Türkiye’nin batısı veya Türkler,
Kürdistandaki kadın hareketiyle son yıllarda kadın Milletvekilleri ve “eşbaşkan”larla
tanıştı.
Bir zamanlar burnundan kıl
aldırmayan Türk feministleri şimdi Kürdistan’da yükselen kadın hareketinin
kanatları altına sığınmışlar ve onun ateşiyle ısınıyorlar.
Dünya’nın “Batı”sı ise Kürdistan’daki
yükselen kadın hareketiyle Rojava ve Kobani’de, ellerinde silahlarla IŞİD
çetelerine karşı direnen “modern Amazonlar” imgesiyle karşılaştı.
Her ikisi de büyülenmiş bir biçimde
şaşkınlık içinde bu mucizeye bakıyorlar.
Türk veya Dünya’nın batılı kadınları
için onlarla birlikte bir “selfie” çektirebilmek yakında bir “Politik Turizm”
alanı bile olabilir.
Nedir bu kadınlar? Nereden çıktılar?
Bilim (Marksizm) öngörüdür. Öngörü
ise toplumsal süreçlerin gerisinde olanı; uzun vadeli etki yapanı, derinden
işleyeni görebilmektir. Devrimci politika ise bu derinden işleyen, görünmeyen
süreçlere göre doğru (ezilenlerden yana) bir pozisyon alabilmektir.
Aşağıdaki yazılar 15 yıl önce
yazılmıştı. O zamanlar, Kürt Hareketi içinde bile, Öcalan’ın her “Görüşme
Notları”nda kadınlara selam ve dayanışmalarını iletmesi kuru bir retorik olarak
görülüyordu. “PKK bir kadın hareketidir”
dediğimizde alaycı bakışlarla karşılaşıyorduk. Kimi ÖDP’li veya Dev-Yol’cu
dostlar “Göbeğini kaşıyan adamın lideri
olduğu kadın hareketi” diye bizimle alay edip dalga geçiyorlardı. “Kadınlar öne çıkmalı her organın en az
yarısı kadın olmalı” diye yazdığımızda, kimi Kürt dostlar, “ütopyacı” olduğumuzdan, “ütopyalarla politik mücadele yapılamayacağından”
söz ediyorlar; “Kürtleri ve Kürdistan’ı
tınamadığımız”ı söylüyorlardı.
*
Bugün ise, o zamanki öneriler, kör
topal gerçekleşmiş haliyle bile bir mucize gibi görülüyor. “Ya o zamanlar aşağıdaki
yazılarda önerilenler bir parça gerçekleşmiş olsaydı şimdi nerelerde olurduk?”
diye kimse sormuyor.
O zamanların “gerçekçi”leri,
gerçeğe karşı ütopik diye ciddiye almadıklarını gerçekleştirmek için çalışmış
olsalardı şimdi neler gerçek olabilirdi?
Bugün de bir üst düzeyde aynı sorun var.
Bugün de bir üst düzeyde aynı sorun var.
Sadece kazanılan başarılara bakarak
memnun olanlar ve onları konrumaya çalışanlar ancak egemenler ve kaşarlanmış
bürokratlar olabilirler.
Mümkün olana göre bugün bulunulan
noktanın yetersizliğini görmek ve dikkatleri oraya çekmek, devrimci politikasın
her zaman alfabesi olmuştur.
Çünkü gerçekliğin tam bir resmini
ancak hayallerin aynasında görebiliriz.
Aşağıda yer alan 15 yıl önce
yazılmış üç yazının bu 2015 yılının 8 Mart gününde, bir de bu açıdan okunmasını
dileriz.
Demir Küçükaydın
08 Mart 2015 Pazar
Kadınlar Öne
Canlıların evrim tarihinde
cinslerin keşfi başlı başına bir devrim oluşturmuş ve bu keşiften sonra yeni
türlerin ortaya çıkışı büyük bir hız kazanmıştır.
Dişi ve erkek ayrımı onların
çocuklarında yeni genetik özelliklerin ortaya çıkmasına bu da türlerin
çeşitlenmesine ve yaşamasına yol açmıştır.
Ve bu ayrım, giderek özellikle
çocukların belli bir bakım gerektirdiği "yüksek" canlılarda çoğu kez
bir tür iş bölümünün yolunu açmış, bu da toplumsal örgütlenmenin ilkel
biçimlerinin temel dinamiğini oluşturmuştur.
İnsanın insan oluşunda emeğin rolü
üzerinde epey durulmuştur. Ama, Kadının rolü hep es geçilmiştir.
İnsan, sadece alet kullanan bir
canlı olarak, pek ala alet kullanan bir hayvan olmaya devam edebilirdi. Alet
kullanmak insan oluşun bir nedeni olmaktan ziyade bir koşuludur. Toplumsal bir
örgütlenme olmadan, kendi başına alet, gereğinde alet kullanan bir çok canlıda
görüldüğü gibi, kimi organların bir
uzantısı olmaktan başka bir işlev göremez
Ancak Toplum'un ortaya çıkışıyla,
artık organların ve türlerin değil de, toplum biçimlerinin değişimi, yani
biyolojinin değil, sosyolojinin konusu olan var oluş biçimi ve olanağı ortaya
çıkar.
Alet, Toplum'un olduğu yerde,
organın bir uzantısı olmaktan çıkıp bir üretici
güç haline gelir ve aletlerin değişimi organların değişiminin; toplum
biçimlerinin ve toplumsal ilişkilerin değişimi türlerin değişiminin yerini alır.
Artık yepyeni bir varoluş ve hareket türü ortaya çıkmıştır: Toplumsal varoluş
ve hareket.
Cinslerin keşfi nasıl canlıların
çeşitliliğinin patlamasının yolunu açtıysa, cinsel yasaklar da, insanın
hayvanlıktan kurtuluşunun ve toplumun ortaya çıkışının yolunu açmıştır.
İnsan, doğanın çok güçsüz bir
yaratığı olarak, ancak toplu halde davrandığı takdirde, ama bu davranış basit bir aritmetik toplam gibi ortak
çıkarlar temelinde değil de, bir bütün uğruna parçayı feda etme temelinde
davranabildiği takdirde, daha ziyade eksinin eksi ile çarpımının artıyı
vermesi gibi, cebirsel toplam gibi davranabildiği takdirde varlığını
sürdürebilirdi.
Bu ise, her canlının var olabilmek
için en doğal iç güdüşü olan, kendi varlığını koruma, yaşama içgüdüsünü;
tehlikelerden kaçma içgüdüsünü, toplum denen soyut varlık uğruna yenebilmesini
gerektiriyordu.
Kişinin kendini daha üstün bir
varlık uğruna feda edebilmesidir toplumu bir sürüden; insanı hayvandan ayıran.
Bu muazzam devrimi, sürüden topluma
geçişi, ancak kadınlar yapabilirdi.
Dişiler zaten, bütün
"yüksek" canlılarda görüldüğü gibi, çocukları uğruna kendilerini feda
edebilme yeteneğine sahiptiler. Buradan, daha büyük bir birlik uğruna feda
etmeye kolayca geçilebilirdi. Bu yüksek şey ise, yine ancak kadın aracılığıyla
bilinebilen soy olabilirdi. Böylece cinsel yasaklar, hem bir yandan soyun,
ailenin, akrabalığın, yani toplumun mekanizmasını ve örgütlenmesini belirliyor;
hem de kendine egemen olmayı, belli yasakları çiğnememenin, dolayısıyla parçayı
bütüne tabi kılmanın yolunu açıyordu.
Bu nedenle, bütün "ilkel"
toplumlarda, kabilenin eşit bir üyesi olabilmek, sancılı imtihanlardan geçmekle
mümkün olur. Bütün bunlar, parçanın bütüne tabi olmasının, hayvansallığı ifade
eden içgüdülerin yenilmesinin; toplumsal kutsallaştırmanın ifadesidir.
*
Erkek hayvansal, kadın bitkiseldir.
Erkek avcıdır, kadın toplayıcı. Erkek öldürür, kadın yaşatır. Kadın çevreyi
düzenler, erkek tahrip eder. Erkek savaşcıldır, kadın barışcıl. Bu nedenle neredeyse
bütün kültürlerde evrensel olarak, kadın kıyafeti toplayıcılığa dayanan kökleriyle eteklik; erkek kıyafeti, avcılığa uygun olarak pantolondur. Ve
çoğu kez erkek isimlerinin kökeninde hayvan, kadın isimlerinin kökeninde bitki
isimleri yer alır.
Çocukları yemesin diye erkekleri
dışlayan, kökleri, bitkileri toplayan, çocukları büyüten, bin bir denemeyle
yeni otlar, kökler ulan; sepetler, kilimler, çömlekleri icat eden; hatta
muhtemelen erkeklerin avlayarak öldürdüğü hayvanları ehlileştiren, bütün
bunları diğer kadınlarla paylaşan, tecrübe değiş tokuşu yapan, bunun için dili
geliştiren, on binlerce yıl boyunca gelmiş geçmiş her biri isimsiz bir mucit ve
kaşif olan, kadınlara borçludur insanlık bütün kültürünü. İnsanı hayvanlıktan
çıkaran kadındır. Bu nedenledir ki, bütün "ilkel" toplumlarda kadın,
bir tür ana tanrıca, şaman, kutsal anadır.
*
İnsanlığın medeniyete, yani sınıflı topluma, geçmesiyle birlikte Kadın'ın
toplumsal alt konuma geçirilişinin hikayesi de başlar.
Klasik uygarlıkların geliştiği
bütün yerlerde, kadının toplumdaki yeri aşağı düşer. Hatta uygarlık ile kadının
konumu arasında kesinlikle bir ters orantı vardır.
Çin, Hint, Akdeniz gibi uygarlığın
geliştiği bütün yerlerde kadın yerin dibine yollanmıştır. Harem denen cinsel
köle zindanlarını; kadınların ayaklarını dumura uğratmayı; ölen kocalarıyla
birlikte yakmayı veya gömmeyi hep medeniyet keşfetmiştir.
Kadının bu alt konuma geçirilişi,
fiziksel baskı ve terörün yanı sıra ideolojik bir savaşla birlikte
yürütülmüştür. Adem’in Cennet’ten atılmasının suçunu Havva'ya yüklemekten,
kadın tanrıların Meduza veya masalların dev anaları gibi gösterilmelerine
kadar, tarih öncesinin masal ve efsanelerin ardına gizlenmiş tarihi, aslında, tıpkı,
Atatürk'ün Nutku; ya da Stalin'in SBKP tarihi ya da "Barbarları"
anlatan "uygarların" vekayinameleri gibi, gerçek tarihi erkeklerin
bakış açısından tahrif eden ve yeniden yazan tersinden okunması gereken
yalanlardır.
Bu fiziksel ve ideolojik savaşın
nasıl kanlı yürüdüğünü, uygarlığa en geç geçen Avrupa'nın yakın tarihindeki
cadı yakma ve kovuşturmalarından biliyoruz. O yakılan cadılar, ilkel sosyalist
toplumların, devleti bilmeyen Köy komünlerinin, şaman "kadın
ana"larının geleneklerini sürdüren son temsilcileriydiler. Onlarla
birlikte sadece kadınlar aşağılara itilmiyor, topluma, eşitlikçi ve özgürlükçü,
devlet tanımayan ilişkileri unutturuluyordu.
*
Açın bir dünya haritasını bakın.
Klasik uygarlığın ulaşamadığı yerlerde kadının toplumdaki yeri yüksektir. Eski
uygarlık beşiklerinin dağları örneğin, yollara, bezirgan ilişkilere uzaklığı ve
kolay zapt edilemezliği ile, ilkel sosyalist eşitlikçi ve özgür ruhun
sığınakları ola gelmişlerdir. Buralarda, kadınların toplumdaki yeri de ovaların
bezirgan kasabalarına ve uygarlık merkezi şehirlere göre çok daha yüksek
olmuştur.
Ve dikkat edilirse, kadının
toplumdaki bu yerinin yüksek olduğu yerler, aynı zamanda, eşitlikçi
mezheplerin; bâtıni tarikatların da, yani devlete muhalif tarikatların da
yaygın olduğu yerlerdir. Örneğin İslam aleminin bütün dağları Alevi - Batıni’dir.
Buralar daha az uygardır ve buralarda kadının toplumdaki yeri nispeten daha
yüksektir. Ege dağları veya dersim dağları: buralarda "kadın ana"lar
hala vardır, yaşayan cadılar olarak; genellikle alevidirler ve uygarlık oralara
fazlaca girememiştir.
Dünya'da da böyledir. Avrupa'nın
hiç bir zaman doğru dürüst medenileşmemiş kuzeyinde kadının yeri, kapitalizmin
bütün farkları yok edici erezyonuna rağmen, bir güney Avrupa ülkesiyle
kıyaslandığında farklıdır. Dikkat edilirse, buralarda Roma uygarlığının ruhu olan
Katolik Kilisesi fazla derine işleyen bir etki gösterememiştir ve buralar aynı
zamanda Protestanlığın güçlü olduğu yerler olmuşlardır. Modern kapitalizm de
buralarda doğup hızlı bir gelişim gösterebilmiştir.
Örneğin Avrupa’da Balkanlar, Alpler,
Pireneler gibi dağlık bölgeler her zaman Uygurlığın “Ruh ül Habis”i papalığa
karşı özgür komünlerin dolayısıyla o eşitlikçi ve dayanışmacı ilişkileri
yaşatan Bogomillerin, Albinlerin, Katarların yaşadığı; Kilisenin yok etmek için
Engisizyonu ile Haçlı Seferleri’ni yürüttüğü yerler olagelmişlerdir.
Demek ki, insanlığın antika
uygarlıkların çemberinden çıkıp kapitalizme geçişi ile kadının toplumdaki
konumunun yüksekliği de ilişkilidir. Modern kapitalist uygarlığa geçişte
kadının bu ana maya rolü yeterince incelenmiş değildir.
Modern tarihte, bütün büyük
ayaklanmaları kadınlar başlatmış ve onlar kadınlara nispeten daha geniş
özgürlükler getirmiştir; bütün restorasyonlar ve karşı devrimler de kadının bu
kısmi kazanımlarını geri almıştır. Fransız Devrimi'nden, Ekim Devrimi'ne ve
Cezayir Kurtuluş Savaşı'ndan İran Devrimi'ne kadar bütün devrim ve karşı
devrimler tarihi bunu kanıtlar.
*
Kürt Ulusal Kurtuluş hareketinde de
bu yasa geçerliliğini sürdürür. Ulusal hareketin yükselişi, Kadının eski feodal
baskılardan kurtulabilmesi için ona muazzam bir olanak sunmuştur.
Kürt ulusal hareketi aslında büyük
ölçüde, kadınların başını çektiği bir modernleşme hareketidir de.
Ve bu dinamizmle, Avrupa'da ve
Türkiye'de Feminist hareketin yatağına çekildiği koşullarda, anca benzeri İsveç
gibi toplumlarda görülebilen kadın partisinin kuruluşuna kadar giden bir
dinamizm göstermiştir.
Kürt Ulusal Hareketi, bugün büyük
dönüşümler geçirmektedir. Bu dönüşümlerin yol açtığı problemler kadar, her
mücadele biçiminin kendi tehlikeleri vardır.
Örneğin silahlı mücadele, başına
buyruk çeteciliği; güce tapmayı; savaşı ve silahı kutsallaştırmayı; terörizme
yönelik eğilimleri de besler. Bu nedenle, sürekli olarak bu eğilimlere karşı bir
mücadele gerekir.
Ama legal ve açık mücadele
biçimlerinin de kendi tehlikeleri vardır. Bunlar da, reformizmi; zengin
sınıfların ağırlığını; parlamentarist eğilimleri; bölgeciliği vs. güçlendirir.
Zenginler ve kaşarlanmış orta
yaşlılar kolay kolay dağlara çıkmazlar, dolayısıyla dağlarda onların etkileri
sınırlı olur. Ama şehirler onların mekânıdır. Legal yollar sadece mücadeleye
değil, bu tür eğilimlere de yeni olanaklar sunar. Bu eğilimlere karşı, örneğin gerillada olduğu türden teknik tedbirlerle
karşı durulamaz. Bu tür eğilimlere ancak, belli toplumsal güçler bir set
çekebilir.
Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi,
kendi içinde Kürdistan'daki bütün
sınıfların eğilimlerini de taşımaktadır, ulusal baskıya karşı mücadelenin içinde daima bu farklı sınıfların eğilimlerinin
de bir mücadelesi var olmuştur ve olacaktır.
Bu mücadele genellikle, farklı
konulara vurgular biçiminde süregelmektedir.
Bugün bütün bu eğilimlerin büyük
bölümü HADEP içi ve çevresinde toplanmış bulunuyor. HADEP içindeki mücadeleler,
aslında Kürt Ulusal Hareketi içindeki farklı sınıfsal eğilimlerin
mücadeleleridir.
Ulusal hareketin çekirdeğini
oluşturan yoksullar, şehirlerin ve legal mücadelenin yollarını daha iyi bilen
orta sınıflara karşı; onların bundan yararlanarak politikayı belirleme çabalarına
karşı, gerillanın prestijiyle ve kimi zaman da dayatmalarla bir ölçüde bu
sınıflardan gelen tehlikeleri engelleyebildi ve bu sınıfların plebiyen ağırlık
karşısındaki memnuniyetsizliklerini bastırabildi.
Ancak bundan sonra mücadele
biçimleri ve ekseni tamamen değiştiğinden, eski yöntemlerle aynı sistemi
sürdürmek hem olanaksızdır hem de sürdürme çabası bölünmelere yol açar.
Bu çıkmazdan çıkışın, yeni şehirde,
legal, belediyelerde ve parlamenter, mücadele biçimlerinin ağırlık
kazanmasının; mücadele biçimi ve alanının yer değiştirmesinin ezilen sınıflar
açısından, tehlikelerini en aza indirebilecek tek toplumsal güç yine kadınlardır.
Kürt Ulusal Hareketini sırtında
taşıyan ve hala bir yükseliş yaşayıp kadınların yeni katmanlarının katılışıyla
canlılığını sürdüren kadınlar, mücadelenin önüne geçmelidir.
Bu sadece yeni mücadele
biçimlerinin yeni tehlikelerine karşı bir sigorta oluşturmaz; aynı zamanda bu
tehlikelere karşı bir tedbir olarak düşünülen kimi dayatmaların yol açtığı
memnuniyetsizlikleri ve girişim yeteneğinin azalmasını da engeller. Yaratıcı
girişimlerin yolunu açar.
Ve nihayet, o hep “geri”liğiniden söz
edilmiş Kürdistan'da kadınların böyle bir öne çıkışı, Türk kadınlarının ve geniş yığınlarının her şeyi
bir başka ışık altında görmelerine yol açabilir.
Bu da Kürt hareketini bu gün
bulunduğu tecritten çıkarıp, Batı'da yeni kıpırdanışların yolunu açabilir.
Ve en nihayet, ilerde bir
restorasyonda, kadınlara karşı onları tekrar eski rollerine itecek girişimler
başladığında; bu girişimlere karşı şimdiden daha elverişli bir pozisyonda
bulunmak ve daha geniş mevzileri elde tutmak çok önemlidir.
*
Bunun ilk şartı, kadınların öne
geçmesidir. Kadınların öne geçmesi somut olarak, HADEP'te bütün organlara en
azından yarı yarıya ve daha iyisi ise tamamen kadınların getirilmesiyle
olabilir.
Türkiye'yi de, Kürdistan'ı da bu
çıkmazdan ancak kadınlar çıkarabilir.
Kadınlar öne!..
Ve kuru bir slogan olarak değil
somut olarak: Kürt Ulusal Hareketinde
Bütün Organlarda İlk Elde Kadınlar Çoğunluğa.
Bu, Türk devletinin bütün
manevralarını boş çıkarabilecek stratejik bir hamle olur. Türkiye'yi de,
Dünyayı da sarsar. Yeni yedek güçleri harekete geçirir. Karşı tarafın tecridini
güçlendirir.
Ve yeni mücadele biçiminin
tehlikelerine karşı bir pan zehir oluşturur.
Politikayı küçük hesaplar ve
pazarlıklar olarak görenler için hayalci görünen bu öneri; Politikayı özünde
büyük bir taktik esneklik, diplomatik ustalık ile birleştirilmiş stratejik
manevralar olarak gören bir anlayış için son derece gerçekçidir.
09 Mart 2000 Perşembe
HADEP: “Kadınlar Partisi” mi “Erkekler
Partisi”mi?
HADEP her şeyden önce, Kürt
uyanışının bir ifadesidir. Bu uyanış da her şeyden önce bir MODERNLEŞME
hareketidir. Kapitalizm öncesi dünyanın yüzyıllardan beri yerleşmiş
ilişkilerinin içine sığmayan yeni insanların bu ilişkileri parçalaması
hareketidir. Bu anlamda KÜLTÜREL bir dönüşüm ve devrim hareketidir. Bu
nedenledir ki, bu uyanışın öz gücünü gençler ve kadınlar oluşturmaktadır. Bu
nedenle bölünme her şeyden önce, eskiye ait olanla yeni olanın bölünmesidir.
Ne var ki eski olan, sadece yok
olan sadece ilişkiler değil, aynı zamanda var olan bir siyasi sistemle de
çakışmaktadır. Her şeyden önce, egemen devlet ve parlamenter sistem, aşiret
reislerine, şeyhlere ve ağalara dayanmıştır. Dolayısıyla eskiye ait olan ile
var olan siyasal sistemin kaderi birbirine bağlanmıştır. Ceza suçun
cinsindendir. Bu nedenle kültürel modernleşme hareketi bir SİYASİ hareket
halini alır.
Eski egemen kültür ve siyasetin
anti demokratik, baskıcı ve keyfi niteliği nedeniyle de bu modernleşme DEMOKRATİK
bir karakter kazanır.
Kürtler arasında, HADEP ve diğer
partiler arasındaki bölünme, eski ile yeni arasındaki bölünmenin siyasi dışa
vurumudur. “Kürt Partisi” görünümünde ortaya çıkan, aslında Kürtler arasındaki,
modernliğin ve modernleşmenin partisidir. Kürtlük bilinci modernleşmenin
ifadesi olduğundan, modernleşmenin partisi bir “Kürt Partisi” olarak
görünmektedir. Kürtler içinde eski olan Türk devletiyle kader ortaklığı içinde
olduğundan, dolayısıyla Türk devletiyle de bir bölünme biçiminde görünür.
Kürt burjuvazisi ve orta
sınıflarının cılızlığı ve korkaklığı nedeniyle bu uyanış ve modernleşme
hareketi öncelikle, yoksul, plebiyen tabakaların başını çektiği ve çekirdeğini
oluşturduğu bir harekettir. Bu nedenle de RADİKAL bir karaktere sahip olmuştur.
Hareket yükselişe geçip, rakipsiz
bir güce ulaştıktan sonra, modernleşmeci ama radikal ve demokrat olmayan
tabakalar, yani Kürt burjuvazisi ve orta sınıflarına, bu hareketin peşine takılmak
veya içine girerek etkilerini sağlamaktan başka yol kalmamıştır.
O halde, Kürt uyanışında iki büyük
temel parti vardır: Liberal Demokrat Kürt burjuvazisi ve orta sınıfları,
aydınları; Radikal Demokrat Kürt yoksulları, gençleri, kadınları.
Hareketin önderliği başından beri
plebiyen, radikal ve demokrat kanadın elinde olmuştur ama bu iki parti
arasındaki mücadele bin bir biçim altında sürmektedir.
Mücadelenin biçimleri ile,
dayanılan ve temsil edilen güçler arasında dolaylı da olsa bir ilişki vardır. Bir
gerilla bölüğünde insan toprak ağalarına, iş adamlarına, müteahhitlere,
aydınlara, kasaba avukatlarına vs. pek rastlayamaz. Orada bol miktarda,
kaybedeceği hayatından başka bir şeyi olmayan, yoksul genç kız ve erkeğe, belki
bir kaç idealist aydına rastlayabilirsiniz. Ama bir belediyede örneğin
toplumsal yapı kökten değişiktir, iş adamları, müteahhitler, aydınların oranı
çok yüksektir.
HADEP Kürt modernleşmesinin ve
uyanışının lagal partisi olarak, liberal ve radikal bu iki gücü de içinde
barındırmaktadır. Bu iki güç eskiye ve egemen sisteme karşı birlikte mücadele
içindedir ama kendi aralarında da bir mücadele sürmektedir. HADEP’te bin bir
biçimde ortaya çıkan çatışmaların özünü bu iki toplumsal grup arasındaki
çelişkiler belirlemektedir.
Bu çatışmada, Kürt uyanışının
öcüsü, çekirdeği olan radikal pleplerin prestiji, sayısal gücü, eşine az
rastlanan bir adanmışlığı ve birlikteliği var. Buna karşılık liberallerin
ekonomik ve kültürel gücü, ilişkileri. Bu iki güç de, Kürtler üzerinde inkar ve
baskı sürdükçe birbirini çiğneyemez; iki gücün de birbirine ihtiyacı var. Ama
sorun politikaya hangisinin damgasını
vuracağında toplanıyor.
Plepler çoğunluk ve güç ellerinde
olmasına rağmen, doğrudan kendilerini ifade edemiyorlar ve bu nedenle
damgalarını vurdukları politikayı liberallere uygulatmak zorunda kalıyorlar.
Onlar ise kendi eğilimlerine ters düşen bu politikaları uygulamakta
zorlanıyorlar veya fiili uygulamada içini boşaltıp kendi tasarılarına uygun
hale getirmeye çalışıyorlar. Asil olan plepler vekil olarak orta sınıfları
seçiyorlar, ama seçilenler asil olanın direktiflerini değil kendi eğilimlerini
uygulamaya yansıtıyor veya uygulamayıp ayak sürüyor. HADEP’teki sıkıntıların
özü budur.
Plepler şimdiye kadar, prestijle,
sayıyla ve bunlara dayanan dayatmalarla, bir ölçüde hareketin kontrolden
çıkmasını engelleyebildi. Ancak, bu eski yöntemlerle mücadeleyi sürdürmek ve
geliştirmek giderek zorlaşmakta ve bu yöntemler giderek etkinin azalmasına yol
açmaktadır.
Hareketin önderliğini orta
sınıflara kaptırmamak, şimdiye kadar olduğu gibi yoksul, belki şehirli ama hala
ruh durumu ve kültürüyle köylü karakterinin ağır bastığı toplumsal tabakalarla
mümkün değildir. Kelimenin gerçek anlamıyla, yani kültürü ve yaşamıyla modern
şehirli, yoksul tabakalara dayanarak, modern orta tabakalar, işverenler,
aydınlar karşısında bir denge oluşturulabilir. Bu da temelde iki güçtür: modern ücretliler (yani işçiler) ve bu
mücadelenin en tavizsiz savunucusu kadınlar.
Modern ücretlilerin kazanılması bir
zaman, strateji ve program sorunudur.
Ama kadınlar şu an hazır
bulunuyorlar. Kadınlar, “Kadın Kolları”nın gettosundan çıkıp, HADEP’in
başkanlığı dahil bütün etkili pozisyonları ve yönetim organlarında çoğunluğu
ele almalıdır. “Erkek Kolları”na ihtiyaç duyan bir HADEP, MHP’de ifadesini
bulan, yukarıdan düzenleme partisi karşısında aşağıdan demokrasi partisi
olabilir. Türkiye’nin tüm ezilenlerine güçlü ve sarsıcı bir mesaj verebilir.
Tecrübe ve bilgi yok diye çekinmek
gereksiz. Kimse anasının karnından politikacı çıkmaz. Suya girmeden yüzme
öğrenilmez.
Kaldı ki, Kürt kadını politikada
yeterince piştiğini bir çok kereler kanıtladı; en yaratıcı taktik ve pratik
esneklikle hedefe kilitlenmeyi bir arada götürdüğünü gösterdi.
Bu gün yüzünde dövmeleriyle,
rengarenk elbiseleriyle, mitinglerde zılgıt çeken en sıradan Kürt kadını bile
şu piyasayı kaplayanlardan bir kere daha iyi ve doğru politika yapabilir.
Sorunu bu gün, “Kürt Partisi” mi,
“Türkiye Partisi”mi diye sormak yanlıştır, sorun orta sınıfın mı, yoksulların
mı öncülüğü ve damgasıdır.
Ve bu da somutta, Erkekler Partisi
mi Kadınlar Partisi mi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
07 Kasım 2000 Salı
Esnaf Gösterileri ve Kadınlar
Henüz kadınlar yok!
Gösterilerin en tipik özelliği
hemen hemen hiç kadın görülmemesi. Tümüyle erkeklerden oluşan topluluklar
protesto gösterilerini yapıyorlar. Neden böyle ve bunun anlamı ne?
Bütün büyük toplumsal değişimler ve
uyanışların mayası kadındır. Kadın sokağa çıktı mı, toplum büyük değişimlerin,
alt üstlüklerin arifesinde demektir. Hatta diyebiliriz ki, bütün devrimleri
kadınlar başlatır ve götürür.
Büyük Fransız Devrimi'nde öyledir.
Paris'in satıcı kadınları adeta devrim motorudurlar. Rus devriminde öyledir.
Kadınlar başlatır. İran Devrimi'nde kadınların siyah çarşafı bu günkünden
bambaşka bir anlama sahipti, Şah'ın diktatörlüğüne karşı bir isyan bayrağı
fonksiyonu görüyordu ve o siyah çarşaflı kadınlar sokağa çıkınca devrim
başlamıştı.
Sadece büyük devrimlerde değil,
büyük toplumsal alt üs oluşlarda da kadınların öne çıkışı tipiktir. Altmışlı ve
Yetmişli yılların Türkiye'sinde, Türkiye tarihinde gördüğü en büyük
politikleşme ve radikalleşme dalgalarını yaşarken kadınlar daima bütün
toplumsal gösterilerde büyük bir yer tutuyordu.
Bu gün Kürdistan'da aynı durum var.
Osmanlı'nın yüzyıllarca Kürdistan dediği, ama artık "doğu" ya da
"güneydoğu" denen topraklardaki insanların, Kürtlerin bütün
gösterilerinde kadınların büyük bir ağırlığı vardır.
Geçenlerde Newroz gösterilerinde
iki milyon kişi, esas olarak Kürtler, demokrasi özlemlerini haykırırken de
kadınlar o klişeleşmiş Kürt imgesiyle açık bir çelişki içinde öndeydiler.
Naci Kutlay'dı yanlış
hatırlamıyorsam, Batman'daki 100.000'den fazla kişinin katıldığı gösterinin
çoğunluğunu kadınların oluşturduğuna dikkati çekmişti. Batman aynı zamanda
Kadın intiharlarının da en yüksek olduğu yerdir.
Aslında kadınların Kürt hareketi
içindeki yeri, onların mitinglerde kapladığı orandan da fazladır. Onlar adeta
Kürt hareketinin omurgasıdır. Pek önde görünmedikleri durumlarda bile
kocalarını, oğullarını ve kızlarını bu işe itekleyen, onları sürekli denetleyen
kadınlardır. Kürt uyanış hareketini yakından bilenlerin anlattığı birçok olay
bunu doğrular niteliktedir. Aslında PKK bir anlamda kadın hareketidir de. Eğer
kadınların desteği olmasaydı, bütün zorluklara rağmen ayakta kalamaz,
olgunlaşamaz ve esnekleşemezdi.
*
Çelişki çok açık. Daha bir kaç
hafta önce, Kürdistan'da yapılan gösterilerde, iki milyon göstericinin yaklaşık
yarıya yakını kadındı ve sadece sayılarıyla değil, renkleriyle, heyecanlarıyla,
talepleriyle gösterilere damgasını vuranlar kadınlardı.
Bir haftadır, Türkiye'nin batısında
da insanlar uzun yıllardan beri ilk kez sokağa çıkmaya başladılar. Aradaki
yıllarda da çıkıyorlardı elbette. "Şehit Cenazesi" denen MİT – MHP -
Özel Savaş Dairesi'nin hazırladığı gösteriler için. Haksızlığa karşı, egemen ve
üst olana karşı değil, onu savunmak için. Ama uzun yıllardır ilk kez muhalif
olarak çıkıyorlar sokağa.
Ve bu ilk çıkışın en belirleyici
yanı kadın yokluğu. Bütün gösteriler bir erkek kitlesinin gösterisinden ibaret.
Bu toplumun henüz hala nasıl korkuyu içinden atamadığının göstergesidir.
İşçilerin ve kadınların olmaması, sadece esnaf ve erkeklerin gösteri yapması,
Türk toplumunun, özellikle son on yılda, nasıl derin bir çürüme yaşadığının ve
nasıl sindiğinin en tipik göstergesi.
Hep böyledir. Toplum uzun bir baskı
ve yılgınlık içinde yaşadığında, sanılanın aksine en alttakiler değil,
alttakilerin en üsttekileri önce harekete geçerler. Onlar daha güvenlidirler
çünkü kendilerine karşı şiddet uygulanmayacağına. En alttakilerin aslında
kaybedecek bir şeyi de kalmadığından durumlarında fazla bir değişme olmaz ani
krizlerde; ama küçük dükkancıların kaybettikleri epey fazladır, artık onlar da
kaybedenler arasındadır. Ve var olanın kaybedilmesi hep böyle isyanlara yol
açar.
İşçiler arasında da böyleydi.
Yıllarca İsmet Demir ile birçok işçi örgütlenmelerinde bulunmuştum. Önce
örgütlenmenin başını hep, formenler, ustalar, kalifiye ve şehirli işçiler
çekerlerdi. Sıradan işçiler, o ezik insanlar ise, hep uzaktan parlayan gözlerle
baksalar da, kafalarını çevirirler, uzak dururlar, beklerler ve kontrol
ederlerdi. Ancak örgütlenme ve hareket belli bir noktaya geldikten sonra, tam
da o formenlerin, ustaların zorluklar karşısında yan çizdiği noktada bu sefer
bayrağı o güne kadar örgütlenme ve mücadeleye en uzak durmuş kesimler kaparlar
sonuna kadar da götürürlerdi.
Olanlar biraz böyle şimdi. İşçi
sokağa çıksa, bir anda karşısında en ağır şiddeti bulacaktır. Zaten dağınık,
yorgun ve yılgındır. Onlar şimdi uzaktan izliyorlar. Belki bu bir parmak baldan
sonra esnaf taifesi çekilecektir kendi dükkanının içine. (Gerçi sokağın tadını
aldıktan sonra, hele böyle kolayca taviz koparıldığını görünce tersi de
olabilir.) Ama ikinci dalgada yavaş yavaş, şehirlerin orta sınıfları, memurlar,
kalifiye işçiler vs. muhtemelen ortaya çıkacaktır. Onların ortaya çıkışıyla birlikte
sertliğin derecesi de artacaktır. Ama esas işsizler ve sıradan işçilere sıra
gelirse o zaman görün. O zaman Kadınların ve Kürtlerin damgası ve ağırlığı çok
açık görülecektir.
Türkiye işçi sınıfının büyük bir
bölümü Kürtlerden oluşuyor artık. Aslında Kürtler üzerindeki ulusal baskının
sınıfsal bir yanı da var ve birçok durumda bunun da bir örtüsü. Özellikle
Batı'nın turizm bölgelerinde ve şehirlerinde böyle bu. Devrimci dalganın bir
yükselişi olduğu takdirde, bunun zirvesinde kadınların ve Kürtlerin damgası
bulunacaktır.
Kürt Hareketinin yeni stratejisinin
doğruluğu bu son gelişmelerle daha da netleşiyor. Demokratik Cumhuriyet
parolası aynı zamanda Batı'nın yoksullarının, hatta bir ölçüde burjuvazinin
bile parolası olabilir. Ve devrimci bir kabarış üzerinde onu cesaretlendirici
bir etki yapacağı gibi, o kabarışı bir ulusal çatışmayla bastırma teşebbüsüne
karşı da en büyük engel oluşturuyor.
*
Susurluk’taki provakasyon,
önümüzdeki dönemde yükselen halk muhalefetini bölmek için ne yapılacağını çok
açık gösteriyor: Memnuniyetsizliği Kürtlere karşı pogromlara dönüştürmek.
Ben şahsen Susurluk olayının hiç de
öyle kendiliğinden geliştiğini düşünmüyorum. Susurluk, o sakin görünüşünün
aksine MİT'in en iyi örgütlü olduğu yerlerden biridir.
Gerçi son otuz yılın onunu
cezaevinde yirmiye yakınını da sürgünde yaşadım, doğrudan gözlemim yok ama,
temelde fazla bir değişim olduğunu sanmıyorum. Hem de o bölgeden bir insan
olduğum için biliyorum.
İktisadi Devlet Teşekkülleri,
Türkiye'de özel savaş dairesi ve kasaba mütegallibesinin egemenliğini
sağlamanın en tipik araçlarındandırlar. Genellikle Sivil Savunma örgütleri, ki
bunların başında genellikle hep emekli subaylar vardır, özel savaş dairesinin,
yani gizli ve illegal ordunun legal görünümüdürler. Keza KİT'lerin personel
alımı gibi mevkilerinde de hep bu tipler vardır ve birbirleriyle bağlıdırlar.
Tabii bunlar da gerek Ankara üzerinden; gerek mahalli olarak bezirgan
partilerin yöneticileriyle iç içedirler. Bir işyerine birisi mi alınacak? Bir
partiden bir tavsiye gerekir. Parti ise bezirgan mütekallibenin yuvasıdır.
Susurluk'ta da Şeker Fabrikası var.
"Kasabanın Sırrı" bu fabrikadan hareketle anlaşılabilir. O hareketi
yönlendiren MHP'li başkan ve Doktor, büyük bir ihtimalle aynı zamanda Özel
Savaş Dairesi çerçevesinde de örgütlüdürler. Bir emirle, ya da sınıfsal içgüdüleriyle
ya da gördükleri eğitim nedeniyle bu pogrom girişiminde bulunup, mesajı vermiş
bulunuyorlar.
İşte bu mesaja karşı, Kürt
Hareketinin "Demokratik Cumhuriyet" parolası; Marks, Engels,
Lenin'ler döneminin, sonraları unutulmuş ve içeriği boşaltılmış parolası, kitle
hareketinin bölünmesini engelleyecek en büyük güvencelerden biri.
Keza Kürt halkı da politikayı
öğrenmiş bulunuyor. Kimileri "Kürtler Nerede?" diye çığlık atıyor.
Onların içgüdüsünü, sezgilerini ve tecrübelerini küçümsüyorlar. Ezilenlerin
sanılandan çok daha güçlü sezgilere dayanan doğru davranışları vardır.
Türkiye'nin "doğusu"
yıllardır Batı'yı bekledi. Eskiden de Batı Doğu'yu beklerdi. Seksenli yıllara
kadar, ilericilik ve kitle radikalleşmesi Batı'nın tekelindeydi. Doğu, yani
Kürdistan, Ağaların kontrolünde bezirgan partilerin oy deposuydu. Bu nedenle 12
Eylül, solda duran batının ve işçilerin şehirli oylarını dengelemek için, Kürt
illerine nüfus içindeki oranlarından çok daha fazla temsilcilik verme yolunu
seçmişti Meclis'te. Seksenli yıllarda ise durum tersine döndü. Bu sefer roller
değişmişti. Ve son seçimde bu apaçık ortaya çıktı. Kürdistan adeta bir blok
olarak sola oy verdi. Bu sefer Türkiye'nin Batısı en gerici partileri
destekledi.
Son Newroz gösterileri Kürtlerin
Demokratik taleplerine bağlı olarak beklediklerini gösteriyor. Ve şimdi Türkiye
tarihinde ilk kez, zamandaş olarak Batı da, eğer hareketler sürerse, kitle
hareketlerinin hızlı eğitimiyle, demokratik bir cumhuriyetin bayrağını
savunabilir. O eski klasik tahterevalli biter. Batı ve Doğu aynı anda ortak bir
Demokratik Cumhuriyet için bastırırsa, bu memlekette adeta feodalizmi ve
padişahlığı, keyfiliği temsil eden "Devletçiliğimiz"in egemenliğine
son verilebilir.
Padişahlığın son numarası, tıpkı
Sovyetler'deki Nomenaklatora gibi, "Anti-Emperyalizm" adı altında
imtiyazlarını savunmayı denemek olacaktır. Bunun için gerekli desteği de, Doğu
Perincek'ten SİP'e kadar geniş bir
"anti-kapitalist", "anti-emperyalist" söylem yürüten
solcularda bulacaktır. Miloseviç de aynı şekilde götürmüyor muydu?
Aslında Sırplar ve Türkler kadar
birbirine benzeyen iki ulus az bulunur. İkisi de birer dağılmış ve dağılan çok
uluslu devletin eski egemeni. Bütün argümanlar ve yaklaşımlar aynıdır. Birinde
Kemalizm ve anti-emperyalizm söylemi, diğerinde sosyalizm söylemi ve ikisinde
de aynı düşmanlarla çevrili olmak fobisi.
*
Bu hafta emek platformunun mitingi
var. Genel Kurmay, sosyalistler aracılığıyla bu mitingi, anti İMF ve
anti-emperyalist sloganlar aracılığıyla demokratik yöndeki değişim özlemlerini
ikinci plana atmayı deneyecek ve Ordu'nun Devlet Partisi'nin egemenliğini
örtmeye çalışacak; hedefsizleştirecektir. Emek Platformu'nun alternatif program
önerisi tam da bunu işaret ediyor.
Bunun üzerine yazmalı. Krizin
sorumlusu IMF falan değildir. Krizin sorumlusu, yıllardır her türlü
demokratikleşme özlemini şiddetle bastıran, Kürtlere karşı savaşı başlatıp tüm
toplumun kaynaklarını ona aktaran Genel Kurmay'dır. Özel Savaş Dairesi'dir.
Bunların egemenliğine son verilmeden; bunların elinden güç alınmadan, bu
mekanizma parçalanmadan hiç bir demokratikleşme gerçekleştirilemez. Kriz son
bulamaz.
O halde, Emek Platformu'nun bir tek
sloganı olması gerekiyor: Demokratik Cumhuriyet!..
Bunun içeriğinin ne olması
gerektiğine kısaca "Alternatif program" yazımızda değinmiştik. Ama
şöyle de özetlenebilir: İktidarın gerçekten halkın özgürce seçilmiş
temsilcilerinin elinde bulunması. Tek çıkış buradadır. Bunun en iyi hangi somut
biçimlerde olacağı tartışılabilir. Ama aklın yolu ve tarihsel deneyler ve
örnekler de birdir.
Bu program karşısında "İMF
defol" gibi sloganların hepsi gerçek hedefin gözlerden kaçmasına yol açar
ve gerçek iktidarın kimin elinde bulunduğu sorusunu gizler.
Bunun için, yani demokratik
Cumhuriyet için de "Geçişsel
Talepler" gerekiyor. "Geçişsel
Talep" ne demek? "Demokratik
Cumhuriyet" ne demek? Uluslarlarası toplumsal mücadeleler tarihinin bu
deneylerini de imkan buldukça ya bağımsız bir yazı olarak ya da bu "Günlük
Notlar" içinde ele almayı deneyelim.
(Günlük Notlar-02)
11.04.2001 12:41
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder