Kitap hem son 35 yılda "Ermeni Sorunu"nun tartışılmasının nereden nereye geldiğinin bir tanıklığı; hem de yazarın ulus ve ulusçuluk konusundaki görüşlerinin bir evrimi olarak okunabilir.
Ermeni Katliamı'nın yüzüncü yıldönümünde, daha önce altı versiyonu çıkan bu kitabın, arada yazılmış yazılarla genişletilmiş 7. Baskısı olarak sunuluyor.
İlişikte e-pub dosyası olarak sunuyoruz. PDF dosyası olarak ve MOBİ olarak çok yer kapladığı için bu mailen ekinde yok. Ancak şu adresten tüm formatlarda indirilebilir:
https://yadi.sk/d/pqbiIbRagDRp3
Kitaptan bir yazı (2004):
Atom Egoyan İle Bir söyleşi ve Ararat Filmi Üzerine Bir Yazı
Radikal’de başlığı “Hrant
Dink Ararat’ı hiç beğenmemişti acaip tartışmıştık” olan yazı
hemen ilgimi çekti. Çünkü yıllar önce Almanya’da Ararat’ı izlediğimde bir yazı yazmıştım.
Hrant Dink filmi beğenmemiş.
Hrant’ın aksine filmin beğenilecek birçok yönü olduğunu düşünüyordum ama yine
de beni rahatsız eden bazı yanlar vardı.
Ama bunları yazmamış ve
yazamamıştım. Çünkü ben elimde olmadan egemen ve katleden ulustandım. Bu gibi
eleştirileri yazmak bana düşmezdi. Birden bire egemen ulustan biri olarak
imtiyazlarımı savunuyor ve onlara kılıf buluyor durumuna düşebilirdim.
Kaldı ki, filmin gösterimi bile
yasaklanmıştı. Bize düşen ancak bu yasaklamaya karşı birşeyler yazmak
olabilirdi.
Ararat’ın yönetmeni Atom Egoyan,
İstanbul Film Festivali’ne “Şeytanın
Düğümü” adlı filmiyle katılıyormuş. (Gidip görmeli).
Söyleşide Hrant ve Ararat ile
ilgili olarak Egoyan’ın söyledikleri şöyle:
“Mesela
‘Ararat’ı hiç beğenmemişti, acayip tartışmıştık. Filmin iki tarafa da meseleye
de hiç katkısı olmadığını düşünüyordu. Ama yine de bunca yıldan sonra
baktığımda bile filmin ‘neler olup bittiğini konuşalım’ gibi her iki tarafa da
alışılmadık bir önerisi olduğunu düşünüyorum. Bence bu kıymetli bir öneriydi.
Ve nihayetinde diyalog da başladı ki bu da çok iyi bir şey. Ama insanlar
‘Ararat’taki soyut yaklaşımı sevmediler.
Yine de kalıcı bir film olduğunu düşünüyorum.”
Doğrusu bu okuduklarım beni
şaşırttı. Hrant’ın eleştirisinin dayandığı varsayım şaşırttığı gibi, Egoyan’ın
da aynı noktadan filmi savunması şaşırttı.
Bence en baştaki sorunlu nokta
şu: bir film veya sanat eseri ya da bilimsel bir çalışma herhangi bir politik
duruma katkısı olup olmadığı noktasından eleştirilmemeli. Gerçeğin özünü
yansıtıp yansıtmadığı; bunu yeterince güzel ve doğru imgelerle yapıp yapamadığı
açısından eleştirilmeli. Çünkü “Gerçek devrimcidir”. Veya önermeyi tarsine
çevirir ve okursak: “Devrimciler gerçeği söylemeli ve savunmalıdır”.
Marks “bilime bilim dışı kaygılarla yaklaşan alçaktır” der. Aynısı sanat
için de geçerlidir. Birisi kavramlarla, diğeri imgelerle iş görür ama ikisi de
gerçeğin özünü aramakta her türlü diğer kaygıdan azade olmalıdırlar.
Gerçek ise sadece olgular
değildir. Olguların inkarı ve çarpıtılması bahsi işin çok yüzeyidir; kabuğudur.
Üzerinde anlaşılmış olguların nasıl açıklanacağı ve yorumlanacağı; neden ve
sonuç ilişkilerindedir gerçeğin özü.
Bu özü halkların yakınlaşması
veya uzaklaşmasına hizmet edip etmemesi açısından ele almak yanlıştır. Eser
gerçeğin özünü veriyorsa, zaten yeterince devrimcidir.
*
Ama bir diğer yanlış daha var.
Hizmet etmesi düşünülen şeyen kendisi, yani “Halkların Diyalogu”, Hizmet
edilecek şeyin kendisi de yanlış aslında.
Yazılarımı okuyan Ermeni ve diğer
Hıristiyan halkların katliamı ve sürülmesi hakkında Talat, İttihat Terakki vs.
gibi açıklamalara fazla itibar etmediğimi; bunları kolaycı açıklamalar olarak
gördüğümü; sorunu çok daha temelden ve derinden tartıştığımı hemen görebilir.
Sorunun özü uluslar ve
ulusçuluktur. Ama uluslar ve ulusçuluk nedir ve neden vardır? Bu açıklanmadığı
süre gerçeğin özüne yaklaşmak ve vermek mümkün olmayacaktır.
Bu konuda önerdiğimiz teorik
açılımlar ise sanki yokmuşcasına görmezden gelinerek sorun tartışılıyor. Ulusun
ve ulusçuluğun ne olduğunu açıklamadan Ermeni katliamı ve diğer benzeri
trajediler açıklanamaz ve tekrarlanmaları engellenemez.
Ulusun ve ulusçuların ne olduğuna
ilişkin açıklamalarımızdan çıkın ve çıkabilecek bir tek sonuç vardır: “Halkların Diyalogu”nun sadece yeni
çatışma ve katliamların yolunu açtığı ve açacağıdır.
“Halkların Diyalogu” değildir gereken (ki “halkların” “ulusların”
demektir, ulus kavramının kirlenmişliği içinde suçu devlete atarak “halk” ulusun bu kirden arındırıldiği
düşünülen biçimini ifade etmektedir); uluslara (yani önceki parantez içi
açıklamayla “halklara”) karşı
savaştır.
Türklerin ve Ermenilerin “diyalogu” değil; Türklerin ve
Ermenilerin Türklüğe ve Ermeniliğe karşı
savaşıdır çözüm.
“Diyalog”tan söz
edenler aslında bununla geçek çözüme karşı gizli bir savaş yürütmektedirler.
Yani “Halkların Diyalogu” yaklaşımı; aslında “Türklerin ve Ermenilerin Türklüğe ve Ermeniliğe Karşı Savaşı”
yaklaşımına karşı bir savaştır. Hem de bu yaklaşımla hiçbir “diyaloga” girmeden.
Çüzüm, Türklüğün ve Ermeniliğin
hiçbir anlamının olmadığı; bunların sadece kişilerin özel sorunu (Tıpkı yeşil
göz, 43 numara ayak veya sirkeyle yapılmış turşuyu daha çok sevmek gibi) hiçbir
politik anlamı olmayan özel bir sorun olması için mücadeledir.
1915 yılı gelirken esas
tartışılması gereken budur. Var olan tartışmalar “Halkların Diyalogu” yaklaşımının; yani ulusçu yaklaşımın
sürdürülmesi ve yeni 1915’tekine benzer gelişmelerin yolunun yapılmasından
başka bir anlama gelmemektedir.
Bu vesileyle Ararat üzerine yıllar önce filmi görür görmez yazdığımız yazıyı
tekrar yayınlayalım. (Yazı bu derlemede Bulunmaktadır.)
05 Nisan 2014 Cumartesi
Demir Küçükaydın
Ararat
Geçen hafta Atom Egoyan’ın Ararat
filmini görebildim. Bu film üzerine ve film vesilesiyle bir kaç şey söylemek
gerekiyor.
Atom Egoyan’ın filmi sadece film
içinde bir film değil, iç içe geçen bir çok hikayeden oluşuyor. Film, Ermeni
katliamı üzerine bir film; Ermeni katliamı üzerine bir Ermeni olarak film
yapmanın sorunları üzerine bir film; İki binli yıllarda Kanada’da yaşayan bir
Ermeni olarak bu konuda film yapmanın sorunları üzerine bir film; modern batı metropollerinde
yaşayan insanların ilişkileri ve ilişkisizliği üzerine bir film; kuşaklar
çatışması üzerine bir film; ünlü ressam Arshile Gorky’nin hayatı üzerine bir
film; Babasız büyüyen çocukların veya babalarının anısı altında ezilen
çocukların sorunları üzerine bir film; mit yaratmak üzerine bir film; mitlerin
gerçek hayatları üzerine de bir film; Dr. Ussher’in anıları üzerine bir
belgesel; ama belgesellerin ne kadar belgesel olduğu; onların ne kadar gerçeği
yansıttığı veya yansıtabileceği üzerine de bir film. Burada saymakla bitmeyecek
ve her bir hikayenin, her bir konunun diğerine ayna görevi gördüğü; bir
yabancılaşma etkisi yaratmak için de kullanıldığı, zaman ve mekan ve hikaye
geçişlerinin büyük bir ustalıkla yapıldığı sanat değeri yüksek bir film Ararat.
Ben de kısaca Ararat film
üzerine, yani bir Ermeni tarafından Ermeni katliamı üzerine yapılmış bir film
üzerine bir Türk olarak yazı yazmanın sorunları üzerine bir yazı yazmak
istiyorum.
Bu film üzerine, her türlü
politik kaygıdan azade olarak, sırf estetik kaygılarla, sırf felsefi kaygılarla
bir yazı yazmak isterdim. Filmin çok önemli gördüğüm bir zaafı üzerine bir yazı
yazmak isterdim.
Ama böyle bir yazı yazamam.
Çünkü Türkiye’de devlet ve
toplumun büyük çoğunluğu, bir Ermeni, Süryani katliamı olduğunu inkar ediyor.
Çünkü bu film Türkiye’de
oynatılamıyor. (Osmanlı’da oyun çok. Baktılar doğrudan yasaklasalar olmayacak,
önce serbest bıraktılar, sonra iyi saatte olsunlar faşist çeteler piyasaya
sürülüp, “halkın tepkisi” nedeniyle sinemaların oynatmaması sağlandı. Halbuki
demokratik bir ülkede, devletin görevi o “halkın tepkisi”ne karşı, bir tek
kişinin bile o filmi seyretme hakkını savunmak olur.)
Ne zaman Türkiye’de Ermeni-Asuri
katliamı inkar edilmez ve üzerine açıkça tartışılır; ne zaman bu film
Türkiye’de serbestçe oynar ve her hangi bir engellemeye girişenlere karşı
devlet güçleri insanların bu filmi seyretme özgürlüğünü garantiye alır, ancak o
zaman Egoyan’ın filmi üzerine her türlü politik kaygıdan azade olarak bir yazı
yazılabilir.
Yani bir Türk olarak, bu film
üzerine bir yazı yazma özgürlüğüm bulunmamaktadır. İnkar edilen bir olay
üzerine çevrilmiş yasaklanmış bir film üzerine yazı yazmak, elleri bağlı ve
savunmasız bir insana vurmaktan farklı olmaz.
*
Bu vesileyle Türkiye’nin
sosyalistlerine bir çağrı.
Politikadan ve demokratik
görevlerden kaçmak için, işçilere bilinç götürmeyi; emekçi halkın
sıkıntılarından bahsetmeyi; globalizme karşı dünyanın bilmem neresindeki
gelişmelerin ateşiyle ısınmayı falan bırakın artık. Nasıl olsa işçiler ve halk
sizi dinlemiyor. Ama başka bir şekilde işe yarayabilirsiniz. Örneğin politik
sonuçları olan kültürel ve kalıcı etkiler bırakan çalışmalara yönelebilirsiniz.
Örneğin, Atom Egoyan’ın filmi
faşistlerin gösterisiyle oynatılmıyor mu? Bu filmin gösterilmesi için,
“Ararat'ı seyretme özgürlüğümü savunmayan devleti protesto ediyorum” diye
filmin oynatılması için kampanya başlatabilirsiniz.
Emin olun böyle bir şey yapmanın,
yüz işçi grevi örgütlemek; bin işçiyi sendikalı yapmak; on işçiyi sosyalist
yapmak kadar sevabı vardır.
Bu filmin oynatılıp oynatılmaması
üzerine, toplumda bir tartışma başlatmanız, filimin oynatılması sağlanamasa
bile, başlı başına bir zafer olur.
Ya da örneğin, dedelerinizin,
babalarınızın Ermeni Süryani katliamında, nerelerde ne yaptığını ifşa eden,
alttan bir hareket başlatabilirsiniz. Herkes tek tek ailesini araştırır,
dedelerinin bu katliamlar sırasında ne yaptığını. Ailesinde bu katliamlardan
gelen bir gayrı menkul, bir servet, ahretlik türünden bir ev kölesi vs. olanlar
bunları kamu oyu önünde anlatıp, bu katliamı lanetleyebilir.
Ermeni, Süryani ve Rum
katliamları, sürgünleri ve mübadeleleri devlet ve ilk sermaye birikimini bu
kanlı olaylarla sağlamış zengin sınıflar tarafından inkar dilmektedir ama,
sıradan halk bu katliamı ve somut olayları bilmektedir. Bu halkın anlattıkları
derlenerek, devletin ve egemen sınıfların ve gerici Türk milliyetçilerinin
inkarlarına karşı, aşağıdan bir hareket başlatılabilir.
Hasılı bir çok şey yapılabilir.
Sosyalistler, böyle çabaların başını çekerlerse, tekrar altmışlı yıllardaki
gibi, demokratik mücadelenin önüne geçip, küçük güçlerine rağmen toplumun
gündemini belirlemeyi başarabilirler.
Yani sadece sevabı yok, politik
bir işlev ve anlam da kazandırır sosyalistlere.
Değmez mi böyle girişimlere.
04 Mayıs 2004 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder