Önce yazarının isminin olmadığı, kaynağı somut olarak
belirtilmemiş, Öznesi belli olmayan cümlelerle ifade edilmiş, verilişi bile bir
manipülasyon olan “HDP,
Sezai Temelli isminde uzlaştı” başlıklı şu haberi okuyalım:
“Mutabakat komisyonu
kararını verdi. HDP kongreye Sezai Temelli ve Pervin Buldan'ın eş başkan
adaylığı ile gidiyor.
DİYARBAKIR- Halkların Demokratik
Partisi (HDP), 11 Şubat'ta gerçekleştireceği 3'üncü büyük olağan kongresinin
hazırlıklarını yaparken, eş genel başkan adaylarını belirlemek üzere kurulan 5
kişilik mutabakat komisyonunun çalışmalarında da sona gelindi. HDP kongreye
TBMM Başkanvekili Pervin Buldan ve HDP'nin Eş Genel Başkan yardımcısı
Sezai Temelli'nin eş genel başkan adaylığı ile gidiyor.
HDP'nin 11 Şubat
Cumartesi günü yapılacak 3'üncü büyük olağan kongresi için kurulan 20 kişilik
hazırlık komisyonu çalışmalarını tamamlama aşamasına getirdi. Partinin eş genel
başkan adaylarını ise hazırlık komisyonundan seçilen 5 kişilik mutabakat
komisyonu belirledi. Mutabakat komisyonu, 4 Kasım 2016 tarihinden beri
Edirne Cezaevi'nde bulunan ve aday olmayacağını açıklayan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin
Demirtaş'ın yerine İstanbul Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Pervin
Buldan'ın adını kesinleştirdi. Komisyon, erkek eş genel başkan adayı için ise
çalışmalarını son aşamaya getirdi. Daha önce erkek adaylar arasında adı geçen
Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen, Mithat Sancar, HDP Eş Genel Başkan yardımcıları
Sezai Temelli ve Saruhan Oluç'un isimlerini de değerlendiren komisyonun son
olarak Temelli ve Oluç'a yoğunlaştığı öğrenildi. Komisyonun uzun tartışmalar ve
fikir alışverişlerinin ardından Sezai Temelli isminde uzlaştığı öğrenildi.
Sezai Temelli, partide
Ekonomiden ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı. 7
Haziran 2015 seçimlerinde İstanbul'dan milletvekili seçilen Temelli, 1 Kasım
seçimlerinde ise parlamentoya girememişti”
*
Eğer bu haber doğruysa HDP intihar ediyor demektir.
Eğer bu haber doğruysa “Türk sosyalisti” bürokrat
bileşenlerin ve Kürt Ulusalcılarının fiili ittifakı HDP’yi esir almış
odemektir.
Eğer bu haber doğruysa, Türkiye ve Ortadoğu tarihinin en
kritik dönemlerinden birine, demokratik özlemleri olan toplumsal muhalefet, demokratik karakterde hiçbir örgütü,
önderliği, programı olmadan girecek demektir.
Eğer bu haber doğruysa Kürt hareketi İstanbul’u kazanmaktan
(Türkiyelileşmekten) vaz geçmiş demektir. İstanbul’da demokratik bir hareket ve
örgütlenme yapılmadan Orta Doğuda demokratik bir devrim başarılamaz. Bu da ağır
yenilgiler, Suriye’de bile elde edilmiş kazançların ile kaybedilmesi anlamına
gelecektir.
*
Haberi kimin yazdığı (“Diyarbakır” deniyor. İsim yok) ve
haberin kaynağı (Hangi organ? Kim bu
açıklamayı yapmış bilgi yok) , haberde ifade edilen örgütsel ilişkilerin (Ne
demek “Mutabakat Komisyonu”, kimlerden oluşur, mutabakatla mutabık olmayanların
hakkı ne olacak? Komisyonlar kongrelerden daha mı yetkilidir de kimin başkan
olacağını belirlemektedir böyle komisyonlarda belirlenmektedir?) çürümüşlüğünü
şimdilik geçiyoruz.
Önce haberin doğru olduğundan hareketle, bu isimler ne
anlama gelir, önce ona bakalım.
*
Bugün HDP’de Kürt ulusalcıları (Öcalan’ın “ilkel milliyetçiler”
dedikleriyle) bürokratlaşmış özel savaş döneminde ortaya çıkmış veya taşlaşmış,
yıllarca Kürt hareketinden uzak durmuş, güçlenince ona yanaşmış Türk
sosyalistleri (Aslında Türk milliyetçileri)
zımni ve fiili bir ittifak ve suç ortaklığı içindedirler.
Bu ittifak tıpkı bir zamanlar Doğu Avrupa ve Sovyetler
Birliği’ndeki bürokratik diktatörlüklerin ve kapitalist ülkelerin fiili ve
zımni ititfakı gibidir.
Bu ittifak bu iki gücün, Sovyetler Birliği’nde sosyalizm
olduğu varsayımı üzerinden çatışmalarına benzer.
Kapitalist ülkelerin böylesine anti demokratik bir sistemi
Sosyalizm diye tanımlamak işine geliyordu çünkü bu en küçük bir özgürlüğün bile
bulunmadığı bürokratik diktatörlükleri sosyalizm diye tanımlayarak,
ezilenlerdeki eşitlikçi ve özgürlükçü idealleri öldürüyordu ve aynı zamanda o
ülkelerdeki bürokratik sistemdeki baskıyı yaşayanları Batı’nın ve kapitalizmin hayranları
haline getiriyordu.
Ama bu aynı zamanda Doğu Avrupa’daki bürokratik diktatörlüklerin
de işlerine geliyor ve onlar da bu saldırıları kendi kendilerinin sosyalist
olduğunun bir delili olarak gösteriyor, dünyada binlerce eşitlik ve demokrasi
özlemli insanın yanılsamalar içinde kalmasına yol açıyor ve bunları
bürokrasinin destekleyicileri haline getiriyordu.
Bu nedenle bürokratik diktatörlüklerin çöküşü, sosyalizm
idealinin de geniş kitlelerin bilincinden uzaklaşmasına ve bugünkü çıkışsızlığa
yol açtı.
Benzeri birbirini besleyen sözde çelişki ve fiili ittifaklar
örneğin Türkiye’de İslamcılar ve Laikler arasında da vardır.
Her ikisi de var olan ve gerçekte laiklikle ilgisi olmayan
sistemi laiklik olarak tanımlayarak, fiili bir ittifak içinde birbirlerinin
varlıklarına haklılık kazandırırlar. Her ikisi de bunun gerçek bir laiklikle
ilgisinin olmadığını söyleyenler karşısında fiili bir suç ortaklığı ve ittifak
içindedirler.
Benzeri Kürt ulusalcıları ile, kedine Türk sosyalisti diyen (ama
aslında Türk milliyetçilerinden başka bir şey olmayan) ve HDP’de “bileşen” adı
verilen, Türk sosyalist örgüt ve kişileri arasında da vardır.
Türk Sosyalist örgütleri, Kürt Ulusalcılarına karşı,
milliyetçiler ve burjuvazi karşısında sözde sosyalizmi savunduklarını ve
böylece Kürt hareketini ulusalcı tasalluttan kurtardıklarını söylerler; aslında
bu söylemleriyle ırkçı ve yukarıdan bakışlarıyla Kürt Ulusalcılarını
güçlendirirler.
Kürt Ulusalcıları da bu
hiçbir işe yaramaz, hayatla ilgisi olmayan bir takım formülleri tekerleyen bu bürokratik
“Türk sosyalistlerini” ve onların bu aslında ırkçı da denebilecek tutumlarını,
çapsızlıklarını, hayattan kopuk bir takım ölü formülleri tekrarlamaktan başka
bir anlama gelmeyen politika yapışlarını göstererek Kürtlere, “bakın bu solla mı biz
dayanışacağız, Türkiyelileşmek diye bunlarla mı iş tutacağız? Bunlardan hiçbir
şey olmaz” diyerek aslında Öcalan’ın çizgisine karşı olan, ama açıktan karşı
çıkamadıkları için açıkça ifade edemedikleri milliyetçi konumlarını
güçlendirirler. Onların bu güçlenmesi de bu sefer Türk sosyalistlerinin eski
çizgilerini sürdürmesinin bahanesi olur. Eskiden bunu Kürt Hareketin uzak
durmanın gerekçesi yaparlardı, şimdilerde artık pazarlıklarının gerekçesi
yapıyorlar.
*
Bir de bu sahte çelişkilerin ve çatışmanın dışında kalmış olanlar
vardır.
Sovyetlerde ve Doğu Avrupa’dakinin bürokratik diktatörlükler
olduğunu, sosyalizm olmadığını söyleyen Devrimci ve Eleştirel Marksizmi
yaşatanlar vardır.
Bir de Türkiye’de laiklik diye bir şey olmadığını söyleyen
gerçekten demokratlar vardır.
Bir de HDP’de ne demokratik bir tüzük ve yapı; ne de HDP’nin
demokratik bir programı olmadığını savunan gerçekten demokratlar da vardır.
Bunların sesi hiçbir zaman duyulmaz ve o birbirlerinin
varlığına gerekçe sunanlar, elbirliğiyle bu yaklaşımı gözlerden ve gönüllerden
uzak tutarlar.
Dünyada veya buralarda bir devrimci yükseliş olmadıkça da bu gözerden ve gönüllerden uzak tutmanın başarılı olacağı şimdiden öngörülebilir.
biz Sosyalizm’de de Türkiye’deki demokrasi mücadelesinde de, HDP ve “Kürt Sorunu” konusunda da hep bu üçüncü kategoride yer aldık ve alacağız.
Dünyada veya buralarda bir devrimci yükseliş olmadıkça da bu gözerden ve gönüllerden uzak tutmanın başarılı olacağı şimdiden öngörülebilir.
biz Sosyalizm’de de Türkiye’deki demokrasi mücadelesinde de, HDP ve “Kürt Sorunu” konusunda da hep bu üçüncü kategoride yer aldık ve alacağız.
*
Madem soruna bir politika sorunu olarak bakılmıyor ve
politika bağlamında Demirtaş’ın tekrar seçimi gündemden uzaklaştırılıyor ve
personel sorunu olarak bakılıyor o zaman kişilerin kaliteleri ile en azından
resmen ifade edilmiş görevler arasındaki ilişkiye bakabiliriz. Ceza suçun
cinsindendir.
Sezai Temelli (Saruhan Oluç da olabilir fark etmez. Hepsi
aynı kategoridendirler, komisyon denen varlıkları bile bürokratik organlarda,
örgüt bürokrasisi hiyerarşisinde yükselmiş tiplerdir.) nereden gelen bir
isimdir, neyi temsil eder?
Akademisyenmiş, daha önce ÖDP’de bulunmuş hatta genel başkan yardımcılığı yapmış.
Akademisyenmiş, daha önce ÖDP’de bulunmuş hatta genel başkan yardımcılığı yapmış.
Yani ÖDP gibi aslında 90’ların çürüme ve karşı devrim
döneminde ortaya çıkmış bir örgütten geliyor. Bir devrimci yükseliş döneminin,
bir yükselen hareketin değil, çürüyen ve gerileyen bir hareketin ve dünyanın
içenden çıkardığı bir tip. ÖDP hep Kürtlerden uzak durmanın partisiydi ve hala
da öyledir. Bu partide genel başkan yardımcılığına gelmek demek bu politikayla
fazla bir sorunu olmamak demektir. Yani bir zamanlar Kürtlerden uzak durmanın
Türk solunda prim yaptığı zamanlarda Kürtlerden uzak durmuş ve sonra da Kürt
Hareketi iyice yükselince ona yanaşan ve bileşenleri oluşturanların tipik
örneği.
HDP’nin komisyonları ve bileşenleri böyleleriyle doludur.
Bunlar, hiçbir canlı ve toplumda derin kökleri olan bir
hareketle bağlantıları bulunmayan, buradan öz suyunu almayan tiplerdir.
Sezai Temelli de tam da Bileşen denen Türk Sosyalist (aslında
Türk milliyetçisi) örgütlerin ruhuna ve maddesine uygun bir isimdir.
Çok laf edip hiçbir şey söylememenin ustasıdır bunlar.
Kanıt mı?
Buyurun İnternete girelim ve sözde Türkiye’nin en demokratik
ve demokrasi mücadelesine öncülük edecek örgüte eş başkan olacak adamın
bilgilerine bakalım. Otantik olsun. Kendi yazdığı bir şeyler bulalım. (Kendisi
Siyasal Bilgile Fakültesi’nde siyaset ve maliye konularında uzmanmış. Akademik
olarak yazdıkları bizi ilgilendirmez. Akademisyenler ancak bir politikaya
danışmanlık yapabilirler politika kendi başına bir bilim ve sanattır.)
Sezai Temelli üç tane kitap yazmış.
Neoliberalizme karşı Ortak savunma, (2006), Neoliberal
zamanda Aşınma (2009), “Küresel Dönemde
Vergileme” (2012)
Yazdığı kitaplar zaten kendi konusuyla ilgili. Ama
yukarıdaki yargımızı doğruluyorlar. Bu “neo liberalizm”, “emperyalizm”,
küreselleşme veya “küresel dönem” Türk milliyetçisi sosyalistlerin sevgili
konuları olmuştur her zaman. Çünkü bunlar hem anti kapitalist ve de anti
emperyalist görünüp Kürtlerden uzak durmak için iyi bir araç olmuşturlar.
HDP’ye eş başkan olacak insanın en azından Kürt sorunu,
Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin sorunları, Ortadoğu devriminin nasıl
strateji izleyeceği gibi konularda kitapları, yazıları, makaleleri olması
gerekir. Böyle tavşan boku gibi, suya sabuna dokunmayan kitaplar değil. Zaten
kitapları da kendi mesleğiyle ilgili. Politik bile değil aslında bu kitaplar.
Peki bu kitaplarda ne var?
İçeriklerine ulaşamadık. Ama şöyle birinin tantımını bulduk. Kendisi mi yazdı, yoksa yayınevi mi bilmiyoruz. Ama bu tanıtımlar esas olarak yazarın onayından geçmiş arka kapak yazılarıdır. Üsluptan büyük bir olasılıkla kendisinin satırları olduğu anlaşılıyor. Bakalım ne demiş?
İçeriklerine ulaşamadık. Ama şöyle birinin tantımını bulduk. Kendisi mi yazdı, yoksa yayınevi mi bilmiyoruz. Ama bu tanıtımlar esas olarak yazarın onayından geçmiş arka kapak yazılarıdır. Üsluptan büyük bir olasılıkla kendisinin satırları olduğu anlaşılıyor. Bakalım ne demiş?
“Zamanın hızla akıp
gittiği, baş edilmesi güç bir serüvenin içinden, çok kısa bir aralıktan yaşama
bakmak, zamanın bir kesitine tanık olup yorumlama çabasına girişmek ile
bugünden geçmişi anlatmaya çalışmak maalesef her zaman aynı anlatıyı
sağlayamıyor. Bugün yaşananların birikimli bir zaman süreciyle gerçekleştiğini
ve bu birikimi bugüne taşıyabildiğimiz ölçüde bugünü anlama çabamıza
yaklaşabileceğimizi düşünüyorum. Geçmişten geleceğe kurulan köprülerin yaşama
tanıklık eden anların birbirine eklemlenmesiyle inşa edilebileceğini de bu
anlamda söyleyebiliriz. Bu kitap bu türden bir kaygıyla, bir tanıklık ve bu
tanıklığın aktarılması amacıyla oluşturulmuştur... Sol'dan bakmanın, özellikle
neoliberal dönemin tüm karmaşıklığı ve hegemonik gücüne rağmen bu ısrarı
sürdürmenin ne kadar güç bir uğraşı olduğunu bu kısa zaman aralığı bize aslında
fazlasıyla gösterdi. Sol'un giderek savrulduğu, neoliberal tahribattan
fazlasıyla nasibini aldığı bu süreç toplumsal alandaki aşınmanın belki de
hızlanması açısından da önemli bir rol oynadı. Gelen saldırıya karşı politik
bir karşıtlığı üretme kaygısı, sol'un kendi politik referanslarıyla çelişen
alanlarda konumlanmasına neden oldu diyebiliriz. Yaşadığımız süreç aslında her
şeyin aşındığı ama en fazla alışageldiğimiz sol'un aşındığı bir dönemi bize
gösteriyor. Şimdi sol adına yeniden bir seçenek üretme kaygısı taşıyanlar şunu
artık daha iyi biliyor ki, sol'dan bahsetmek bugün için dünden çok daha zor.
Neoliberal projenin
ekonomi alanındaki tüm güzellemelerinin ve bunu küreselleşme adıyla sunumunun
toplumsal izdüşümü kuşkusuz yoksulluk ve yoksunluk görüntüleriyle dolu. Yaşam
tüm boyutlarıyla yoksullaşırken, doğal olarak yaşamı anlama, değiştirme çabası
olan politika da yoksullaştı, sığlaştı ve toplumsal yaşamın içinden giderek
uzaklaştı. Biz, bugüne dair söyleyeceklerimizi artık politik bir dile tercüme
etmeksizin konuşmaya başladık ve kullandığımız dil, vurguladığımız kavramlar,
yaratmaya çalıştığımız ilişkiler neoliberalizmin politik sınırlılığıiçine
hapsoldu. Bizi en çok şaşırtan şeyse, bunca tahribata, aşınmaya rağmen
toplumsal yaşamın politik yansımalarının nasıl bu derece gerilediğine ilişkin
görünümlerdir. Bu gerileme kuşkusuz sadece sol siyasetin üremesi ve
yenilenmesini kendi öz uğraşı kabul eden sol'da yer alan partilerle sınırlı bir
eleştiriyi barındırmıyor. Toplumsal muhalefetin, hatta toplumun önemli
duyargalarının da aşınması, körelmesi bu süreçte önemli rol oynadı. Siyaset
toplumdan bu anlamıyla beslenemezken, toplumda siyasete kendisini ifade
edememesi anlamında yabancılaştı.”
Ben bu satırlardan bir şey anlamıyorum.
İşte bir araba laf edip hiçbir şey söylememenin örneği.
Tam da sözünü ettiği, “neoliberalizmin
politik sınırlılığı içine hapsolmuş” bir metin.
Bal demekle bal yemenin farkından habersiz, bal diyerek
ağzının tatlanacağını sanan bir metin.
Ele almaya kalktığı şeyin somut örneği.
madem başkanlık bir personel sorunu olarak ele alınıyor o halde görevlerdi işi ehline vermek içi kişilerin kaliteleri ile yapmaları gerken görevler arasındaki ilişkiyi ele almamız ve burada aman kırılacakmış., aman üzülecekmiş diye hiç düşünmeden kafamızdaki soruları, kuşkuları açıkça ortaya koymamız gerekir.
madem başkanlık bir personel sorunu olarak ele alınıyor o halde görevlerdi işi ehline vermek içi kişilerin kaliteleri ile yapmaları gerken görevler arasındaki ilişkiyi ele almamız ve burada aman kırılacakmış., aman üzülecekmiş diye hiç düşünmeden kafamızdaki soruları, kuşkuları açıkça ortaya koymamız gerekir.
Bizim yatığımız da budur.
Kendisi insan olarak çok iyi, sevecen, dürüst vs. olabilir. Bunların bu bağlamda hiçbir anlamı yoktur, kızımıza koca, ya da iyi bir dost veya arkadaş aramıyoruz. Politik bir partinin önderi olacak kişiyi adıyoruz. Madem sorun personel sorunudur. Böyle bir kişinin niteliklerini özellikle teorik ve politik yeterlilik babında tartışmak gerekir. Yaptığımız ve yapmaya çalıştığımız budur.
Kendisi insan olarak çok iyi, sevecen, dürüst vs. olabilir. Bunların bu bağlamda hiçbir anlamı yoktur, kızımıza koca, ya da iyi bir dost veya arkadaş aramıyoruz. Politik bir partinin önderi olacak kişiyi adıyoruz. Madem sorun personel sorunudur. Böyle bir kişinin niteliklerini özellikle teorik ve politik yeterlilik babında tartışmak gerekir. Yaptığımız ve yapmaya çalıştığımız budur.
Yani Sezai Temelli (veya muadilleri) HDP’ye, hele böyle
anacık babacık günlerinde eş başkan olacak kalitelerden yoksundurlar. Bu güne
kadar yaptıkları ve yapmadıkları bu işaretleri vermektedir.
*
Pervin Buldan’a gelelim. Pervin buldan bir aşiret kızıdır.
Geldiği yere göre hem ulusal hareketin hem de kadın hareketinin dinamikleriyle
kendini epeyce de geliştirmiştir. Aşiret bağlarından gelip oldukça ileri gelen
bir politikacı olmuştur.
Ancak Buldan politik ve teorik olarak Kürt hareketi içindeki
ulusalcıların bir dengesi, onların eğilimlerinin bir ifadesidir. Tuğluklar.
Sebahatlar, Kışanaklar ekolünden değildir. Leyla Zana’ler, Osman Baydemir’ler ekolündendir.
Bu ekol aslında esas olarak Kürt hareketi içinde ulusalcı ve
burjuvazinin eğilimlerini temsil eden bir özellik gösterir. Bu kesimler özünde
Öcalan’ın çizgisine karşıdırlar, gönülleri daha ziyade Barzani’nin temsil
ettiği çizgiye yakındır. Ancak Kürt hareketinde, pleplerin ve kadıların,
Apo’nun şahsında ifadesini bulan açıktan karşı çıkamayacakları bir egemenliği
olduğundan açıktan karşı çıkmazlar hiçbir zaman onu aşındırırlar,
Hazmedilmeyen fikriyat temsil edilemez. Bu çizgi hiçbir
zaman Öcalan’ın temsil ettiği Türkiyelileşme çizgisini ve Ortadoğu’da bir
demokratik devrim yapma amacını hedef olarak ele almaz, bunlar aslında bir Kürt
Devleti’ne ulaşmanın taktik adımları, geçici müttefikleri kazanmanın araçları
olarak görülür.
Bu anlayışın HDP’nin başında eş başkan olması fiilen, hem sadece Selahattin Demirtaş’ın seçilmemesi nedeniyle değil, aynı zamanda böyle bir seçim nedeniyle, fiilen Türkiyelileşme ve Ortadoğu’da bir demokratik devrim yapma amacının terki anlamına gelecektir.
Bu anlayışın HDP’nin başında eş başkan olması fiilen, hem sadece Selahattin Demirtaş’ın seçilmemesi nedeniyle değil, aynı zamanda böyle bir seçim nedeniyle, fiilen Türkiyelileşme ve Ortadoğu’da bir demokratik devrim yapma amacının terki anlamına gelecektir.
Pervin Buldan politik ve İdeolojik eğilimleriyle böyle bir
görev için uygun değildir.
*
Eğer kişilikli bir örgüt, kişilikli bir HDP olması gibi bir
amacınız yoksa, onu arkadan yönetmek istiyorsanız, göstermelik olarak, sizin
politikalarınızın basit bir aracı olarak bir parti istiyorsanız bu isimler elbet
işinize yarayabilir.
Ama eğer gerçekten, Türkiye’deki ezilenleri, patlamaya hazır
hale gelmiş, laik ve Alevileri, Erdoğan’dan uzaklaşan mütedeyyinleri kazanmak
gibi bir amacınız varsa, bunun gerçekten Türkiye politikasına damgasını
vurmasını, bu gayrı memnunları öğütlemesini, harekete geçirmesini istiyorsanız,
bu isimlerle hiçbir yere gidemezsiniz.
Böyle bir HDP için canlı hareketlerden öz suyunu almış
isimler gerekir.
Son yirmi yılda Kürt
hareketi dışında iki tane entelektüel ve sosyal olarak dinamik ve canlı hareket
vardı. Buru İslami hareketti, diğeri Kadın hareketi ama özellikle de Kürt kadın
hareketiydi.
HDP’de bu hareketlerin en iyi unsurlarından var olanlar
vardır. Bu hareketlerin öz suyundan beslenmiş isimler gerekir HDP’nin bir şey
yapabilmesi için.
Türk solcularını, bileşenleri kesinlikle bir kenara bırakmak
gerekiyor. Onlardan hiçbir şey çıkmaz. En iyileri Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı
Süreyya idi ikisi de bu gibi görevleri üstlenebilecek kapasitede olmadıklarını
gösterdiler. Maalesef biz Türk sosyalistlerinde bu iki isimden daha iyisi yok.
Çünkü bizler ta 70’den beri birbirini izleyen yenilgilerin ürünüyüz. Bizden bir
şey çıkmaz.
*
Ama daha önemlisi, Demirtaş’ın kendisine rağmen eş başkan
seçilmesi ( ve mümkünse diğer Eş başkalığın da ya boş bırakılması veya mümkünse
tekrar Yüksekdağ’ın eş başkan seçilmesi gerekir)
Öyle görülüyor ki, HDP’nin uzlaşma komisyonu denen at pazarlığı
yapılan organlarında bileşenler (Türk Milliyetçileri, Türk Sosyalistleri) ve
Kürt ulusalcıları egemenliklerini sürdürüyor ve ağırlıklarını koyuyorlar.
Sanki toplanan imzalar, tepkiler, eleştiriler yokmuş gibi
tam bir bürokratik sözü ayağa düşürmezlik içinde kendi bildiklerini okuyorlar.
Afrin’de kahramanlıklar yaratabilir ve Türk Ordusunu ve
çetelerini bile yenebiliriz ama İstanbul’u kaybedersek bütün her şeyi kaybederiz.
Eğer haber doğruysa İstanbul kaybedilmiş demektir.
8 Şubat 2018 Perşembe
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
1 yorum:
Gerekli olmayan tekrarlar ve tashihler de var. Çok sert bir üslup olmuş. Belki de böylesi gerekiyordu. Fakat partideki Türk sosyalistlerini milliyetçi olarak ifade etmeye gerek yok. Katılmakla birlikte senin politik tezinden habersiz partiye gönül vermiş Türk sosyalistlerine itici gelip yazının amacından uzaklaştırır. Öte yandan Türk sosyalist bileşenlerinin baştan beri eşbaşkanlık talepleri vardı ve bu devam ediyor demek ki. Bunu yok saymak, kendini Türk sosyalisti veya Kürd olmayan sosyalist sayan destekçileri, parti Kürd olmayanları dışlıyor gibi bir algı yaratılmasına hizmet etmez mi? Kürd olmayanlar heveslenmesinler sözünün nasıl bir propagandaya sebep olduğunu gördük ve belki de Demirtaş'ın yerine Temelli'nin önerilmesinin bir sebebi de bu olumsuz propagandayı geçersiz kılmak istenmesidir. Mutabakat komisyonu bizzat adıyla talihsiz olmuştur. Partinin önerdiği radikal demokrasinin adaylar ve seçimler bahsinde de yaşanması gerekir. Bu sebeple parti merkezinin iki aday önermesi külliyen yanlıştır. Önereceği isimleri geri çektiğini açıklamalıdır. Eğer öneri olacaksa komisyonlar filan değil, bütün birimler için insanlar kendilerini önermeli ve seçim öyle yapılmalıdır. Yoksa antidemokratik anti sosyalist bürokratik merkeziyetçi ve bürokratik bir politik anlayıça ve işleyişe teslim olunmuş demektir. Tüzük değişmeli ve Demirtaş ile Yüksekdağ'ın seçilip, eşbaşkan yardımcılıkları buna uygun yetkilendirilmelidir. Ayrıca program da bölgenin ve ülkenin durumuna (devrimci demokratik) göre revize edilmelidir. Yoksa dediğin gibi, radikal demokrasi mücadelesinin tek partisi de hüsrana uğrayacak.
Yorum Gönder