Cumhuriyetin ilanı, Mustafa Kemal'in (Müslüman burjuvazinin ve devlet sınıflarının katledilen ve malları yağma edilen Hıristiyanlara karşı savunmasını örgütlemesinin aracı olan) Meclis'e karşı Bonapartist bir darbesi ve Osmanlı padişahlarında bile olmayan yetkilerle kendini donatması, Padişahsız bir padişahlık düzenine geçişidir.
Cumhuriyet'in İlanı, daha geniş ve tarihsel bir ölçekte, sosyolojik olarak, ta Sümerlerden beri gelen, Roma ve Bizans'tan ve bir ölçüde de Pers Uygarlığından devralınan devlet yapısının, aynı kalmak için değişmesi, kendini çağın koşullarına adapte etmesi, aynı özü, yani mutlak ve her şeyin üzerindeki devleti yaşatmak, devlet sınıflarının egemenliklerini sürdürmek için, kendini modernleştirmesidir. Dolayısıyla Cumhuriyet’in ilanı aslında kapitalizm öncesinin bir yapısının kendisini sürdürmesinin bir aracıdır. Bu nedenle zerrece demokratik bir karakter taşımamıştır ve taşıyamaz.
Cumhuriyet'in ilanı ve hele kendini sosyalist veya demokrat
olarak tanımlayanların bunu kutlaması, devletin ve devletçiliğin, yani
demokrasi düşmanlığının, kendini demokrat veya sosyalist sananları bile kendi
zafer arabasına bağlamasının bir görünümüdür.
Cumhuriyetin İlanı ve bunun kendini ilerici demokrat
görenlerce kutlanması, ezilenler, demokratlar, sosyalistler için tam ve kesin
bir yenilgidir. Kendine TKP veya İşçi Partisi diyen partilerin bile kutlaması
ve kutlamalar örgütlemesi devletçiliğin nasıl ideolojik, politik ve örgütsel
olarak zafer kazandığını ironik bir biçimde göstermektedir. Bu anlamda Devletin ve devletçiliğin tam bir
zaferidir.
Türkiye'de Cumhuriyetçilik aslında devletçiliktir.
Cumhuriyet Bayramı ve anmaları, devletin kutsanmasıdır.
Cumhuriyetin İlan’ında olduğu gibi, baskı cihazlarının
modernleşmesi demokrasinin, eşit hakların, yurttaşların öz yönetim organlarının
gelişmesi kendini yönetmesi, devletin gücünün budanması, özetle demokrasinin
yerleşmesi ve gelişmesi anlamına gelmez; tam aksine, demokrasinin önündeki
engellerin daha modern, daha kıyıcı, daha keşfi zor biçimlere dönüşmesi
anlamına gelir.
Cumhuriyetin ilanı ve bu ilenin kutlanması, devletin halkın
gözüne cumhuriyet külü atarak onu kör etmesidir.
Bu durumda biz Marksistlerin, Marksizmi
geliştirelememelerinin maalesef büyük payı var. Öncelikle sadece temel iktisadi
ilişkilere (Toplumun Altyapısına) yoğunlaşarak sınıflar ve onların mücadelesi
ve iktisadi ilişkilerle toplumu ve tarihi açıklama ve bu kavramlarla bir
program ve politika oluşturma çabası, Üstyapının bir teorisinin
geliştirilememesine, dolayısıyla kapitalizm öncesinin statü farklılıklarının ve bunların modern sınıf ilişkileriyle karşılıklı ilişkiye girişlerinin ve bunun
sonuçlarının anlaşılamamasına ve gerçekliğin açıklanamamasına yol açmıştır. Bu
da fiiliyatta, biçimsel eşitliğin sosyalistlerin gündeminden düşmesine,
iktisadi ve sosyal eşitliğin bir yan ürün olarak çözüleceği anlayışına yol
açmış ve bu da pratik politikada sosyalistlerin fiilen en gerici
milliyetçiliğin ve devletçiliğin savunucusu ve yedeği olmalarıyla
sonuçlanmıştır.
Ama bu sonuçların ardında, bir üstyapılar teorisi,
dolayısıyla tümüyle Üstyapı’dan başka
bir şey olmayan bir Din Teorisi,
dolayısıyla Modern Çağın Dininin
karşı devrimci bir biçiminden başka bir şey olmayan bir Uluslar ve Ulusçuluk Teorisi olmaması ve bütün bunlara bağlı olarak
da bir Devlet Teorisi olmamasıyla
ilgilidir.
Bu teorik açıkları kapatmadan ne Türkiye'de ne de Dünya'da
solun Demokrasi (biçimsel eşitlik) ve
Sosyalizm (İktisadi eşitlik) mücadelesinin
ne de ezilen geniş kitlelerin direniş mücadelesinin bir gelişmesini beklemek
hayal olacaktır.
Bir teori olmadan, bir program olmaz, bir teori olmadan
başka bir Tarih (geçmiş) yazılamaz, dolayısıyla Gelecek Geçmiş anlatılarında
şekillendiğinden, başka bir gelecek tasavvuru dolayısıyla bir program
yazılamaz.
Bir gelecek tasavvuru, bir program, bir vizyon olmadan,
ezilenlerin mücadeleleri ezenlerin mücadelelerinde bir araç olmaktan öteye
gidemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder