Irkçı, faşist, İsrail devleti şu an Filistinlileri katlederken, başka bir konu çok anlamsız.
Ayrıca kendini sosyalist, solcu ya da ilerici sanan
pozitivistlerin Politik İslam korkusuyla Siyonist ırkçılığın ve faşizmin ve tüm
batılı emperyalistlerin propaganda aygıtlarına dönüşümünü gözlerken daha da
anlamsız. Bir sel gibi geliyorlar. Konumlarına ve yaptıklarına ilişkin
kafalarında en küçük bir kuşku yaratma olasılığı bile yok. Korkunç bir
gericilik döneminden geçiyoruz.
Derken bu sabah bir WhatsApp grubu paylaşımında Garbis Altınoğlu’nun vefatının 15 Ekim 2019 olduğu ve bu vesileyle eşi Yıldız Aydın’ın yazdığı bir yazıya rastadım.
Keza birkaç gün önce de Hikmet Kıvılcımlı’nın ölüm
yıldönümüydü (11 Ekim 1971). Bu ölüm yıldönümü vesilesiyle yapılmış bazı
paylaşımlar görmüştüm. Kıvılcımlı istemediği ve hayatı boyunca eleştirdiği
biçimde anılıyordu. Örneğin bir akademisyenin yazdığı Kıvılcımlı’yı zerrece
anlamamış bir kitap adeta bakın “Kıvılcımlı’nın değerini akademisyenler bile
anlamaya başladı” dercesine bir “Majestelerinin komünistleri” yaklaşımıyla
paylaşımlar yapılıyordu ve yazdıklarının içeriğine zerrece değinmeyen örneğin “saygıyla”
diyen ifadeler paylaşılıyordu.
Halbuki Kıvılcımlı en azından Türkiye Devrimci hareketinin
en büyük işkencelere uğramış bir militanının yazdığı son kitabın tuğla gibi bir
Kıvılcımlı eleştirisi olması vesilesiyle olsun bu kitapla anılabilirdi.
Çünkü Garbis’in Kıvılcımlı’yı koca bir kitapla eleştirmesi
aslında Kıvılcımlı’ya yapılabilecek en yüksek değer vermeydi. Ve bu aynı
zamanda Garbis’in onun önemini ve değerini anlamış ve Kıvılcımlı hakkında klişe
sözler ötesine giderek bunca enerji ve zamanının harcamaya değer görmesi de Garbis’in
değerini gösteriyordu. Türkiye Devrimci hareketinde hiç kimse Kıvılcımlı’nın
muazzam eserini böylesine kapsamlı bir eleştiri çabasına girmemiştir. Bu olgu
sadece nicel olarak bile çok önemlidir. Türkiye sosyalist hareketinin bu iki
mücevheri aynı noktada buluşmuştur.
Dilerdim ki en azından genç kuşaklardan birileri örneğin
Garbis’in eleştirileri üzerinden bir teorik tartışma başlatsın. Garbis’in
eleştirilerini ve Kıvılcımlı’nın görüşlerini ele alsın. Ama ne gezer. “Barbarın
tarihi” diyerek Kıvılcımlı’nın elinde bir baltayla yer aldığı (Balta barbar çağrışımı
yapıyor ya) kitabının resmini paylaşmak zamanın ruhuna daha uygun.
*
Peki sen niye yapmıyorsun ya da yapmadın denecek. Yapılacak
işlerin çokluğundan. Biraz olsun yazılarımı izleyenler bilir. Marksizm’in Yeniden İnşası başlığı
altında başlattığım büyük ve iddialı bir proje var. Aslında kalan bütün zaman
ve enerjimi buna ayırmam gerekir. Ama yine de seçimler olsun, başka gelişmeler
olsun (Örneğin Ukrayna, Filistin), onlara yönelmeden ve enerji ve zamanımın
önemlice bir bölümünü ayırmadan yapamıyorum. Ve kanımca doğru da yapmıyorum.
İlerde “niye bütün zamanını ve enerjisini ayırıp Marksizm’in Yeniden İnşasını
ana hatlarıyla olsun tamamlamadı” diye eleştirenler olacaktır. Bu da bizim
kaderimiz. Kaldıracağımız büyük teorik yüklerin altına girdik. Eziliyoruz. Kıvılcımlı’nın
anılarında baş vurduğu kelime oyunuyla, işimiz bitmeden işimiz bitiyor.
*
Aslında Garbis’e vefatında bir veda yazısı yazmayı çok
istemiştim. Ayrıca Garbis’e benim birkaç cevap borcum da vardı. Borçlarımı
ödeyemedim. O alacaklı gitti ben borçlu gideceğim.
Garbis beni, çok eskiden, yanlış hatırlamıyorsam 2000’lerin
başında Öcalan’ın çizgisini ve görüşlerini desteklediğim için, ve yine yanlış
hatırlamıyorsam “Demir Küçükaydın Ne
Yapmak İstiyor?” veya “Nereye Gidiyor?”
gibi başlığı olan iki uzun yazıyla eleştirmişti.
O zaman Garbis’e cevap yazamadım çünkü geceleri 12 Saat
araba sürüyordum. Kürt hareketinin organlarına yazmak kalan bütün zamanımı
alıyordu.
Ama bu eleştiri borcumu bir parça olsun ödemek için, Garbis’i
Köxüz’de yazmaya davet etmiştim. Ve Garbis
Köxüz’ün en istikrarlı ve her biri ciddi
bir araştırmaya dayanan yazılar yazan yazarı olmuştu.
Daha sonraki yıllarda (2012) yine beni “İslam
ve Marksizm: Bir Demir Küçükaydın Eleştirisi” başlıklı bir yazıyla
eleştirmişti.
Buna doğrudan bir cevap vermektense, “Yeniden İnşa”
bağlamında, Din vs. gibi kavramların tanımları üzerinde yoğunlaşmayı tercih
etmiştim. Çünkü Garbis’in eleştirisi klasiklere dayanıyordu. Ben de klasiklere
dayanıyordum ama onları eleştiriyor ve aşmaya çalışıyordum. Benim yaklaşımım,
Klasiklerin eleştirisiydi ve bu Garbis’le bir polemiğin satırları arasında
kaybolmamalıydı.
Hasılı Garbis’e polemik borçlarım, eleştirilerine cevap ve
karşı eleştiri borçlarım vardı ve bunları yapamamış olmanın rahatsızlığını her
zaman aklımın bir köşesinde taşıyor, bir gün onlara da sıra gelir diye
düşünüyordum.
*
Bilinir, Garbis hızlı ve sıkı bir “Stalinist” idi. Bir “Ortodoks
“idi.
Ben ise “Troçkist” veya “Doktorcu” bilinirdim ve
biliniyorum.
Ama Troçki ve Doktor dahil, artık klasik Marksistlerin hepsini
de eksik ve yetersiz görüyor ve eleştiriyordum. Yani oldukça “sapkın” bir
mezhepten, bir “Rafızi” sayılırdım.
Ama son zamanlarda Garbis’le birçok politik gelişmede benzer
tavırlar almaya başlamıştık ve Garbis de görüşlerimizin birbirine zıt olmasına
rağmen benzer tavırlar aldığımızı belirten yazılar yazmıştı birkaç kere.
Örneğin 21 Ağustos 2015’te “Yangını
Söndürmek İçin” başlıklı yazısında, benim bir yazımdan uzun uzun
alıntılar yaptıktan sonra şöyle yazıyordu:
“Demir’le aramızdaki bu ciddi gözlem ve
görüş ayrılığını, -unutmamak kaydıyla- bir yana bırakacak olursak, Türkiye ve
Kuzey Kürdistan halklarının önündeki ivedi görevin Erdoğan kliğini yıkmak
olduğu konusunda benzer bir yaklaşıma sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Zaten 28
Temmuz tarih ve “Topyekun Savaşa mı?” başlıklı yazımda ben de Demir’inkine
benzer bir saptama yapmış ve şöyle demiştim…
Garbis’le “yakalanacak
ana halka”, “acil görev” ve “taktikler” konusundaki bu yakınlaşmalar
birçok kez tekrar etti.
Örneğin 2017 Ocağında ben de Garbis’in “Demir Küçükaydın’ın
Önerisi Üzerine” başlıklı yazsını olduğu gibi bloğuma almış ve kendisi ve
yazısı hakkında, “Garbis
Altınoğlu’nun Yaklaşan Felaket Üzerine Uyarıları ve Önerisi” başlıklı
yazımda şunları yazmıştım:
“Aşağıdaki satırlar
değerli Garbis Altınoğlu’nun bizim yazımızı da söz konusu ederek yaklaşan
felaket üzerine uyarı ve değerlendirmeleridir.
Facebook’ta paylaştığı
bu yazısını olduğu gibi aşağıya aktarıyoruz.
Bu kritik günlerde
böylesine ayık duruşların ve örnek tavır alışların duyulmasının hayati önemi
bulunmaktadır.
Bu duruş ve öneri,
Garbis Altınoğlu’nun özgül durumu nedeniyle ayrıca çok değerlidir.
Meraklısı için şunu da
belirtelim. Garbis Altınoğlu ve Demir Küçükaydın, ikimiz de 68’liyiz. Kısa bir
hapishane beraberliğimiz de vardır.
Ama aslında son derece
farklı; hatta birbirine zıt ideolojik duruşlara sahibizdir. Resmini aldığımız
kitapta örneğin Kıvılcımlı’yı eleştirmektedir.
Bilenlerin bileceği
gibi, Demir “Doktorcu” gelenekten sayılır ve Kıvılcımlı’nın Marksizm’e büyük
katlıları olduğu düşüncesindedir. (Elbet Küçükaydın’ın da Kıvılcımlı’ya
metodolojik eleştirileri var ama çok başka noktalardan.)
Bu nedenle Garbis’in
bu yazısı, hayati önemi olan bir noktada, örnek bir duruşun sergilenmesidir de.
Birbirine en zıt teorik ve politik duruşlara sahip insanların, yaklaşan felaket
karşısında bir araya gelebilmelerinin ve gelmesi gerektiğinin somut bir
örneğidir.”
*
Eğer yaşasaydı örneğin Ukrayna, Filistin konularında da
benzer konumlarda olacağımız öngörülebilir.
Hatta eşi Yıldız Aydın, Ukrayna’daki gelişmeler üzerine, Garbis’in
Gürcistan konusunda yazdıklarını hatırlatarak yaşasaydı tavrının ne olacağını
göstermişti.
Filistin’e gelince Ortadoğu üzerine çeşitli yazılarından
derlenmiş bir kitabı vardır Belge’den çıkmış. Sadece o kitaptaki yazılardan
birinin başlığı bile Garbis’in nasıl bir duruşu olacağını gösterir: “"Terörist" Muhammet,
"Demokrat" Batı - Karikatür Bunalımı Üzerine Düşünceler”
Ya da bir yazısının başlığı ve şu kısa epigraf bir fikir
verir:
“Filistin
Dersleri: HAMAS-Fatah Çatışması mı, Siyonist-Emperyalist Terör mü?
5-7 Temmuz 2007
"Zamanla unutulmaya yüz tutan bazı
gerçekleri net ve cesur bir biçimde kamuoyuna açıklamak, İsrail liderlerinin
görevidir. Bu gerçeklerin başında, Araplar kovulmaksızın ve topraklarına el
konmaksızın Siyonizm’in, kolonizasyonun ve Yahudi Devletinin olamayacağı gelir.”
Ariel Şaron, Agence France Presse, 1 5 Kasım 1 998”
*
Garbis vefat ettiğinde ardından uzun bir anma ve uğurlama
yazısı yazmayı çok istiyordum. Hatta o gelenekten bazı arkadaşlara yazacağımı
söylediğimde, yine o gelenekten bazılarının Garbis’in ölümü karşısında
suskunluğuna karşı iyi olur dediklerini de hatırlıyorum.
Ama o sıra bastıran sağlık sorunları el vermedi.
Bir yazıyı da zamanında yazmayınca sonradan o konuya dönüp
yazmak zor oluyor. Ben yazarken yaşayanlardanım. Düşüncelerin yol açtığı
duyguları etinde, kemiğinde, kaslarında, sinirlerinde hissetmeden
yazamayanlardanım. Sonrasında da zaten yine vakit olmadı.
Bu vesileyle bu yapılamamış görevi de Hem Garbis’i hem Kıvılcımlı’yı
anmış olduğum bu sunuş yazısıyla olsun bir parça olsun yapmış olayım.
*
Doktor’un görüşlerini savunan veya onun devamcısı olduğunu
söyleyen parti, çevre ve kişiler, Doktor’un eleştirilmediğinden yakınırlar. Bu
yakınma bir zamanlar anlaşılabilirdi. Ama en azından son yıllarda gerek benim
eleştirilerim gerek Garbis’in kitabından sonra Bu yakınma anlamsızlaşmış
bulunuyor. Şimdi doktorcuların doktora eleştiriler konusund suskunlukları var.
Haydı benim Kıvılcımlı’ya ilişkin eleştirilerim karşısında
gösterdikleri suskunluk bir ölçüde anlaşılabilir. Ben sapkın bir “Doktorcu” ve
Marksist ve de “Troçkist” olarak ciddiye alınıp cevap verilirsem veya tartışma
konusu yapılırsam, bu eleştirilerimin duyulmasına ve tartışılmasına yol açar,
görmezden gelmek iyidir. En azından savaşın mantığı açısından anlaşılabilir.
Ama Garbis, klasik geleneği savunan, en azından örnek yaşamı
ve direnişiyle çok değer verilen bir devrimci. Bari onun eleştirilerine bir
cevap verseler, bir tartışma açsalardı.
Hiç olmazsa “böyle bir kitap da var” diyerek hem Kıvılcımlı’ya
hem yazarına büyük bir onur bahşeden bu kitaptan söz etselerdi. Maalesef bu
bile yok.
Kıvılcımlı’nın çok şikayet ettiği kireçlenmeye başlamış
beyinler mezar başı anmalarından ötesine gidemiyor.
*
Aşağıda Garbis’in Kıvılcımlı’yı eleştirdiği kitabına yazdığı
Önsöz yer alıyor. Garbis, Kıvılcımlı’ya çok değer veren bir önsöz yazmış. Sadece
Kıvılcımlı hakkında yazılmış en kapsamlı ve geniş eleştirilerden biri olan
kitabıyla değil, aynı zamanda Önsöz’ündeki Kıvılcımlıya değer veren
satırlarında aynı zamanda kendi değerini ifade etmiş oluyor.
Aşağıda Garbis’in Önsöz’ü.
Demir Küçükaydın
14 Ekim 2023 Cumartesi
*
“ÖNSÖZ
Böyle bir kitabı yazma
düşüncesi bende, 17-18 Ocak 2013’de İstanbul’da düzenlenen Hikmet Kıvılcımlı
Sempozyumu’na bir yazı hazırlama sürecinde ortaya çıktı. Bu
sempozyuma sunduğum yazı “Hikmet Kıvılcımlı’nın Ordu ve Devlet Anlayışının
Eleştirisi” adını taşıyordu ve boyutları, tüm diğer katılımcıların
sunumları gibi anlaşılabilir zorunluluklar nedeniyle çok kısıtlı
tutulmuştu. Ancak, bu zorunlu kısıtlamanın cenderesine sıkıştırılan bir
yazının, olgular ışığında Kıvılcımlı’nın ordu ve devlet sorununa
yaklaşımını az çok doyurucu bir tarzda ele almaya yetmeyeceği açıktı.
Sempozyumdan sonra bu alandaki çalışmamı sürdürdüm ve
giderek Kıvılcımlı’nın bu konuya ilişkin görüşlerinin çok daha kapsamlı
bir çalışmayı hak ettiğini daha iyi kavramaya başladım. Bu kavrayış
derinleşmesi kitabın adına da yansıdı: Bu kitabın adını önce, “Olguların
Işığında Hikmet Kıvılcımlı’nın Ordu ve Devlet Teorisi” olarak
planlamıştım. Ancak kitabı okuyacak ya da şöyle bir karıştıracak olanların
da görebileceği gibi onun kapsamı Kıvılcımh’nın ordu ve devlet anlayışını
ele almanın hayli ötesine geçti ve “Olguların Işığında Hikmet
Kıvılcımlı’nm Ordu ve Devlet Teorisi” adı yerini “Hikmet
Kıvılcımlı’nın Saptamalarının Işığında Osmanlı ve Türkiye Tarihine
Bakışlar” adına bıraktı. Bu kitabın, işte bu ilk gereksinimi karşılamak
amacıyla başladığım, o günden bu yana sürdürdüğüm ve zamanımın büyük
bölümünü ayırdığım çalışmanın ürünü olduğunu söyleyebilirim.
Kıvılcımlı’mn özel
olarak ordu ve devlet sorununa ilişkin yaklaşımı ve genel olarak siyasal ve
teorik görüşleri daha önce yer yer başka yazar ve araştırmacılar tarafından da
ele alınmış ve eleştirilmiş bulunuyor. Ben burada, onlardan daha ileri
gidecek, kendisinin bu alandaki önemli hatalarım ve bu hatalarının, onun
Osmanlı ve Türkiye devlet ve toplumlarına ilişkin analizleri üzerindeki
etkilerini daha kapsamlı, daha derinlikli ve daha ayrıntılı bir tarzda ele
alacağım. Kıvılcımlı’nm ordu ve devlet sorununa ilişkin yaklaşımı, bu
kitabın esas konusu. Ancak, bu konunun hakkıyla ele alınışı ister istemez,
Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye tarihinin, hattâ bir ölçüde Osmanlı
öncesinin tarihinin, yani Bizans ve Selçuklu tarihinin ve Ortadoğu ve
dünya tarihinin, olguların ışığında incelenmesini ve milliyetçi, Kemalist
ve sübjektif tarih anlayışına karşı eleştirel bir duruşun ortaya konmasını
da kaçınılmaz kılıyor.
Evet, bu kitap
öncelikle Hikmet Kıvılcımlı’nın ordu ve devlet anlayışını eleştirel bir gözle
ele almayı amaçlamakta, ama kendisini asla bu alanla sımrlamamaktadır ve
sınırlayamaz da. Ancak bu düşün ve eylem adamının görüşlerini
değerlendirmeye girişen her aklıbaşında ve vicdan sahibi yazar ya da
eleştirmen, Kıvılcımlı’nın ilgi alanının genişliği ve ele aldığı
konuların çeşitliliği, çalışmalarının kapsamı ve zenginliği nedeniyle bu
işin çok ciddi bir entellektüel çaba gerektirdiğini dikkate almak
zorundadır; dahası böyle bir eleştirmen bunun için, Marksizm-Leninizmi
kavramanın yamsıra dünya tarihi ve Osmanlı-Türkiye tarihi ve toplumsal bilimler alanında
da önemli bir düzeyde bilgi sahibi olmanın zorunlu olduğunu vb. anlayacaktır.
Bu bakımdan Ertuğrul Kürkçü’nün Çağdaş Yol dergisinde yayımlanan
söyleşisinde söylediği şu sözlere katılıyorum:
“Ancak Tarih Tezi’ni
önüme aldığımda onunla hesaplaşabilmek için sadece toplum bilimleri değil, aynı
zamanda doğa bilimleri alanında da, sadece tarih değil aynı zamanda felsefede
de ve nihayet sadece genel teori alanında değil Türkiye’nin toplumsal
yapısına ilişkin pratik veriler alanında da o kadar çok fırın ekmek yemem
gerekiyordu ki ben bu işi çok sonraya bırakmak zorunda kaldım. Velev ki;
Doktor’un orada söylediği her şey teorik olarak yanlış dahi olsaydı o
teorik düzeyden Doktorla tartışmak benim için son derece güçtü. Doktor için
sanırım bütün muhatapları bakımından bu aymydı.”(1)
Dolayısıyla konunun
boyutları dikkate alındığında, tam bir Kıvılcımlı eleştirisi ya da
değerlendirmesinin, okurun elinde tuttuğu bu hayli kalın kitabın sınırları
içine sıkıştırılamayacağı ve daha da geniş kapsamlı bir çalışmayı
gerektirdiği bellidir. Temel gömşlerininin ışığında ele alınmadığı
takdirde, Kıvılcımlı’nın analiz ve saptamalarının ve siyasal/ taktiksel öneri
ve girişimlerinin değerlendirilmesi, her zaman biraz eksik ve hattâ bir
ölçüde yüzeysel kalmaya mahkûm olacaktır. Ben de aşağıda yazacaklarımın,
şimdiye değin yapılanlardan daha kapsamlı bir eleştirel çalışma olduğu
kanısında olmama rağmen böylesi bir eksiklikle sakatlanmış olacağı
duygusunu taşıdığımı belirtmek isterim. Dolayısıyla, KıvılcımlTnın görüşlerinin
ve değindiği konuların ele alınmasının, benim bu kitapta yaptığımdan daha
da kapsamlı çalışmaları gerektirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu kitabı görenlerin
en azından bir bölümü bana, “neden bir Hikmet Kıvılcımlı eleştirisi?” sorusunu
yöneltmek isteyebilirler. Bu anlaşılabilir soruya şöyle bir yanıt verilebilir:
Başta Osmanlı ve Türkiye tarihi gelmek üzere bir dizi konuda çok sayıda
kitap, broşür ve makale kaleme almış olan Kıvılcımlı herhâlde, Türkiye
devrimci hareketinin şimdiye kadar yetiştirdiği en verimli ve en üretken
yazar olmakla kalmamış, başkalarının değinmediği bir dizi konuyu
ele almıştır. Dolayısıyla, şimdiye kadar hak ettiği ilgiyi görememiş olan
böylesi bir entellektüel ve siyasal figürün görüşlerinin eleştirel bir
değerlendirmeye tâbi tutulmasının, başlıbaşına önemli bir görev olduğunun
altı çizilmelidir. İkinci bir neden ise, Kıvılcımlı’nın hatalı
saptamalarının bir bölümünün, gerek eski TKP ve gerekse -daha sınırlı bir
düzeyde olmak kaydıyla- 1960’h yıllarda yeniden canlanmaya başlayan
Türkiye devrimci hareketinin siyasal öncüleri tarafından da şu ya da bu
ölçüde paylaşılmış olmasıdır. Dahası Kıvılcımlı’nın, çoğu hem TKP
geleneğinden gelen çevre ve grupların ve hem de devrimci hareketin başka
bileşenlerinin de hâlihazırda şu ya da bu ölçüde paylaştığı hatalı
saptamalarına karşı ideolojik savaşım aynı zamanda bugünün bir görevidir.
Bu bakımdan, az çok derinlikli herhangi bir Kıvılcımlı eleştirisi asla salt
bir Kıvılcımlı eleştirisi olmaz ve olamaz; dolayısıyla böylesi bir
Kıvılcımlı eleştirisi, ister istemez aynı zamanda bir TKP eleştirisi ve
Türkiye devrimci hareketi içinde hâlâ varlığını sürdüren milliyetçi,
devletçi ve sağ oportünist eğilimin bir eleştirisi olacaktır.
Bu kitapta yer alan
alıntılardan bir bölümü sanal ortamda bulunan kaynaklardan, özellikle de Hikmet
Kıvılcımlı’nın, Demir Küçükaydın tarafından sanal ortama yerleştirilen kitap
ve broşürlerinden aktarılmıştır. Doğal olarak bu alıntılar için sayfa
numarası ve kaynağın basım yeri ve tarihine ilişkin bilgiler
veril(e)memiştir. Öte yandan, bu kitapta yer verilen alıntılardan büyük
harfle, italikle ya da boldla yazılan sözcük ve tümcelerin hemen hemen hepsi
Kıvılcımlı’ya ve alıntılanan diğer yazarlara aittir. Büyük harfle,
italikle ya da boldla yazılıp da BANA AİT olan sözcük ve tümceler parantez
içinde G. A., yani (G. A.) sembolüyle gösterilmiştir. Bana ait olan
böylesi açıklamaların büyük çoğunluğu, alıntılarda rastlanan, çoğu eski
Osmanlıca olan ve şimdilerde az ya da pek az kullanılan sözcüklerin Türkçe
karşılıkları benim tarafımdan verilmiş olan sözcüklerdir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder