Önce şunu bilelim, bugünkü rejim, bir darbe girişimini kıştırtarak
veya onu önceden haber alıp kullanarak yapılmış böylece darbe olduğunu gizleyen
bir darbe rejimidir.
Tüm darbe rejimleri gibi en sıradan hukuk bile ayaklar
altındadır. Herhangi bir başka darbe rejiminden farksızdır.
İçerikçe ve programca da faşist Türkçü ve İslamcıdır. Sela
sesleri ile ve Türk bayrakları ile boğaz köprüsünde suçsuz ve teslim olmuş masum
askerlerin kafasını keserek yerleşmiştir.
Aslında darbeyi kullanarak darbe yapan Erdoğan-Ergenekon
ittifakı daha önce de, 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımayarak, CHP’ye hükümet
kurma görevi vermeyerek vs. bir darbe yapmıştı.
Buna rağmen iyice tecrit olmaya başlamıştı ki, bu birinci
darbeye karşı bir darbe girişimini kullanarak veya kışkırtarak aynı darbe
rejimi ikinci bir darbe yaptı.
Bu nedenle biz 15 Temmuz’u “darbe içinde darbe içinde darbe” diye tanımladık. Bu durumu en üzel
tanımlayan imge iç içe geçen Rus bebekleridir.
Şimdi 15 Temmuz vesilesiyle darbelere küfretmek ve halkın
darbeyi engellediğinden söz etmek, “Fetöcüler”i lanetlemek vs. aslında bugünkü
darbeyi gizlemekte ona hizmet etmektir.
Aslında bütün bunlar ve bir darbe rejiminde yaşadığımızın
söylenememesinin kendisi bir darbe rejiminde yaşadığımızın en esaslı kanıtıdır.
Şu ana kadar 15 Temmuz’da ne olduğu hala bilinmemektedir. Bilinmesi
de bizzat derbeyi engellediğini söyleyen darbeciler tarafından
engellenmektedir. Bizzat bu 15 Temmuz’da ne olduğunun bilinmemesinin kendisi
bir darbe rejiminde yaşadığımızın bir diğer kanıtıdır.
Bir başka örnek ve delil.
CHP lideri Erdoğan’ın darbeyi bildiğini söylemektedir.
Bu ne demektir?
Mantık sonuçlarına götürdüğünüzde, darbeyi bilip
engellemeyerek onu teşvik veya tahrik ederek kendi darbesini hazırladı ve yaptı
demektir. A diyen B demiyorsa bunu dinleyicilerin aklına bırakıyor ve B
demekten korkuyor demektir.
*
Herşey bu kadar açık.
Peki herşey bu kadar açık iken, tam da bir darbe rejiminde
yaşadığımız için bu rejimin bir derbe rejimi olduğu söylenemiyorsa, nasıl
birşey söylenebilir?
Ezop dili konuşulabilir.
Ama o imkan da yoksa en azından susulabilir.
O da yapılamıyorsa en azından bu darbeyle gelmiş rejimin
ağzıyla konuşulmamaya dikkat edilir. Örneğin “fetöcü” kelimesi kullanılmaz veya
en azından tırnak içinde kullanılır.
Örneğin bugünkü darbe rejiminin diliyle “fetöcüler”
lanetleneceğine, Ergenekon’un veya özel savaş dairesinin de aynı fetöcüler gibi
devleti elde tuttuğundan ve onların da onların yöntemiyle devleti ele geçirmeye
çalıştığından ama bu kavgada Ergenekon’un şimdi avantajlı çıktığından söz
edilebilir. İkisi arasında bir fark olmadığından söz edilebilir.
Tüm merkezi aygıtın ortadan kaldırıldığı, tüm mahalli
yöneticilerin vs. gerçek bir fikir ve örgütlenme ortamında seçimle belirlendiği
ve bunların gerçek iktidarı elerinde bulundurdukları bir nispeten demokratik
bir ülkede devleti böyle içinden ele geçirme ve yönetmenin olanaksız olacağı, “Fetöcülüğü”
mümkün kılanın bizzat bu devletin kendisi olduğu söylenebilir.
Fethullahçıların da bu devleti demokratikleştirmek gibi bir
hedefleri olmadığından ama onun merkezi ve bürokratik yapısını ele geçirmek ve
korumak ve yine bu aygıt aracılığıyla iktidar olmayı ve Erdoğan ile aynı
hedefleri güttükleri söylenebilir.
Amaçları bakımından Erdoğan ve Fethullah’ın arasında bir
fark olmadığı, sadecaynı amaca yönelik olarak farklı yöntemler kulandıkları
söylenebilir.
Ama bütün bunları söylemeden, “fetöcüler devleti içinden ele
geçiriyorlardı” demek, devet zaten başından beri ele geçirilmemiş gibi yapmak
veya Ergenekonların, Özel Savaş Dairelerinin, Seferberlik Tetkik Kurullarının
gerçekliğini yasal ve normal bir şeymiş gibi tanımlamak anlamına gelir.
*
Bir örnek. Dün tesadüfen Ruşen Çakır’ın Can Kozanoğlu ile
yaptığı 15 Temmuz’a ilişkin bir söyleşiyi dinledim. Söyleşi tam da bir darbe
rejimi içinde yaşadığımızı örtmeye yarıyordu.
Bir darbe rejimi içinde, az çok dinlenebilir ve izlenebilir
bir yayın faaliyetini sürdürtebilmek için bu alanda bir şey söylememek, belli
ölçüde uzlaşmalar anlaşılabilir. Haydut ya canını ya malını demişse, ona malını
verip canını kurtarmak ve ilk fırsatta onu tepeleyşebilmek için bunu yapmak
anlaşılabilir.
Ama bu en azından bir uzlaşma yapıldığı, bir zorunluluktan
dolayı böyle konuşulduğu dinleyenlere çaktırılabilir. Yani ne yapalım bu
kadarını söyleyebiliyoruz falan tarzında bir imada bulunulabilir, bu
hisssettirilebilir.
Ama yapılan bunların ötesindeydi. Özellikle Ruşen Çakır söz
konusu olduğunda. Kozanoğlu daha nüanslı ifadeler kullanmaya çalışıyordu ve
vurguları ve konuşmanın ağırlığının Ruşen Çakır’ın istediği noktalara kaymamasına
çalışıyordu.
*
Her neyse.
Bir de bir darbe rejiminde yaşadığımızı gizleyen bir başka
söz var. “Darbe iyi ki engellendi, yoksa çok kötü olurdu” söylemi.
Darbe engellenmedi darbe engellenir gibi yapılarak darbe
yapıldı. Önce bunu unutmayalım.
Aslında soruyu şöyle sormak gerekir: “Hangi darbe, diyelim
ki Erdoğan ve Ergenekon’un darbelerini yapmak için kışkırttığı ve kullandığı “Fetöcü
ve Atlantikçi” darbe başarıya ulaşsaydı mı demokrasi mücadelesi için elverişli
koşullar olurdu yoksa şimdiki rejim mi daha elverişli koşullar ve güç
ilişkileri sunmaktadır?
Doğru soru budur.
Bu soruya elbette bir spekülasyon olarak bakılabilir ve
bakılmalıdır. Ama bu darbeleri yapan güçlerin karakterleri ve dayandıkları
güçler göz önüne alınarak yine de bazı çıkarsamalar yapılabilir.
Diyelim ki şimdiki darbecilerin iddiaları gerçeği yansıtıyor.
Yani “fetöcüler” ve “Atlantikçiler” veya NATO’cular darbe girişimi yaptılar.
Bugünkü darbeçwcilerin iddiasını doğru kabul edelim.
Buna göre o gece Atlantikçiler ve Fetöcüler darbe girişiminde
başarılı ols alardı şimdikinden daha mı kötü olurdu?
Sanmıyorum.
Demokrasi mücadelesi için çok elverişli bir durum doğardı.
Çünkü bunların bir kitle desteği olmayacaktı. Doğrudan hiçbir partiye dayanamayacaklardı. İster istemez çok zayıf durumda olacaklardı. Öte yandan İslamcısından Ulusalcısına, Sosyalistinden Liberaline herkes birdenbire darbe karşıtlığında bir araya gelirdi.
Çünkü bunların bir kitle desteği olmayacaktı. Doğrudan hiçbir partiye dayanamayacaklardı. İster istemez çok zayıf durumda olacaklardı. Öte yandan İslamcısından Ulusalcısına, Sosyalistinden Liberaline herkes birdenbire darbe karşıtlığında bir araya gelirdi.
Böylesine geniş güçleri kapsayan bir konumlanış karşısında
darbe rejimi en azından tepkileri minimize etmek, karşı cepheyi dağıtmak,
tereddütte bırakmak gibi bir strateji izlemek zorunda kalırdı. Bu da muhlefetin
hareket alanının genişletirdi.
Ayrıca darbeciler Atlantikçi ve Fethullahçı olduğundan uluslararası
dengelerde de daha ölçülü davranmak zorunda olurlardı.
İkisi de kitle desteği olmayan iki güç, kitle desteği
sağlamak için çalışacaklardı ve bu muhalefete daha geniş bir hareket alanı
sağlayşacaktı.
Bu gibi zorlukları nedeniyle belki şimdiye kadar çoktan darbeciler
alaşağı edilmiş olurdu.
Şimdiki rejimde ise, Erdoğan’ın kitle desteği ile Ergenekon’un
operasyonel gücü birleşmiş bulunuyor. Ergenekon alt sınıfları, politik islamı,
Ergenekon da ulusalcılar, laikler vs. aracılğıyla CHP’yi ve CHP aracılığıyla da
tüm muhalefeti paralize ediyor.
Halbuki diğer darbe başarılı olsaydı bütün bu
Erdoğan-Ergenekon ittifakının paralize ettiği güçler geniş bir muhalefet
cephesi oluştururlardı.
İkisi de birbirine muhtaçlar. Gerçi ikisi de ilerde muhtemel
bir kapışmaya karşı sürekli mevzileniyorlar, güç biriktiriyorlar ama Erdoğan
Ergenekonu tasfiye edecek kadar bir operasyonel güç biriktirinceyşe kadar bu iş
birliği, bu simbiyoz yaşam devam edecek demektir.
*
Erdoğan kendini iktidara mahkum etti. Onun geri dönüşü yok. Köşeye
sıkışmış bir kedi gibi. Her şeyi yapabilir ve yapmak zorunda. Bu nedenle ona
bir kaçış yolu sunmak gerekiyor.
İşlediği suçlar nedeniyle iktidarı yitirdiği an kendini
hapiste veya mahkemelerde bulacaktır.
Burada Muhalefet Erdoğan’a kaçacak bir delik bırakmalı ve
bunu erdoğan’a göstermelidir.
Muhalefet Erdoğan’ın direnişini kırmak için, ona dokunmamayı
veya acık ve tarafsız bir mahkemeyi önermelidir. Yani yaptıkları yanına kar
kalır yeter ki iktidarı meşru yollardan terk et demelidir.
Bu öneri Erdoğan’a el altından değil, açıktan yapılmalıdır.
Böyle bir yöntemle, belki bir iç savaş veya başka bir darbe
olmadan, bilinen parlamenter sistem ve en azından biçimsel olarak hukuğun
yeniden geri gelmesi sağlanabilir. Zaten böyle bir program büün muhalefeti bir
araya getirebilir ve en geniş cepheyi kurmayı sağlayabilir.
Bütün büyük stratejlerin dediği gibi fiziksel bir güç
çatışması olmadan (yani savaş olmadan) böyle bir dönüşüm en ucuz ve sancısız
biçim olabilir.
Bunun sonunda Türkiye demokratikleşir mi?
Ne gezer.
Türkiye’de demokrat yok ki demokratikleşsin.
En demokratı bile ulusun Türklükle tanımlanmış olmasına
karşı, politik olanın (Yani devletin) bir dille, dinle tanımlanmasına karşı
değil, herkesin anadilinde eğitim hakkı için, diyanetin lağvı, dinin ve dilin
kişilerin özel sorunu olması için mücadele önermiyor ve böyle bir programdan
yoksun.
Demokrasi ve demokratlık kavramı seçimlere yani bir karar
alma yöntemine indirgenmiş bulunuyor.
Ama demokrasi politik anlamıyla insanların veya yurttaşların
biçimsel eşitliği demektir her şeyden önce.
Biçimsel eşitlik ise, devletin dilinin, dininin, ırkının, “kültürünün”,
“etnisinin” olmaması ile mümkün olur.
Var mı bugün Türkiye’de böyle bir programı olan. Kişi,
çevre, akım, parti, hareket?
Yok.
HDP bile Türklüğün statüsünün ortadan kaldırılmasını değil,
Kürtlüğün de statüsünün tanınmasını istiyor. Yani Türk devleti ve ulusuyla aynı
ilkeyi savunuyor. Ulusun bir dille tanımlanmasına bir itirazı yok. Sadece kendisininkinin
tanınmamasına itirazı var.
Bu demokratlık değildir.
Bu nedenle Demokrasi gelmez.
Demokrasi somut olarak Türkiye için, herşeyden önce Demokratların
(Ulusun ve politik olanın bir dil, bir din ile tanımlanmasını reddedenler, ulusu
ve devleti böyle tanımlamaya karşı tanımlayanların) Kürtler ve Türkler üzerinde
(yani politik olanı Kürtlük ve Türklük, veya bir dil ve bir din ile
tanımlayanlar üzerindeki) diktatörlüğü demektir.
Yani ulusu bir dille, dinle tanımlamayı reddedenlerin, ulusu
bir dille dinle tanımlamak gerekir diyenler üzerindeki diktatörlüğüdür.
Bugün var olan diktatörlük, ulusu dinle, dille tanımlamak
gerekir, dolayısıyla da Türklükle, Kürtlükle, İslamla vs. tanımlamak gerekir
diyenlerin ulusu böyle tanımlamayı reddedenler üzerindeki, yani demokratlar
üzerindeki diktatörlüğüdür.
Demokratlar ise bir elin parmaklarından fazla değil.
Bu nedenle kısa vadede demokrasi hayaldır.
Tabii bir de işin merkezi ve bürokratik cihazı parçalama
boyutu var.
Ona daha hiç girmedik bile.
Uzun sözün kısası Türkiye’nin demokratikleşmesi için önce
demokratların ortaya çıkması gerekir.
Demokratlar ise kısa vadede ortaya çıkamaz.
Bu nedenle en azından bir iç savaş olmadan iktidar
değişikliği ve en azından az çok bir hukuk sisteminin geri gelmesi, yani
eşitsizliklerin hukuka uygun olarak sürdülür olması diyelim buna, olabilecek en az sancılı olasılık olarak görülmektedir.
Bu nedenle örneğen HDP, sosyalistler, Erdoğan’a iktidarı
seçimle terk ettiği takdirde adil ve açık bir yargılama ya da yaptıklarının
yanına kalmasını teklif edebilmelidirler. Onlar bunu yaparlarsa diğer partiler
bunun karşısında tavır almak zorunda kalırlar. Hepsi de bunun peşine takılacaklardır.
Aksi takdirde, Erdoğan’ın gitmesi de kalması da çok pahalıya
mal olur.
Alışkanlıkla, meta ilişkilerinin kavramlıyla “Pahalı”
dediğimiz Kan ve Can’dır.
16 Temmuz 2020 Perşembe
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder