(Kitabı indirmek için resmi veya burayı Tıklayınız)
Özgür Politika'dan gazeteye yazı yazmam için teklif geldiğinde bu alanda deneysiz olmanın getirdiği zorluklar bir yana, nasıl bir içerik ve biçimde yazılar yazmam gerektiği sorusuyla karşılaştım.
Bu ilk yazıda, karşılaştığım sorunları ve bunlar için bulduğum çözümü kısa-ca ele alayım.
Kişi olarak, nasıl tanımlanırsa tanımlansın ister hukuki olarak, ister dile ve-ya başka bir kritere göre, milliyetin de din gibi bütün siyasi anlamından dış-lanarak, kişinin bir inanç ve tercih sorunu olarak kabulünden yanayımdır.
Nasıl üç kişi bir araya gelip bir dernek kurar gibi bir din ya da tarikat kura-bilir veya isteyen dinsiz olabilirse ve bunların politik olarak, kırk üç numara ayakkabı giymekten veya bamya yemeği sevmekten daha fazla bir anlamı olmazsa, aynı şekilde üç kişinin bir araya gelip ulus kurabilmesinden veya isteyenin ulussuz olabilmesinden ve bunların hiçbir politik anlamı olmama-sından yanayım.
Ayrıca böyle bir sistemin gerçekleşmesini uzak bir geleceğin değil, bugünün acil bir sorunu olarak görüyorum. Dolayısıyla, Türkiye topraklarında yaşa-yan insanların gelecekte nasıl bir ulus tanımına göre siyasi yapılarını kura-cağı tartışmasında; tarafların hepsi bizim anlayışımıza karşı bir taraf oluş-tururlar dayandıkları ortak varsayımlar bakımından. Bu ortak varsayım: ulusal olanla siyasal olanın çakışması gerektiğidir.
Biz ise tam da bu ortak var sayımı reddediyoruz: ulusal olanla siyasal olanın çakışması gerektiği anlayışı aşılmalıdır. İnsanlığın çıkışı ancak bu noktadan olabilir. Bu hedefi önüne koymayan her çaba, yer yüzünde bugünkü apart-heit siteminin devamına; yer yüzünden imtiyazlılığı kaldırmayı değil, imti-yazlılar arasına katılmayı getirir.
Bu anlamda, Bugünün dünyasında Türkiye Toprakları üzerinde yaşayan insanların, Kürtlerin ve Türklerin, yürüttüğü nasıl bir cumhuriyet tartışma-sı, yeryüzünün imtiyazlıları arasına nasıl katılınabileceği tartışmasıdır.
Kaldı ki, sadece politik olarak ulusal olanla politik olanın ilişkisinin kopa-rılmasından yana değilim, kültürel ve ruhsal olarak da kendimi bir ulustan hissetmiyorum.
Bir Türk'ün ya da Kürdün, kendini herhangi bir ulustan gören bir insanın, boğazında düğümlenmelere yol açan, onu coşturan yada hüzünlendiren olaylar bende hiçbir etkiye yol açmaz. Hatta bunu komik ve anlaşılmaz bu-lurum. İnsanların örneğin bir milli maçta takım tutmaları ve oyunun so-nunda sevinme veya üzülmeleri benim için kavranılmaz olaylardır. Ama politik olarak, önce insanın “kendi” milliyetçiliğiyle mücadele etmesi gerek-tiği ilkesine göre, Türk milli takımına karşı kim oynuyorsa onun kazanma-sını isterim.
Kendimi Türk hissetmesem de yeryüzünden şu ulus denen felaketin, nasıl bir tanıma dayanırsa dayansın yok edilmesini savunsam da, elimde olma-dan bir Türk'üm. Ezen ulustan bir insanım. Ulusum yok, ulusçuluğa karşı-yım diyerek, kimilerinin yaptığı gibi, Türkiye'deki bu üst ve egemen konu-mumu görmezden gelemem. Bu fiili durumu görmezden gelmek, fiilen, ezi-len ulusun mücadelesi karşısında tarafsızlık, dolayısıyla da ezen ulustan ya-na bir tavır anlamına gelir.
Bu durumun çelişkisini daha iyi kavramak için ırk ayrımcılığı bize güzel bir analoji sunar.
Diyelim ki, beyazsınız ve bulunduğunuz toplumda siyahlar baskı ve zulüm altındalar. Siz aslında ırkların olmadığını; bunların ırkçıların uydurması ol-duğunu savunuyor ve buna bağlı olarak kendinizin bir ırktan olamadığınızı söylüyorsunuz. Bütün bu inanç ve iddialarınız, sizin bir beyaz olarak, ırkçı baskılara uğramadığınız ve uğramayacağınız gerçeğini değiştirmez. Belki görüşlerinizden dolayı siyasi baskılara uğrayabilirsiniz ama bunlar sizin de-ri renginizden değil, görüşlerinizden gelen baskılar olacaktır. Görüşleriniz-den gelen bu baskılara rağmen, istemeseniz de beyaz olmanın imtiyazlarını yaşamaya devam edeceksinizdir en azından beyaz olduğunuz için özel bir baskıya uğramayarak.
Böyle bir durumda, ırkları ırkçılığın uydurması olarak görseniz de var olan bir gerçeklik olarak ezilen ırkların savaşını desteklemek, hatta fiili eşitsizliği biraz dengelemek için, çubuğu ezilen ırklardan yana bükmek zorundası-nızdır.
Aynı şey bizim için de geçerlidir. Ulusların ulusçuların uydurması olduğunu söylesem de kendimi bir ulustan, yani Türk, hissetmesem de Türk olduğum için hiçbir özel baskıyla karşılaşmadığımdan, ezen ulustan olmanın imtiyaz-larını yaşamaktayımdır. Kendimi öyle görmesem de nesnel olarak ezenin bir parçasıyımdır. Bu durumu dengelemek için, ezilen ulusların mücadelesi-ne destek vermem, hatta çubuğu eğerek destek vermem gerekir.
Yani bir yandan, siyasi inançlarım nedeniyle ulusçuluğun ulus anlayışını yok ekmeye çalışırken, diğer yandan inanç ve tercihlerime rağmen Türk olduğum için, ezen ulustan bir insan olduğum için; ulusal baskıya karşı ha-reketleri desteklemek, dolayısıyla ulusçuluğun var oluşuna hizmet etmek zorundayımdır. Bu çelişki gökten inme bir çelişki değil, gerçek hayatta bu-lunan bir çelişkidir.
Ama sadece bu kadar değil, ezilenlerin kendi hareketlerini desteklemek diye de bir sorunumuz vardır.
Tıpkı bir fabrikada grev yapan işçiler gibi. İşçiler çoğu kez hiç de kapitalizmi ortadan kaldırmak için değil, sadece yaşamlarını biraz daha iyi koşullarda sürdürebilmek için grevler yaparlar. Siz ise yaşam koşullarındaki bir iyi-leşmenin kapitalizmi ortadan kaldırmayacağını; son duruşmada kapitalis-tin daha rasyonel bir üretimine yol açacağını bilseniz de bizzat bu mücade-lenin kendisi, ezilenler için baha biçilmez bir deney olduğundan; onların ha-yatlarında küçük de olsa bazı iyileştirmelere yol açacağından o grevi destek-lemek zorundasınızdır. Ama bir yandan desteklerken, onun başarısı için çalışırken, diğer yandan da gerçek çözümün mülksüzleştirenlerin mülksüz-leştirmesinden geçtiğini söylemek; mücadeleyi bu yöne doğru geliştirmek için çaba göstermek zorundasınızdır.
Ortada yine benzer bir çelişki vardır. Birine aşırı bir ağırlık ve vurgu bir an-da sizi amaçlarınız açısından hiç de istemediğiniz bir konuma düşürebilir. Birdenbire sıradan bir sendikalist durumuna da nihai hedefe ilişkin vaazlar veren ve fiili mücadeleden kopuk, dolayısıyla egemeni destekleyen bir du-ruma düşebilirsiniz.
Benzer şekilde bir sosyalist olarak da, bir ulusal hareket karşısında da ta-leplerinin bir çözüm getirmeyeceğini bilerek ve söyleyerek de ezilenlerin bir girişimi, bir deneyi olduğu için; içinde daima kendini aşabilme tohumu taşıdığı için de ezilen ulusun bir hareketini desteklemek zorundasınızdır.
Buraya kadar esas olarak bir zorluk yok. Ama sorun burada bitmiyor.
Türkiye'de Dünyanın bugünkü koşullarında, hangi gerekçeyle olursa olsun Kürtlerin mücadelesini desteklemek, fiili sonuçları bakımından, akıllı bir Türk milliyetçiliğini desteklemek olur. Çünkü, somut olarak Türkiye'deki Kürt sorununda Kürtlerin mücadelesi sadece kendileri için bir mücadele de-ğil, kendilerinden çok kendilerini ezenler için bir mücadeledir.
Dünyada her halde Türkler kadar talihli bir ulus yoktur. Kürt ulusal hareke-ti, Tarihin Türk ulusuna en büyük armağanıdır.
Kürtler, uğradıkları baskıya karşı savaşlarında aslında nesnel sonuçları iti-bariyle, kendilerinden çok, kendilerini ezen Türkler için savaşmaktadırlar.
Diyelim ki, silahlı Kürt direnişi başarı kazansaydı Kürtler Türk ordusunu yenilgiye uğratıp ayrı bir devlet kursalardı, Türklere en büyük iyiliği yap-mış; onları Osmanlı'nın yaşayan ruhu Türk Ordusunun bukağılarından kur-tarmış; İspanya Yunanistan benzeri demokratik bir güney Avrupa ülkesi yapmış olurlardı. Hatta daha fazlası. Gerek İspanya’da gerek Yunanistan'da bu geçiş kontrollü, kısmen Prusya yolundan gerçekleşmişti, böyle bir alt üst-lük daha kökten ve alttan bir dönüşüme yol açar, Türkiye'nin insan ve top-rak büyüklükleri göz önüne alındığında Ortadoğu’da bir iktisadi, siyasi ve kültürel bir devin ortaya çıkmasına yol açardı.
Bu nedenle, bir Türk'ün ya da bir Türk sosyalistinin; ister ezen ulustan ol-duğundan ezileni desteklemesi gerekçesinden, ister sosyalist olarak ezilen-lerin tarihsel girişim ve tecrübelerini desteklemesi gerekçesinden kaynak-lansın, Kürt ulusal hareketine desteği aslında, nesnel sonuçları bakımından, Türk milliyetçiliğinin desteği olur.
Akıllı ve uzun vadeli düşünebilen bir Türk milliyetçisi, bir Türk sosyalistinin demokrasi ya da sosyalizm gerekçesiyle Kürt ulusal hareketini desteklemek için savunduğu her şeyi, Türk milliyetçiliğinin gerekçeleriyle savunabilir.
İkinci Cumhuriyetçilerin, yani daha uzun vadeli düşünebilen, daha modern Türk milliyetçilerinin, Kürt sorununda bir sürü sosyalistten daha tutarlı bir konumda bulunmalarının ardında bu nesnel durum, Kürtlerin aslında ken-dileri kadar ve hatta nesnel sonuçlar göz önüne alınırsa kendilerinden de fazla Türkler için savaştığı gerçeği yatmaktadır. (Kürt hareketi de bunun bilincinde oldu, eksikliğini duyduğu şey hep akıllı Türk milliyetçileriydi, za-ten bunu bulamayınca kendisi bu işi de üstlenmek zorunda kaldı.)
Buraya kadar Kürt hareketinin bir askeri zafer kazanması olasılığına göre sonuç çıkardık.
Ancak, Kürt hareketi, dünya dengelerinin elverişsizliği koşullarında, silahlı mücadelede bir zafer kazanamadı, aksine uzun vadede onun çözülüşünü getirebilecek bir denge ve kendini tekrarlama noktasında kaldı; üstüne üst-lük, önderini düşmana kaptırmak gibi çok ağır bir darbe de yedi. Kürt hare-ketinin aldığı bu ağır darbeler, savaş politikasının seçimlerde büyük bir za-fer kazanmasının en büyük nedeniydi.
(Kimilerinin iddia ettiğinin aksine, Türkleri Kürt varlığını inkar eden savaş partileri ve politikalarına oy verdirten, Kürtlerin mücadelesi değil, bu mü-cadelenin uğradığı yenilgiler oldu; bu mücadelenin kazandığı başarılar ta-mamen zıt sonuçlara yol açardı.)
Böylece Türkler, Kürt ulusal hareketine ağır bir darbe vurarak, Kendilerinin modern ve zengin bir toplum olabilmeleri için tarihin sunduğu bu hediyeyi tepmiş ve kendilerini geriliğe ve gericiliğe mahkum etmiş oluyorlardı.
Kürt ulusal hareketinin en büyük felaketi, yani önderini karşı tarafa kap-tırması bir bakıma onun en büyük şansı da olmuştur. Böylesine köşeye sı-kışmasaydı, artık kendini tekrarlayan ve aşındıran niteliğini görmesine rağmen, silahlı mücadeleye son verip; program strateji ve mücadele biçim-lerinde dramatik dönüşümler yapamaz ve sınırlılık böylesine somutça gö-rülüp değişiklikler kabul edilemezdi.
Bu karanlık ortamda, Kürt Ulusal Hareketi, felaketi bir şansa çevirdi; hiç kimsenin düşünemediği muazzam bir stratejik dönüş yaptı, bir ulusal hare-ketten bir sosyal harekete dönüşmeye girişti. Türklerin teperek yok ettikle-ri şansı tekrar önlerine koydu. Bir anda güçler ve güçlerin yer alışını kökten değiştirdi.
Akıllı bir Kürt milliyetçisi olarak, akıllı bir Türk milliyetçiliğini de üstlendi. Kürt ulusal Hareketi, ulus tanımını, dil, kültür ve etnisiteden soyutlayıp, ta-mamen hukuki bir tanıma indirgedi. Kürt ulusçuluğunun bu modern ve es-nek uzun vadeli biçimi, aynı zamanda Türk ulusçuluğunun da modern, es-nek ve uzun vadeli düşünen biçimiyle çakışmaktadır.
Bugün, dünden de daha fazla ve açık olarak, Kürt Ulusal Hareketinin sa-vunduğu her şey, bir Türk milliyetçisi olarak savunulabilir. Akıllı bir Türk milliyetçisinin savunabileceği her şey de akıllı bir Kürt milliyetçisi olarak savunulabilir. Program aynıdır, sadece gerekçeler farklıdır. Hatta Kürt Ulu-sal Hareketi, bu özdeş programı, Türkleri kazanmak için, Kürtler zaten du-rumu kavradıklarından Türklere yönelik olarak ve Türklere uyan gerekçe-lerle ifade etmektedir.
Bu durumda, akıllı bir Türk milliyetçisi olarak savunulabilecek konumları, yok ezen ulustan bir insan olarak dayanışma, yok sosyalist olarak ezilenle-rin tarihsel girişim ve tecrübelerini destekleme gibi gerekçelerle savunmak, aslında milliyetçi bir konumu milliyetçi görünmeyen gerekçelerle savun-mak olabilir ve dolayısıyla ezilenlerin bilincini karartabilir; onlara yanlış hayaller yayar.
Elbet bu gerekçeler de varlıklarını sürdürmektedir ama bu gerekçelerle destekleyen her sosyalist, bunun aslında nesnel sonuçları itibariyle akıllı bir Türk milliyetçiliğinin hedefleriyle çakıştığını gizlememeli ve ezilenlerin bi-lincini karartmamalıdır. Aslında Kürt hareketini destekleyen Türk solunun yaptığı tam da bu türden bir karartmaydı. Kürt ulusal hareketinin başarısı halinde bile, nesnel sonuçlarının Türk ulusunun işine yarayacağını, Kürt ulusal hareketini destekleyişlerinin tamamen Türk milliyetçisi gerekçelerle de yapılabileceğini görmek istemiyorlardı. Kürt hareketi bunu görüp, eşyayı adıyla çağırınca, bunlar kendilerini birden boşlukta buldular.
Böylece, yazımızın başında sözünü ettiğimiz çelişki, daha derin bir boyut kazanmaktadır; bir yandan, bir sosyalist olarak ulusal olanla politik olan arasındaki her türlü bağın koparılmasının insanlığın önündeki en acil hedef olduğunu savunmak durumundasınız yani milliyetçiliğin nasıl tanımlanırsa tanımlansın her biçimine karşısınız; diğer yandan, ezilen bir ulusun hareke-tine gerek egemen ulustan olduğunuzdan; gerek ezilenlerin tarihsel girişim ve deneyi olması nedeniyle verdiğiniz destek fiilen akıllı bir Türk milliyetçi-liğinin desteklenmesi; hukuki bir tanıma dayanan milliyetçiliğin destek-lenmesi olmaktadır.
Siz bunu bütünüyle, başka bir gerekçeyle yapsanız ve gerek genel olarak milliyetçiliğin, gerek özel olarak Türk milliyetçiliğinin en büyük düşmanı olsanız da, Kürt ulusal hareketine desteğinizin ardında en küçük bir milliyet-çi motif bulunmasa da fiilen Türk milliyetçiliğine hizmet edersiniz.
Bu çelişki, en aşırı noktasına ve mantık sonuçlarına götürülerek aşılabilir bir sosyalist olarak.
Kürt ulusal hareketini desteklemeye yönelik bütün yazılar akıllı ve uzun vadeli düşünen bir Türk milliyetçisi açısından yazılabilir, ki bu aynı zaman-da akıllı bir Kürt milliyetçiliği de demektir. Ama bu aynı zamanda, Kürt ulu-sal hareketine sosyalist ve devrimci gerekçelerle destek verenlerin, nesnel sonuçları bakımından aslında bilinçsiz Türk milliyetçisi olduklarını gösterir ve onların zımni bir eleştirisi de olur. Diğer yandan böylesine ideal ve akıllı bir milliyetçilik, bize sosyalist programımızı koyabilmek ve onu açıklaya-bilmek için en mükemmel olanağı sağlar. Yani kendimize akıllı bir düşman yaratmış oluruz. Akıllı bir düşman ise, akılsız dostlara yeğdir.
Akıllı düşman, bize ezilenlerin siyasi eğitimi bakımından da daha büyük bir olanak sağlar.
Bu olanak şöyle açıklanabilir. Fiziki savaşla, fikir savaşı arasında kökten bir fark vardır. Fiziki savaşta, güçlerin en irisini, düşmanın en zayıf yerine yığ-mak gerekir. Fikir savaşında ise, karşı tarafı mat etmek değil de ezilenlerin geri yanlarını okşamak değil de onları geliştirmek isteyen, eleştirisini karşı fikrin en mükemmel, en güçlü temsilcilerine yığmalıdır. Bir görüşü toyca sa-vunup rezil edenleri değil, onu en rafine biçimde en akıllıca ve ustaca savu-nanları eleştirmelidir. Eğer yoksa böyle bir savunucusu eleştirilecek görü-şün, onu yaratmalıdır ve öyle eleştirmelidir. Ancak bu tarz ezilenlerin geli-şimine hizmet edebilir.
Evet, gereğinde eleştireceğimiz görüşün en akıllı savunucusunu yaratmak gerekiyor.
Bu biraz insanın kendine karşı satranç oynaması gibi.
Stefan Zweig'ın "Schachnovelle"diye bir romanı vardır. (Sanırım Türkçeye "Bir Satranç Öyküsü" ya da "Satranç" adıyla çevrilmişti.) Bu romanında, Zweig, atıldığı bir tecrit ortamında kendine karşı bir siyah bir de beyaz ola-rak satranç oynayan ama bu çelişki altında dayanılmaz ruhsal bir bölünme-ye uğrayan birini anlatır.
Evet biz de bir tür satranç oynayacağız, bir siyah bir de beyaz olarak; bir Türk milliyetçisi olarak ve bir sosyalist olarak. Bazı yazılar bir Türk milli-yetçisinin bazı yazılar bir sosyalistin bakış açısından yazılacak.
Bizi buna zorlayan tecrit koşulları değil, çelişkinin varlığı bizi kendimize karşı satranç oynamaya zorluyor.
O romanda sonuç olan, bizde neden ve hareket noktası.
Kendine karşı satranç, orada parçalanmaya yol açarken, bizde bu parça-lanmayı aşmanın bir aracı. Hareket noktasındaki bu parçalanmayı yaratan çelişkileri ise tarihin izlediği yol dayatıyor.
İnsanlığın çıkmazını pekiştiren koşullar Kürtlere ve Türklere geçici olanak-lar sunuyor.
Demir Küçükaydın
demir@gmx.li
18.11.1999 13:42:13
(Bu yazı 29 Kasım 1999 tarihinde Avrupa’da çıkan Özgür Politika gazetesi-nin “Görüş” bölümünde yayınlandı. 10 Ocak 2025 Cuma)
İçindekiler
Ferda Çetin’e Yazılar ve Biçimi Üzerine Mektup
İlk Yazı: "Schachnovelle"
Birinci Bölüm Bir Türk Milliyetçisi Olarak Yazılar
Büyük Uygarlıklar ve Orta Doğu ve Milliyetçilik
Rusya ve Türkiye
Türkiye ve İran
Avrupa ve Amerika
Tahterevalli
Denklem
İkinci Bölüm Bir Sosyalist Olarak Yazılar
Beyazlar Arasına Katılmak veya Beyazlığı Yok Etmek.
Avrupa ve Sol
Nereden Başlamalı?
Göçmenler ve Ulusçuluk
Kürt Ulusal Hareketi ve Avrupa'daki Kürtler
Politik Beklentiler ve Kültürel Sınırlar
İki Yol ve İki Dil
Üçüncü Bölüm: Gelen Eleştirilere Cevaplar
“Arafiyan”da Hulusi Çınar’a
Roja Berin’in Eleştirilerine Cevaplar
Hamin Pardest’e Cevap
Oktay’a Cevap
Berfin’e Cevap
Arafiyan’da Mahmut’a Cevap
Yıldızlı Karanlıklar’a Cevap
Börklüce’nin Eleştirisine Cevap
Roja Berfin’e Cevap: Milliyetçilik, Enternasyonalizm vs. Üzerine
Yazar Hakkında
Kısa Biyografi- Demir Küçükaydın
Yazarın Sosyal Medya Adreslerinin Linkleri
Yazarın Basılı Olarak Yayınlanmış Kitapları
Yazarın Dijital Olarak Yayınlanmış Kitapları
Yazarın Kitaplarını İndirmek İçin Linkler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder