Gazeteci Can Dündar dünkü yazısını şöyle bitiriyordu:
“Korkmayalım. Yılmayalım.
Sinmeyelim.
Şahsi iktidarı için meydanı ateşe
veren Nemrud’lara karşı, yangına su taşıyan karıncalar gibi, barışın yanında
kümelenerek hiç değilse safımızı belli edelim.
Bu yangını söndürelim.
Nemrud’u devirelim.”
Bu güzel sözler ne yazık ki somut içerik ve biçim
hakkında bir şey söylemiyor; kategorik olmaktan öteye gitmiyordu
“Bu somutluk bir gazetecinin değil; politikacıların görevidir.”
Denebilir.
Peki, politikacı ne yapıyor?
Kılıçdaroğlu, Davutoğlu’nun ayağına gidip, iki bakanın
istifasını diliyor. Birkaç sembolik karanfil ile ölenlerin anısına bir ritüeli
yerine getiriyor.
Somut bir hedef, mücadele biçimi ve önerisi, bir strateji
var mı? Varsa bunu yurttaşlarla paylaşıyor mu? Yok.
*
12 Eylül döneminde Malatya E Tipi Özel Cezaevi’nin müşahede
hücrelerinde aylarca beraber yattığımız Ferda Koç yazıyor:
“Sorun, Cunta’nın “Özel
Ordusu”nun kim tarafından, ne şekilde tasfiye edileceğidir. Halk direnecek,
halkı teslim alamayan Saray Cuntası yenilecektir. Ancak eğer halk direnişi,
halkçı ve demokratik bir iktidar alternatifine hayat veremezse, egemen güçlerin
(ABD’nin, büyük sermayenin, faşist devlet bürokrasisinin) arkaladığı,
otoriterliği ve neoliberal yıkıcılığı “kabul edilebilir” hale getirilmiş
(muhtemelen askeri) bir darbe sürecinin muhatabı olacaktır.”
Evet, doğru, bir halk direnişiyle Erdoğan’ın darbesine
son verilemezse, bu sefer “kaç ben kurtarayım” diyen Ordu’nun Mısır’daki Sisi
gibi bir darbesi gelir ve üstüne üstlük bir kurtarıcı gibi alkışlanır.
Peki, buna karşı ne yapmak gerekiyor?
Önerisi de şu:
Kapıları Askeri darbeye kapatan iktidar alternatifi
yaratılmalı;
Ama bunun için de CHP yönetimini sol duyarlılıklarla
kuşatmalı; tabanından tecrit etmeli.[1]
Bunlar kategorik cevaplardır. Somut bir öneri var m?
Yok.
*
Kategorik cevapları; zaten her durumda ve her zaman yapılması
gereken işleri, olmazsa olmazları öne çıkarmak, gerçek sorunlardan kaçmanın ya
da görmemenin; bunlara ilişkin bir öneriz yokluğunun ifadesidir.
Nefes almazsanız, yemek yemezseniz, su içmezseniz yaşayamazsınız.
Bunlar hayati görevlerdir, işlevlerdir. Ama benim görevim nefes almak, su
içmek, yemek yemektir diye görevlerinizi belirlemezsiniz.
Diyelim işsizsiniz iş bulmalıyım ki yemek yiyeyim dersiniz.
İş bulmak için de sabah erken kalkıp bir gazete bulup iş ilanlarına bakayım
dersiniz. İş ilanlarına baktıysanız, kendinize uygun olanı ararsınız. Öyle
birini bulduysanız, oraya nasıl giderim diye bakarsınız. Görev böyle
belirlenir. Bir zincirler silsilesidir
“Kokmamak, yılmamak, sinmemek, Nemrutları devirmek”;
Düzen partilerini ve onların yöneticilerini teşhir
etmek; gerçek yüzlerini göstermek; (Haydi doğru olduğunu var sayalım. Bir sosyalistin
bunu görev olarak belirlemesi ne anlama gelir bunun üzerine söz etmekten imtina
edelim.) “CHP iradesini, CHP tabanının demokratik ve sol
duyarlılıklarıyla kuşatmak” vs., vs., bütün bunlar kendine sol veya
demokrat diyen bütün partilerin, hareketlerin ve kişilerin zaten her zaman her
an yapmaları gereken; politik var oluşun olmazsa olmazı, soluk almak, su içmek,
yemek yemek gibi işlerdir. Politika yapmanın, somut koşullara uygun bir program
ve strateji; yani bir görev belirlemenin konusunu oluşturmazlar.
Yani CHP ve etrafındaki nebülözde yuvarlak ve
kategorik cevaplar dışında somut olarak hiçbir öneri yok aslında.
*
Peki, kitle örgütleri ne yapıyor?
“DİSK Başkanı Kani Beko,
KESK Eş Başkanları Lami Özgen ve Şaziye Köse, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı
Mehmet Soğancı, TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan ile Çağdaş
Gazeteciler Derneği Başkanı Ahmet Abakay’ın katıldığı basın toplantısında,
Ankara’daki katliamı protesto etmek için yarından (11 Ekim) itibaren yas ilan
ve 12-13 Ekim tarihlerinde tüm Türkiye’de grev ilan edildi.”
Bu somuta bakalım ne demek?
Daha geçenlerde yazdık, “Genel Grev
isyandır. İsyanla oynanmaz” diye.
Hele bir de bunu yapacak gücün yoksa böyle bir genel
grev seni içinde bulunduğun kitleden bile tecrit eder. Belli ki bir protesto
yamak, tepkiyi ifade etmek için, aslında hiç de Türkiye’deki hayatı felce
uğratamayacak bir çağrı yapılmaktadır.
Kaldı ki, genel grevin somut bir hedef için yapılması
gerekir. Protesto için genel grev yapmak, yerinde ve zamanında kullanıldığı
takdirde çok etkili olabilecek bir silahı, boşu boşuna kullanmak demektir.
Görüldüğü gibi ne yapılacağına dair en somut biçim
bile aslında, hem biçim olarak yanlıştır hem somut bir hedeften yoksundur.
İşte muhalefetin ve demokratik güçlerin hali pür
melali budur.
*
En somut olanı Adın Engin “Öfkeyi oya
dönüştürmekten”[2]
söz ediyor. Sanki seçimlerin olacağı; olursa adil olacağı; sonuçlarını Erdoğan’ın
kabul edeceği garanti imişçesine.
Hâlbuki seçimlerin olacağı bile şüphelidir. Olursa AK
Parti’nin binbir manüplasyon ve hile ile tek başına hükümet kuramayacağı bir
sonuç bile belli değildir.
Sanki bunlar olmuşçasına seçime odaklı bir strateji, seçimleri
tehlikeye atmaktadır. Aslında seçimlere kadar olan dönemde Erdoğan’a geniş bir
hareket alanı sağlamaktan başka bir anlama gelmemektedir.
*
Soruyoruz çevremizdekilere hiç kimsenin bir somut
önerisi yok.
Hâlbuki aylardır söylüyor yazıyoruz. Ortada bir somut
öneri var. Lütfen görmezden gelmeyin; kulakları tıkamayın.
Tekrar edelim.
·
Türkiye’de (ve Ortadoğu’da) bu gün
en baş sorun Erdoğan’dır.
·
Erdoğan bir kişi değildir; bir rejimdir; bir programdır;
bir darbedir.
·
Erdoğan’ın başkanlıktan uzaklaştırılması
en acil politik hedeftir. Elbet Erdoğan’ın gitmesi ne bu bürokratik ve merkezi
devleti değiştirir; ne şu kapkaççı ekonomiyi düzeltir. Ama bütün diğerlerinin
gündeme alınabilmesinin ön koşulu budur. Yakalanacak, zinciri sürükleyecek ana
halkadır; bir zamanların Mao’dan alınmış terminolojisiyle, “baş çelişki”dir.
·
Peki, Erdoğan nasıl
uzaklaştırılabilir? Yani bu rejime, programa, darbeye nasıl son verilebilir?
·
Seçimler bir yol olabilir ama seçimlerin
olacağının garantisi mi var? Aksine Erdoğan’ın fiili başkanlığı sürdürmek ve
mahkemeye çıkmak arasında üçüncü bir alternatifi yoktur. En küçük bir
gerilemesi ve zaafının sonu olacağını bilmektedir. Bu nedenle her şeyi göre almıştır
ve alacaktır.
·
Bu durumda seçimlerin olacağının;
olursa adil olacağının; partisi çoğunluğu yitirirse sonuçları tanıyacağının hiçbir
garantisi yoktur. Bu ana kadar bütün davranışları da bunun kanıtıdır.
·
O halde, seçim tarihine odaklı
olarak beklemek tam anlamışla gaflet içinde bulunmaktır.
·
Seçimlerin olması; olursa adil
olması; çoğunluğu kazanamaması halinde sonuçları tanıması için bile şimdiden
harekete geçip onun oradan uzaklaştırılması; uzaklaştırılamasa bile geniş bir
kitle hareketinin baskısı altında hareket alanının daraltılması gerekir.
·
Öte yandan, Erdoğan’ın kendisi
hedef olmalıdır; AK Parti bile değil. Çünkü o partinin içinde bile, Erdoğan’dan
rahatsız olan ama korktuğu için sesini çıkaramayan çok geniş bir kesim
bulunmaktadır.
·
Erdoğan’ın destekçisi azdır. Ortadaki
medya egemenliğine rağmen en fazla nüfusun yüzde kırkının desteğine sahiptir.
Kaldı ki, medya tekeli kırılıp gerçek yüzü görüldüğünde, bu hızla azalır.
Ama Erdoğan’ın operasyonel gücü muazzamdır. Koca merkezi ve bürokratik Türk Devleti onun bir operasyon aracıdır. Milyarlarca liralık fonlar, ihaleler, bütçeler vs. onun operasyon aracıdır. Örtülü ödenekler illegal operasyonlarının aracıdır. Yani burada saymakla bitmeyecek kadar çok ve büyük gücü elinde bulundurmakta, nüfustaki desteğinin azlığını bununla dengelemekte ve bunun aracılığıyla karşı tarafı sindirip, dağıtıp konumunu korumayı amaçlamaktadır.
Ama Erdoğan’ın operasyonel gücü muazzamdır. Koca merkezi ve bürokratik Türk Devleti onun bir operasyon aracıdır. Milyarlarca liralık fonlar, ihaleler, bütçeler vs. onun operasyon aracıdır. Örtülü ödenekler illegal operasyonlarının aracıdır. Yani burada saymakla bitmeyecek kadar çok ve büyük gücü elinde bulundurmakta, nüfustaki desteğinin azlığını bununla dengelemekte ve bunun aracılığıyla karşı tarafı sindirip, dağıtıp konumunu korumayı amaçlamaktadır.
·
Bu fiziki güce karşı milyonlarca
insanın gücü karşı durabilir ancak.
·
Sorun şudur: Milyonlarca insan
nasıl birleştirilip bu güce karşı durabilir?
·
Bunun yolunu da şöyle öneriyoruz.
o Tek
hedef Erdoğan olmalıdır. Erdoğan’ın istifası hedeflenmelidir. Nüfusun en az yüzde
altmışının karşı olduğu Erdoğan bulunduğu mevkii terk etmelidir. Yani: Erdoğan İstifa.
o Bu
hedefin kendisi bugün Türkiye’deki en geniş kesimleri birleştirebilir. İster Demokrat,
ister Türk, ister Kürt ulusalcısı olsun; İster “mütedeyyin” olsun; ister Alevi
olsun Erdoğan’dan nemalanmayan gerçekte nüfusun yüzde doksanını oluşturan çok
geniş bir potansiyel bir kesim bu hedef etrafında birleşebilir.
o Ancak
bu birleşme nasıl sağlanacaktır?
o Gerek
HDP’ye yapılan yakıp yıkmalarla; gerek Diyarbakır, Suruç, Ankara gibi
katliamlarla insanların bir araya gelmesi bile canlarını ortaya koymalarına
bağlı hale gelmiştir.
o Polis
zaten en küçük bir anma ve protesto hakkına bile müsaade etmemekte, gaz
bombalarıyla saldırmaktadır. Fiilen gösteri ve toplantı hakkı yok edilmiştir.
o Böyle
koşullarda milyonlarca insanın çok büyük bir bölümü istemlerini ifade edemez
durumda kalmakta, sokağa çıkamaz olmaktadır.
o O
halde ilerlemek için gerilemek gerekir. Tıpkı
bir oku ne kadar ileriye fırlatmak istiyorsanız, yayı o kadar germeniz; ne
kadar ile sıçramak istiyorsanız o kadar geriye gidip hız almanız gerektiği
gibi.
o Ayrıca
bu ilkeden hareketle de Erdoğan’ın temel hedef olması da daha iyi anlaşılabilir.
Erdoğan’ın istifası demokrasi mücadelesi açısından bakıldığında çok geri bir
hedef ve gerileme gibi görülebilir. Ama ancak böyle bir gerilmeden alınan hızla
ileriye gidilebilir. Örneğin “Kurtuluş Savaşı”nda, Millet Meclisi ordusu; ta Ankara
yakınlarına kadar çekilmişti, oradan yaptığı yığınakla Sakarya savaşını kazanıp
oradan aldığı hızla İzmir’e kadar varabilmişti.
o Ama
sadece hedefte güç birikimi sağlayacak gerileme yetmez. Mücadele biçiminin de
gerilemesi gerekir.
o Bugün
fiilen gösteri ve toplantı yürüyüşü hakkı yoktur. Bu hakkı kullanmaya yönelik
her davranış, Erdoğan’ın emrindeki devlet aygıtının fiili müdahalesine maruz
kalmakta; bu hakkı fiili kullanma çabaları da polisle çatışmayı davet
etmektedir.
o O
halde fiilen var olmayan bu hakkı kullanmaya kalkmayıp, en sıradan yurttaşlık
hakları mevziine çekilmek gerekmektedir. Yani henüz hala, bir sıkıyönetim veya
olağanüstü hal ilan edilmediği sürece, herhangi bir yerde yürüme, oturma, durma
haklarımız vardır. Göğsümüze bir yazı yazma ve böylece fikrimizi ifade
haklarımız vardır. Bunları yapmak gösteri ve toplantı yasası alanına girmez. Her
yurttaş örneğin göğsüne veya sırtına Erdoğan İstifa
yazarak, dolaşabilir, oturabilir, durabilir; bir çimenliğe veya kaldırıma uzanabilir.
Bunlar polisin ve valilerin alanına girmez. Elbet onlar yasaları çiğneyerek bu
hakkımıza da tecavüz edebilirler ama bu onları iyice tecrit eder.
o Burada
en kritik nokta bu hareketin sessiz ve pankartsız,
flamasız olmasıdır. Sessiz ve pankartsız olmak iki işlevi birden
görür.
o Birincisi
sesler, müzikler, sloganlar, pankartlar, flamalar olmayınca hareket çeşitli parti
ve örgütlerin rekabet ve mücadele sahası olmaktan dolayısıyla bölünmekten
kurtulur. Elbet her partiden insanlar buraya katılabilir ve katılmalıdır. Ama
parti kimliğiyle değil sorumlu yurttaşlar olarak. Böylece partili veya
partisiz, örgütlü veya örgütsüz en geniş kitlenin katılımı sağlanabilir.
o Öte
yandan, sessizlik, pankart ve flama olmaması, bu hareketin gösteri ve toplantı
alanına sokulmasını olanaksızlaştırır. Böylece sağlayacağı yasal, en temel
haklara dayanan, barışçıl biçim ile milyonlarca insanın katılımına olanak
verir.
o Elbette
milyonlarca yurttaşın göğsüne ve sırtına örneğin #Erdoğanİstifa
yazarak, diyelim ki iş çıkışı saatlerinde, şehrin veya semtin belli bir
bölgesinde yoğunlaşmaları, oturmaları, yürümeleri, uzanmaları hukuken bir gösteri oluşturmaz.
o Hukuken
gösteri ve toplantı olmayan böyle bir kitle hareketi politik ve
sosyolojik olarak gerçek bir politik hareket, gerçek bir kitle
hareketi olur.
o Böyle
bir hareket başladığı takdirde ülkenin önü açılır.
o Çünkü
öncelikle somut bir hedef etrafında birleşiyor olmanın sağlayacağı muazzam bir
manevi dönüşüm olur; yılgınlık ve umutsuzluk ortadan kalkar.
o İkincisi,
böyle bir hareket, yaratacağı baskı ile siyasi partileri de kendisine katılmaya
zorlar ve kendini daha da güçlendirir. Siyasi partilerin daha açık ve net tutum
almaları, Erdoğan’ın hareket alanını daraltır. Eğer istifa etmez ise, Seçimleri
engelleme, engelleyemezse, adil bir seçim yaptırmama; sonuçlaı aleşyhirne
olursa onları tanımama olanaklarını kısıtlar.
o Böylece
bu hareket ortaya çıktığında, ya bu hareketin doğrudan sonucu olarak
istifasıyla; ya da seçimler aracılığıyla dolaylı sonucu olarak Erdoğan kâbusundan
kurtulunabilir.
o Sivil
bir yurttaşlar hareketiyle Erdoğan kâbusundan kurtulmanın kendisi ise,
sağlayacağı olanaklarla Erdoğan’dan askerlerin darbesiyle kurtulmanın yolunu da
tıkamış olur.
o
Elbet sivil bir hareketle bir
diktatörden kurtulmanın verdiği güçle demokrasi güçleri elbet yeni mevziler
kazanabilirler.
İşte yapılması gerekenler bunlardır. Bunlar son derece
somut ve açıktır.
Örneğin Cumhuriyet gazetesi ve yazarları somut olarak
bunları işlemelidirler. Halk Evleri veya Sendika Org güçlerini ve olanaklarını böyle
bir somut mücadelenin başlaması için seferber etmelidirler.
Sorun sadece birilerinin başlamasındadır.
Bugün birçok sol örgüt her yerde ortaya çıkardıkları
flamalarıyla, attıkları sloganlarıyla adeta kitlesel hareketlerin oluşmasının
önündü engeldirler.
Onların bu dağınıklık ortamında yine de küçük de olsa örgütlü
muhalefet odakları olarak bu olumlu nitelikleri olumsuz bir engele
dönüşmektedir.
Hâlbuki kendileri örgütlü güçler olarak; ama örgütlerini,
sloganlarını, pankartlarını öne çıkarmadan; örgütsel kimlikleriyle değil;
sıradan yurttaş kimlikleriyle ve sıradan yurttaşlar olarak böyle bir hareketin
oluşmasında tıpkı bir yağmur damlacığının oluşması için gerekli olan toz
zerreciğinin işlevini, yani bir maya rolünü görebilirler.
Tüm Sol örgütlere, aydınlara, HDP’ye, CHP’ye buradan
çağrı yapıyoruz.
Lütfen çok geç olmadan hareket geçin.
Psikolojik ve politik koşullar olağanüstü uygundur.
Şimdiden harekete geçilmezse, yarın bir olağanüstü hal
ilan edildiğinde, ya da mafya ve Ergenekon çeteleri en küçük bir muhalefet
denemesini terörle sindirdiklerinde bu olanak da kalmayabilir.
Dün belki erkendi, yarın çok geç olacak; şimdi tam
zamanı.
Tüm demokratlara, örgütlere sesleniyoruz.
Bir tek Erdoğan İstifa
hedefi etrafında, hiçbir pankart, bayrak taşımadan ve slogan atmadan, en temel
yurttaşlık ve insan hakları temelinde, tamamen sivil bir politik hareket
başlatınız.
“Bu yangını söndürelim.
Nemrud’u devirelim.”
Demir Küçükaydın
12 Ekim 2015 Pazartesi
[1]
“Halk Direnişi kapılarını (dolaylı ya da dolaysız) bir
“askeri darbe” alternatifine sıkı sıkıya kapatan halkçı ve demokratik bir
iktidar alternatifini yaratarak ilerletilmelidir. Böyle bir alternatifin
yaratılmasında Halk Direnişi’nin yumuşak karnı CHP’dir. CHP’nin mevcut
kurmayının, CHP’yi ABD’ye, Gülen Cemaati‘ne, TÜSİAD’a endeksleyen “iktidar
stratejisi”ni CHP tabanında mahkûm etmek ve egemen güçlerin güdümündeki mevcut
“CHP iradesi”ni CHP tabanının demokratik ve sol duyarlılıklarıyla kuşatmak,
“darbe odaklı” süreci kader olmaktan çıkarabilir.” http://sendika4.org/2015/10/ya-halk-kazanacak-ya-bir-baska-cunta-ferda-koc/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder