8 Şubat 2018 Perşembe

HDP Kongresi Gelirken Ölümcül Bir Yanlışı Önlemek İçin Son Uyarılar

Önce yazarının isminin olmadığı, kaynağı somut olarak belirtilmemiş, Öznesi belli olmayan cümlelerle ifade edilmiş, verilişi bile bir manipülasyon olan HDP, Sezai Temelli isminde uzlaştıbaşlıklı şu haberi okuyalım:
“Mutabakat komisyonu kararını verdi. HDP kongreye Sezai Temelli ve Pervin Buldan'ın eş başkan adaylığı ile gidiyor.
DİYARBAKIR- Halkların Demokratik Partisi (HDP), 11 Şubat'ta gerçekleştireceği 3'üncü büyük olağan kongresinin hazırlıklarını yaparken, eş genel başkan adaylarını belirlemek üzere kurulan 5 kişilik mutabakat komisyonunun çalışmalarında da sona gelindi. HDP kongreye TBMM Başkanvekili Pervin Buldan ve HDP'nin Eş Genel Başkan yardımcısı Sezai Temelli'nin eş genel başkan adaylığı ile gidiyor.

HDP'nin 11 Şubat Cumartesi günü yapılacak 3'üncü büyük olağan kongresi için kurulan 20 kişilik hazırlık komisyonu çalışmalarını tamamlama aşamasına getirdi. Partinin eş genel başkan adaylarını ise hazırlık komisyonundan seçilen 5 kişilik mutabakat komisyonu belirledi. Mutabakat komisyonu, 4 Kasım 2016 tarihinden beri Edirne Cezaevi'nde bulunan ve aday olmayacağını açıklayan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın yerine İstanbul Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Pervin Buldan'ın adını kesinleştirdi. Komisyon, erkek eş genel başkan adayı için ise çalışmalarını son aşamaya getirdi. Daha önce erkek adaylar arasında adı geçen Parti Sözcüsü Ayhan Bilgen, Mithat Sancar, HDP Eş Genel Başkan yardımcıları Sezai Temelli ve Saruhan Oluç'un isimlerini de değerlendiren komisyonun son olarak Temelli ve Oluç'a yoğunlaştığı öğrenildi. Komisyonun uzun tartışmalar ve fikir alışverişlerinin ardından Sezai Temelli isminde uzlaştığı öğrenildi.
Sezai Temelli, partide Ekonomiden ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı. 7 Haziran 2015 seçimlerinde İstanbul'dan milletvekili seçilen Temelli, 1 Kasım seçimlerinde ise parlamentoya girememişti”
*
Eğer bu haber doğruysa HDP intihar ediyor demektir.
Eğer bu haber doğruysa “Türk sosyalisti” bürokrat bileşenlerin ve Kürt Ulusalcılarının fiili ittifakı HDP’yi esir almış odemektir.
Eğer bu haber doğruysa, Türkiye ve Ortadoğu tarihinin en kritik dönemlerinden birine, demokratik özlemleri olan toplumsal muhalefet,  demokratik karakterde hiçbir örgütü, önderliği, programı olmadan girecek demektir.
Eğer bu haber doğruysa Kürt hareketi İstanbul’u kazanmaktan (Türkiyelileşmekten) vaz geçmiş demektir. İstanbul’da demokratik bir hareket ve örgütlenme yapılmadan Orta Doğuda demokratik bir devrim başarılamaz. Bu da ağır yenilgiler, Suriye’de bile elde edilmiş kazançların ile kaybedilmesi anlamına gelecektir.
*
Haberi kimin yazdığı (“Diyarbakır” deniyor. İsim yok) ve haberin kaynağı  (Hangi organ? Kim bu açıklamayı yapmış bilgi yok) , haberde ifade edilen örgütsel ilişkilerin (Ne demek “Mutabakat Komisyonu”, kimlerden oluşur, mutabakatla mutabık olmayanların hakkı ne olacak? Komisyonlar kongrelerden daha mı yetkilidir de kimin başkan olacağını belirlemektedir böyle komisyonlarda belirlenmektedir?) çürümüşlüğünü şimdilik geçiyoruz.
Önce haberin doğru olduğundan hareketle, bu isimler ne anlama gelir, önce ona bakalım.
*
Bugün HDP’de Kürt ulusalcıları (Öcalan’ın “ilkel milliyetçiler” dedikleriyle) bürokratlaşmış özel savaş döneminde ortaya çıkmış veya taşlaşmış, yıllarca Kürt hareketinden uzak durmuş, güçlenince ona yanaşmış Türk sosyalistleri (Aslında Türk milliyetçileri) zımni ve fiili bir ittifak ve suç ortaklığı içindedirler.
Bu ittifak tıpkı bir zamanlar Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik diktatörlüklerin ve kapitalist ülkelerin fiili ve zımni ititfakı gibidir.
Bu ittifak bu iki gücün, Sovyetler Birliği’nde sosyalizm olduğu varsayımı üzerinden çatışmalarına benzer.
Kapitalist ülkelerin böylesine anti demokratik bir sistemi Sosyalizm diye tanımlamak işine geliyordu çünkü bu en küçük bir özgürlüğün bile bulunmadığı bürokratik diktatörlükleri sosyalizm diye tanımlayarak, ezilenlerdeki eşitlikçi ve özgürlükçü idealleri öldürüyordu ve aynı zamanda o ülkelerdeki bürokratik sistemdeki baskıyı yaşayanları Batı’nın ve kapitalizmin hayranları haline getiriyordu.
Ama bu aynı zamanda Doğu Avrupa’daki bürokratik diktatörlüklerin de işlerine geliyor ve onlar da bu saldırıları kendi kendilerinin sosyalist olduğunun bir delili olarak gösteriyor, dünyada binlerce eşitlik ve demokrasi özlemli insanın yanılsamalar içinde kalmasına yol açıyor ve bunları bürokrasinin destekleyicileri haline getiriyordu.
Bu nedenle bürokratik diktatörlüklerin çöküşü, sosyalizm idealinin de geniş kitlelerin bilincinden uzaklaşmasına ve bugünkü çıkışsızlığa yol açtı.
Benzeri birbirini besleyen sözde çelişki ve fiili ittifaklar örneğin Türkiye’de İslamcılar ve Laikler arasında da vardır.
Her ikisi de var olan ve gerçekte laiklikle ilgisi olmayan sistemi laiklik olarak tanımlayarak, fiili bir ittifak içinde birbirlerinin varlıklarına haklılık kazandırırlar. Her ikisi de bunun gerçek bir laiklikle ilgisinin olmadığını söyleyenler karşısında fiili bir suç ortaklığı ve ittifak içindedirler.
Benzeri Kürt ulusalcıları ile, kedine Türk sosyalisti diyen (ama aslında Türk milliyetçilerinden başka bir şey olmayan) ve HDP’de “bileşen” adı verilen, Türk sosyalist örgüt ve kişileri arasında da vardır.
Türk Sosyalist örgütleri, Kürt Ulusalcılarına karşı, milliyetçiler ve burjuvazi karşısında sözde sosyalizmi savunduklarını ve böylece Kürt hareketini ulusalcı tasalluttan kurtardıklarını söylerler; aslında bu söylemleriyle ırkçı ve yukarıdan bakışlarıyla Kürt Ulusalcılarını güçlendirirler.
 Kürt Ulusalcıları da bu hiçbir işe yaramaz, hayatla ilgisi olmayan bir takım formülleri tekerleyen bu bürokratik “Türk sosyalistlerini” ve onların bu aslında ırkçı da denebilecek tutumlarını, çapsızlıklarını, hayattan kopuk bir takım ölü formülleri tekrarlamaktan başka bir anlama gelmeyen politika yapışlarını  göstererek Kürtlere, “bakın bu solla mı biz dayanışacağız, Türkiyelileşmek diye bunlarla mı iş tutacağız? Bunlardan hiçbir şey olmaz” diyerek aslında Öcalan’ın çizgisine karşı olan, ama açıktan karşı çıkamadıkları için açıkça ifade edemedikleri milliyetçi konumlarını güçlendirirler. Onların bu güçlenmesi de bu sefer Türk sosyalistlerinin eski çizgilerini sürdürmesinin bahanesi olur. Eskiden bunu Kürt Hareketin uzak durmanın gerekçesi yaparlardı, şimdilerde artık pazarlıklarının gerekçesi yapıyorlar.
*
Bir de bu sahte çelişkilerin ve çatışmanın dışında kalmış olanlar vardır.
Sovyetlerde ve Doğu Avrupa’dakinin bürokratik diktatörlükler olduğunu, sosyalizm olmadığını söyleyen Devrimci ve Eleştirel Marksizmi yaşatanlar vardır.
Bir de Türkiye’de laiklik diye bir şey olmadığını söyleyen gerçekten demokratlar vardır.
Bir de HDP’de ne demokratik bir tüzük ve yapı; ne de HDP’nin demokratik bir programı olmadığını savunan gerçekten demokratlar da vardır.
Bunların sesi hiçbir zaman duyulmaz ve o birbirlerinin varlığına gerekçe sunanlar, elbirliğiyle bu yaklaşımı gözlerden ve gönüllerden uzak tutarlar.
Dünyada veya buralarda bir devrimci yükseliş olmadıkça da bu gözerden ve gönüllerden uzak tutmanın başarılı olacağı şimdiden öngörülebilir.
biz Sosyalizm’de de Türkiye’deki demokrasi mücadelesinde de, HDP ve “Kürt Sorunu” konusunda da hep bu üçüncü kategoride yer aldık ve alacağız.
*
Madem soruna bir politika sorunu olarak bakılmıyor ve politika bağlamında Demirtaş’ın tekrar seçimi gündemden uzaklaştırılıyor ve personel sorunu olarak bakılıyor o zaman kişilerin kaliteleri ile en azından resmen ifade edilmiş görevler arasındaki ilişkiye bakabiliriz. Ceza suçun cinsindendir.
Sezai Temelli (Saruhan Oluç da olabilir fark etmez. Hepsi aynı kategoridendirler, komisyon denen varlıkları bile bürokratik organlarda, örgüt bürokrasisi hiyerarşisinde yükselmiş tiplerdir.) nereden gelen bir isimdir, neyi temsil eder?
Akademisyenmiş, daha önce ÖDP’de bulunmuş hatta genel başkan yardımcılığı yapmış.
Yani ÖDP gibi aslında 90’ların çürüme ve karşı devrim döneminde ortaya çıkmış bir örgütten geliyor. Bir devrimci yükseliş döneminin, bir yükselen hareketin değil, çürüyen ve gerileyen bir hareketin ve dünyanın içenden çıkardığı bir tip. ÖDP hep Kürtlerden uzak durmanın partisiydi ve hala da öyledir. Bu partide genel başkan yardımcılığına gelmek demek bu politikayla fazla bir sorunu olmamak demektir. Yani bir zamanlar Kürtlerden uzak durmanın Türk solunda prim yaptığı zamanlarda Kürtlerden uzak durmuş ve sonra da Kürt Hareketi iyice yükselince ona yanaşan ve bileşenleri oluşturanların tipik örneği.
HDP’nin komisyonları ve bileşenleri böyleleriyle doludur.
Bunlar, hiçbir canlı ve toplumda derin kökleri olan bir hareketle bağlantıları bulunmayan, buradan öz suyunu almayan tiplerdir.
Sezai Temelli de tam da Bileşen denen Türk Sosyalist (aslında Türk milliyetçisi) örgütlerin ruhuna ve maddesine uygun bir isimdir.
Çok laf edip hiçbir şey söylememenin ustasıdır bunlar.
Kanıt mı?
Buyurun İnternete girelim ve sözde Türkiye’nin en demokratik ve demokrasi mücadelesine öncülük edecek örgüte eş başkan olacak adamın bilgilerine bakalım. Otantik olsun. Kendi yazdığı bir şeyler bulalım. (Kendisi Siyasal Bilgile Fakültesi’nde siyaset ve maliye konularında uzmanmış. Akademik olarak yazdıkları bizi ilgilendirmez. Akademisyenler ancak bir politikaya danışmanlık yapabilirler politika kendi başına bir bilim ve sanattır.)
Sezai Temelli üç tane kitap yazmış.
Neoliberalizme karşı Ortak savunma, (2006), Neoliberal zamanda Aşınma (2009), “Küresel Dönemde Vergileme” (2012)
Yazdığı kitaplar zaten kendi konusuyla ilgili. Ama yukarıdaki yargımızı doğruluyorlar. Bu “neo liberalizm”, “emperyalizm”, küreselleşme veya “küresel dönem” Türk milliyetçisi sosyalistlerin sevgili konuları olmuştur her zaman. Çünkü bunlar hem anti kapitalist ve de anti emperyalist görünüp Kürtlerden uzak durmak için iyi bir araç olmuşturlar.
HDP’ye eş başkan olacak insanın en azından Kürt sorunu, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin sorunları, Ortadoğu devriminin nasıl strateji izleyeceği gibi konularda kitapları, yazıları, makaleleri olması gerekir. Böyle tavşan boku gibi, suya sabuna dokunmayan kitaplar değil. Zaten kitapları da kendi mesleğiyle ilgili. Politik bile değil aslında bu kitaplar.
Peki bu kitaplarda ne var?
İçeriklerine ulaşamadık. Ama şöyle birinin tantımını bulduk. Kendisi mi yazdı, yoksa yayınevi mi bilmiyoruz. Ama bu tanıtımlar esas olarak yazarın onayından geçmiş arka kapak yazılarıdır. Üsluptan büyük bir olasılıkla kendisinin satırları olduğu anlaşılıyor. Bakalım ne demiş?
Zamanın hızla akıp gittiği, baş edilmesi güç bir serüvenin içinden, çok kısa bir aralıktan yaşama bakmak, zamanın bir kesitine tanık olup yorumlama çabasına girişmek ile bugünden geçmişi anlatmaya çalışmak maalesef her zaman aynı anlatıyı sağlayamıyor. Bugün yaşananların birikimli bir zaman süreciyle gerçekleştiğini ve bu birikimi bugüne taşıyabildiğimiz ölçüde bugünü anlama çabamıza yaklaşabileceğimizi düşünüyorum. Geçmişten geleceğe kurulan köprülerin yaşama tanıklık eden anların birbirine eklemlenmesiyle inşa edilebileceğini de bu anlamda söyleyebiliriz. Bu kitap bu türden bir kaygıyla, bir tanıklık ve bu tanıklığın aktarılması amacıyla oluşturulmuştur... Sol'dan bakmanın, özellikle neoliberal dönemin tüm karmaşıklığı ve hegemonik gücüne rağmen bu ısrarı sürdürmenin ne kadar güç bir uğraşı olduğunu bu kısa zaman aralığı bize aslında fazlasıyla gösterdi. Sol'un giderek savrulduğu, neoliberal tahribattan fazlasıyla nasibini aldığı bu süreç toplumsal alandaki aşınmanın belki de hızlanması açısından da önemli bir rol oynadı. Gelen saldırıya karşı politik bir karşıtlığı üretme kaygısı, sol'un kendi politik referanslarıyla çelişen alanlarda konumlanmasına neden oldu diyebiliriz. Yaşadığımız süreç aslında her şeyin aşındığı ama en fazla alışageldiğimiz sol'un aşındığı bir dönemi bize gösteriyor. Şimdi sol adına yeniden bir seçenek üretme kaygısı taşıyanlar şunu artık daha iyi biliyor ki, sol'dan bahsetmek bugün için dünden çok daha zor.

Neoliberal projenin ekonomi alanındaki tüm güzellemelerinin ve bunu küreselleşme adıyla sunumunun toplumsal izdüşümü kuşkusuz yoksulluk ve yoksunluk görüntüleriyle dolu. Yaşam tüm boyutlarıyla yoksullaşırken, doğal olarak yaşamı anlama, değiştirme çabası olan politika da yoksullaştı, sığlaştı ve toplumsal yaşamın içinden giderek uzaklaştı. Biz, bugüne dair söyleyeceklerimizi artık politik bir dile tercüme etmeksizin konuşmaya başladık ve kullandığımız dil, vurguladığımız kavramlar, yaratmaya çalıştığımız ilişkiler neoliberalizmin politik sınırlılığıiçine hapsoldu. Bizi en çok şaşırtan şeyse, bunca tahribata, aşınmaya rağmen toplumsal yaşamın politik yansımalarının nasıl bu derece gerilediğine ilişkin görünümlerdir. Bu gerileme kuşkusuz sadece sol siyasetin üremesi ve yenilenmesini kendi öz uğraşı kabul eden sol'da yer alan partilerle sınırlı bir eleştiriyi barındırmıyor. Toplumsal muhalefetin, hatta toplumun önemli duyargalarının da aşınması, körelmesi bu süreçte önemli rol oynadı. Siyaset toplumdan bu anlamıyla beslenemezken, toplumda siyasete kendisini ifade edememesi anlamında yabancılaştı.”
Ben bu satırlardan bir şey anlamıyorum.
İşte bir araba laf edip hiçbir şey söylememenin örneği.
Tam da sözünü ettiği, “neoliberalizmin politik sınırlılığı içine hapsolmuş” bir metin.
Bal demekle bal yemenin farkından habersiz, bal diyerek ağzının tatlanacağını sanan bir metin.
Ele almaya kalktığı şeyin somut örneği.
madem başkanlık bir personel sorunu olarak ele alınıyor o halde görevlerdi işi ehline vermek içi kişilerin kaliteleri ile yapmaları gerken görevler arasındaki ilişkiyi ele almamız ve burada aman kırılacakmış., aman üzülecekmiş diye hiç düşünmeden kafamızdaki soruları, kuşkuları açıkça ortaya koymamız gerekir.
Bizim yatığımız da budur.
Kendisi insan olarak çok iyi, sevecen, dürüst vs. olabilir. Bunların bu bağlamda hiçbir anlamı yoktur, kızımıza koca, ya da iyi bir dost veya arkadaş aramıyoruz. Politik bir partinin önderi olacak kişiyi adıyoruz. Madem sorun personel sorunudur. Böyle bir kişinin niteliklerini özellikle teorik ve politik yeterlilik babında tartışmak gerekir. Yaptığımız ve yapmaya çalıştığımız budur.
Yani Sezai Temelli (veya muadilleri) HDP’ye, hele böyle anacık babacık günlerinde eş başkan olacak kalitelerden yoksundurlar. Bu güne kadar yaptıkları ve yapmadıkları bu işaretleri vermektedir.
*
Pervin Buldan’a gelelim. Pervin buldan bir aşiret kızıdır. Geldiği yere göre hem ulusal hareketin hem de kadın hareketinin dinamikleriyle kendini epeyce de geliştirmiştir. Aşiret bağlarından gelip oldukça ileri gelen bir politikacı olmuştur.
Ancak Buldan politik ve teorik olarak Kürt hareketi içindeki ulusalcıların bir dengesi, onların eğilimlerinin bir ifadesidir. Tuğluklar. Sebahatlar, Kışanaklar ekolünden değildir. Leyla Zana’ler, Osman Baydemir’ler ekolündendir.
Bu ekol aslında esas olarak Kürt hareketi içinde ulusalcı ve burjuvazinin eğilimlerini temsil eden bir özellik gösterir. Bu kesimler özünde Öcalan’ın çizgisine karşıdırlar, gönülleri daha ziyade Barzani’nin temsil ettiği çizgiye yakındır. Ancak Kürt hareketinde, pleplerin ve kadıların, Apo’nun şahsında ifadesini bulan açıktan karşı çıkamayacakları bir egemenliği olduğundan açıktan karşı çıkmazlar hiçbir zaman onu aşındırırlar,
Hazmedilmeyen fikriyat temsil edilemez. Bu çizgi hiçbir zaman Öcalan’ın temsil ettiği Türkiyelileşme çizgisini ve Ortadoğu’da bir demokratik devrim yapma amacını hedef olarak ele almaz, bunlar aslında bir Kürt Devleti’ne ulaşmanın taktik adımları, geçici müttefikleri kazanmanın araçları olarak görülür.
Bu anlayışın HDP’nin başında eş başkan olması fiilen, hem sadece Selahattin Demirtaş’ın seçilmemesi nedeniyle değil, aynı zamanda böyle bir seçim nedeniyle, fiilen Türkiyelileşme ve Ortadoğu’da bir demokratik devrim yapma amacının terki anlamına gelecektir.
Pervin Buldan politik ve İdeolojik eğilimleriyle böyle bir görev için uygun değildir.
*
Eğer kişilikli bir örgüt, kişilikli bir HDP olması gibi bir amacınız yoksa, onu arkadan yönetmek istiyorsanız, göstermelik olarak, sizin politikalarınızın basit bir aracı olarak bir parti istiyorsanız bu isimler elbet işinize yarayabilir.
Ama eğer gerçekten, Türkiye’deki ezilenleri, patlamaya hazır hale gelmiş, laik ve Alevileri, Erdoğan’dan uzaklaşan mütedeyyinleri kazanmak gibi bir amacınız varsa, bunun gerçekten Türkiye politikasına damgasını vurmasını, bu gayrı memnunları öğütlemesini, harekete geçirmesini istiyorsanız, bu isimlerle hiçbir yere gidemezsiniz.
Böyle bir HDP için canlı hareketlerden öz suyunu almış isimler gerekir.
Son yirmi yılda  Kürt hareketi dışında iki tane entelektüel ve sosyal olarak dinamik ve canlı hareket vardı. Buru İslami hareketti, diğeri Kadın hareketi ama özellikle de Kürt kadın hareketiydi.
HDP’de bu hareketlerin en iyi unsurlarından var olanlar vardır. Bu hareketlerin öz suyundan  beslenmiş isimler gerekir HDP’nin bir şey yapabilmesi için.
Türk solcularını, bileşenleri kesinlikle bir kenara bırakmak gerekiyor. Onlardan hiçbir şey çıkmaz. En iyileri Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya idi ikisi de bu gibi görevleri üstlenebilecek kapasitede olmadıklarını gösterdiler. Maalesef biz Türk sosyalistlerinde bu iki isimden daha iyisi yok. Çünkü bizler ta 70’den beri birbirini izleyen yenilgilerin ürünüyüz. Bizden bir şey çıkmaz.
*
Ama daha önemlisi, Demirtaş’ın kendisine rağmen eş başkan seçilmesi ( ve mümkünse diğer Eş başkalığın da ya boş bırakılması veya mümkünse tekrar Yüksekdağ’ın eş başkan seçilmesi gerekir)
Öyle görülüyor ki, HDP’nin uzlaşma komisyonu denen at pazarlığı yapılan organlarında bileşenler (Türk Milliyetçileri, Türk Sosyalistleri) ve Kürt ulusalcıları egemenliklerini sürdürüyor ve ağırlıklarını koyuyorlar.
Sanki toplanan imzalar, tepkiler, eleştiriler yokmuş gibi tam bir bürokratik sözü ayağa düşürmezlik içinde kendi bildiklerini okuyorlar.
Afrin’de kahramanlıklar yaratabilir ve Türk Ordusunu ve çetelerini bile yenebiliriz ama İstanbul’u kaybedersek bütün her şeyi kaybederiz.
Eğer haber doğruysa İstanbul kaybedilmiş demektir.
8 Şubat 2018 Perşembe
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

1 yorum:

Ada dedi ki...

Gerekli olmayan tekrarlar ve tashihler de var. Çok sert bir üslup olmuş. Belki de böylesi gerekiyordu. Fakat partideki Türk sosyalistlerini milliyetçi olarak ifade etmeye gerek yok. Katılmakla birlikte senin politik tezinden habersiz partiye gönül vermiş Türk sosyalistlerine itici gelip yazının amacından uzaklaştırır. Öte yandan Türk sosyalist bileşenlerinin baştan beri eşbaşkanlık talepleri vardı ve bu devam ediyor demek ki. Bunu yok saymak, kendini Türk sosyalisti veya Kürd olmayan sosyalist sayan destekçileri, parti Kürd olmayanları dışlıyor gibi bir algı yaratılmasına hizmet etmez mi? Kürd olmayanlar heveslenmesinler sözünün nasıl bir propagandaya sebep olduğunu gördük ve belki de Demirtaş'ın yerine Temelli'nin önerilmesinin bir sebebi de bu olumsuz propagandayı geçersiz kılmak istenmesidir. Mutabakat komisyonu bizzat adıyla talihsiz olmuştur. Partinin önerdiği radikal demokrasinin adaylar ve seçimler bahsinde de yaşanması gerekir. Bu sebeple parti merkezinin iki aday önermesi külliyen yanlıştır. Önereceği isimleri geri çektiğini açıklamalıdır. Eğer öneri olacaksa komisyonlar filan değil, bütün birimler için insanlar kendilerini önermeli ve seçim öyle yapılmalıdır. Yoksa antidemokratik anti sosyalist bürokratik merkeziyetçi ve bürokratik bir politik anlayıça ve işleyişe teslim olunmuş demektir. Tüzük değişmeli ve Demirtaş ile Yüksekdağ'ın seçilip, eşbaşkan yardımcılıkları buna uygun yetkilendirilmelidir. Ayrıca program da bölgenin ve ülkenin durumuna (devrimci demokratik) göre revize edilmelidir. Yoksa dediğin gibi, radikal demokrasi mücadelesinin tek partisi de hüsrana uğrayacak.