Hafızaları şöyle kısaca bir tazelemek
gerekiyor önce, bu hafızasını yitirmiş ve gazetecilerin “fikri takip”
dediği şekilde, bir konudaki tüm gidişi göz önüne almayı bilmeyen bu ülkede ve
bu ülkenin sosyalistlerinde. Ve bu nedenle, her yeni adım, Amerika’yı bir
yeniden keşif denemesi, dolayısıyla bir güç ve zaman kaybından başka bir anlama
gelmemektedir.
Geçmiş yok sayılarak, unutularak, eleştirel
bir şekilde değerlendirilmeden aşılamaz.
Ama eleştirel bir değerlendirilmesinin de
yapılabilmesinin çok banal, çok basit ve kaba gibi görünen, fakat “barut
yoktu” gibi çok temel bazı koşulları vardır: en azından olgular hakkında
asgari ölçüde doğru bir bilgi.
Bu bilgi olmadan, bu bilginin kaynaklarına herkes
erişebilir olmadan; bu bilgi yazılı olmayan hafızaya bir şekilde işlemeden,
bırakalım geçmişi aşmayı ve dersler çıkarmayı bir yana; o geçmişin ulaştığı
noktalara bile ulaşılamaz.
Bir örnek verelim. Kongre’de Program’ın
sunumunu yapan arkadaş, 150 yıllık İşçi hareketinin tecrübelerine, bunların
sistemleştirilmesi çabalarına meydan okurca, Program taslağının yapılacak
işleri kararlara bıraktığını, ilkeler üzerinde durduğunu söylüyordu[1].
Halbuki , bütün modern tarih, işçi hareketinin deneyleri ve bütün sosyal
hareketlerin deneyleri, ilkelerle, ilke bildirimleriyle sadece tarikatler
kurulabileceğini; modern toplumda ancak somut
yapılacak işlere dayanan programlarla en geniş birlikler kurulabileceğine
ilişkin en basit, en sıradan, en alfabetik
dersi çiğniyor ve sanki böyle bir ders yokmuş gibi Amerika’yı yeniden
keşfetmeye çıkıyordu.
Ama burada korkunç olan şudur: Böyle farklı bir
program anlayışı da savunulabilir elbette, yani programların yapılacak işleri
değil, ilkeleri, soyut kavramları içermesi gerektiğine dair, ama bunu en
azından eski derslerin, yani programın bir ilkeler deklerasyornu değil bir
yapılacak işler planı olduğu ve olması gerektiği konusundaki 150 yıllık dersle
bir çatışma içinde, onun eleştirisi biçiminde yapılması yoktur ortada. Sanki
ortada böyle hiç bir şey yokmuş gibi, yok
sayılarak söylenmektedir bütün bunlar. Tarihe ve darlarına karşı bir
eleştiri değil, bir susuş kumkuması vardır.
O korkunç, tarihi ve takvimi kendisiyle
başlatan ve yok saydığı tarih yüzünden çarpılan ve çarpılmaya mahkum olan
şarklılık budur.
Ve o yok sayılan derslerin ve tecrübelerin
intikamı sanıldığından daha çabuk geldi. Programa ekler önerilmeye başlayınca,
bunun nasıl bir saçmalıkla sonuçlanacağı (Özellikle Ermeni Soykırımı ile ilgili
tartışmalar hatırlansın) hemen görüldü.
Bir başka örnek verelim yine programla ilgili.
Biz ilk gün Program taslağı üzerine genel olarak o programın baştan aşağı
yanlış olduğunu söylediğimizde, Divan’da bulunan bir kadın arkadaş, böyle
ifadelerin bunca emeğe saygısızlık olduğunu söyledi.
Bu müdahalenin her yeri baştan aşağı yanlıştı.
Birincisi, Divan’da bulunmak içerik üzerine
tartışmalara böyle müdahale hakkını vermezdi. Bunu söylemek için bir kongre
katılımcısı olarak söz alması gerekirdi.
İkincisi, politik bir eleştiriye, ahlaki
kriterlerle cevap vermek yanlıştır. Kimsenin emeğine saygısızlık falan söz
konusu değildi. Tam da o emeğe saygı gösterildiği için boşa gitmiş bir emek
olduğu için eleştirilmekteydi.
Ama eğer bir emeğe saygısızlık varsa, daha
sunumunda bir ilkeler bildirisi olduğu söylenen program, Gerek işçi hareketinin
150 yıllık emeğine, gerek bizzat bu satırların yazarının ta Çatı Partisi
tartışmalarından beri, neredeyse bir kitap oluşturacak kadar çok yazdığı
program üzerine yazılara karşı en büyük saygısızlıktı. Çünkü onları var olarak
bile görmüyor, yokmuş gibi davranıyor ve tam bir susuş kumkumasına getiriyordu.
Ama bu konulara sonra program bahsinde ayrıca
geleceğiz. En basitinde kalalım. Olgular düzeyinde, “barut yoktu”da
Şimdi Türkiye’deki sosyalistlere, Türk
sosyalistleri tarihlerinde kaç kere birleşme girişimlerinde bulundular,
bunlarda kimler hangi tezleri savundu ve bu girişimler neden başarısız oldu
diye sorulsa, buna az çok doyurucu bir cevap verecek veya bu konularda doğru
dürüst yazı yazmış kaç sosyalist vardır?
Fiilen yoktur denebilir.
Benzer şekilde, Türkiye sosyalistleri ve Kürt
özgürlük hareketi arasında ne gibi bir araya gelme girişimleri olmuştur ve
bunlar nasıl ve niçin öyle sonuçlanmıştır diye sorulsa, buna bırakalım doyurucu
bir cevabı, bunları sadece sıralayacak kaç kişi çıkar?
Bütün bu deneyler hakkında verileri, temel
görüşleri, çıkarılan sonuçları bulabileceğiniz bir kaynak da bulamazsınız.
Peki böylesine bir hafızasızlık ortamında,
geçmişin eleştirel bir şekilde değerlendirilmediği bir ortamda bu geçmişi
aşmak, yeni bir şeyler yapmak mümkün müdür?
Hayır.
Peki bu durumda ne olur?
Her yeni girişim, yok saydığı ve aştığını
söylediği geçmişin problemlerine takılır kalır, hatta onlardan geriye düşer.
Alman felsefe geleneğinin “Aufhebung”
dediği, içinde taşıyarak ve eleştirerek
aşma dediği türden bir “inkar” (Negation) olmadan, aşma yapılamaz. Yok
saymak, görmezden gelmek ise bu yaklaşımın inkarı ve en büyük düşmanıdır.
Şarklılık tam da budur. Ve maalesef bütün kongre çalışmalarına bu şarklılık
damgasını vurmuştur.
Marksizm, Aydınlanma’nın birikimini,
eleştirerek ama içinde de taşıyarak aşar. Lenin, Troçki, Kıvılcımlı, Luxumburg,
Frankfurt Okulu vs. Marks ve Engels’in temellerini attıkları öğretiyi,
içlerinde taşıyarak ve eleştirerek geliştirirler. Bizim “Marksizmin Marksist
Eleştirisi” kitabımız, Marksizmi içinde taşıyarak ve eleştirerek bir aşma denemesidir
örneğin. Kimilerince çok garipsenen adının tam da vurgulamak istediği bu Marksist
geleneğe bağlılıktır.
Ama Şark’ta, her hanedanın, her uygarlığın,
her dinin tarihi ve takvimi kendisiyle başlatması gibi, geçmişin birikimini
içinde taşıyarak ve eleştirerek aşma pek görülmez. Ve tam da bu nedenle, her
din, her uygarlık, her hanedan yok saydıklarının kaderini paylaşmaktan,
yıkılmaktan ve sonra gelenler tarafından yok sayılmaktan kurtulamaz.
Türkiye sosyalistlerinin birlik veya Kürt
Ulusal hareketiyle Türk sosyalistlerinin ittifak girişimlerinin tarihi, bir
bakıma yok sayma ve yok sayılmaların tarihidir. Dolayısıyla, eğer bu Kongre
girişimi de kendinden öncekiler gibi,
öncekileri yok sayarsa, yok sayılmaktan kurtulamayacaktır denilebilir.
*
“Olgular
hakkında bilgi” dedik. “Asgari ölçüde bilgi” dedik. Olguların içinde yaşayanlar bile bu
bilgileri vermezler çoğu kez. Herşey bir
resmi tarihin ve anlatımın ardına gizlenmiştir. O nedenle o asgari bilgiye
ulaşmak bile ciddi bir arkeolojik
çalışma gerektirir.
Örnekleyelim.
Daha önce 2008 sonunda Bilgi Üniversitesi’nde
yapılan “Çatı Partisi” ve daha sonra 27-28 Haziran’da Ankara’da “Demokrasi
İçin Birlik Hareketi” ile ilgili haber ve yorumlar ile bugünkü Kongre ile
ilgili haber ve yorumları karşılaştırırsanız hiç bir fark göremezsiniz. Hepsi
aynı resmilik, içtenlikten yoksunluk ve gerçekleri gizlemekle maluldurlar.
Haberlerden birini alıp diğerinin adını koysanız hiç bir şey değişmez.
Örneğin 20-21 Aralık 2008 bilgi Üniversitesi
toplantısından sonra verilen bir haberde şunlar görülüyor:
“Çatı Partisi'nin oluşumunun ve alt
yapısının tartışıldığı 20-21 Aralık toplantılarının sonuç bildirgesi açıklandı.
Çatı bileşiminin kriterlerinin aktarıldığı bildirgede 'Aramıza önce katılan ya
da sonra katılan, bireysel ya da örgütsel katılan farkı olmayacak. Bütün
katılımcılar eşit olacak. Program ve tüzüğü birlikte tartışarak yazacağız.
Demokrasiyi, özgürlüğü, adaleti, eşitliği, kardeşliği dayanışmayı ve barışı
özellikle bu inşa sürecinde hayata geçireceğiz' denildi.” http://www.koxuz.org/anasayfa/node/2428
Bu ve bunun gibi haberlerin hiç birinde, “Çatı
Partisi” toplantısının bir fiyaskoyla sonuçlandığı, toplantının
sonunda zevahiri kurtarmak üzere bir “komisyon” kurulduğuna dair bir ipucu
bulunabilir mi? Hayır!..
O zamanlar bu toplantının bir fiyasko ile
sonuçlandığını sadece bu satırların yazarı yazıyordu. Böyle yazdığı için de herkesin
nefretini üzerine çekiyordu.
Bugün ise, o girişimin bir fiyasko olduğunda
herkes hemfikir.
Benzer şekilde, 27-28 Haziran’da Ankara’da Yılmaz
Güney Sahnesi’nde yapılan toplantı için da aynı durum söz konusudur. İşte hemen
toplantı sonrasında bir haberden kısa bir giriş bölümü:
“Çatı Partisi girişimi bundan sonra 40
kişilik yeni koordinasyonu ile hareket olarak yoluna devam edecek. Koordinasyon
bütün illerde toplantılar yaparak, "Demokrasi için birlik" fikrini
yerellere indirgemek için çalışma yürütecek ve katılımcıların kapsamını
geliştirmeye çalışacak. Koordinasyon, Eylül ya da Ekim aylarında bir çalışmayı
somutlaştırmayı amaçlıyor.
Çatı Partisi'nin toplantının sonunda
yapılan tartışmalarda ise daha çok öneriler dile getirildi.
Ayşe Berktay, isimli katılımcı,
oluşturulmak istenen hareketin kadınlarla buluşturulması gerektiğini
belirterek, kadın hareketiyle toplantı yapılması önerisinde bulundu. DTP MYK
üyesi Şamil Altan ise, başlangıçtan beri önemli bir yol alındığını ancak buna
rağmen "Nasıl bir parti?" tartışmasının devam edeceğini belirterek,
"Buradan mutlaka bir koordinasyon çıkaralım. Bunlar bir yanda çalışma
yürütürken bir yandan güncel politik durumlara karşı inisiyatif koyabilsinler.
Koordinasyon oluşumu önemlidir, önemli deneyimlerimiz var" dedi. Altan,
isim içinde "Demokrasi İçin Birlik Hareketi" önerisinde bulundu. Daha
sonra konuşan Divan Başkanı Celal Beşiktepe, katılımcıların yerellere döner
dönmez il meclisini kurmaya başlamasını ve örgütlenme çalışmalarını yürütmesi
gerektiğini belirterek, yapılacak çalışmaların da özveri, emek ve çaba
istediğini belirtti.” http://www.koxuz.org/anasayfa/node/3579
Görüldüğü gibi sanki herşey yolundaymış gibi
anlatılıyor bu hikayede.
Demokrasi İçin Birlik Hareketi’nin bu
toplantısını ölü doğmuş bir bebek olarak tanımlayan sadece bu satırların
yazarıydı ve toplantı esnasında da yapılanlara eleştiri yönelten tek kişiydi.
Bütün bunlardan dolayı da herkesin düşmanlığını ve nefretini üzerine çekiyordu.
Ama şimdi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi’nin
aslında ölü doğmuş bir girişim olduğunu yine herkes kabul ediyor[2].
O halde, bu resmi haberlere bakılarak Kongre
toplanıtının ne olduğu anlaşılamaz. İçtenlik yoktur bunlarda her şeyden önce.
Bunun için ise, eleştiri ve merak duygusunu
yitirmemiş, en azından kendine karşı dürüst olmaya çalışan bir devrimci olmak gerekir. Bu iş örgütlerin
bürokratlaşmış kadrolarının, “apparatçiki”lerin
yapabileceği bir iş değildir.
O resmi haberlerin o görünen yüzünün
ardındakini görmek ve anlamak gerekir. Ve haberler ne kadar yukarıdakiler
gibiyse gerçek o ölçüde farklıdır.
Durum bu Kongre’de de aynıdır.
Ortada “resmi görüş” olarak anlatılmış bir
Kongre vardır.
Ama gerçek Kongre bu değildir.
Gerçek Kongre aslında iki bölümden
oluşmaktadır.
Birinci bölüm. Çeşitli dillerde selamlar,
pankart, Ertuğrul’un ve diğerlerinin konuşmasından oluşan, ilk bölümdür, yeni
olanı, olması gerekeni anlatmaktadır.
İkinci bölüm, tam da bu bölümün ardından
başlar. Terk edilmesi, yok edilmesi gereken dünyayı, aparatçikilerin dünyasını ve etkisini gösterir.
Bu üç başlık altında ele alınacaktır.
1)
Kongre Divanı ve Kongre Yönetimi
2)
Program Komisyonu ve Program
3)
Küzük komisyonu ve Tüzük
Muhtemelen bunların her biri ayrı bir yazı oluşturacaktır.
29 Ekim 2011 Cumartesi
Demir Küçükaydın
[1]“ Program komisyonu adına söz alan Alp Altınörs, öncelikle program
taslağının en çok tartışılan metin olduğuna dikkat çekti. Mükemmel bir program
olmadığını, somut talepleri değil, genel ve ilkesel yaklaşımları ifade etmeye
çalıştıklarını söyledi. “Somut talepler
karar önergelerinin işidir ve bunlar koşullara göre değişir. Program ise daha
üstte durmalıdır” dedi. Önerilerin genellikle somut taleplerle ilgili
olduğunu, fakat buraya gelişin felsefe ve mantığına uygun bir metin çıkarmaya
çalıştıklarını söyledi. bölümlerin mantığına da değinen Altınörs, programın
başarmak istediği şeyi de şöyle açıkladı. “Ezilenler
içinde önyargılar var. Falancalar falanca soruna duyarlı olmaz deniyor. Bunu
kırmak istiyoruz. Bu programda kapitalizm, emperyalizm, erkek egemenliğinden
söz var. Kongrenin bütün bileşenlerinin anlayışını ortak gündem haline
getirmeye çalıştık.””. (Devrimci Proletarya, Kongre Girişimi Toplantısı)
Bu arkadaşlar hala bir programda “Kapitalizm, Emperyalizm, Erkek egemenliği”nden
söz etmenin yanlışlığını, bunlar yerine bunlüara karşı somut teklif ve talepler
getirmek gerektiğini bilmiyorlar ya da hafıza kaybına uğramışlar. Tabii Türkiye
gibi bir ülkede, Kapitalizm ve Emperyalizm’den söz etmenin yanlışlığı da ayrı
bir sorun. Çünkü “erkek egemenliğine”
karşı mücadele kapitalizmle çelişmez örneğin, aksine daha mükemmel ve saf bir
kapitalizme yol açıp, tabiri caiz ise Emperyalist bir Türkiye sonucuna yol
açar. Tabii bütün bunlar artık unutulmuş bulunuyor.
[2] Ama bu kabuller hiç bir bilince çıkmış bir özeleştiri olmadan, hiç bir
ders çıkarılmadan gerçekleşiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder