23 Haziran 2013 Pazar

Pasif ve Aktif Direnişlerin Toplumsal ve Tarihsel Temelleri

Gezi Direnişiyle başlayan hareketlerin doğup geliştiği yer: İstanbul ve Taksim. İstanbul bugün neyi konuşursa Türkiye yarın onu konuşur. Dolayısıyla biz İstanbul ve Taksim’e bakıyoruz hareketin genel eğilimlerini “gerçek zamanda” görüp tespit edebilmek için.
Bu harekette iki eğilimin giderek netleştiği görülüyor.
Birincisi ulusalcı çizgiye ve laik-dindar ayrımına belli bir mesafe; demokratik ve özgürlükçü bir vurgunun giderek netleşmesi. Taksimdeki dünkü karanfilli buluşmada çeşitli pankart ve flamalar olmaması bu eğilimin giderek hareketi damgasını vurduğunu gösteriyordu. Bu hayırlı bir gelişmedir; hareketin genişlemesi ve derleyici olması için şarttır.
Diğer eğilim ise mücadele biçimlerinde ortaya çıkmaktadır ve genellikle pasif ve çatışma ve şiddetten kaçan biçimlere yönelmede görülmektedir.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Bir İşçi Hareketi Olarak Gezi Hareketi ve Kazlıçeşme

Neyin kastedildiği biliniyorsa onu şöyle veya böyle adlandırmak önemli değildir”. “Gezi Hareketi” derken de Gezi Parkı vesilesiyle başlamış ve hükümetin şiddeti üzerine, bütün Türkiye’yi bir saman yangını gibi sarmış; “an itibariyle” meydan savaşını kaybedip güçlerini toplamak ve uzun süreli bir gerilla savaşı vermek için dağlara (parklara) çekilmiş görünümü veren hareketi kastediyoruz.
Bu hareketin nasıl bir evrim geçireceği henüz ortada. Bu kendi yetenekleri kadar, hükümetin nasıl davranacağına da bağlı. Eğer ulusalcı renklerle arasına bir sınır çekip bir demokrasi bayrağı yükseltebilirse, Müslümanların demokratik özlemlilerini (ki esas olarak işçilerdir), Kürtlerin demokratlarını yanına çekebilirse (ki esas olarak kadınlar, yoksul gençler ve Apoculardır) Erdoğan’a karşı cepheyi genişletip ilerleyebilmek için taze bir güç bulabilir.
Bunun için de ilk elde hiçbir dile, dine, siyasi görüşe gönderme yapmayan bir bayrağa ve herkesin birey olarak katılıp herkese ulaşma ve kazanma şansına sahip olacağı bir kitlesel örgütlenmeye (her ikisine de somut öneriler yaptık) ihtiyacı var.

21 Haziran 2013 Cuma

Espri, Alay, Yaratıcılık ve Marksizm

Şöyle bir yargı var. Bu Marksistler çatık kaşlı, şakadan anlamaz, yaratıcılığın yanından geçmez, dogmatik ve sekterlerdir. Zaten modası da geçmiştir. İşte duran adamlar, penguen gibi yürüyenler, park meclisleri ile artık yapyeni birözne var ortada.
Gerçekten de piyasayı doldurmuş ve Marksizmi savunuyor diye ortalıkta dolaşanlara bakınca bu yargılar doğru gibi görülür.
Ancak burada anlaşılmayan şudur, insan hayatı bakımından büyük ama toplumların hayatı bakımından küçük öyle önemler vardı ki o dönemlerde herşey tersine dönebilir. Bu da bizi yanıltır. Hayatınız üç gün yaşayan bir kelebeğinki kadarsa, dünyanın hep çiçeklerle bezeli güneşin parladığı bir yer olduğunu sanabilirsiniz.
Marksizm hakkındaki bu yargı da böyledir. Markizm hiç de öyledeğildir, ama köylülerin ve ulusçuların Marksist olduğu veya kendini öyle tanımladığı bugünkü dünyada Marksistler böyledir. Tarihin yumağı tersinden çözülünce, böylesine görünümler ortaya çıkar.

Demokrasinin Ne Olduğunu Anlayamamanın Zorlukları Üzerine Bir Deneme (Demokrasinin Sosyolojik Bir Tanımı)

Önsöz

Taksim’in devlet Güçlerince fethi üzerine Gezi Direnişi hareketi, “hattı müdafa yok sathı müdafa vardır” diyerek  mücadele alanını yaydı ve bütün alanları ve parkları birer foruma (agoraya, meclise, camiye, ceme) çevirmeye başladı. Eğer bu yayılma sürer ve katılımlar giderek artarsa bir süre sonra hükümet, taksimi şiddetle boşalttığına pişman olacaktır. Önünde iki yol kalacaktır. Ya her parkı da taksim gibi ele geçirmek. Tüm ülke sathına Taksimleri ve Taksim direnişlerini yaymak. Ya da bütün pakları ve Taksimi harekete teslim edip geri adım atarak, hareketin bölünmesi ve içinden çürümesi için çalışmak ve beklemek.
Eğer o forumlarda bugünkü devlet cihazının karşısında yeni bir cihazın tohumları ve ilişki biçimleri koyulursa, bir diyarşi (ikili iktidar) ve eğer gerçekten doğru bir strateji ve program da uygulanırsa bir demokratik devrim bile gündeme gelebilir. Böyle bir devrim de bütün ortadoğuyu ve dünyayı alt üst eder.
Bu alternatif cihazın nasıl bir şey olması gerektiğine dair 19. Yüzyıl İşçi ve Sosyalist hareketinin deneyleri ve bilgi birikimi ne yazık ki bugünkü hareketi başlatmış 90’lı kuşaklarca bilinmiyor. Sadece bilinmiyor da değil, yıkılan bürokratik diktatörlükler ve fosilleşmiş küçük sosyalist örgütler veya bürokratik kitlesel örgütlerin olumsuzlukları Sosyalizm ve işçi hareketinin hesabına yazıldığından, ne merak ediliyor ne de bilinmek isteniyor.

20 Haziran 2013 Perşembe

Hareket İçin Birleştirici ve Onun özlemlerini İfade Edici Bir Bayrak-Sembol Önerisi

Bugün sadece Türkiye’deki bu direnişin değil, dünyadaki mücadelelerin de bir bayrağı yok.
Hürriyet, eşitlik, adaleti temsil eden üç renk, artık Fransız ulusunun bayrağı ve Fransız kapitalizmini ve emperyalizminin fetihlerinin bir aracı ve sembolü haline gelmiş bulunuyor.
Kızıl bayrak ise, uzun yıllar bürokratik kastların egemenliğinin aracı oldukları için başlangıçtaki Fransız devriminin özlemlerine ekledikleri toplumsal eşitliği sembolize etme özelliklerini yitirmiş bulunuyorlar.
Biraz da bu nedenle bu direnişin bir bayrağı yok.
Çünkü ne Fransız devriminin Hürriyet, Eşitlik ve Adalet özlemi, ne de ezilenlerin eşitlik özlemi gerçekleşmiş değil.
Program yeni koşullara uygun olarak aktüalize edilmek, bilgisayar programcılarının diliyle söylersek, “update” yapılmak koşuluyla hala aynı, ama bu programın sembolü olan bayraklar kirlenmiş bulunuyor.
Burada şu soru ortaya çıkıyor: Hareketin mesajını özetleyen birleştirici ve temiz bir bayrak ne olabilir?
Ne olmaması gerektiğinden başlanabilir.