14 Ekim 2023 Cumartesi

Kıvılcımlı’yı Garbis’le Garbis’i Kıvılcımlıyla Anmak

Irkçı, faşist, İsrail devleti şu an Filistinlileri katlederken, başka bir konu çok anlamsız.

Ayrıca kendini sosyalist, solcu ya da ilerici sanan pozitivistlerin Politik İslam korkusuyla Siyonist ırkçılığın ve faşizmin ve tüm batılı emperyalistlerin propaganda aygıtlarına dönüşümünü gözlerken daha da anlamsız. Bir sel gibi geliyorlar. Konumlarına ve yaptıklarına ilişkin kafalarında en küçük bir kuşku yaratma olasılığı bile yok. Korkunç bir gericilik döneminden geçiyoruz.

Derken bu sabah bir WhatsApp grubu paylaşımında Garbis Altınoğlu’nun vefatının 15 Ekim 2019 olduğu ve bu vesileyle eşi Yıldız Aydın’ın yazdığı bir yazıya rastadım.

Keza birkaç gün önce de Hikmet Kıvılcımlı’nın ölüm yıldönümüydü (11 Ekim 1971). Bu ölüm yıldönümü vesilesiyle yapılmış bazı paylaşımlar görmüştüm. Kıvılcımlı istemediği ve hayatı boyunca eleştirdiği biçimde anılıyordu. Örneğin bir akademisyenin yazdığı Kıvılcımlı’yı zerrece anlamamış bir kitap adeta bakın “Kıvılcımlı’nın değerini akademisyenler bile anlamaya başladı” dercesine bir “Majestelerinin komünistleri” yaklaşımıyla paylaşımlar yapılıyordu ve yazdıklarının içeriğine zerrece değinmeyen örneğin “saygıyla” diyen ifadeler paylaşılıyordu.

Halbuki Kıvılcımlı en azından Türkiye Devrimci hareketinin en büyük işkencelere uğramış bir militanının yazdığı son kitabın tuğla gibi bir Kıvılcımlı eleştirisi olması vesilesiyle olsun bu kitapla anılabilirdi.

Çünkü Garbis’in Kıvılcımlı’yı koca bir kitapla eleştirmesi aslında Kıvılcımlı’ya yapılabilecek en yüksek değer vermeydi. Ve bu aynı zamanda Garbis’in onun önemini ve değerini anlamış ve Kıvılcımlı hakkında klişe sözler ötesine giderek bunca enerji ve zamanının harcamaya değer görmesi de Garbis’in değerini gösteriyordu. Türkiye Devrimci hareketinde hiç kimse Kıvılcımlı’nın muazzam eserini böylesine kapsamlı bir eleştiri çabasına girmemiştir. Bu olgu sadece nicel olarak bile çok önemlidir. Türkiye sosyalist hareketinin bu iki mücevheri aynı noktada buluşmuştur.

Dilerdim ki en azından genç kuşaklardan birileri örneğin Garbis’in eleştirileri üzerinden bir teorik tartışma başlatsın. Garbis’in eleştirilerini ve Kıvılcımlı’nın görüşlerini ele alsın. Ama ne gezer. “Barbarın tarihi” diyerek Kıvılcımlı’nın elinde bir baltayla yer aldığı (Balta barbar çağrışımı yapıyor ya) kitabının resmini paylaşmak zamanın ruhuna daha uygun.

*

Peki sen niye yapmıyorsun ya da yapmadın denecek. Yapılacak işlerin çokluğundan. Biraz olsun yazılarımı izleyenler bilir. Marksizm’in Yeniden İnşası başlığı altında başlattığım büyük ve iddialı bir proje var. Aslında kalan bütün zaman ve enerjimi buna ayırmam gerekir. Ama yine de seçimler olsun, başka gelişmeler olsun (Örneğin Ukrayna, Filistin), onlara yönelmeden ve enerji ve zamanımın önemlice bir bölümünü ayırmadan yapamıyorum. Ve kanımca doğru da yapmıyorum. İlerde “niye bütün zamanını ve enerjisini ayırıp Marksizm’in Yeniden İnşasını ana hatlarıyla olsun tamamlamadı” diye eleştirenler olacaktır. Bu da bizim kaderimiz. Kaldıracağımız büyük teorik yüklerin altına girdik. Eziliyoruz. Kıvılcımlı’nın anılarında baş vurduğu kelime oyunuyla, işimiz bitmeden işimiz bitiyor.

*

Aslında Garbis’e vefatında bir veda yazısı yazmayı çok istemiştim. Ayrıca Garbis’e benim birkaç cevap borcum da vardı. Borçlarımı ödeyemedim. O alacaklı gitti ben borçlu gideceğim.

Garbis beni, çok eskiden, yanlış hatırlamıyorsam 2000’lerin başında Öcalan’ın çizgisini ve görüşlerini desteklediğim için, ve yine yanlış hatırlamıyorsam “Demir Küçükaydın Ne Yapmak İstiyor?” veya “Nereye Gidiyor?” gibi başlığı olan iki uzun yazıyla eleştirmişti.

O zaman Garbis’e cevap yazamadım çünkü geceleri 12 Saat araba sürüyordum. Kürt hareketinin organlarına yazmak kalan bütün zamanımı alıyordu.

Ama bu eleştiri borcumu bir parça olsun ödemek için, Garbis’i Köxüz’de yazmaya davet etmiştim. Ve Garbis Köxüz’ün en istikrarlı ve her biri ciddi bir araştırmaya dayanan yazılar yazan yazarı olmuştu.

Daha sonraki yıllarda (2012) yine beni “İslam ve Marksizm: Bir Demir Küçükaydın Eleştirisi” başlıklı bir yazıyla eleştirmişti.

Buna doğrudan bir cevap vermektense, “Yeniden İnşa” bağlamında, Din vs. gibi kavramların tanımları üzerinde yoğunlaşmayı tercih etmiştim. Çünkü Garbis’in eleştirisi klasiklere dayanıyordu. Ben de klasiklere dayanıyordum ama onları eleştiriyor ve aşmaya çalışıyordum. Benim yaklaşımım, Klasiklerin eleştirisiydi ve bu Garbis’le bir polemiğin satırları arasında kaybolmamalıydı.

Hasılı Garbis’e polemik borçlarım, eleştirilerine cevap ve karşı eleştiri borçlarım vardı ve bunları yapamamış olmanın rahatsızlığını her zaman aklımın bir köşesinde taşıyor, bir gün onlara da sıra gelir diye düşünüyordum.

*

Bilinir, Garbis hızlı ve sıkı bir “Stalinist” idi. Bir “Ortodoks “idi.

Ben ise “Troçkist” veya “Doktorcu” bilinirdim ve biliniyorum.

Ama Troçki ve Doktor dahil, artık klasik Marksistlerin hepsini de eksik ve yetersiz görüyor ve eleştiriyordum. Yani oldukça “sapkın” bir mezhepten, bir “Rafızi” sayılırdım.

Ama son zamanlarda Garbis’le birçok politik gelişmede benzer tavırlar almaya başlamıştık ve Garbis de görüşlerimizin birbirine zıt olmasına rağmen benzer tavırlar aldığımızı belirten yazılar yazmıştı birkaç kere.

Örneğin 21 Ağustos 2015’te “Yangını Söndürmek İçin” başlıklı yazısında, benim bir yazımdan uzun uzun alıntılar yaptıktan sonra şöyle yazıyordu:
Demir’le aramızdaki bu ciddi gözlem ve görüş ayrılığını, -unutmamak kaydıyla- bir yana bırakacak olursak, Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarının önündeki ivedi görevin Erdoğan kliğini yıkmak olduğu konusunda benzer bir yaklaşıma sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Zaten 28 Temmuz tarih ve “Topyekun Savaşa mı?” başlıklı yazımda ben de Demir’inkine benzer bir saptama yapmış ve şöyle demiştim…

Garbis’le “yakalanacak ana halka”, “acil görev” ve “taktikler” konusundaki bu yakınlaşmalar birçok kez tekrar etti.

Örneğin 2017 Ocağında ben de Garbis’in “Demir Küçükaydın’ın Önerisi Üzerine” başlıklı yazsını olduğu gibi bloğuma almış ve kendisi ve yazısı hakkında, “Garbis Altınoğlu’nun Yaklaşan Felaket Üzerine Uyarıları ve Önerisi” başlıklı yazımda şunları yazmıştım:

Aşağıdaki satırlar değerli Garbis Altınoğlu’nun bizim yazımızı da söz konusu ederek yaklaşan felaket üzerine uyarı ve değerlendirmeleridir.

Facebook’ta paylaştığı bu yazısını olduğu gibi aşağıya aktarıyoruz.

Bu kritik günlerde böylesine ayık duruşların ve örnek tavır alışların duyulmasının hayati önemi bulunmaktadır.

Bu duruş ve öneri, Garbis Altınoğlu’nun özgül durumu nedeniyle ayrıca çok değerlidir.

Meraklısı için şunu da belirtelim. Garbis Altınoğlu ve Demir Küçükaydın, ikimiz de 68’liyiz. Kısa bir hapishane beraberliğimiz de vardır.

Ama aslında son derece farklı; hatta birbirine zıt ideolojik duruşlara sahibizdir. Resmini aldığımız kitapta örneğin Kıvılcımlı’yı eleştirmektedir.

Bilenlerin bileceği gibi, Demir “Doktorcu” gelenekten sayılır ve Kıvılcımlı’nın Marksizm’e büyük katlıları olduğu düşüncesindedir. (Elbet Küçükaydın’ın da Kıvılcımlı’ya metodolojik eleştirileri var ama çok başka noktalardan.)

Bu nedenle Garbis’in bu yazısı, hayati önemi olan bir noktada, örnek bir duruşun sergilenmesidir de. Birbirine en zıt teorik ve politik duruşlara sahip insanların, yaklaşan felaket karşısında bir araya gelebilmelerinin ve gelmesi gerektiğinin somut bir örneğidir.

*

Eğer yaşasaydı örneğin Ukrayna, Filistin konularında da benzer konumlarda olacağımız öngörülebilir.

Hatta eşi Yıldız Aydın, Ukrayna’daki gelişmeler üzerine, Garbis’in Gürcistan konusunda yazdıklarını hatırlatarak yaşasaydı tavrının ne olacağını göstermişti.

Filistin’e gelince Ortadoğu üzerine çeşitli yazılarından derlenmiş bir kitabı vardır Belge’den çıkmış. Sadece o kitaptaki yazılardan birinin başlığı bile Garbis’in nasıl bir duruşu olacağını gösterir: “"Terörist" Muhammet, "Demokrat" Batı - Karikatür Bunalımı Üzerine Düşünceler

Ya da bir yazısının başlığı ve şu kısa epigraf bir fikir verir:
Filistin Dersleri: HAMAS-Fatah Çatışması mı, Siyonist-Emperyalist Terör mü?

5-7 Temmuz 2007

"Zamanla unutulmaya yüz tutan bazı gerçekleri net ve cesur bir biçimde kamuoyuna açıklamak, İsrail liderlerinin görevidir. Bu gerçeklerin başında, Araplar kovulmaksızın ve topraklarına el konmaksızın Siyonizm’in, kolonizasyonun ve Yahudi Devletinin olamayacağı gelir.” Ariel Şaron, Agence France Presse, 1 5 Kasım 1 998”

*

Garbis vefat ettiğinde ardından uzun bir anma ve uğurlama yazısı yazmayı çok istiyordum. Hatta o gelenekten bazı arkadaşlara yazacağımı söylediğimde, yine o gelenekten bazılarının Garbis’in ölümü karşısında suskunluğuna karşı iyi olur dediklerini de hatırlıyorum.

Ama o sıra bastıran sağlık sorunları el vermedi.

Bir yazıyı da zamanında yazmayınca sonradan o konuya dönüp yazmak zor oluyor. Ben yazarken yaşayanlardanım. Düşüncelerin yol açtığı duyguları etinde, kemiğinde, kaslarında, sinirlerinde hissetmeden yazamayanlardanım. Sonrasında da zaten yine vakit olmadı.

Bu vesileyle bu yapılamamış görevi de Hem Garbis’i hem Kıvılcımlı’yı anmış olduğum bu sunuş yazısıyla olsun bir parça olsun yapmış olayım.

*

Doktor’un görüşlerini savunan veya onun devamcısı olduğunu söyleyen parti, çevre ve kişiler, Doktor’un eleştirilmediğinden yakınırlar. Bu yakınma bir zamanlar anlaşılabilirdi. Ama en azından son yıllarda gerek benim eleştirilerim gerek Garbis’in kitabından sonra Bu yakınma anlamsızlaşmış bulunuyor. Şimdi doktorcuların doktora eleştiriler konusund suskunlukları var.

Haydı benim Kıvılcımlı’ya ilişkin eleştirilerim karşısında gösterdikleri suskunluk bir ölçüde anlaşılabilir. Ben sapkın bir “Doktorcu” ve Marksist ve de “Troçkist” olarak ciddiye alınıp cevap verilirsem veya tartışma konusu yapılırsam, bu eleştirilerimin duyulmasına ve tartışılmasına yol açar, görmezden gelmek iyidir. En azından savaşın mantığı açısından anlaşılabilir.

Ama Garbis, klasik geleneği savunan, en azından örnek yaşamı ve direnişiyle çok değer verilen bir devrimci. Bari onun eleştirilerine bir cevap verseler, bir tartışma açsalardı.

Hiç olmazsa “böyle bir kitap da var” diyerek hem Kıvılcımlı’ya hem yazarına büyük bir onur bahşeden bu kitaptan söz etselerdi. Maalesef bu bile yok.

Kıvılcımlı’nın çok şikayet ettiği kireçlenmeye başlamış beyinler mezar başı anmalarından ötesine gidemiyor.

*

Aşağıda Garbis’in Kıvılcımlı’yı eleştirdiği kitabına yazdığı Önsöz yer alıyor. Garbis, Kıvılcımlı’ya çok değer veren bir önsöz yazmış. Sadece Kıvılcımlı hakkında yazılmış en kapsamlı ve geniş eleştirilerden biri olan kitabıyla değil, aynı zamanda Önsöz’ündeki Kıvılcımlıya değer veren satırlarında aynı zamanda kendi değerini ifade etmiş oluyor.

Aşağıda Garbis’in Önsöz’ü.

Demir Küçükaydın

14 Ekim 2023 Cumartesi

 

*

ÖNSÖZ

Böyle bir kitabı yazma düşüncesi bende, 17-18 Ocak 2013’de İstanbul’da düzenlenen Hikmet Kıvılcımlı Sempozyumu’na bir yazı hazırlama sürecinde ortaya çıktı. Bu sempozyuma sunduğum yazı “Hikmet Kıvılcımlı’nın Ordu ve Devlet Anlayışının Eleştirisi” adını taşıyordu ve boyutları, tüm diğer katılımcıların sunumları gibi anlaşılabilir zorunluluklar nedeniyle çok kısıtlı tutulmuştu. Ancak, bu zorunlu kısıtlamanın cenderesine sıkıştırılan bir yazının, olgular ışığında Kıvılcımlı’nın ordu ve devlet sorununa yaklaşımını az çok doyurucu bir tarzda ele almaya yetmeyeceği açıktı. Sempozyumdan sonra bu alandaki çalışmamı sürdürdüm ve giderek Kıvılcımlı’nın bu konuya ilişkin görüşlerinin çok daha kapsamlı bir çalışmayı hak ettiğini daha iyi kavramaya başladım. Bu kavrayış derinleşmesi kitabın adına da yansıdı: Bu kitabın adını önce, “Olguların Işığında Hikmet Kıvılcımlı’nın Ordu ve Devlet Teorisi” olarak planlamıştım. Ancak kitabı okuyacak ya da şöyle bir karıştıracak olanların da görebileceği gibi onun kapsamı Kıvılcımh’nın ordu ve devlet anlayışını ele almanın hayli ötesine geçti ve “Olguların Işığında Hikmet Kıvılcımlı’nm Ordu ve Devlet Teorisi” adı yerini “Hikmet Kıvılcımlı’nın Saptamalarının Işığında Osmanlı ve Türkiye Tarihine Bakışlar” adına bıraktı. Bu kitabın, işte bu ilk gereksinimi karşılamak amacıyla başladığım, o günden bu yana sürdürdüğüm ve zamanımın büyük bölümünü ayırdığım çalışmanın ürünü olduğunu söyleyebilirim.

Kıvılcımlı’mn özel olarak ordu ve devlet sorununa ilişkin yaklaşımı ve genel olarak siyasal ve teorik görüşleri daha önce yer yer başka yazar ve araştırmacılar tarafından da ele alınmış ve eleştirilmiş bulunuyor. Ben burada, onlardan daha ileri gidecek, kendisinin bu alandaki önemli hatalarım ve bu hatalarının, onun Osmanlı ve Türkiye devlet ve toplumlarına ilişkin analizleri üzerindeki etkilerini daha kapsamlı, daha derinlikli ve daha ayrıntılı bir tarzda ele alacağım. Kıvılcımlı’nm ordu ve devlet sorununa ilişkin yaklaşımı, bu kitabın esas konusu. Ancak, bu konunun hakkıyla ele alınışı ister istemez, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye tarihinin, hattâ bir ölçüde Osmanlı öncesinin tarihinin, yani Bizans ve Selçuklu tarihinin ve Ortadoğu ve dünya tarihinin, olguların ışığında incelenmesini ve milliyetçi, Kemalist ve sübjektif tarih anlayışına karşı eleştirel bir duruşun ortaya konmasını da kaçınılmaz kılıyor.

Evet, bu kitap öncelikle Hikmet Kıvılcımlı’nın ordu ve devlet anlayışını eleştirel bir gözle ele almayı amaçlamakta, ama kendisini asla bu alanla sımrlamamaktadır ve sınırlayamaz da. Ancak bu düşün ve eylem adamının görüşlerini değerlendirmeye girişen her aklıbaşında ve vicdan sahibi yazar ya da eleştirmen, Kıvılcımlı’nın ilgi alanının genişliği ve ele aldığı konuların çeşitliliği, çalışmalarının kapsamı ve zenginliği nedeniyle bu işin çok ciddi bir entellektüel çaba gerektirdiğini dikkate almak zorundadır; dahası böyle bir eleştirmen bunun için, Marksizm-Leninizmi kavramanın yamsıra dünya tarihi ve Osmanlı-Türkiye tarihi ve toplumsal bilimler alanında da önemli bir düzeyde bilgi sahibi olmanın zorunlu olduğunu vb. anlayacaktır. Bu bakımdan Ertuğrul Kürkçü’nün Çağdaş Yol dergisinde yayımlanan söyleşisinde söylediği şu sözlere katılıyorum:

“Ancak Tarih Tezi’ni önüme aldığımda onunla hesaplaşabilmek için sadece toplum bilimleri değil, aynı zamanda doğa bilimleri alanında da, sadece tarih değil aynı zamanda felsefede de ve nihayet sadece genel teori alanında değil Türkiye’nin toplumsal yapısına ilişkin pratik veriler alanında da o kadar çok fırın ekmek yemem gerekiyordu ki ben bu işi çok sonraya bırakmak zorunda kaldım. Velev ki; Doktor’un orada söylediği her şey teorik olarak yanlış dahi olsaydı o teorik düzeyden Doktorla tartışmak benim için son derece güçtü. Doktor için sanırım bütün muhatapları bakımından bu aymydı.”(1)

Dolayısıyla konunun boyutları dikkate alındığında, tam bir Kıvılcımlı eleştirisi ya da değerlendirmesinin, okurun elinde tuttuğu bu hayli kalın kitabın sınırları içine sıkıştırılamayacağı ve daha da geniş kapsamlı bir çalışmayı gerektirdiği bellidir. Temel gömşlerininin ışığında ele alınmadığı takdirde, Kıvılcımlı’nın analiz ve saptamalarının ve siyasal/ taktiksel öneri ve girişimlerinin değerlendirilmesi, her zaman biraz eksik ve hattâ bir ölçüde yüzeysel kalmaya mahkûm olacaktır. Ben de aşağıda yazacaklarımın, şimdiye değin yapılanlardan daha kapsamlı bir eleştirel çalışma olduğu kanısında olmama rağmen böylesi bir eksiklikle sakatlanmış olacağı duygusunu taşıdığımı belirtmek isterim. Dolayısıyla, KıvılcımlTnın görüşlerinin ve değindiği konuların ele alınmasının, benim bu kitapta yaptığımdan daha da kapsamlı çalışmaları gerektirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Bu kitabı görenlerin en azından bir bölümü bana, “neden bir Hikmet Kıvılcımlı eleştirisi?” sorusunu yöneltmek isteyebilirler. Bu anlaşılabilir soruya şöyle bir yanıt verilebilir: Başta Osmanlı ve Türkiye tarihi gelmek üzere bir dizi konuda çok sayıda kitap, broşür ve makale kaleme almış olan Kıvılcımlı herhâlde, Türkiye devrimci hareketinin şimdiye kadar yetiştirdiği en verimli ve en üretken yazar olmakla kalmamış, başkalarının değinmediği bir dizi konuyu ele almıştır. Dolayısıyla, şimdiye kadar hak ettiği ilgiyi görememiş olan böylesi bir entellektüel ve siyasal figürün görüşlerinin eleştirel bir değerlendirmeye tâbi tutulmasının, başlıbaşına önemli bir görev olduğunun altı çizilmelidir. İkinci bir neden ise, Kıvılcımlı’nın hatalı saptamalarının bir bölümünün, gerek eski TKP ve gerekse -daha sınırlı bir düzeyde olmak kaydıyla- 1960’h yıllarda yeniden canlanmaya başlayan Türkiye devrimci hareketinin siyasal öncüleri tarafından da şu ya da bu ölçüde paylaşılmış olmasıdır. Dahası Kıvılcımlı’nın, çoğu hem TKP geleneğinden gelen çevre ve grupların ve hem de devrimci hareketin başka bileşenlerinin de hâlihazırda şu ya da bu ölçüde paylaştığı hatalı saptamalarına karşı ideolojik savaşım aynı zamanda bugünün bir görevidir. Bu bakımdan, az çok derinlikli herhangi bir Kıvılcımlı eleştirisi asla salt bir Kıvılcımlı eleştirisi olmaz ve olamaz; dolayısıyla böylesi bir Kıvılcımlı eleştirisi, ister istemez aynı zamanda bir TKP eleştirisi ve Türkiye devrimci hareketi içinde hâlâ varlığını sürdüren milliyetçi, devletçi ve sağ oportünist eğilimin bir eleştirisi olacaktır.

Bu kitapta yer alan alıntılardan bir bölümü sanal ortamda bulunan kaynaklardan, özellikle de Hikmet Kıvılcımlı’nın, Demir Küçükaydın tarafından sanal ortama yerleştirilen kitap ve broşürlerinden aktarılmıştır. Doğal olarak bu alıntılar için sayfa numarası ve kaynağın basım yeri ve tarihine ilişkin bilgiler veril(e)memiştir. Öte yandan, bu kitapta yer verilen alıntılardan büyük harfle, italikle ya da boldla yazılan sözcük ve tümcelerin hemen hemen hepsi Kıvılcımlı’ya ve alıntılanan diğer yazarlara aittir. Büyük harfle, italikle ya da boldla yazılıp da BANA AİT olan sözcük ve tümceler parantez içinde G. A., yani (G. A.) sembolüyle gösterilmiştir. Bana ait olan böylesi açıklamaların büyük çoğunluğu, alıntılarda rastlanan, çoğu eski Osmanlıca olan ve şimdilerde az ya da pek az kullanılan sözcüklerin Türkçe karşılıkları benim tarafımdan verilmiş olan sözcüklerdir.”

 

 

 

 

Hiç yorum yok: