Ermeni Katliamı üzerine sanırım Türkiye’deki sol içinde ilk
yazanlardan ve en radikal tavır koyanlardan biriyimdir.
Ermeni Katliamı üzerine ilk yazıyı, 1980’lerin başında
ASALA’nın Türk Diplomatlarını vurmaya başlaması; böylece konunun gündeme gelmesi
ve unutulmaktan çıkması vesilesiyle hapiste yazmış, bunu gizlice dışarıya
çıkarmıştım. Almanya’da çıkan Yol (Der
Weg) dergisinde yayınlanmıştı[i].
Daha sonra bugünkü internet tarayıcılarının temelini
oluşturan tekniğin CERN’de Tim Berners-Lee tarafından henüz geliştirildiği; internetin çok dar bir çevre
dışında bilinmediği ve kullanılamadığı dönemlerde, usenet tartışma gruplarında
gündemleştirmeye çalıştım. Eğer bir yerlerde arşivleri varsa ve aranırsa
oralarda yazdıklarımız bulunabilirler.
Sonra internet yaygınlaştı, henüz sosyal medya diye bir
kavram yoktu, “forum”lar tartışmaların yapıldığı yerlerdi. Oralarda da
gündemleştiren ve tartışanlardan biriydim.
Daha sonra yıllarca konu üzerine yazdım ve konunun gündeme
gelmesine çalıştım. Şimdilerde artık epey yol kat edilmiş görünüyor.
Ama biz görünüşle
değil, özle ilgiliyizdir. Öz ve görünüş çoğu kez birbirine zıttır.
Biraz derinden bakınca, giderek konunun sosyolojik kavramlarla
tartışılmaktan çıkıp hukuki kavramlarla
tartışılmaya hapsedildiği; böylece var olan güçlerin (Özellikle Türk ve Ermeni
Devletleri, Milletleri ve Milliyetçilerinin) kendilerini reforme ederek
sürdürmelerinin araçlarına dönüştüğü görülüyor.
Ermeni katliamının hukuki kavramlarla tartışmaya
hapsedilmesi ve bunun yaygınlaşması; onun nedenleri
üzerine sosyolojik kavramlarla tartışmanın gündemden düşürülmesinin bir aracına
dolayısıyla gerici bir programın savunulmasına ve tartışmasız egemenliğini
kurmasına dönüşmüş bulunuyor.
Bu nedenle, herkesin sustuğu; konuyu gündeme getirmenin en
“demokrat” ve “sosyalist”lerce bile “şimdi
bu konuyu gündeme getirmenin sırası mı” diye eleştirilip susulduğu ve
görmezden gelindiği zamanlarda, yıllarca nasıl “akıntıya karşı” durup konuyu gündemleştirmeye çalıştıysak ve bu
nedenle her zaman tecrit olup, görmezden gelindiysek; şimdi de aynı şekilde
konunun hukuki kavramlarla tartışılmasının biricik norm olduğu bu dönemde;
bunun yanlışlığını ve gerici karakterini tartışmaya açıp yine “akıntıya karşı” duralım, yine tecrit
olalım ve görmezden gelinelim.
Yalnız bu arada şu küçük gözlemi de belirtmeden geçmeyelim.
Dün Ermeni Katliamı’nı gündeme getirme çabalarına karşı, “şimdi sırası mı”
deyip susanlar; bugün bu katliamın tartışılmasını hukuki kavramlara
hapsedenlerle aynıdır ve aynı metodolojik ve programatik yanlışları
sürdürürler.
Bu da özünde, aynı sınıfsal çıkarın değişen koşullarda başka
biçimlerde savunulmasından başka bir şey olmamasının bir görünümüdür.
Bu kerameti kendinden menkul baylar ve bayanlar her zaman
haklıdırlar. Onlar bir konuyu gündemlerine aldıklarında artık gündeme alınması
doğrudur. Tarihi kendileriyle başlatırlar ve öyle yazarlar.
Zor zamanlarda ne Ermenilerin ne de Kürtlerin adını ananlar,
şimdilerde “soykırım”ı veya “özür dileme”yi dillerinden düşürmüyorlar ve Kürt
hareketinin çevresinden ayrılmıyorlar.
“Reformlar devrimci mücadelenin yan ürünleridirler” diye bir
söz vardır. Reformlar işte böyle devrimci mücadelenin yan ürünü olurlar. “Her
devrin adamları” devrimcilerin mücadelelerin rantını yerken, devrimciler yeni
mücadelelerin yoluna çoktan girmiş olurlar.
*
Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için şunu belirtelim ki,
uluslararası organlarca yapılmış hukuki
tanıma göre 1915’de olanlar bir soykırımdır.
Ancak soykırım hukuki bir kavramdır:
hukuki kavramlarla sosyolojik olgular
anlaşılamazlar.
Varsayalım ki, dünyanın bütün en ileri gelen hukukçuları bu
olayın soykırım olmadığına karar verdi. Bu, yaşananların daha az korkunç olduğu
anlamına gelmez. Bu o sürgün, katliam ve toplu öldürmenin nedenlerini
araştırmamak gerektiği anlamına gelmez.
Bunu belirtmek gerekiyor çünkü son zamanlarda soykırım
denmesi veya denmemesi bu olanın korkunçluğunu abartma veya küçültme olurmuş
gibi anlaşılıyor. Bu kavramın kullanılıp kullanılmamasının bu olgunun
anlaşılmasıyla veya korkunçluğuyla ilgisi yoktur.
Ama sadece bu kadar da değil, esas önemli olan şudur: Bir
sorunu hukuki kavramlarla tartışmanın
programatik sonuçları farklıdır; sosyolojik kavramlarla tartışmanın programatik sonuçları farklıdır.
Ama bunun sonuçları burada da kalmaz. Bir sorunu hukuki
kavramlarla tartışmanın kendisi aynı zamanda sosyolojik kavramlarla tartışmaya
karşı bir ideolojik mücadeledir.
Yani konunun hangi kavramlarla ele alınacağının kendisi bir sınıf mücadelesi konusudur.
Farklı sınıfların çıkarları ve konumları, dolayısıyla
programları arasındaki mücadele; aynı zamanda sorunların hangi kavramlarla
tartışılacağına ilişkin bir mücadele olarak sürer.
Ermeni Katliamı konusunun tartışılması da böyledir.
Biz de bu mücadeleyi sürdürelim.
*
Ama önce sosyolojik kavramlar ve hukuki kavramlar konusunda
kısa bir açıklama.
“İnsan öldürmek cinayettir” önermesi, sosyolojik bir önerme değildir; hukuki
bir önermedir. Olayın nedenlerini açıklamaz, norm koyar; cinayet analitik
bir kavram değil; normatif bir
kavramdır; hukuki veya ahlaki, değer yüklü bir kavramdır.
Toplumsal gerçeğin özüne ise ancak analitik kavramlarla inilebilir ve olguların nedenleri açıklanabilir.
Marksizm ise nedenlerin ne olduğunu anlamak ve açıklamakla
uğraşır. Yani hukuki değil, sosyolojik kavramlarla çalışır. Nedenler ortadan
kaldırılmadan sonuçlar ortadan kalkmaz.
En ağır cezalar nasıl cinayetleri ortadan kaldırmıyor ve
engelleyemiyorsa, aksine en çok cinayetler en ağır cezaların olduğu yerlerde
oluyorsa, özür dilemenin veya soykırım demenin soykırımları ortadan kaldıracağı
çocuksu bile sayılamayacak bir bilinçli çarpıtmadır. İşte kendisinden soykırıma
uğradı diye özür dilenen İsrail şimdi bizzat kendisi soykırım yapıyor. Çünkü
soykırımların temelinde, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesi, yani
milletler ve milliyetçilik ilkesi onun da üstünde, bir ulusu, yani politik
olanı bir dil, din, tarih, kültür ile tanımlamak bulunmaktadır. Bunlar ortadan
kalkmadan, soykırımlar var olmaya devam edecektir. sadece dengeler ve refah durumları bunların olmasını
engelleyecektir.
Sosyoloji insanların niye
birbirini öldürdüğü ile veya belli bir öldürme olayının ardındaki toplumsal
nedenlerle; insanların aynı insan öldürme olgusunu hangi koşullarda ve neden cinayet;
hangi koşullarda ve neden kahramanlık olarak tanımladığı ile ilgilenir.
İnsan maddeyi aletlerle, olguları kavramlarla işler. Hiç
kimse balık avlamaya yarayan olta ile kuş ya da geyik avlamaya kalkmaz. Ya da
tersine kuş avlamaya yarayan bir sapanla balık avlamaya kalkmaz.
Ama olgular söz konusu olduğunda, bunların özünü anlamak söz
konusu olduğunda, işin kötüsü tam da böyle davranılmaktadır. Örneğin hukukun
kavramları sosyolojinin kavramları yerine geçirilir; sanki bilimsel kavramlarmış
gibi kullanılır. Bir toplumu düzenlemenin kavramları, bir toplumu ve tarihi
anlamanın kavramları gibi kullanılır.
*
Ermeni katliamı üzerine konuşmalar artık şu noktaya gelmiş
bulunuyor: herkes pür dikkat kesilmiş bekliyor: “soykırım” diyecek mi,
demeyecek mi?
Ben bu kavramı kullanmamaya özel dikkat ediyorum artık.
Çünkü konunun bu kavramı kullanmaya, soykırım olarak tanımlamaya hapsedilmesi
aslında gerici bir programı dayatan ideolojik olarak son derece gerici bir
saldırıdan başka bir şey değildir.
Bu kavramı kullanmak bu ideolojik saldırının bir aracı
olmaktan başka bir sonuç vermemektedir.
Neden ve niçin?
Çünkü bir sorunu hukuki bir tartışmaya indirgediğinizde var
olan sistemi olumlamış ve yeniden üretimine hizmet etmiş olursunuz. Zaten
tartışmanın buraya sıkıştırılması tam da bu amaca hizmet etmektedir. Bu amaç,
dille, dinle, tarihle tanımlanmış ulusal devletleri ve ulusları biricik
toplumsal varoluş biçimi olarak dayatmadır.
Akıllı ve uzun vadeli düşünen; Türk milletinin ve devletinin
uzun vadeli çıkarlarını savunan; onun daha çağdaş; daha esnek olmasını
isteyenler bu devletin bu soykırımı tanımasını; Türklerle Ermenilerin böylece
barışmasını; Türk devletinin bir başbakanının örneğin Erivan’a gidip Willy
Brantd gibi 1915’in kurbanları önünde diz kırmasını hayal ederler.
Bu aslında padişah olsa soğanın cücüğünü yiyecek çobanınki
gibi, başka bir varoluşu hayal bile edemememin veya başka hayaller için
mücadeleye girmekten kaçmanın veya başka hayaller için mücadeleye girenlere
karşı mücadelenin ifadesidir.
Ama sadece Türk devletinin uzun vadeli çıkarlarını
savunanlar ve uzun vadeli düşünen akıllı Türk milliyetçileri bu hayali
görmezler; Ermeni milliyetçileri de tamı tamına aynı hayali görürler. Onlar
aynı hayalin peşindeki düşman kardeşler gibidirler.
Aslında her ikisi de bu tavırlarıyla, demokratik bir ulusçuluk karşısında gerici bir milliyetçiliği savunurlar ve ona karşı mücadelede bir
ideolojik egemenlik kurmak için ittifak ederler.
Demokratik bir ulusçuluk bir ulusun bir dille, dinle,
tarihle, gelenekle vs. tanımlamasını reddeden ulusu böyle tanımlamaya karşı
tanımlayan bir ulusçuluktur. Gerici ulusçuluk ise, ulusların ancak bir dil,
din, tarih ile tanımlanmış birimler olduklarını ve olabileceklerini savunurlar
ve bu anlayışa dayanırlar. Sorunu “özür”e ya da “soykırım” deyip dememeye
hapsedenler sadece nedenler üzerine bir sosyolojik aydınlanmanın ve tartışmanın
önünü kesmiş olmazlar, aynı zamanda politik olarak demokratik bir ulusçuluğa
karşı da savaşmış olurlar.
“Soykırım” ve “özür” kavramları Türk ve Ermeni Milletlerinin
ve Devletlerinin demokrasiye ve demokratlara karşı ideolojik mücadelesinin en
kritik kavramlarıdır. Çünkü var olanı korumanın, onun meşruiyetini yeniden
üretmenin ve varlığını tartışma dışına düşürmenin araçlarıdırlar. Çünkü Türklük
ve Ermenilikle tanımlanmış devletleri ve milletleri varsayarlar ve yeniden
üretirler.
Bunu anlamak için, başka bir durumu hayal edelim.
Diyelim ki Türkiye’de radikal bir demokratik devrim oldu. Bu
devrim sonucu ulusun Türklük, Kürtlük, Ermenilik, İslam vs. ile tanımlanmasına
son verildi. Devlet ulusu böyle, bir dille, dinle, soyla, tarihle tanımlamaya
karşı tanımlıyor.
Yani somut olarak, örneğin ülkedeki hiçbir dili avantajlı
duruma getirmemek için ortak konuşma ve haberleşme dili İngilizce seçilmiş. Ama
herkesin aynı zamanda ana dilinde eğitim ve her türlü devlet işini ana dilinde
görme hakkı ve devletin herkese ana
dilinde hizmet verme görevi var.
Okullarda ulusların tarihi olmadığı ama kendisi zaten bir karşı devrim anlamına
gelen ulusçuluğun, çite kavrulmuş karşı devrimci ve gerici biçimlerinde,
ulusları bir tarih aracılığıyla yarattığı, bunun için saçma şeyler bile uydurulduğu
okutuluyor. Bu bağlamda örnek olarak bir zamanlar tarih kitaplarında, Türk
ulusunun aslında genetik ve kültürel olarak yüzde doksan beşiyle, zaman içinde
Müslümanlaşmış Ermeni, Rum ve Anadolu’nun diğer eski halklarından (Likyalılar,
Manavlar vs.) oluşturulduğu; fatihlerin yüzde beşi bile bulmadığı; ama bir zamanlar okutulan tarihin olgularla
bile en küçük düzeyde bir ilişki içinde bulunmayan Orta Asya’dan gelen Türklere
dayanan bir tarih okutulduğu anlatılıyor Bu dile dine etniye göre tanımlanmış
ulusların ve ulusçuluğun insanlara nasıl korkunç felaketler yaşattığı ve gerici
niteliğini göstermek için Ermeni Katliamı gibi olaylar inceleniyor.
Bu Demokratik Cumhuriyet’te Türk, Ermeni, Rum, Kürt veya
“ulussuz” vs. olmak; tıpkı gerçekten laik bir ülkedeki herhangi bir dinden veya
dinsiz olmak gibi özel bir sorun olur. Üç kişi bir araya gelip nasıl bir
dernek, bir din vs. kurabilirse, üç kişi bir araya gelip istediği “ulusu”
kurabilir. Devlet, Din, dil, soy, “kültür” vs. körüdür. Tıpkı spor kulüpleri
karşısında kör olması ve tarafsızlığı ve yurttaşların haklarını savunmakla
görevli olması gibi. Bir ulustan olmak bir dinden veya bir spor kulübü
taraftarı olmaktan hiç farklı olmaz.
İşte bunlar aslında sosyalist bile olmayan sıradan bir
Demokratik Cumhuriyetin özellikleridir. Bu program da Demokratik Cumhuriyet
programının temel yanlarından biridir. Bugün en demokratik ülkeler bil bundan
fersah ferseh uzaktır. Bunlar aslında ezilenlerin bir devriminin geçer ayak
yapması gerekenlerden başka bir şey de değildir.
Bu Demokratik Cumhuriyet, tarihsel bir haksızlığın
sonuçlarını biraz olsun giderebilmek için, diyelim ki, birkaç nesil önce
Anadolu’da yaşamış insanların hepsine
buraya gelip yerleşme, hayat kurma, eğer imkân varsa ve başkalarını mağdur
etmeyecekse atalarının mallarını kullanma hakkı ve yeniden bir hayat kurmak
için destekler veriyor vs..
Emin olun böyle bir devlete karşı mücadelede; ulusu ve
devleti Türklükle tanımlayan Türk milliyetçileri ile ulusu ve devleti
Ermenilikle tanımlayan Ermeni milliyetçileri (ve Kürtlükle tanımlayan Kürt
milliyetçileri) ittifaka girerler. Zaten şu anda tam da böyle bir ittifak
içindedirler. Bunu da tamı tamına konuyu soykırım ve özür düzeyinde tartışmaya
tıkarak yapmaktadırlar.
Böyle bir durumda, buna karşılık Ermeni (veya Kürt)
demokratları da böyle bir demokratik cumhuriyetle ittifak halinde olurlardı. Ve
böyle bir demokratik cumhuriyet, kendini Türklük veya herhangi bir şeyle
tanımlamadığı, bunların politik olarak, yeşil gözlü olmak veya 42 numara
ayakkabı giymekten farkı olmadığı için, demokrat Ermeniler Ermenistan’da devrim
yaptıklarında Demokratik Ermenistan Cumhuriyeti ve bu Cumhuriyetin
birleşmemeleri için hiçbir neden kalmazdı. Aynı şey Kürtler, Araplar, Farslar,
Gürcüler, Yunanlılar vs. için de geçerlidir. (Bu hikâye tersinden de
anlatılabilir. Ermenistan’da bir demokratik Cumhuriyet kurulduğu varsayımından
hareketle. Ancak Ermenistan çok küçük ve fakir bir durumda bulunduğundan,
muhtemelen demokraside kendi varlığına bir tehtit gören Türk devletinin yardım
ettiği Ermeni milliyetçilerince ezilirdi.)
Böyle bir hayali ve amacı; yani böyle bir programı olma ile 1915 katliamının nasıl
tartışılacağı arasında özsel bir ilişki vardır.
Amacınız Türklükle, Kürtlükle veya Ermenilikle
tanımlanmamış; böyle tanımlamaya karşı tanımlanmış bir demokratik cumhuriyet
ise; katliamın nedenleri olarak bizzat ulusların böyle tanımlanmasını
katliamların baş nedenlerden biri olarak görürsünüz. Bu tür tanımlamalar olduğu
sürece yeni katliamlar kaçınılmazdır, bütün tarih de bunu gösterir dersiniz.
Ama amacınız, Türklükle tanımlanmış bu devleti yaşatmak,
bunun için de modernize etmek; esnetmek; böylece Türklükle tanımlanmış bir
devletin daha uzun yaşamasını sağlamak ise; Türklerin ruhsal olarak daha
sağlıklı insanlar olmasını sağlamak ise, konuyu bunu Osmanlı yaptı veya İttihat
Terakki yaptı veya biz yaptık işte
özür diliyoruz gibi bir çerçevede tutmak sizin yapacağınız biricik şeydir.
Burada bütün her şey o biz
kavramında gizlidir. Siz de kendinizi o biz’den
addedip o biz’i değiştirmeye
çalışıyorsunuz demektir. Kendinizi başka türlü değerlendirdiğinizi düşünseniz
bile.
Ama bir demokratın görevi ne Türk devletini yaşatmak ne de
Türklerin ruh sağlığıdır. Demokrat Türkleri Türklüğe karşı mücadeleye; Türk
olmaktan çıkıp bir Demokrat olmaya çağırır. Çünkü bir Türk Demokrat olamaz. Bir
Türk ancak devletin ya da ulusun Türklükle (veya başka bir dille, dinle,
tarihle) tanımlanmasına karşı çıkıp onunla mücadele ettiğinde Demokrat
olabilir.
Bir Demokrat, Türk devletinin soykırımı tanıması gibi bir
amaca sahip olamaz. O zaten devletin Türklükle veya benzeri bir şeyle
tanımlanmasını bütün bu acıların temelindeki neden olarak görür. Dolayısıyla
kendisini yok etmeyi amaçladığı şeyin düzelmesi için mücadele etmesi saçmadır.
Özür konusu da böyledir.
Türkler devletlerinin özür dilemesini isterler veya
kendileri Ermenilerden Türk olarak özür dilerler ve dileyebilirler.
Gerçek bir demokrat ve devrimci ise, bir sosyalist ise, eğer
özür dilemesi gerekiyorsa, şöyle bir özür diler, daha doğrusu otokritik yapar.
“Ulusçuluğun ama özellikle bir dil, din, vs. ile tanımlanmış ulusçuluğun
böylesine egemen olmasının ve gerek dün gerekse bugün insanların büyük acılar
çekmesinin en büyük suçlusu biz sosyalistleriz. Gerçek birer radikal demokrat
da olması gereken biz sosyalistler, kendimiz ulusçuluğun ve Ulusçuluğun en
gerici biçiminin en büyük yayıcıları olduk.
Çünkü ulusun ne olduğunu anlayamadık; çünkü Aydınlanma’nın çocuğu
olduğumuzdan onun din kavramının dışına çıkamadık. Dinin ne olduğunu
anlayamadığımız için ulusun ne olduğunu anlayamadık; onun modern toplumun
dininin karşı devrime uğramış bir biçimi olduğunu anlayamadık. Eski dünya
karşısında bu modern dünyanın savunucuları ve yayıcıları olarak aslında onun
karşı devrime uğramış gerici biçiminin yayıcıları olduk. Uluslar ve ulusçuluk,
özellikle de onun en çok acılara yol açmış en gerici biçimi, ulusçu olmadığını
iddia eden bizlerin omuzlarında zafer yürüyüşünü gerçekleştirdi.
Uluslara ve ulusçuluğa karşı savaş açacak yerde ekonomik eşitliği öne
çıkararak fiilen bu eşitsizliğin savunucularına ve yeniden üreticilerine
dönüştük.”
Evet, bir sosyalistin dolayısıyla tutarlı bir demokratın özrü budur ve böyle olmalıdır.
Evet, bir sosyalistin dolayısıyla tutarlı bir demokratın özrü budur ve böyle olmalıdır.
(Biz yıllardır yazılarımız ve kitaplarımızla bu “özrü”
diliyoruz bir bakıma. Örneğin “Marksizm’in
Marksist Eleştirisi” kitabımız bu özrün kendisidir. Ama Türk Devletinin
özür dilemesini isteyen sözde sosyalistler, bu özür karşısında, onu yok
saymakta birbirleriyle yarışıyorlar ve aslında yokmuş gibi davranıp susmaları
ile kendi milliyetçiliklerini ele veriyorlar.)
Emin olun bu özür sadece Türk devletini değil; Ermeni
Devletini de hiç memnun etmeyecektir. Onlar bu özürde kendi varoluşlarına karşı
en büyük tehdidi görürler.
Ama sadece onlar değil; bugün ortalığı kaplamış her şeyi
“soykırım diyor musun demiyor musun”; “Türk devleti özür dilesin diyor musun
demiyor musun”a hapseden ve çoğu kendini sosyalist ve demokrat sanan liberaller
de.
Yukarıdaki gibi düşünen bir Marksist ise, eleştiri oklarını
kendine yöneltir.
Ve işte kendine yönelttiği bu eleştiri oklarıyla Ermeni
Katliamı karşısında gerçek bir “yüzleşme”; yani İslam’ın deyimiyle “nefsine karşı mücadele”, yani savaşların
en kutsalını başlatmış olur.
Sosyalistlik her şeyden önce devlet ve millet ve sermaye
düşmanlığıdır.
Ama önce de “kendi”
devletine, “kendi” milletine ve “kendi” sermayesine (burjuvazisine) düşmanlıktır.
Ama oradaki “kendi”
kendinizin olmayan; kendisine karşı savaş
için özellikle size düşen parça ya da görev anlamındadır.
Bu nedenle “kendi”
devletinizin ve milletinizin özür dilemesi için mücadele etmeniz, sizin o
devleti ve milleti gerçekten kendi
devletiniz ve milletiniz olarak içselleştirdiğiniz anlamına gelir.
Bu, bir ateistin papanın işlediği cinayetler nedeniyle özür
dilemesi veya papayı özür dilemeye davet etmesi gibidir.
O ateist kendine ne derse desin artık nesnel olarak bir
Hıristiyan’dır.
24 Nisan 2014 Perşembe
Demir Küçükaydın
Bu yazımızın da yer aldığı Ermeni Katliamı konusundaki yazılarımızı kitap olarak PDF veya EPUB formatında indirmek isterseniz şu linke gidiniz: https://yadi.sk/d/F9_CSF_z3HGsCN
Alttaki kodu tarayarak da indirebilirsiniz:
[i]
Yazılarım “Ermeni Katliamı ve “Sorunu” Üzerine Yazılar” başlığıyla yaptığım,
konu üzerine yazılarımdan oluşan derlemede bulunmaktadır. Derleme şuradan
indirilebilir: https://drive.google.com/folderview?id=0BxCB_Gtx8VYASUJNekpocWZuRW8&usp=sharing
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder