HDK ve HDP bugün bir kriz içindeler ve şu an toplumsal
muhalefetin böyle felç durumda kalması, büyük ölçüde onların bugünkü
krizleriyle ilgilidir. HDP’nin ve HDK’nın yeniden yapılanmasının söz konusu
edildiği, ama aslında bu yönde ciddi en küçük bir ipucunun dahi görülmediği bugünkü
koşullarda, bu krizin nedenlerini anlayabilmek için, HDK ve HDP’nin yapmadığını
yapmaya ve sorunların köklerine inmeye, bunun için de unutulmuş; hatırlanmayan ve de hatırlanmak istenmeyen
geçmişe yönelik hatırlatmalar yapalım.
Bugünkü HDK ve HDP’nin kökeninde, o zamanlar bir
fiyaskoyla sonuçlanmış “Çatı Partisi”
girişimi bulunmaktadır. HDK ve HDP’nin sorunlarını ve bu sorunların nedenlerini
anlamak için o ilk doğum dönemlerine gitmek gerekir.
20-21 Aralık 2008’de,
yani tamı tamına yedi yıl önce, ilk büyük “Çatı Partisi”
toplantısı yapılmıştı.
O sıralar Türkiye’ye yeni gelmiştim ve neredeyse
1970’den beri ya “içeride” ya da “dışarıda” olduğumdan yabancı bir ülkeye
gelmiş gibiydim. Yine de politik gelişmeleri izlemeye, içlerinde yer almaya ve
katkı sunmaya çalışıyordum. Çatı Partisi için çalışmaları da yakından izlemeye
çalışmış; büyük bir umutla Bilgi Üniversitesi’ndeki ilk büyük toplantısına
katılmış; toplantı öncesinde de söz verildiği takdirde bir konuşma yapmak üzere
(aşağıda yer alan) bir taslak hazırlamaya başlamış ilk bölümünü bitirmiştim.
Taslağın tamamlayamadığım bölümlerinde, sınıfların
tarihsel ve kültürel konumlanışını ele almayı, Kürt hareketinin buradarn doğan
sorunlarına değinmeyi daha sonra da Çatı Partisi için bir program önermeyi
düşünüyordum.
20-21 Aralık toplantısında söz almış ve bir konuşma
yapmıştım. Konuşma için verilen sürenin kısalığı nedeniyle, konuşmada esas
olarak aşağıda yer alan metindeki konulara kısaca değinmekle yetinmek zorunda
kalmıştım. Yine çok değinmeyi istediğim, ama aşağıdaki yarım kalmış taslakta
yer almayan (“Marksist
Demokrasi Teorisi” başlığıyla yaptığım derlemede daha ayrıntılı
olarak ele aldığım) sınıfların kültürel ve tarihsel konumlanışı ve sınıf
kavramının kültürel ve tarihsel boyutunun yol açtığı sorunlara pek değinmemiştim.
Konuşmada ağırlıkla program sorununa değinerek, önümüzde
sosyalist değil demokratik görevler olduğuna vurgu yapmış; “sosyal cumhuriyet” değil; demokratik bir cumhuriyet
programının doğru olacağını; (Özellikle Ertuğrul Kürkçü’yü göz önüne alarak,
çünkü Kürkçü o zamanlar hedefi “Sosyal Cumhuriyet”
diye formüle ediyor; Kürtlere “emeğin dilini”
öeğretmekten söz ediyor; “Çatı Partisi”
girişimine soğuk yaklaşıyor; kendisini “aktif gözlemci”
olarak tanımlıyordu. Tam da bu yaklaşımları sonucu Mahir Sayın ile birlikte,
Kürt Hareketinin verdiği önemi belirtmek için yüksek bir profille katıldığı bu
toplantının bir fiyaskoyla sonuçlanmasına yol açacaktı.) Program konusunun
komisyonlara havale edilemeyeceğini edilmemesi gerektiğini vurgulamıştım.
Ancak bununla da yetinmemiş, aslında Ortadoğu için bir
Demokratik Cumhuriyet Programı olan ve Komünist Manifesto’ya
öykünerek, adeta 21. Yüzyıl’da Ortadoğu için bir Komünist Manifesto olarak
yazdığım “Ortadoğu
İçin Demokrasi Manifestosu” adlı metnin içinde bulunduğu;
Ertuğrul Kürkçü, Ragıp Zarakoğlu, Haluk Gerger ve Demir Küçükaydın’ın 2005
yılında katıldığı “Büyük Ortadoğu Projesi ve
Sosyalist Strateji” Sempozyumu’n bildirilerinin de toplandığı 300
adet kadar kitapçığı, neredeyse bütün katılımcılara
bir tane olmak üzere dağıtmış; böylece zaman nedeniyle Program konusunda
ayrıntılı bir şey söyleyememenin açığını kapatmaya çalışmıştım.
Bugün HDK ve HDP bir tıkanma yaşıyorlar. Bu tıkanmanın
nedenlerini ve çarelerini düşünüp tartışmak isteyenlere, yedi yıl önce yazılmış
aşağıdaki satırları sunmak isteriz.
Daha sonra her kritik momentte (“Demokrasi
İçin Birlik Hareketi” Kongresinde, HDK Kuruluş Kongresinde, HDP
Kuruluş kongresinde vs.) daha da somut biçimlerde bu eleştiri ve önerileri
geliştirdik. Parça parça bunları da yayınlayacağız.
Bugün o zaman ifade etmemize bile izin verilmeyen bu
eleştiri ve önerilerin doğruluğu olaylarca acı acı doğrulanmıştır. En azından
HDP’nin ve HDK’nın yeniden yapılanmasından söz edilmesi, bir şeylerin iyi
gitmediğinin itirafıdır.
Ancak görülen odur ki, yine sorunların nedenlerine
inen, temellere yönelik ve açık bir tartışma ortada yoktur ve sorunlar teknik
sorunlarmış gibi ele alınmaya devam etmektedir.
HDK ve HDP’nin sorunlarına çıkış yolu arayanların bu
yazılarda sorunların nedenlerine ve çözümlerine ilişkin somut ve arada geçen
zamanda doğruluğu kanıtlanmış önerme ve öneriler bulabileceklerini düşünüyoruz.
11 Aralık 2015 Cuma
Demir Küçükaydın
(20-21 Aralık 2008
Toplantısı Konuşması İçin Taslak)
Matematik Fomüller ve Sosyolojik Sorunlar
(Bir Birlik Ne Zaman Kendisini
Oluşturanların Toplamından Daha Büyük Bir Güç Sonucunu Verir?)
“2. Gunun ilk oturumu ise “Nasil bir Parti?”… Asil olarak 27-28 haziran
toplantisindan sonra yaygin olarak tabanda yapacagimiz toplantilarda
netlestirmek istedigimiz “nasil bir parti?” sorusunu tartismaya baslayacagimiz
gundem olacak bu gundemimiz. Ornegin “degisIk siyasal gruplari, partileri,
kurum temsilcilerini,cevreleri ve bireyleri bir araya getirerek bunlarin toplamindan daha buyuk bir gucu ve
enerjiyi aciga cikaracak bir “cati” organizmasinin demokratik
isleyisinin nasil saglanabilecegi” gibi cok temel sorulari ve sorunlari
ortaya atarak, bu konuda sistematik bir tartismanin yollarini dosemeye
baslayacagiz”
(Biz
Majiskülledik, “Cati Partisi Girisimi Gecici Orgutlenme
Komisyonu” Raporundan)
Bütün Parçaların Toplamından Küçüktür
Bütün zamanların en büyük ve sistematik düşünürü olan
Aristo'nun formülasyonundan beri bilinmektedir ki "bütün kendini oluşturan parçaların toplamından
büyüktür".
Şimdilerde bu cebirsel toplam bağıntısı, çağın ruhuna
uygun olarak esoterik "Sinerji"
kavramıyla ifade edilmektedir. Süreçlerin ve şeylerin adı değişmekle kendisi
değişmez.
Bu formülden hareketle küçük bir adım atılarak şöyle
bir çıkarsama da yapılabilir:
Bütün kendisini oluşturan parçaların toplamından büyük
olabildiğine göre, eğer koşullar uygunsa, bu ortaya çıkan büyüklük, öyle bir
"kritik kütleyi"
aşabilir ki, büyüklüğün kendisi, sırf büyüklük olarak, daha da büyümeye, yani
bir kartopu etkisine yol açabilir.
Bu bağıntı ve olasılıklardan yola çıkılarak
Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin en büyük sorunu olan, demokrat güçlerin
dağınıklığı ve de dolayısıyla güçsüzlüğü sorununun, bir araya gelmekle
çözülebileceği sonucunu çıkarmak için küçük bir adım yeter.
Türkiye'deki demokratik güçler dağınık ve güçsüzdür;
bunların bir araya gelişi onların toplam gücünden daha büyük bir gücün ortaya
çıkmasına yol açar ve bu bir araya geliş sonucu ortaya çıkan güç, pek ala
toplumdaki tüm gayrı memnunların etrafında toparlanarak bir çığ
oluşturabileceği, bir kartopu işlevi görebilir.
Bizzat, buraya gelen bileşenlerince, "Çatı Partisi" veya "Çadır" veya "Cephe" veya "İttifak" veya "Konfederasyon"
gibi farklı sözcüklerle adlandırmaların tercih edildiği bu girişimin ardındaki
temel fikir de budur.
*
Bu temel fikir, ilk
bakışta, hiçbir sağlıklı insanın ret edemeyeceği öncüller ve
sonuçlara dayanmaktadır.
Ne var ki bu fikrin sosyolojik
kavramlarla ele alınması gereken gerçek toplumsal sorunları, matematik bağıntı
ve formüllerle çözmeye kalkmak gibi "küçük" bir hatası
bulunmaktadır.
Ve bunun sonucunda da, bu "küçük hata" nesnel olarak, gerçek sosyolojik sorunları
tartışmaktan kaçmanın bir örtüsü olma işlevi görmektedir
Bu "küçük" hatayı, yine aynı mantıktan
hareketle göstermeyi deneylim.
Bütünün "kendini
oluşturan parçaların toplamından büyük" olduğu önermesi yarım
doğrudur ve yarım doğrular en tehlikeli doğrulardır.
Neden yarım doğrudur? Bunu bir analoji ile açmayı
deneyelim.
Aydınlanma "Bütün
insanlar iyi doğarlar, onların bazılarını kötü yapan toplumdur"
diyordu. Hegel, bu önermede ifadesini bulan tarih ve toplum üstü mutlak insan
özü kavramının saçmalığını gösterebilmek için, "Bütün insanlar kötü doğarlar, onların bazılarını iyi yapan toplumdur."
demişti.
Hegel'in bu önermesi en azından öbür önerme kadar
doğruydu ve kendisinin ve zıddının yanlışlığını gösterdiği için iki kat
doğruydu.
Benzer şekilde, "bütün
kendisini oluşturan parçaların toplamından küçüktür"
önermesi de, "Çatı Partisi"
girişiminin ardındaki "büyüktür"
önermesi kadar doğrudur. Ve kendi zıttı olan önermenin zıddının da onun kadar
doğru olduğunu gösterdiği için iki kat doğrudur.
Toplam kendisini oluşturan parçalardan büyük
olabiliyorsa elbet küçük de olur.
Ama nedense en azından diğer önerme kadar olası ve doğru olan bu sonuca kimse itibar
etmez ve bundan gereken sonuçlar çıkarılmaz.
Neden?
Elbette büyük olmanın, küçük olmaya göre, psikolojik
olarak çekici bir yanının olması bir faktördür.
Ama bundan da önemlisi, sosyolojik olarak, "büyüktür" formülünün, aslında gerçek
sorunlardan kaçış; toplumsal sorunları basit matematik fomüllerle çözmeye
kalkma kolaycılığı sağlamasındandır.
Ve de bunun ardında da yine sosyolojik olarak
anlaşılabilecek sınıfsal eğilimler vardır.
Matematik Formüller ve Sosyolojik Sorunlar
Ama önce şu sonucu bir kenara yazalım. Matematik
formüller bize toplumsal sorunların çözümü için bir anahtar sunmaz. Çıkacak
sonucun ne olacağını formüllerdeki gerçek
değerler belirler.
Toplum söz konusu olduğunda, bu formüldeki cebirsel
harflerin yerini alan gerçek değerler: toplumsal
sınıflar, güçler, partiler, hareketlerdir ve bunların da çıkarları ve konumlarıdır.
O halde toplamın bileşenlerinden ne zaman büyük, ne zaman küçük sonuçlar
vereceğini anlayabilmek için sınıfların, toplumsal güçlerin, hareketlerin,
partilerin konum, çıkar ve karakterlerine bakmak
gerekir.
Elbette bu güçleri, onların konum, çıkar ve
karakterlerini belirleyen de toplumsal yapı ve özellikle de toplumun ekonomik
altyapısıdır.
*
Bu sözlerime bakarak, benim "Çatı Partisi"ne veya bu türden
girişimlere karşı olduğum sonucunu çıkarmak yanlış olur.
Bu girişimleri, en azından ortak bir tartışma ve
gündem yaratarak daha iyi bir şeylerin içinden yeşerebileceği bir humuslu
toprak oluşturabilecek iyi ve desteklenmesi gereken girişimler olarak görüyorum
ve onun için buradayım.
Ama bu girişimler sorunları
örtmenin değil, açığa çıkarmanın, gündeme koymanın ve tartışmanın
dolayısıyla da çözümün bir aracı olurlarsa
bir anlamları olur: bu girişimlerin kendisi, kendi başına sorunların çözümünün
anahtarını sunamazlar. İşte tam da bunların tartışılıp daha iyi anlaşılabilmesi
için bir ortam oluşturmak gibi bir işlev görürlerse gerçekten yararlı
olabilirler.
Ne var ki, bu Çatı Partisi girişim ve tartışmalarında
hep olan, tam da bu girişimin kendisinin
gerçek sorunların çözümü veya çözümün anahtarı olarak ortaya
koyulmasıdır.
*
Bir örnek vereyim. Kürt Özgürlük Hareketi yıllardır
"Türkiyelileşmek" diye
bir hedef koydu önüne. Ama ne yaparsa yapsın Türkiyelileşemedi, hatta bırakalım
Türkiyelileşememeyi, Türkiye'nin diğer bölgelerindeki Kürt nüfusun bile çok
büyük bir desteğini kazanamadı. Bu destek büyük ölçüde AKP'ye gitti.
Kürt Özgürlük Hareketi, bu durumda, Türkiye'nin sol ve
demokrat güçleriyle bir araya gelerek, onlarla ittifak yaparak, birlikler
oluşturarak bu zaafı aşmaya, yani Türkiyelileşmeye çalıştı.
(Aslında bu Çatı Partisi girişimi de bu çabanın
devamından başka bir şey değildir. Elbette bu çaba ve amaç Kürt Özgürlük
Hareketinin devrimci ve demokratik karakterinin ve amaçlarının bir yansısıdır
ve çok değerlidir.)
Ama gerçek politik sorunların ve çözümlerin yerine
geçirildikleri için, bu girişimler aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketinin
gerçek sosyolojik sorunlarla yüzleşememesinin ve nesnel olarak onlardan
kaçışının da bir ifadesidir.
Kürt Özgürlük Hareketi, "biz niye Batı'nın ezilenlerini ve/veya niye batı'daki Kürtleri kazanamıyoruz"
diye sormamakta; veya sorduğunda da bunu sosyolojik
düzeyde (program ve strateji düzeyinde,
yani dayanılan ve dayanılması gereken
toplumsal güçler düzeyinde) değil;
taktikler ve örgütsel tedbirler
düzeyinde bir sorun olarak tartışmaktadır.
Çatı Partisi girişimi de son duruşmada, konuyu bir taktikler ve örgütsel tedbirler sorunu
olarak ele alan bu zincirin yeni bir halkasıdır.
*
Sorunları ortaya koyuş düzeyi ile çözüm çabaları
arasında içsel bir bağlantı vardır ve bunlar da yine bizzat belli sınıfsal
eğilimleri yansıtırlar. Örneğin, sorun bir organizasyon sorunu olarak koyulunca,
başarısızlıklar son duruşmada yeterince fedakar ve ciddi çalışmama ile
açıklanmakta, bunun nedenleri ise, örneğin batının şehirlerindeki “yozlaştırıcı
etkiler” veya “assimilasyon” olarak görülmektedir.
Hâlbuki aslında tam da tersidir gerçek neden: yeterince
modern bir toplumsal temelin olmaması; köylülüğün güçlü etkileridir Batı’da
etkisiz kalınmasının nedeni.
Ve bu "yozlaşma" teşhisinin bizzat kendisi,
köyün şehre, kapitalizm öncesinin modern yaşama duyduğu güvensizlik ve kuşku ve
onu anlayamamanın bir ifadesi, yani bizzat küçük burjuva radikalizminin bir
görünümünden başka bir şey değildir.
Bizzat Çatı Partisi girişimi de bir örnek olarak
verilebilir. Türkiye'nin sosyalist ve demokrat örgüt ve partileriyle bir araya
gelerek yine örgütsel tedbirler aracılığıyla
bu tartışılmayan ve açıkça ortaya koyulmayan,
batının ezilenlerini kazanma sorunu çözülmeye çalışılmaktadır.
Bu durumda nesnel olarak Çatı Partisi girişimi,
sosyolojik bir sorunu örgütsel veya taktik bir sorunmuş gibi ortaya koyarak,
sorunu çözmek bir yana sorunun kendisini ortaya koymuk, tartışmak ve
çözümlemekten kaçmanın bir aracı olarak, yani
çözümün değil sorunun bir parçası olarak ortaya çıkmaktadır. Yani
girişimin kendisi de nötral değildir.
Böylece çember kendi üstüne kapanmaktadır. Kürt özgürlük
hareketinin toplumsal tabanı kendi toplumsal eğilimleri gereği sosyolojik bir
sorunu örgütsel bir sorun biçiminde ifade etmekte ve sosyolojik bir sorunu
örgütsel bir sorun olarak ele aldığından, kendisinin toplumsal tabanını nasıl
değiştirilebileceği sorununu tartışamamakta ve bu toplumsal taban aynı kalmaya
devam etmektedir. Toplumsal taban aynı kalınca da aynı toplumsal eğilimlere
uygun olarak sosyolojik sorunlar örgütsel bir sorunmuş gibi ele alınmaktadır.
*
O halde biz o tartışılmayan sorudan hareketlekonuyu
tartışmaya başlayalım.
Şimdi önce şu soruyu açıkça koyalım: Kürt özgürlük
hareketi Batı'nın ezilenlerini ve aslında bunlarla büyük ölçüde çakışan
Batı’daki Kürt emekçileri niye örgütleyemez? Örgütlemesi için için ne yapabilir
veya yapmalıdır?
Bu sorular ve onların cevapları açıkça ortaya koyulup
tartışılmadan hiçbir sorun çözülemez.
İşçi Hareketinin ve Sosyalist Hareketin Tarihsel Deneyleri
Konuya bir giriş sağlamak için tekrar o cebirsel
formüle dönelim ve gerçek değerlere bakarak bütünün ne zaman parçaların
toplamından büyük ne zaman küçük sonuç verdiğini görelim. Yani sondan başa
doğru gidelim; matematik formüllerden, o formüllerdeki gerçek sosyolojik
değerlere doğru bir yol izleyelim.
İşçi hareketinin tarihsel deneyleri belki bu konuda
ilginç örnekler ve dersler sunabilir. Çünkü o hareketin tarihinde sorunun böyle
koyulup tartışıldığının örnekleri vardır. En bilinen klasik örnek ele
alınabilir.
İşçi ve sosyalist hareketin tarihinde 1930'lu
yıllarda, birbirini izleyen "Sınıfa
karşı sınıf" ve "Faşizme
Karşı Birleşik Cephe" stratejisi diye bilinen, ikisi de ağır
yenilgilerle sonuçlanan iki çizgi izlenmiştir. Bu iki strateji de sırasıyla,
hem de son derece elverişli koşullara rağmen, Almanya ve İspanya'da işçi
hareketinin Faşizm karşısında yenilgisini getirmiştir. Bu yenilgiler üzerinde
Nazizm’in o korkunç İkinci Dünya Savaşı’nı başlatması mümkün olabilmiştir.
Bunlardan ikincisi tıpkı çatı partisi girişimindeki
mantığa dayanıyordu. En geniş güçler bir araya getirilerek onların toplamından
da daha büyük bir güce ulaşmak.
"Faşizme Karşı
Birleşik Cephe" stratejisi, Faşizmi "Finans Kapitalin en gerici unsurlarının"
diktatörlüğü olarak tanımlıyor ve böylece milli, liberal ya da "tekelci
olmayan" burjuvazinin de bu cephede bir yeri olacağı düşünülerek formül: İşçiler + Köylüler + Burjuvazi olarak koyuluyordu.
Mantık ilk bakışta son derece doğru görünüyordu.
Düşman son derece dar bir ölçüde tanımlanıyor ve buna karşılık en geniş güçler
cephesi bir araya getiriliyordu.
Ama sorun böyle koyulunca, bu durumda burjuvaziyi cephede tutmak ve karşıya itmemek için, demokratik
görevler, faşizme karşı zaferden sonrasına erteleniyordu. Örneğin
İspanya'da toprak sorunu, ulusal sorun ve var olan burjuva devlet cihazının
parçalanması konularında Cumhuriyetçi hükümet tam da böyle davranıyordu.
Ama sonuç hiç de beklendiği gibi olmuyor ve sonunda
Frankocu güçler galip geliyordu. Franko darbe yaptığında bütün halk ayaklanmış
ve bir kaç küçük köprübaşı hariç bütün İspanya’da iktidarı ele almış fiilen
ikili bir iktidar oluşmuştu. Şimdi ise sonuç Cumhuriyetçilerin kesin
yenilgisiydi.
Neden?
Çünkü eğer matematik bir ifade kullanırsak, burjuvazinin önünde eksi vardır. Burjuvazi
ile ittifak için devrimci demokratik dönüşümleri zaferin sonrasına eteleyen bir
işçi sınıfı, burjuvaziyi kazanayım derken köylülüğü kaybeder. Köylülüğü devrim
saflarına kazanmak ve savunmak için harekete geçirecek talepler devrim
sonrasına ertelenince, köylülük savaşmaz ve devrimi savunmaz olur, hatta kendi
devrimci umutlarına gereken karşılığı vermeyen işçiler karşısında hayal
kırıklığıyla gericiliğin yedeğine geçer.
Bolşevikler tam da aksine davranarak, yani köylülüğün
taleplerini devrim sonrasına ertelemeyerek, köylülüğü kazanabilmiş ve zafere
ulaşmışlardı.
Neden böyledir?
Çünkü Aydınlanma çağının aksine, burjuvazi artık
demokratik karakterini yitirmiştir. Aslında o zaman bile burjuvazi değil,
Paris’in donsuzlarıydı böyle demokratik davranabilenler.
O donsuzların modern devamı olan işçiler, köylüleri
ancak tutarlı bir demokrasiyle kazanabilirler. Yani baskıcı ve bürokratik
Devlet cihazının tasfiyesi, ulusal sorun ve toprak sorununun kökten halli, daha
da özcesi Demokratik Cumhuriyet.
Ama köylülüğü kazanabilmek için, işçiler burjuvaziyi yitirmek zorundadır veya burjuvazi
tarafından yitirilmelidir.
Yani işçilerin köylülüğü kazanabilmek için,
burjuvaziden bağımsızlaşması ve ayrı bir güç olarak ortaya çıkması, yani
demokratik görevleri acil bir program olarak bayrağına yazması gerekir. İşçiler
bunu yapamadığı yerde bağımsızlığını yitirip burjuvazinin yedeğine düşmüş olur
ve bu durumda da köylülüğü yitirir.
Böylece sonuç, hesabın ve beklenenin tamamen tersi
olarak ortaya çıkar, zaferin yerini yenilgi alır.
Ekim Devrimi de tersinden bu bağıntıyı doğrular.
Bolşevikler burjuvazi tarafından yitirilmeyi ve burjuvaziyi yitirmeyi göze
aldıkları için, çok daha elverişsiz koşullara rağmen, köylüleri ve ezilen
ulusları kazanabilmişlerdir.
Tabii burjuvazi tarafından yitirilmek veya burjuvaziyi
yitirmeyi göze almak, işçi hareketi veya sosyalist hareket içindeki, burjuvaziyi
kazanmak isteyen, aslında burjuvazinin işçi hareketi içindeki uzantısı olan
eğilimle, yani reformist sosyalizmle (Menşevizm, Ekonomizm, Sosyal Demokrasi,
Stalinist partiler vs.) de mücadeleyi ve onunla kopuşmayı gerektirir.
Özetle, hem burjuvaziyi hem de köylülüğü kazanmak
mümkün değildir. Birini kaybetmeden veya onun tarafından kaybedilmeyi göze
almadan diğerini kazanamazsınız. Her kazanç bir kayıptır.
Demek ki, eğer bu sosyolojik sorunu matematik
formüllerle ifade edersek, burjuvazinin önünde bir eksi işareti vardır ve
köylüler ve işçilerle bir araya geldiğinde sonuç: İşçiler, Köylüler ve
Burjuvazi'nin toplamından az, yani bütün kendini oluşturan parçaların
toplamından fazla değil az çıkmaktadır.
Hatta az bile değil, eksiyle artının çarpımının eksi sonuç
vermesi gibi, sonuç eksi çıkmaktadır, ortaya kısmi reformlar bile değil, bir
yenilgi çıkmaktadır.
Kürt Hareketinin Sorunları
İşte bu sorunla Kürt hareketi de karşı karşıyadır. Ama
hem bir Plebiyen hareket olduğu için hem de bir ezilen ulus hareketi olduğu
için çok özgün bir biçimde.
Kürt Özgürlük Hareketi bir Plep hareketidir. Ne modern
bir işçi hareketidir ne de tam bir köylü hareketidir.
Yani modern bir işçi hareketi olmaktan ziyade
yoksullara ve ezilenlere dayanan bir hareket olma özelliği ağır basmaktadır. Bu
şöyle de formüle edilebilir: Toplumsal konumuyla işçi ve işsiz, ruh durumuyla
köylü.
Ama bu hareket aynı zamanda bir ulusal harekettir.
Ulusal hareketin devrimci demokrat kanadıdır ve örneğin Bask’tan farklı olarak,
harekete önderlik bu kanadın elindedir. Bask’ta da ulusal hareket içinde bir
radikal kanat vardır ama bu harekete egemen değildir, harekete burjuvazi
egemendir, bu kanat burjuvazi tarafından, karşı tarafa karşı bir manevra alanı
sağlamak için, kullanılır. Bu Bask’ın (ve de Katalan’ın) İspanya’nın en zengin
bölgesi olması ve buralardaki burjuvazinin gücü ve kendine güveni ile
ilgilidir.
Kürt hareketinde ise roller tersinedir bir bakıma.
Plebiyen kanattır harekete egemen olan, burjuvazi onun arkasına takılmak
zorunda kalmıştır.
Bu hareket ezilen bir ulusun hareketi olduğu için aynı
zamanda Kürt burjuvazisinin desteğine de sahiptir. Kürt burjuvazisi bizzat
kendi korkaklığı ve zayıflığı nedeniyle, Kürdistan yoksullarını örgütleyip
harekete geçirememiştir ve sonra ortaya çıkan bu Plep hareketinin peşine
takılarak ve içine girerek onu kendi yörüngesinde tutmaya çalışmaktadır.
Kürt burjuvazisi, böylece hem Kürt özgürlük
hareketinin tümüyle kontrolden çıkmasını engellemekte ve onun içinde belli bir
ağırlığı koruyabilmektedir; hem de bu sayede, gerek ezen ulusun egemenlerini
hem de ABD ve Avrupa gibi güçleri kendisiyle pazarlığa zorlamaya ve bu
pazarlıkta fiyatı arttırmaya çalışmaktadır.
Buna karşılık, Kürt Özgürlük hareketinin dayanağı olan,
Kürdistan ezilenleri ve plepleri de, içinde bulundukları aşırı tecrit
koşullarında; ne uluslararası güçlerin ne de Türkiye'deki emekçi ve
demokratların dişe dokunur bir güç ve müttefik olmadığı koşullarda; Kürt
burjuvazisinin bu desteğine muhtaçtır ve özellikle diplomatik, parlamenter ve
legal alandaki ilişkileri bakımından bu destek kendisine aynı zamanda daha
geniş bir hareket alanı sağlamaktadır.
Kürt burjuvazisinin en azından bir kesiminin bu
desteği veya tarafsızlığını koruyamadığı takdirde Kürt Özgürlük Hareketi
tehlikeli bir tecrit içine düşüp ezilebilir.
Ama sorun tam da bu noktada ortaya çıkar. Tıpkı
birleşik cephe stratejisinde oraya çıktığı gibidir.
Bu desteği kaybetmeyi göze almadığı sürece de
Batı'daki ezilenleri kazanamaz. Çünkü Kürt burjuvazisini saflarda tutmaya
yarayan program ve söylemler ile Batı’nın ezilenleri kazanılamaz. Hem bu desteği korumak hem de Batının ezilenlerini kazanmak mümkün
değildir. Bu desteği kaybetmeden veya kaybetmeyi göze almadan
diğerleri kazanılamaz.
Batının ezilenlerini kazanabilecek bir program ve
stratejiyi benimsese, bu sefer de Kürt Burjuvazisinin desteğini kaybetme ve
özellikle ABD ve Avrupa’nın ve de Türk Liberal ve İslamcı burjuvazisinin
desteğine sahip Kürt burjuvazisinden tecrit olma koşullarında hızla bir yok
oluş ve çözülüş sürecine girebilir. Çünkü bu kaybedilmiş bu güçleri
dengeleyecek bir güç yoktur ortada (Türkler arasında).
Batının ezilenleri
örgütlenmiş bir politik güç olarak var olsa ve ulusal sorunu çözecek net bir
programları olsa, Kürt Özgürlük hareketi için bunu yapmak çok
kolay olurdu. Çünkü burada kaybettiği karşılığında kazanacağı çok daha büyük
güçler bulunurdu.
Ancak Batı’da böyle politik bir güç yoktur. 12 Eylül
öncesinde olağanüstü elverişli koşullara rağmen hiç bir şey yapamaması, bu
koşullarda gelen 12 Eylül’ün darbesi, ardından Duvar’ın yıkılışı, ardından özel
savaş rejimi ve nihayet kökü çok daha derinlerde olan Sosyalist hareketin Krizi
böyle bir gücü yok etmiştir.
Bu durumda, Kürt hareketinin bu gücü bizzat yaratmak,
örgütlemek ve kazanmak için harekete geçmekten başka çaresi yoktur. Ama bunun
için, öncelikle Kürt burjuvazisini kaybetmesi gerekmektedir. Bu kayıp ve sonu
belli olmayan kazanma arasında korkunç bir tecrit yaşaması gerekir. Ama bu
tecrit de hareketin yok oluşuna yol açabilir.
Yani Kürt özgürlük hareketinin bir ölüm perendesi
atması gerekir. Arada hiç bir güce dayanmadığı, boşlukta bulunduğu bir dönem
olacaktır. Ve parende sonucunda üzerine konabileceği bir sağlam toprak
bulabilmesinin de hiç bir garantisi yoktur. Yeterince gücü ve hızı yoksa veya
ineceği yerde sağlam bir zemin yoksa kafa üstü çakılıp ölebilir.
Gerçek sorun budur.
Ne var ki, bu sorunu ne Kürt Özgürlük Hareketi, ne de
Türkiye’nin sosyalistleri açıkça ortaya koyup tartışmamaktadırlar.
Türk sosyalistlerinin fiilen yaptığı, Kürt özgürlük
hareketine, “Kürt burjuvazisini bırak, gel bizimle ol” demektir. Ama böyle
yaptığı ve diyelim ki Kürt burjuvazisini yitirmeyi göze aldığı koşullarda,
kendisi o kaybı olsun dengeleyecek bir güc olmadığı ve dengeleyecek bir destek
veremeyeceği gerçeğini es geçmekte, bu sorunu ortaya koymamaktadır.
Kaldı ki, bunu da Devimci Demokrasi temelinde değil,
iyice yanlış bir temelde, Lassalcı veya ekonomist bir temelde yapmaktadırlar.
Türk sosyalistlerinin önemli bir kısmının Kürt özgürlük hareketine önerdikleri
devrimci demokratik bir program değildir. Kürt hareketine “Anti kapitalist” bir programı veya “Demokratik Cumhuriyet değil Sosyal Cumhuriyet”
diyen bir programı ittifak koşulu olarak getirmek fiilen bu anlama gelmektedir.
Türk Sosyalistlerinin Yanlışı
Türk sosyalistleri açısından, (burada radikal veya
tutarlı demokratik talepler çerçevesinde bunun söylendiğini var sayıyoruz) Çatı
partisi veya İttifak gibi girişim ve söylemler, bir bakıma bu sorundan kaçışı
örtmenin aracı olmaktadır. Onların dediği fiilen şöyle olmaktadır: “Haydi gel bizimle ol. O zaman birlikte oluşun
vereceği güç, güçlerimizin toplamından fazla olur, bu da Burjuvazinin
uzaklaşmasıyla ortaya çıkacak kaybını karşılar.”
Buna karşılık Kürt hareketi açısından da Çatı Partisi
veya benzeri ittifaklar benzer işlev görmektedir. O da Türk sosyalistlerine ve
ilericilerine, “Bakın benim gönlüm sizde ama
bu gücü de terk edemem, benim zorluklarımı da anlayın, siz gelin ve bana destek
olun ki ben ona karşı daha rahat hareket edebileyim ve Kürt kitleleri
arasındaki etkisine karşı mücadelede elim güçlensin. O zaman ben de Burjuvaziye
olan bağımlılıktan kurtulurum.”
Tabii Kürt burjuvazisi de bu durumda boş
oturmamaktadır. O da hiç bir gücü olmayan ve somut gerçekle bağını yitirmiş
Türk solu veya sosyalistleriyle ittifakla bir şey çıkmayacağını söylemekte,
Kürt hareketinin bunlarla uğraşacak yerde Avrupa Birliği, AKP veya liberallerle
ittifakını savunmaktadırlar. Ve Türk sosyalistlerinin Kürt hareketine karşı,
bir ittifak için, demokratik bir program yerine sosyalist veya anti kapitalist
veya anti emperyalist parola ve programları yükseltmesi karşısında konumunu
iyice güçlendirmektedir.
Yani aslında Türk sosyalist hareketi
varlığı, güçsüzlüğü, programları ve sloganlarıyla Kürt burjuvazisinin Kürt
hareketi içindeki etkisinin artmasına yol açmaktadır.
Bu durumda, Kürt özgürlük hareketine de, bu iki gücü birbirine karşı denge unsuru olarak
oynayıp, bu denge üzerinde bir Bonapartist güç elde etmekten başka yol
kalmamaktadır.
Özgürlük hareketi, Kürt burjuvazisinin baskısına karşı
Türk solunu, Türk solunun baskısına karşı da Kürt Burjuvazisini dengeleyici bir
güç olarak öne sürmekte ve böylece kendine
nispi bir hareket alanı sağlamaktadır.
Ve tam da böyle olduğu için, belli bir noktadan sonra,
kendisi de bir ölçüde bu günkü konumunu sürdürebilmek için bu güçlerin
varlığına muhtaçtır. Yani başlangıçtaki çaresizliğin
ortaya çıkardığı sonuçlar giderek bir karakter halini almıştır.
Dolayısıyla ne Kürt burjuvazisinin, ne Türk
Solcularının ne de Kürt özgürlük hareketinin kadrolarının gerçek sorunu ortaya
koyup tartışmaya niyeti ve isteği yoktur ve bu “çatı partisi girişimi” de
gerçek sorunu örtmenin, ondan kaçmanın aracıdır.
*
Peki Çatı Partisi girişimi gibi girişimlerin gerçek
işlevi ne olabilir? Bunlar belli bir şekilde yararlı bir işlevle donatılabilir
mi?
Evet, tam da bu kaçışın, bu açmazların açıkça ortaya
koyulup tartışıldığı bir imkan, bir platform olarak bir işlev görürse bu
olumsuzluk bir ölçüde olsun giderilebilir.
Elbet somut politik sorunlarda iş ve güç birliği
yapmanın, ön yargıları yıkmanın bir aracı olarak da bir işlev görebilir ve
görmelidir.
Ama bu biçimiyle Türkiye’de bir demokratik hareket
yaratılıp örgütlenmesi veya Kürt hareketinin Türkiye’nin Batı’sını örgütlemesi
için bir araç olmak gibi sorunları çözen bir araç olarak işlev görmeyeceğini
bilerek hareket etmek bunun ilk koşuludur.
O halde, biz de bunu yapmaya, yani Türkiye’de nasıl
bir demokratik hareket örgütlenebileceği veya Kürt Hareketinin Türkiye’nin
Batısındaki ezilenlerin desteğini kazanabilmesinin mümkün olup olmadığı, eğer
mümkünse bunun nasıl olabileceği sorununu tartışmaya başlayalım.
18.12.2008
(Taslak burada bitiyor. Bundan
sonra ele alınması düşünülen başlıklar şunlardı ve bir kısmına o toplantıda
yaptığımız konuşmada kısaca değinmiştik. Sınıfların Tarihsel ve Kültürel
konumlanışı konusu (“Marksist
Demokrasi Teorisine Katkı” başlıklı yazıda geniş olarak vardır);
Programın Komisyonlara havale edilemeyecek bir sorun olduğu (konuşmada
değinilmiş, öncesinde ve sonrasında bir çok kez ele alınmışt)ı; ve program
önerimiz (Kısaca değinilmiş ve “Ortadoğu
İçin Demokrasi Manifestosu” toplantıda kitap olarak
dağıtılmıştı. D.K.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder