Türkler Hükümet ne olacak; kim kuracak; erken seçim olacak
mı tarzındaki kendi gündemlerini tartışacaklar.
Demokratların gündemi ise bu başarının önümüze ne gibi yeri
görevler koyduğu; bunun için neler yapmamız gerektiği gibi sorular olmalıdır.
Kendi gündemimizi bütün toplumun tartışmasını
sağlayabildiğimizde, kazanmışız demektir.
*
Önce biraz geriden başlayalım. Olayların hızlı akışı içinde
kısa zamanda nerelerden nerelere geldiğimizi unutmayalım ve genel eğilimleri
gözden kaçırmayalım.
29 Mart 2013 tarihinde, yazdığımız yazının başlığı: “Ortadoğu Devrimi 21 Mart 2013’te Başladı”
idi. O günden bu güne gelişen olaylar, bu öngörüyü doğruladı denebilir.
Gerçekten devrimci kabarış dönemi yaşamaya başladık.
21 Mart 2013 Newrozu’nda Öcalan’ın mesajının okunması, başta
Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere demokrasi güçlerinin ilk zaferiydi.
Ama bu zaferi hazırlayan; hükümeti ve devleti Öcalan’la
müzakereye zorlayan; PKK’ya karşı ciddi askeri yenilgiler (Zap, Dağlıca,
Roboski) alınması kadar; Kürt Hareketinin demokratik mücadele yöntemleriyle Türkiye’de
kazandığı yeni mevzilerdi. Tabii bütün bunların ardında da Öcalan’ın Teslimiyet
olarak görülüp damgalanmış Demokratik Cumhuriyet diye özetlenebilecek
stratejisiydi.
Buna ek olarak Suriye’de Rojava’da Kürt Özgürlük Hareketinin
kazandığı zaferler ve kantonların kuruluşu; Türk devletini stratejik bir dönüşe
zorlamış; bu dönüş Erdoğan’ın başkan olabilme ve bunun için de taktik olarak
barış yapmaktan çıkarlı olmasıyla denk gelmişti.
Nasıl Askeri zaferler ve Rojava, 21 Mart Diyarbakır’ın,
hazırlayıcısı olduysa; bu sefer 21 Mart’taki Öcalan’ın mesajı ve ateşkes de
Gezi Ayaklanmasının hazırlayıcısı oldu.
Savaşın devam ettiği; cenazelerin geldiği koşullarda, Türk
orta sınıfları ve Aleviler Erdoğan’ın baskısı karşısında ne kadar bunalırlarsa
bunalsınlar, ayaklanmazlardı.
Newroz’da okunan, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Demokrasi
Programı hala eski refleksleriyle hareket eden Alevileri ve Türk laikleri pek
kımıldatamadıysa da; Ateşkes ve cenazelerin durması; Gezi ayaklanmasını mümkün
kılan en temel gelişmeydi.
Gezi ayaklanması da, Erdoğan’ın gerçek yüzünün görülmesini
sağladı; dünkü 7 Haziran seçimlerinde tepe noktasına varacak olan tecrit olma
sürecini başlattı.
Ayrıca kendisi Kürt Hareketine bir yakınlaşma sağlayarak;
Kürt Ulusal Hareketi içinde Öcalan ve Kandil’in demokratik ve plebiyen
karakterli çizgisinin gücünü ve hareket alanını genişletti.
Bu da tekrar, Öcalan’ın “Türkiye Partisi” olma hedefine Kürtler
arasında gösterilen direncin önemli ölçüde kırılmasına; bu da HDP’nin
kuruluşunun yolunu açtı.
Buna paralel olarak, Gezi Hareketinin sağladığı kırılma ve
radikalleşme, bu projenin Türkiye’nin batısında, başlangıçta cılız da olsa
belli bir yankı bulmasına ve özellikle Yeni Sosyal Hareketler, liberal aydınlar
ve entelijansiya arasında destek bulmasını; en azından bazı köprübaşları
kurmasını sağladı.
Böylece 1960’larda Türkiye İşçi Partisi’nde görülen türden
Entelijansiye ve Liberal aydınların Kürt Özgürlük hareketiyle yakınlaşmaya akışı
başladı.
Benzeri bir süreç de, 2002 seçimleri sonrasında, AK Parti’nin
Bürokratik oligarşiye karşı en geniş cepheyi kurup onu tecrit etmeyi hedef
olarak koyduğu; Avrupa Birliği Kriterleri’ni savunduğu zamanda görülmüştü.
Liberallerin ve entelijansiyanın bu kayışıyla 1960’lardan beri
ilk kez, demokratik bir hareketin ideolojik hegemonyasının koşulları da oluşmaya
baladı.
Bunun ilk meyvesi, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde hareketin
barajı aşamasa da sınıra kadar gelmesine ve böylece aşacak gücü ve cesareti
bulmasına sağlamak oldu.
Kobane’deki kuşatmada umutsuz koşullarda sokağa çıkma ve
protestolarda, devletin yine özel savaş döneminin tüm araçlarını devreye
sokması, Batı’da seçimlerde alınan desteğin büyük ölçüde tekrar sınıflanmasına
ama buna karşılık Kürtler içinde Erdoğan’ın ve AK Partinin etkisinin azalmasına
yol açtı.
Keza ateşkes, Kürt özgürlük hareketinin askeri güçlerinin
önemli bir bölümünü, IŞİD’e karşı savaşa seferber edebilmesinin koşullarını
sağladı.
Kobani savaşı ve zaferi, aynı zamanda PKK’nın IŞİD ile savaşan
ve demokratik bir programı olan tek güç olarak ortaya çıkmasına; Erdoğan’ın
uluslar arası alanda tecridine de yol açtı.
Böylece Gezi hareketi ve Kobani zaferi, Aleviler, batılı en
demokratik kesimler ve Kürtlerde yarattıkları kırılmalarla, 7 Haziran’ın hazırlayıcısı
işlevi gördü.
Bu zaferde ödünç oyların katkısı sanıldığından çok daha
azdır aslında. Seçim sonuçlarının ayrıntılı bir incelemesi de bunu
gösterecektir.
7 Haziran zaferi de şimdi başka zaferlerin koşullarını
yaratabilir.
*
Gerek farklı özneler arasında; gerek ülkeler arasında karşılıklı
olarak birbirini besleyen bir süreç başlamış bulunuyor.
Esas değişiklikler şimdi ortaya çıkmaya başlayacaktır.
Gerek Ortadoğu’da gerekse de Türkiye’deki sistemin dayandığı
bölünmelerde, o bölünmelerle bölünmeler başlayacaktır. Zaten var olan
bölünmelerle bölünmeden hiçbir demokratik dönüşüm gerçekleşemez.
Örneğin bir yanda laikler bir yanda türbanlılar gibi bir
sahte bölünme vardır. Bu bölünme üzerinde, var olan partiler ve devlet, egemenliklerini
sürdürme; demokrasi özlemlerini kendi yedeğine çekme olanağı bulur.
Bir kere bu ezberler bozulacak. Örneğin Hüda Kaya gibi, Ayhan
Bilgen gibi İslami hareketin içinden gelenler laiklerin ve Alevilerin
ezberlerini bozacaktır. Ama sadece onların değil; İslamcıların da, türbanlıların
da. Böylece Aleviler, laikler, İslamcılar arasında demokratlar ve demokrat
olmayanlar bölünmesi başlayıp derinleşecek ve önem kazanmaya başlayacaktır.
Öte yandan her birinin kendi içindeki bölünmeler,
diğerindeki bölünmeleri destekleyecektir. Müslüman’ın demokratı ezberi
bozdukça, laikin demokratının gücü ve etkisi artacaktır; o da Müslüman'ın
ezberini bozacaktır. Böylece bunların bir yan ürünü de hem Türkler; hem de Kürt
hareketi içindeki demokratlar ve milliyetçiler bölünmesi olacaktır.
Bugünkü AK Parti, CHP ve MHP, Müslümanların, Laiklerin ve
Alevilerin, Türklerin demokrat olmayanlarının yoğunlaştığı partilere dönüşeceklerdir
büyük olasılıkla.
Çünkü bunların kendilerini yenileyecek hiçbir teorik ve ideolojik
arka planları bulunmuyor. Hepsinin bir tek amacı var: bu devleti ve milleti
korumak ve yaşatmak. Bizzat bu paradigmanın yanlışlığı ve eskimişliğini
anlayacak durumda değiller.
Tabii bütün bunlar, açmazlar içinde şimdiye kadar ağırlığını
şu veya bu yana koyarak her zaman tıkanıklıkları aşmayı sağlamış olan İşçi
Sınıfının giderek demokratik bir programa sahip çıkmasına ve sınıf dar
görüşlülüğünden kurtulmasına yol açacaktır. İstanbul (Türkiye) İşçileri işçi
olmaktan çıkıp demokrat oldukları an, tüm Ortadoğu’nun demokrat olmasının yolu
açılacaktır. Türkiye ve İstanbul’un işçileri, sadece Türkiye veya Kürdistan’ı
değil; tüm Ortadoğu’yu dönüştürebilecek temel güçtür. Sembolik olarak İstanbul
İşçileri diyelim.
İstanbul İşçileri demokrasi özlemleriyle bir zamanlar Ecevit’e
oy verdiler. Ecevit o özlemleri ve gücü Kıbrıs fatihliği özentileriyle tüketti.
İstanbul işçileri Evren diktası karşısında yine aynı
özlemlerle Özal’ı desteklediler. Özal bu özlemleri, Irak’ta bir koyup beş alma
emperyal hayalleriyle harcadı.
İstanbul işçileri demokrasi özlemleriyle AK Parti’ye oy
verdiler ve Erdoğan’ı desteklediler. Erdoğan bu özlemleri emperyal hayallerle, Suriye’yi
parçalayarak, IŞİD’i, Nusra’yı destekleyerek harcadı.
Şimdi ilk kez, İstanbul İşçilerinin gerçek bir demokrasi
hareketi ve programıyla birleşmesi olasılığı ortaya çıkmış bulunuyor.
Bu ortaya çıktığı zaman, 1789 Paris’inin baldırı çıplakları,
1917 Ekim’i Petrograd’ının işçileri gibi, Ortadoğu’da dünya tarihsel bir dönüşümü
tekrar başlatabilirler. Hatta Ortadoğu’dan aldıkları hızla dünyada uluslara ve
ulusal devletlere karşı bir mücadele için savaşı başlatabilirler.
Bunun ideolojik ve teorik hazırlıkları böyle bir sürecin
habercisi gibi okunabilir. Örneğin Hikmet Kıvılcımlı, Abdullah Öcalan, İhsan
Eliaçık’ın teorik çabaları bu bağlamda yorumlanabilir.
Unutmayalım Ortadoğu, aynı zamanda Dünya tarihindeki en
kritik ve büyük devrimlerin gerçekleştiği üç kıtanın kesiştiği son derece
stratejik bir noktadır.
Neolitik Devrim (bitki ve hayvanların ehlileştirilip sürekli
kıtlıktan kurtulma) ilk burada oldu. İlk uygarlığa, (yani sınıflı topluma,
devlete, yazıya, şehirlere) burada geçildi.
Ve insanları totemlerin (putların) yol açtığı bölünmüşlükten
kurtaran tek tanrılı dinler ve bu dinlerle birlikte mutlak devlete direnen
peygamberler de buradan çıktılar. Allah Şark devletinin firavunlarını,
nemrutlarını diğer insanlarla eşitlemenin ve üretici güçlerin ve dünya
ticaretinin ihtiyaçlarıyla çelişmeye başlamış aşiret düzeninin (Kan
kardeşliğini, totemlerin, putların) yıkılıp eşitliği kurmanın aracı
olagelmiştir.
Bir gün uluslara ve ulusçuluğa karşı mücadelenin de buradan
başlaması olasılığı çok güçlüdür.
İhtiyaçlar binlerce üniversiten daha fazla bilginin
ilerlemesine hizmet ederler. Bu Ortadoğu kadar dünyada uluslar ve ulusçuluğun
acısını çekmiş bir ikinci yer yoktur. Balkanlaşma, Lübnanlaşma gibi kavramların
kaynağı yine bu Ortadoğu’dur. Nasıl Şark devletçiliği burada doğdu ve ona karşı
peygamberler de buradan çıktı ise, ulusların ve ulusçuluğun acısını en çok
çekmiş yerde de onu yok edecek savaşın başlaması olasılığı güçlüdür.
Özetle farklı toplumsal öznelerin her birinin içindeki demokratların
güçlenmesinin, diğer özneler içinde benzeri etkilere yok açmasının ve yine
bizzat bu sonuçların geri dönmesinin birbirini karşılıklı olarak güçlendireceği
ve hızlandıracağı bir süreç başlıyor.
*
Ama bu karşılıklı besleme sadece farklı özneler arasında da
değil; aynı zamanda farklı ülkeler arasında da başlıyor.
Örneğin, 21 Mart 2013, yani Türkiye’deki ateşkes ve başarı, PKK’nın daha büyük güçlerini IŞİD’e karşı savaşa sürmesine ve zaferler kazanmasına imkân sağlamıştır.
Örneğin, 21 Mart 2013, yani Türkiye’deki ateşkes ve başarı, PKK’nın daha büyük güçlerini IŞİD’e karşı savaşa sürmesine ve zaferler kazanmasına imkân sağlamıştır.
Kobani’deki zafer, Irak, İran ve Türkiye’de demokrasi güçlerinin
güçlenmesine ve harekete geçmesine yol açmıştır. Bu seçim zaferinde Kürt
oyları; Kürt oylarında da Kobani zaferi tayin edici önemde olmuştur.
Şimdi bu zafer örneğin Kobani ve Rojava’yı besleyecek,
destekleyecek ve oralarda yeni zaferlerin hazırlayıcısı olacaktır. Bunlar, Irak
ve İran’daki kazanımları besleyecektir. Oralardaki kazanımlar buraları.
Özetle kendini besleyen; özneler ve ülkeler içindeki
kazanımların birbirini beslediği bir süreç başlamış bulunuyor. Tarih böyle fırsatları
kolay kolay sunmaz.
Bu süreci başarıya ulaştırmak için; en azında olabildiğince
ileri gidip; kaçınılması zor olan karşı devrimci yükselişler karşısında daha
iyi bir ortalama elde edebilmek için olsun, yapılacak çok iş var.
Birincisi, özellikle HDP’nin baştan aşağı reorganizasyonu;
yeni baştan, bireysel üyelik temelinde; bugünkü bürokratik mekanizmaları
minimuma indirerek reorganizasyonu gerekiyor.
Seçim başarısı, örgütsel olarak son derece başarısız
kalındığını görmeyi engellememelidir. Seyahattin Demirtaş’ın yetenekleri ve
Erdoğan’ın kendini tecrit etmek için son derece akılsızca bir politika ve
stratejisi izlemesi olmasaydı böyle bir zaferi olağanüstü uygun koşullara
rağmen yakalamak mümkün olmayabilirdi.
HDP bunu yapamadığı takdirde, ilerde örgütsel sınırlara
toslaması kaçınılmazdır.
İkincisi, kendi içinde Ortadoğu çapındaki bu görevleri
kapsayacak; bunları hazmetmeyi sağlayacak bir program tartışması açması
gerekiyor. Böyle bir tartışma, HDP’nin ve bölge halklarının siyasi eğitimi için
olmazsa olmazdır.
Bu tartışma tamamen açık yaygın, aceleye getirilmeden,
derinliğine yapılmalıdır.
HDP bunları acil olarak gündemine almalıdır.
*
HDP aynı zamanda mücadele ettiği alanda somut öneriler de
getirmek zorundadır. Yani politik sorunlara ilişkin, sadece muhalefet değil,
kendi alternatif önerilerini sunan; hatta bu yönde girişim göstererek bu
alternatifleri örgütleyen bir muhalefet koymalıdır.
Baraj yıkıldı, Diktatör durduruldu. Şimdi de barışı
sürdürmek için somut öneriler getirmelidir.
Örneğin, Erdoğan’ın yırtıp attığı bir Dolmabahçe bildirisi
vardır.
HDP, hükümeti kimin kuracağı gibi kayıkçı dövüşlerine
girmeden, doğrudan Meclis’e yönelik öneriler getirmelidir. Hükümet nihayetinde
ve özünde, meclisin görevlendirdiği bir uygulama organıdır. Böylece meclislerin
güçsüzleşmesi ve hükümetlerin güçlenmesi tarzındaki antidemokratik eğilime
karşı da bir direniş başlatılmış da olur yan ürün olarak.
Hükümet kurulsa da kurulmasa da; erken seçim olsa da olmasa
da somut öneri olarak Dolmabahçe Bildirisi temelinde on başlık altındaki
tartışmaları toplumun gündemine Meclis tarafından taşınmasını, meclisin tüm
ulusla birlikte bu maddeleri tartışmasını önerebilir.
Bu meclisin erken seçim olsa da olmasa da, bir kurucu meclis
gibi bu tartışmaları bir anayasa tartışmasıyla birleştirerek bir anayasa
yapmasını somut bir öneri olarak getirebilir ve bunu savunabilir.
Elbette bu gibi öneriler üzerine daha derinliğine
düşünülerek ve mükemmelleştirilerek kamuoyuna sunulabilir. Burada sadece bir
fikir vermeye çalıştık.
*
Doğru bir program ve strateji temeldir. Başarı her zaman Stratejik
hedeflere bağlılık ve somut taktik adımlar, girişimler ile kazanılabilir.
HDP kedi program tartışmasını 10 maddedeki Türkiye çapındaki
tartışma ile birleştirerek; toplumu bu tartışmaya çekerek; bu tartışmayı
örgütleyerek gündemi, yani demokrasiyi belirleyebilir.
Bu tartışmaların bizzat kendisi, cevaplar ne olursa olsun.
Türkler ve milliyetçiler için bir yenilgi olacaktır.
Gündemi Türk devleti ve milletinin çıkarları değil de
Demokrasi doldurduğu an gerici milliyetçilik yenilmiş; demokratik bir ulusun ve
ulusçuluğun önü açılmış demektir.
*
Bu vesileyle seçim zaferi kutlamaları üzerine bir çift söz.
Dikkat edilirse, bu zaferin kazanılmasına en çok katkıda
bulunanlar bu zaferi sessizce ve ağır başlı bir biçimde, başkalarını rencide
etmeden içinden kutlayanlardır.
Ama kimileri aşırı, abartılı, hatta başkalarını rencide
edici gösterilerle bu zaferi kutlamaya çalışıyorlar.
Elbet zorla güzellik olmaz, öyleleri de olacaktır.
Ama öyleleriyle mesafe koyanlar da.
Bunca ölenin ve acının hatırasını unutmadan kutlayanlar da.
Demir Küçükaydın
08 Haziran 2015 Pazartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder