Dünyadaki gelişmeleri anlamak, olaylar mahşerinde yolunuzu
yitirmek istemiyorsanız her şeyden önce uluslara
karşı (Dikkat edilsin “milliyetçilere
karşı” demiyoruz, uluslara yani milletlere
karşı diyoruz. Ve de Enternasyonalist de demiyoruz. Çünkü Enternasyonalizm
de bir Milliyetçiliktir.) bir programınız ve duruşunuz olması gerekir.
Böyle bir program ve duruş olmadan ne bugünkü Dünya krizini
ne de örneğin son Avrupa krizini anlayamazsınız ve somut bir programınız
olamaz. Şu veya bu politikanın peşinde oradan oraya savrulur bel kemiğinizi
kırarsınız veya bel kemiğinden yoksun bir politika yaparsınız.
Aynı ilişki Türkiye için de şöyle formüle edilebilir.
Türkiye’deki gelişmeleri anlamak; olaylar mahşerinde yolunuzu yitirmek
istemiyorsanız, her şeyden önce Gerici ulusçuluğa ve ulusa karşı demokratik
ulusçu ve demokratik ulusu savunan bir duruşunuz ve programınız olması gerekir.
Peki, nedir demokratik ulus ve gerici ulus arasındaki fark.
Demokratik ulus (Dolayısıyla demokratik ulusçuluk) ulusu her hangi bir dil,
din, etni, soy, sop, ırk, kültür vs. ile tanımlamayı reddeder ve ulusu böyle
tanımlamaya karşı tanımlar. Gerici ulus (Dolayısıyla gerici ulusçuluk) ulusu
Kürtlükle, Türklükle, Araplıkla, Müslümanlıkla, Hıristiyanlıkla vs. tanımlayan
ulustur ve ulusçuluktur.
Gerici ulusçuluk “ulusların
kendi kaderini tayın hakkı”nı savunur. Demokratik ulusçuluk, ulusu bir
dille, dinle, soyla sopla, tanıma hakkını savunmaz ve böyle tanımlamaya karşı mücadele
eder. Ama demokratik ulusçuluğa dayandığı takdirde bir köyün bile ayrılma
hakkını, yani gerçek “Demokratik özerkliği” savunur.
Gerici ulusçuluğa göre, başka ulusları ezen bir ulus özgür
olamaz. Demokratik ulusçuluğa göre ise, ulusu dille, dinle, soyla, ırkla,
kültürle tanımlayan ulusları ve ulusçulukları ezen bir ulus özgür olabilir.
Gerici ulusçuluk “Kürt
Sorunu”ndan söz eder; Demokratik Ulusçuluk Türk Sorunu’ndan.
Gerici Ulusçuluk, ulusun Türklükle tanımlanmış olmasında bir
sorun görmez; Kürtlüğün tanınmamasında görür. Demokratik ulusçuluk, sorunu
ulusun Türklükle tanımlanmasında görür.
Böyle Demokratik Ulusçuluğa dayanan bir duruş ve programı
olmayan, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, olaylar mahşerinde egemen
sınıfların yedeğine düşmekten; bir oraya bir buraya savrulmaktan ve sonunda bel
kemiksiz bir politikanın savunucusu olmaktan kurtulmaz.
Bunu son günlerin iki somut gelişmesinde görelim. Biri
Kılıçdaroğlu ve Erdoğan Buluşması. Diğeri yine buna bağlı sayılabilecek Leyla
Zana’nın Hürriyet tarafından öne
çıkarılmış Tayip Erdoğan’a ilişkin sözleri ve çıkışı.
*
Önce birincisiyle ilgili kısa bir anekdot. Geçen hafta
Frankfurt’ta Sınıf Teorisi dergisinin
tertiplediği Marksizmin Güncelliği
konulu Sempozyuma tartışmacı olarak gitmiştik.
“Aslında
Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesi AKP’ye güç vermiş ve CHP onun yedeğine düşmüş
durumdadır. Bu da beklenilmeyecek bir durum değildir. Bunların ikisi de, “Kürt
Sorunu”nun “Bireysel haklar” ile çözüleceğini düşünmektedirler. Bu demokratikleşme
getirmez. Ulusun Türklükle tanımlanmasını, bu gerici ulusçuluğu ortadan
kaldırmaz.
Ayrıca burada bu
bireysel haklar, şimdi somut politik mücadele içinde, Kürt Özgürlük Hareketinin
radikal ve demokrat kanadını, Yani Öcalan’ın temsil ettiği çizgiyi tecride ve
tasfiyeye yöneliktir. Bir yandan bireysel haklar çerçevesinde kabul
edilebilecek bir takım düzenlemeler, diğer yandan radikal demokratik Kürt
hareketine karşı askeri, hukuki, politik ve diplomatik operasyonlar. Böylece ot
ve sopa ile Kürt kitleleri Özgürlük hareketinden uzaklaştırılmak istenmektedir.
İşin kötüsü, şu ana
kadar bu politika ve stratejiye karşı bir kaşı strateji ve politika da
geliştirilebilmiş değildir. Bereket ki, Hükümet Roboski olayıyla ve de kısmen
de MİT-Emniyet çekişmesiyle (Kürt sorununa devletin Stratejik ve politik bir
paradigmadan bakışı ile hukuki ve polisiye paradigmadan bakış farkı ve
çekişmesi olarak da tanımlanabilir bu gerilim.) peş peşe kendi açısından aptalca
işler yapmıştır da hareketi içinde bulunduğu acıklı durumdan biraz
kurtarmıştır. (Eğer bu yanlışlar olmasaydı, durum şimdi olduğundan çok daha
kötü olurdu. Ama bu bir yandan da kötü olmuştur ve bu programsızlık ve
stratejisizliğin yol açtığı zaafların görülmesini engellemiştir. İlerde
görüldüğünde ise çok geç olabilir.)
Öcalan’ın çizgisinin
gerilemesi, güçten düşmesi ve tecrit olması demek, bu tavizleri vermeye yol
açan gücün yok olması demektir ki bu otomatikman o tavizlerin de verilmemesine
ve sürüncemede bırakılmasına yol açar. Yani o bireysel haklar bile olmaz.
Reformlar devrimci mücadelenin yan ürünleridir. Olaylara bakalım ne zaman “Kürt
Açılımları” çıktı?
İlki 1980’lerin sonu
ve 90’ların başında Kürt Hareketi yükselişteydi, o zaman uzlaşma arayan sesler
(Özal, Bitlis vs.) daha güçlü çıkıyordu. Ne zaman Küt hareketi peşpeşe mevziler
kaybetmeye başladı, özel savaş rejimi oturdu. O zaman uzlaşmadan açılımdan
kimse söz etmez oldu.
İkincisi de,
2000’lerir sonuna doğru, Zap’ta zaplandılar, Dağlıca’da dağlandılar (yani Kürt
özgürlük hareketi askeri başarılar elde etti) bunlara seçim başarıları da
eklenince “Kürt Açılımları” başladı.
PKK’yı, Öcalan’ı, yani
Özgürlük hareketini zayıflatan veya zayıflatmaya yönelik hiçbir politika
sorunun çözümünü ve demokratikleşmeyi getirmez, getiremez. Şu an Kürt hareketi
kötü ve zayıf durumda olduğu için; CHP, AKP’nin politikasına fiilen destek
verdiği için, bir demokratikleşme ve çözüm yolunda yol alınamaz. Aynı şekilde
AKP aynı zamanda son zamanlarda Kürt gerici milliyetçileriyle, yani
Barzanicilerle ittifak halindedir ve Kürt hareketi içindeki PKK ve Öcalan’ın
temsil ettiği radikal demokratik kanat ciddi bir tecrit içindedir. İşin kötüsü
daha fazla tecrit olmaktan korktukları için, kendi ayaklarına kurşun sıkıp
bunlara karşı ideolojik mücadele de yürütmemektedirler. Durum biraz Osmanların
koptuğu döneme benzemektedir. Kürt hareketi içinde tıpkı o zaman olduğu gibi,
Barzani’ye doğru bir kayma ve Öcalan’ı bir satma vardır. Bütün bunlar çok kötü
ve olumsuz gelişmelerdir.
Şu anki durumda AKP,
CHP’nin de desteğiyle Türklerin yüzde sekseninin; Barzani’nin desteğiyle de
Kürtlerin büyük bir bölümünün desteğini almış bulunuyor. Bu çok tehlikeli bir
durumdur. Buradan çözüm ve demokratikleşme çıkmaz.
Bu gidişi ancak ve
ancak Türkler içinden çıkacak bir radikal demokratik hareket durdurup Kürt hareketi
içindeki radikal demokratik kanada bir destek sunabilir. Ama Türk
sosyalistlerinin kendileri de birer gerici milliyetçidirler.
O halde, bu gidişi
durduracak, gerici milliyetçiliğe karşı demokratik bir milliyetçiliği gündeme
getirecek; Türk sorununu gündemleştirecek bir ilk itilimi belki Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı
Süreyya gibi isimler başlatabilir. Ama onlar da bağımsız radikal demokrat bir
politik hattı oluşturup savunmaktan ziyade Kürt hareketine destek çerçevesinde
kalıyorlar. Bu kadar mütevazı olmamaları gerekir. Tarih onlardan daha büyük
sorumluluk ve uzak görüşlülük bekliyor. Bizim demokratik bir ulus ve ulusçuluk
için çırpınmalarımız ise bu gerici milliyetçiliğin kuşatması altında hiçbir
zaman gündemleşemiyor. Buna onların sahip çıkıp savunması ve gündemleştirmesi
gerekir. Yarın öbür gün, bilmiyorduk diyemezler. Bir fikir bir kişi tarafından
söylenmiş bile olsa söylenmiş olur ve o andan itibaren onun karşısında hangi
tarafta olduğunuz sorun olur. Bu arkadaşlar yıllardır savunduğumuz bu program
yokmuş gibi yaparak, gündeme getirmek için çabalamayarak gerici milliyetçiliğe
fiilen destek verir duruma düşmektedirler. Kendi öznel niyetleri bunu
değiştirmez. ”
Bu sözlerimiz yıllardır yazıp savunduklarımızdı. Araya başka
konular girince konuşma yarım kaldı. Ama çok açıktı ki, liberaller ve
ulusalcılar çok uzun zamandır diğer konulardaki çekişmeleri bir kenara atıp,
aynı yerde buluşmuşlar bu buluşmadan beklentiler içindeydiler.
Gelelim Leyla Zana’nın açıklamasına, bu açıklama bizim için
hiçbir sürpriz olmadığı gibi bu tür bir kırılmayı bekliyorduk. Çevremizde
sürekli olarak müthiş bir savrulma yaşandığından; Öcalan’ın en Öcalancı
bilinenlerce bile artık bir yük gibi görüldüğünden; ama bunun açıkça ifade
dilmediğinden; kimi davranışlar, güdük fiiller, dil sürçmeleri biçiminde
yansıdığından söz ediyorduk. Örneğin en radikal kanatta görülen, kimi önde
gelen politikacıların ve vekillerin davranışlarından bile çıkarıyorduk bu
sonucu. Bir zamanlar parlayan gözlerle bizi selamlamak için bakanlar; şimdi
gözlerinin önünde bile dururken sanki saydam bir varlıkmışız gibi bizi görmeden
uzak boşluklara bakıyorlardı.
Leyla Zana’nın açıklaması karşısında bir yandan şaşıranlar
var. Aşağı yukarı söyle düşünüyorlar: Bunca yıl mücadele etmiş ve bedel ödemiş
bir isim nasıl olur da Milliyetçi, egemen sınıflardan yana bir isim olan Tayip
Erdoğan’a Kürt sorununu çözme misyonu yükleyebilir?
Bu bayan ve bayların anlamadığı şudur: Kürt hareketinde iki
kanat ve bu kanatlar arasında aynı zamanda bir sınıf mücadelesi vardır. Elbet,
her Kürt, Kürt olduğu için ezilir. Ama farklı sınıfların ezilişleri ve buna
karşı mücadeleleri ve hedefleri de farklıdır. Bir Radikal demokratın görevi
ister burjuva, ister gerici olsun, tüm
Kürtler üzerindeki ezilmeyi kaldırmak için mücadele etmektir. Bunun da tek yolu vardır. Politik olanın, yani devletin, yani ulusun Türklükle tanımlanmasına
karşı mücadele. Kürtlüğün de tanınması için değil; Türklüğün de tanınmaması
için mücadele. Böyle bir programı, bu kadar net ifade edip savunuyor olmasa da,
Öcalan’ın temsil ettiği “Demokratik Milliyetçi” veya “Radikal demokrat” kanat
savunmaya hazırdır ve böyle bir programı savunan bir muhatabın eksikliği içinde
bunalmaktadır.
Ama Kürt Hareketi içindeki diğer burjuva veya Barzanici
kanat bu programa karşıdır. Bunda ölümü görür. Ancak Türkiye’deki mücadelede,
bir kere hareketin öncülüğünü ve liderliğini Radikal demokratik kanada
kaptırmış bulunduğundan buna açıktan karşı çıkamaz, içinde gibi görünüp,
sabotajdan saptırmaya kadar bin bir yolla etkisini arttırmaya çalışır.
Bunlar aslında sırf radikal demokrat kanadın etkisi ve
programına karşı mücadele edebilmek için de bireysel haklar düzeyinde bir “çözümden”
yanadırlar. Ama kendileri aslında sadece Kürtlükle tanımlanmış, Türk devletinin
aynadaki aksi bir devletin rüyasından başka bir şey görmezler ve kendilerini bu
devletin memurları, elçileri, konsolosları olarak gören hayaller bunların en
büyük motivasyon kaynağı olmakla birlikte, kısa vadede, hem Öcalan’ın çizgisini
tecrit etmek ve etkisini silmek için; hem de bağımsız bir Kürt devleti yolunda
şimdilik geçici bir aşama olarak gördükleri için AKP’nin, liberallerin hatta
şimdi CHP’nin çizgisinde olduğu gibi ulusalcıların desteği olmaya
gönüllüdürler.
Bunlara göre, Öcalan’ın Demokratik bir Cumhuriyet ve
Ortadoğu programları ya saçma ütopyalardır ya da Türk devletini kandırmak için
söylenmiş taktik formülasyonlardır. Hep böyle yorumlar ve tanımlarlar Öcalan’ı.
Peki, samimi Öcalancılar he yapıyorlar? Bunların gücünü ve
etkisini bildiklerinden, bunlarla açıktan bir ideolojik mücadeleye girmezler.
Politik bir ittifakın ancak farklı bir programın açıkça savunularak; çarpıtmalara
karşı ideolojik mücadele ile birlikte olduğunda bir anlamı olacağını görmek
istemezler. Ve kendilerini kandırırlar. Ve en beklemedikleri anlarda, Osman
Öcalan’lar; Leyla Zana’lar böyle çıkışlar yaptıklarında artık çok gecikmiş
olarak tepkiler gösterirler.
Leyla Zana’nın politik olarak bir Barzanici olduğu sır
değildir. Leyla Zana Kürt hareketi için bir semboldür. Zaten bir sembol olduğu
için; çektiklerinin bir diyeti olarak bir milletvekili yapılmıştır. Bir jesttir
aslında vekilliği. Sadece o kadar.
Politik ve ideolojik olarak Öcalan’ı ne hazm ne de temsil
edecek durumda değildir. Bugünkü Leyla Zana konuştuğunda onun çok geri bir
bakışla konuştuğunu herkes görebilir. O eski kuşaktandır. Bir Demirtaş, bir
Kışanak, bir Ayna gibilerin yanında bu özelliği çok açık görülür.
Burjuvazi ve Avrupalı ülkeler onun bu özelliğini
bildiklerinden zaman zaman onu Apo’ya karşı bir alternatif olarak çıkarma; bu
yönde cesaretlendirme girişimleri içinde olmuşlardır ve Zana da bu gibi
desteklere her zaman umut verici davranışlar göstermiş ancak gördüğü tepkiler
sonucu bir kenara çekilip sembolik konumuna dönmüştür.
Ancak seçimlerden beri, AKP’nin Barzani ve Amerika ile
birlikte Öcalan’ın çizgisine karşı yürüttüğü tecrit ve imha çizgisi epey yol
kat ettiğinden, şimdi yine aynı desteklerle böyle çıkışlar yapabilecek konumda
hissetmiştir kendisini. Böylece Erdoğan’ın Öcalan’ın çizgisini tecrit ve imha
politikası ve stratejisi, CHP’nin yani sıra şimdi şimdiye kadar Kürt özgürlük
hareketine karşı açıktan cephe almayan, ayrı bir politik profille çıkmayan
Erdoğan’ın Kürt hareketi içindeki müttefiklerini, yani Barzanicileri, yani
Öcalan’ın “ilkel milliyetçi” dediklerinin de açıktan desteğini almış bulunuyor.
Birdenbire Zana’nın ne kadar sevimli, akıllı olduğunu
keşfediverdi liberaller ve ulusalcılar.
Hasılı Zana’nın çıkışı Zana’nın çıkışı değil, gerici milliyetçiliğin;
Barzanicilerin; Erdoğan’ın stratejisinin Kürt hareketi içindeki iş
birlikçilerinin çıkışıdır.
Buradan hiçbir demokratikleşme çıkmaz. Hiçbir çözüm çıkmaz.
Çıkacak çözümler ise sadece kan ve gözyaşı getirir.
Ancak Öcalan’ın çizgisi güçlendiğinde; askeri, politik,
stratejik, taktik, diplomatik, örgütsel başarılar kazandığında demokratik bir
çözüm yolunda küçük de olsa adımlar atılabilir.
Her kim ki bu basit gerçeği unutur, kafasını tekrar tekrar
duvarlara çarpmak; politikan dönüşleri içinde omurgasız bir yaratığa dönüşmek
zorundadır.
*
Şunu görelim. Kürt Özgürlük hareketinin radikal demokratik
kanadı bugün çok ciddi bir tehdit altındadır ve tecrit olmuş durumdadır. Bu durumdan
nasıl çıkılıp, politik inisiyatifin nasıl kazanılacağıdır sorun.
Elbette tüm güçler arasındaki çelişkilerinden yararlanılır.
Bu işin alfabesi.
Ama bunlar stratejik bir bakış ve yenilikle
birleştirilemezse yıpranma ve yıkım kaçınılmaz olur. Bunun için Kürt Özgürlük
hareketi, açıkça, şimdiye kadar statü veya kolektif tanıma stratejisinden ve
programından gerçekten demokratik olan, Türklüğün tanınmaması; ulusun hiçbir dil,
din, etni, soy, ırk, kültür, din ile tanımaması stratejisine geçmelidir.
Bu konuda yıllardır yazıyoruz; programlar öneriyoruz. Çatı
Partisi Girişiminden, Demokrasi İçin Birlik Hareketi’ne oradan Halkların
Demokratik Kongresi’ne kadar defalarca önermemize rağmen bu programı, bir kere
bile olsun gündeme bile aldıramadık. Gerici milliyetçiler engelledi. Özgürlük
Hareketi ne yapıp edip bu programı gündemleştirmeli ve bu programın yanında
ağırlığını koymalıdır.
Kimse unutmamalı, Öcalan’ın Kürt hareketi içinde savunduğu
programın benzerini Türk solunda sadece bu satırların yazarı savunmaktadır. Bu
Demokratik Milliyetçi bir programdır. Bunun karşısında bütün Türk sosyalistleri
gerici milliyetçidir ve gerici milliyetçi, ulusu Kürtlükle, Türklükle
tanımlayan bir programı savunmaktadırlar. Bunlara karşı açıktan, net bir
politik, ideolojik mücadele verilmeden bir adım atılamaz. Bunun tek yolu da bu
karşı programı gündemleştirmektir. Stratejik ve programatik bir sorun Türk
Sosyalistleriyle, onların geri yanlarını okşayan; onlarla mücadele etmeyen
taktik ittifaklarla çözülemez. HDK’nın fiili durumu budur. Çözümün değil
sorunun parçasıdır şu an HDK.
Bu programatik ve stratejik yönelişin yanı sıra Kürt
özgürlük hareketi, ortaya somut bir acil barış planı koymalıdır. Somut olarak
şunu önermelidir: Bütün anti demokratik, özgürlükleri kısıtlayıcı tüm yasaların
bir tek yasa maddesiyle iptali ve fikir ve örgütlenme için sınırsız özgürlük.
Çok net ifadelerle hiçbir yere çekiştirilemeyecek kesin fikir, gösteri, ve
örgütlenme özgürlükleri. Tüm özel mahkemelerin kaldırılması.
Bunu ateşkes ve silahlı güçlerin Türkiye Toprakları dışına
çıkarılması için biricik koşul olarak koymalıdır. Bunu ayrıca yeni anayasanın
da koşulu olarak koymalıdır. Tüm özgürlüklerin olmadığı yerde nasıl özgürce
farklı görüşler savunulup toplumun çoğunluğu kazanılabilir ki?
Bu özgürlükler ortamında ancak özgürce bir anayasa
hazırlanabilir. Böylece yeni ve özgür bir anayasa hazırlama da, silahların
susması da özgürlüklerin sınırsızlığına bağlanır.
Silahını susturmuş ve Türkiye toprakları dışına çıkmış
Gerilla’nın silahları teslim etmesi ise, tam bir özgürlük ortamında, her türlü
fikrin özgürce ifade edildiği ve örgütlendiği bir ortamda yeni Anayasa’ya ve bu
Anayasa’nın özgürlükleri garanti etmesine bağlanır.
Böylece Gerilla özgürlüklerin sağlayıcısı ve bekçisi işlevi
kazanır. Kürt ulusunun gerillası olmaktan çıkar; demokratik hareketin ulusun gerillası
olur.
Bu iki yeni politik hat bir süre sonra AKP’yi tecrit edip,
Radikal demokratik güçlerin yeniden politik inisiyatifi ele geçirmesini
sağlayabilir.
Öcalan ortada yok diye beklemenin anlamı yok.
Böyle bir stratejik geri çekiliş yapıldığında, bu Öcalan’ı
da tecritten kurtarır.
17 Haziran 2012 Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder