bir modernleşme, uluslaşma, burjuvalaşma anlamına
da gelmiştir. Yani Türk “burjuva devrimleri”, burjuvaziye karşı, kapitalizm
öncesi Osmanlı’nın devlet sınıfları tarafından güdülen, burjuvaziyi tasfiye
eden, kapitalizm öncesi sınıf ve ilişkileri güçlendiren burjuva devrimleridir. Tarihin laneti budur.
Görmesini gören gözler bilir. Tasfiye edilen Rum ve Ermeni
burjuvazisinin malları, Türk ve Kürt ağaların ve tefeci bezirganların servet ve
sermayeleri, ya da Osmanlı’nın ruhu devletin daireleri olmuştur.
Böylece yıllarca, Modern Ermeni ve Rum burjuvalarının mallarına
konmuş feodal ağaların kontrolünde, ortaçağ karanlığında, bezirgan partilerin
oy deposu oldu Kürtler. Aynı durum aşağı yukarı Anadolu’nun bütün bölgeleri
için de geçerliydi. 12 Eylül bile hala, Büyük şehirlerdeki sola yatkın işçi
oylarını dengelemek için, Kürtlerin yoğun olduğu bölgelere daha fazla temsilci
veriyordu.
İşte bu denge alt üst olmuş bulunuyor. Kürtler adeta toplu
olarak, var olan sistemin karşısına geçmiş bulunuyor. HADEP’in oyaları silme
götürmesinin anlamı budur. Egemen sistemin Kürtler içinde, maaşlı koruculardan
başka dayanağı kalmadı.
Normal bir parlamenter işleyiş için, Kürtler içinde bir
toplumsal temel bulmak, korucuları, ağaları, aşiretleri bir yana iterek, modern
Kürt burjuvazisiyle tekrar bir ittifak sistemi kurması gerekir Türk
burjuvazisinin. Ama bunun yapılabilmesi, Kürt ve Türk burjuvazisinin eşit bir
partner olarak iş birliğine girmesi, bu günkü ordunun vesayeti, egemen ideoloji
ve politikalarla olamaz. Durum değişmedikçe, burjuvazinin egemenliği için
gerekli bir normal parlamenter sistem işleyemez. Bu durumda ordunun ağırlığı
giderek dayanılmaz olmaya devam edecektir.
Eski sistem, sanki Susurluk, bankalar, çeteler günah
tekeleriyle ellerini yıkayıp yeniden yürüyebilecekmiş gibi görünüyor. Kimi
Partilerin biçimsel değişmeleriyle, makyajlarla, hatta Kürtçe radyo ve
televizyon ile varlığını sürdürebilirmiş gibi görünüyor. Yürüyemez. Toplumdaki
ve sınıf ilişkilerindeki derin değişiklik eski politik sistemle götürülemez.
İdeolojisi, partileri, ordusuyla bu günkü sistem, ne kadar makyaj yapılırsa
yapılsın, Kürt burjuvazisinin desteğini sağlayacak bir politik biçim bulmadıkça
bunalımlardan çıkamaz. Bu politik sistemin tasfiyesi için ise, büyük kitlelerin
aktif eylemi gerekir. Tarihin lanetine ancak büyük kitle hareketleri son verebilir.
Yüz yılın başında Osmanlı devlet sınıflarının işbirliği ile
Hıristiyan kapitalizmini tasfiye ederek tarihin lanetine uğrayan Müslüman Türk
ve Kürtler şimdi bu lanetten kurtulmak için, kendi 1789’larını yapmak
durumundalar.
Ama çok elverişsiz koşullarda.
Burjuvazi korkak.
İşçiler tarihin en büyük yenilgileriyle dünya çapında bir
demoralizasyon, programsızlık, yönelimsizlik içindeler.
Kürt hareketi yapayalnız.
Bu günkü hareketsizlik ve çürüme kimseyi yanıltmamalıdır.
Unutmamalı en güzel çiçekler bataklıklarda yetişir.
20 Kasım 2000 Pazartesi
Yazıları
e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail
yollayınız.
demirden-yazilar+subscribe@googlegroups.com
Twitter:
https://twitter.com/demiraltona
Bloglar:
http://blog.radikal.com.tr/Blog/demirden-kapilar
http://demirden-kapilar.blogspot.com/
Kitapları
İndirmek İçin:
https://drive.google.com/folderview?id=0B_TTU5pc2ZTRZUlhNzF5QnloWnc&usp=sharing
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder