Yer : MaHalle, Waldemarstrasse 110, Berlin
Konu:
1960’lardan sonra işçi hareketinin politik bir hareket
olarak adeta yok oluşu ile ters orantı içinde o güne kadar daha önceden hiç
öngörülmemiş ve var olmamış yeni özneler ve toplumsal hareketler ortaya çıkmaya
başladı: Siyahların hareketi, kadın hareketi, ekolojik hareketler, barış
hareketi gibi hareketler.
Gerek Marksizm ve gerek işçi hareketi o zamana kadar ne
böyle hareketlerin varlığını öngörmüş, dolayısıyla bunları bir strateji sorunu
olarak tartışmıştı, ne de bu hareketleri yaratan problemlere özel bir önem
vermişti.
Ve şimdi bu hareketler işçi hareketinin ve Marksizm’in yok
olduğu Avrupa, Amerika ve Japonya gibi gelişmiş batı ülkelerini derinden derine
sarsmaya başlıyordu. Bu hareketlerin ortaya çıkışı, sadece bir sosyal hareketlenme
değildi ayrıca bir entelektüel canlılık, bir paradigma değişimi anlamına da
geliyordu.
Ekoloji hareketi, teknik, hayranlığını, ilerleme anlayışını,
tekniğin tarafsızlığını sorguluyor; kadın hareketi tarihe ilişkin bütün
bilinenleri kadının gözünden yeniden yazıyor; sömürü ve baskının çok daha
derinlerdeki nedenlerine yöneliyor; kapitalizmin devamı ile kadının baskı
altına alınmışlığı arasındaki bağları açıklıyor; ırkçılığa karşı hareket
milletler ve milliyetçiliğe ilişkin teorilerle birlikte ulus ve ulusçuluğa
ilişkin çığır açıcı tartışmalara katkılarda bulunuyordu. Yani nasıl ırklar
olduğu için ırkçılar değil; ırkçılar olduğu için ırklar vardıysa, aynı şekilde
uluslar olduğu için ulusçular değil; ulusçular olduğu için uluslar vardı. Ulus
ve ulusçuluk teorilerinin bu noktaya varmasında, bu ilişkinin daha kolay
görüldüğü ırkçılığın analizi önemli bir köşe taşıydı.
Buna karşılık işçi hareketi ve Marksizm, en eleştirel ve
devrimci geleneği sürdüren radikal akımlarda bile 60’larda tekrar kazandığını
umduğu eleştirelliğini, teorik dinamizmini ve yaratıcılığını yitirmiş
bulunuyordu. En iyilerinde bile bu, yeni sosyal hareketlerin içinde ve yanında
yer alarak; onların teorik katkılarıyla beslenerek canlılığını bitkisel hayatla
sürdürmekten öteye gitmiyordu.
Bu durum, birçok teorisyenin ve sosyalistin, bir yandan bu
hareketleri yeni bir özne olarak selamlamasını ve klasik Marksist konumlara
veda etmesini getirirken, diğer yandan birçok dogmatik Marksistin ve sosyalistin
de, yeni sosyal hareketlerden söz etmeyi bile bir affolunmaz günah gibi
görmelerini veya bunları sınıflar prokrutes yatağına yatıran açıklama
girişimlerini getirdi.
Ve her zaman görülen o klasik dogmatik-revizyonist kayıkçı
döğüşü bütün tartışmalara damgasını vurdu.
Aslında bu hareketleri selamlayanlar da lanetleyenler de, biraz
dikkatlice bakılınca görülebileceği gibi, aynı gizli ortak varsayımdan hareket
ediyorlardı: Bu hareketlerin varlığının bildikleri Marksizm’le, onun öngörü ve
analizleriyle bağdaşmadığı.
Her iki taraf da bu ön kabulü benimsedikleri için, bir taraf
Marksizm’den kurtulmak için bu hareketleri yeni özneler olarak selamlıyor,
diğer taraf Marksizm’i savunmak adına bu hareketlerden söz etmeyi bile
affedilmez bir günah olarak lanetliyor veya bildiği kategorilere sığdırmak için
orasını burasını kesiyor veya uzatıyordu.
Marksizm dememiş miydi “tarih sınıflar mücadelesidir” diye?
Sınıflar da üretim ilişkileri içindeki konum ve çıkar farklılıklarıyla
belirlenmiyor muydu?
Ama artık işçi sınıfının doğru dürüst bir sınıf mücadelesi
yaptığı bile görülmüyordu. Buna karşılık cins, ırk, ulus hatta kuşak farklarına
göre sosyal hareketler ortaya çıkıyordu. Artık en azından bundan sonra tarihin
sınıflar mücadelesi olduğu görüşünü bir gözden geçirmek gerekmez miydi?
Göründüğü kadarıyla artık tarih ezilen sınıfların değil de
ezilen cins, ulus, ırkların mücadelelerine sahne oluyordu. Üretim ilişkileri
içindeki konum ve çıkar belirlemiyordu özneleri ve onların mücadelelerini.
Marks’ın Kapital’i bu durumu anlamak
için bütünüyle işlevsiz görünüyordu.
Zaten Marksistlerden hiçbiri de bu öznelerin ortaya
çıkacağını görmemişti. Bilim demek bir bakıma öngörü demektir. Bu bir rastlantı
da olamazdı. Marksizm’de bir şeyler eksik ve yanlış olmalıydı.
Aşağı yukarı böyle özetlenebilecek bu durum ve itirazlar
karşısında sunumun
ilk bölümünde, tüm
bu durumu ve itirazları açıklayacak ve cevaplayacak, dogmatik-revizyonist fasit
dairesi veya kayıkçı döğüşünün dışına çıkabilecek eleştirel ve devrimci Marksizmin
geleneğini sürdüren ve onu geliştirmeye çalışan bir açıklama denemesinde
bulunulacaktır.
İkinci bölümünde ise, Yeni Sosyal Hareketlerin ne gibi strateji,
örgüt ve mücadele biçimleri sorunları ortaya çıkardığı ele alınmaya
çalışılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder