Erdoğan hiç görünmüyor.
Bir ihtimal hasta olabilir.
Belki de akla bile gelmeyecek başka neden vardır.
Bilmiyoruz.
Böyle bir felakette bile günlerce ortalıkta görünmemesi ve
sesinin çıkmaması her halükarda ortada normal bir durum olmadığını gösteriyor.
Herkes canının derdine düştüğünden veya canının derdine
düşenlere destek olmak için bir şeyler yapmak için çırpındığından bu garip
duruma dikkati çeken pek bulunmuyor.
Hele ki, Erdoğan gibi, güç ve iktidarı elinde bulundurmak için hiçbir fırsatı kaçırmayacak, böyle bir felakette bile, kendisine karşı oluşmuş memnuniyetsizliği amorti etmek için “Allah’ın bir lütfu” olarak görecek bir insanın ortalıkta görünmemesi, sesinin çıkmaması garip değil mi?
Bu sessizliğinin bir anlamı olmalı.
Biraz beyin fırtınası yapalım.
Nasıl olsa uzaklardayız ve elimizden felaket haberlerini
izlemekten başka bir şey gelmiyor.
*
Eski tecrübelerimizden biliyoruz ki, Erdoğan’ın görünmediği
zamanlar genellikle panik içinde, ne yapacağını bilmediği zamanlardır.
Örneğin 7 Haziran 2015’teki seçim yenilgisinden sonra böyle bir
panik ile bir süre görünmemişti.
İlk panik duygusunu atlattıktan sonra kendi iktidarını
sürdürmeyi sağlayan bir sürü tedbirlerle arzı endam etmişti. Devletin en
güvenlikçi, faşizan, yayılmacı kanadıyla bugüne kadar süren ittifakını kurarak
bugüne kadar kendisini getiren bloğu kurmuş ülkeyi kan gölüne çevirip seçimleri
yenilemiş ve tekrar iktidarı almıştı.
Muhtemelen şimdi de böyle olabilir.
Depremi, kaybetmesi ciddi bir olasılık olan seçimden kaçmak
veya seçimi almak için bir fırsat olarak değerlendirecektir.
Nasıl?
Bunu bilmiyoruz şimdilik.
*
Ama çok garip bir durum daha var. Felaketi hafifletmek için olsun Ordu
birliklerini görevlendirmedi. VE olağanüstü hal veya seferberlik için hiçbir fırsatı
kaçırmazken, şu ana kadar hiç birini yapmış değil.
Bu durum ile Erdoğan’ın sessizliği arasında bir ilişki olamaz
mı?
Demirtaş bile Seferberlik ve ordunun birliklerinin ve olanaklarının insanların
kurtarılması için seferber edilmesi gerektiği çağrıları yaptığı bir noktada çok
ilginç bir durum.
Elbette genel olarak bu ordunun Güney Kürdistan ve Kuzey Suriye’yi
kontrol altına almak ve tutmak için konuşlanmışlığı, buna göre örgütlenmişliği
ve cihazlanmışlığı veridir.
Emperyal yayılma için örgütlenmiş bir gücün, bir depremde
kurtarma çalışmalarına katılması pek efektif olmasa da, gösteriş için olsun, birliklerin
felaket mahalline kaydırılması kontrol altında tutulan mevzilerin yitirilmesini
yol açabilir diye korktukları için muhtemelen göz boyamaya bile cesaret edemiyor
olabilirler.
Bugün işgal altında bulunan mevzileri böyle acil bir iş için
boşaltmaya gelmez diye düşünen, on parmağının altında on pire bulunan dev gibi,
hiçbir parmağını bile kımıldatamaz durumda olabilirler.
Suriye’de işgal edilmiş bölgelerde El Kaide benzeri
kendilerinin satılmasına tepki duyan örgütlerin oradaki konuşlanmış ordu güçlerinin
zayıflaması halinde orada tam kontrolü sürdüremeyeceklerinin bir garantisi mi
var?
Keza Kürt gerillaların, boşaltılmış mevzileri tekrar ele
geçirmesi nasıl engellenecek?
Bu işin teknik ve askeri boyutu.
Ama seferberlik falan da yok.
Bu Erdoğan’ın başka korkularıyla da ilgili olabilir
Erdoğan Orduya yetki verilmesi durumunda ve birlikler deprem
mahalline kaydırıldığında, kendisine
karşı bir askeri darbe yapılmasından da çekiniyor olabilir.
Erdoğan, kimi generallerin, devletin devamlılığını sağlamak
için, kendisinin yıpranmışlığını göz önüne, halktaki memnuniyetsizliği de fırsat
bilerek ve ardına alarak belli bir ölçüde destek veya hayırhah tarafsızlıkla
karşılanabilecek bir darbe de yapabilir diye düşünüyor ve bu nedenle insanları
kış kıyamette ölümle, açlık ve hastalıkla baş başa bırakmayı tercih ediyor
olabilir.
Böyle düşünmesini gerektirecek ortaklarıyla birlikte
tertiplediği Temmuz darbesi var.
Ordu yardım için seferber edilsin diyen Demirtaş’a karşı
Ayhan Bilgen’in bile “Niyetlerinden
bağımsız sağlı sollu askeri göreve çağıran mesajlar kriz yönetimi açısından
dikkatli ele alınmalı. Elbette insani yardım için sivil iradenin kontrolünde
asker dahil herkes seferber olmalı. Darbe
ve uluslararası müdahale konusunu kimse göz ardı etmesin.” diyen Bilgen’in bile
aklına geliyorsa, Ayhan Bilgen’in aklına gelen, Erdoğan’ın aklından çıkar mı?
*
Ancak durum böyle olmasa bile, halkın tüm yöneticileri
seçmesinin engellenmesinin, bu seçilmiş yöneticilerin örneğin tüm Vali ve
Kaymakamların yetkilerine sahip olmalarının, halkın her türlü örgütlenmesinin engellenmesinin,
o muazzam askeri, bürokratik polis devletinin nasıl bir işe yaramazlık içinde
bulunduğunu göstermektedir. Bu her an her yerde yaşanıyor.
Ama Türk milleti, bütün çektiklerinin ve felaketlerin
sorumlusunun iktidarın bu gerçek sahibi, bu merkezi, militer, keyfi ve
bürokratik yapı olduğunu anlamamakta, bir yandan “devlet nerede?” diye inlerken
ve feryat ederken, diğer yandan da “Allah devletimizi başımızdan eksik etmesin”
diye ona dua etmektedir.
Bu devletin Müslüman ve Türk tebaası, hala “Padişahım çok
yaşa” diye bağıran Osmanlı’nın Müslümanları gibi, üst statüsünü korumak için,
boynuna geçirilmiş bu tasmayı savunmaya devam etmektedir.
Kısa vadede bunun değişeceğine dair en küçük bir emare de
bulunmamaktadır.
*
Ama böylesine bir merkezileşme, daha ilginç bir zaafı da
göstermiş bulunuyor.
Devletin başındaki panikteyse, hastaysa veya kimi korkuları
nedeniyle bir karar veremiyorsa, tüm yapı olağan otomatik işlevlerini bile
yapamaz oluyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın başında Stalin de benzer bir durum
yaşamıştı. Tam panikteydi ve ne yapacağını bilemiyordu. Epey bir süre ortalıkta
görünmemişti. Ancak çok sonra görünmüş ve koca Sovyet tümenlerinin kaz gibi
avlanmalarına son verebilmek için, komutanlara karar verme ve inisiyatif
gösterme yetkisi verdikten sonra Sovyet orduları toparlanabilmişti.
Abdülhamit de, Stalin da, Erdoğan da ellerinde böylesine
muazzam bir gücü toplayanlar kendi korkularının esiri olurlar. Muhtemelen
Erdoğan’ın ortalıkta görülmemesinin ardında böyle bir durum olabilir.
*
Bu devlet, halkın en küçük bir örgütlenmesini engellemek için
vardır. Kendi kontrolü dışında en küçük bir birleşme ve girişimden ölümü
görmüşçesine korkar. İzmit depreminde halkın kendi inisiyatifiyle bir dayanışma
örgütlemesini bile engellemiş, her şeyi kontrol altına almış, hatta o zaman
meşhur AKUT’u bile Türkiye’ye has bir oksimoron olan Devletin kontrolünde ve
devletçi bir “Sivil toplum Örgütü”ne dönüştürmüştü. Şimdi de aynısı olacaktır.
Örgütlü yardıma izin vermemek ve bunların engellenmesi onun başlıca işlevi
olacaktır.
Bu devletin tek aksamayan işlevi budur.
Her zaman da bu olmuştur ve bu olacaktır.
*
Şimdi Erdoğan’ın bu depremi nasıl seçimler için
değerlendirebileceğine kafa yorduğunu tahmin edebiliriz.
Muhtemelen, bu depremin ortadaki büyük fiyasko nedeniyle
kendisine karşı daha geniş bir tepkiye yol açabileceği, kazanma şansını epeyce
düşürebileceğini göz önüne alarak, şu ilk şok geçtikten sonra, “ulusal
felakettir, olağanüstü durumdur, yüz binlerce seçmen oy kullanamayacaktır” vs.
diyerek erteleyebilir.
Böylece iktidarını uzatmak, skandalları unutturmak ve tekrar
gücünü pekiştirebilmek için zaman kazanmayı deneyebilir.
Muhalefet de, içine girdiği çıkmazdan, eşiğinde bulunduğu bir
parçalanmadan kurtulmak için buna dört elle sarılıp, “böyle zamanlarda
dayanışma gerekir” diye Erdoğan’ı destekleyebilir.
Böylece her iki taraf ta depremin acılarını ve kayıplarını
kendi zaaflarını örtmek ve zaman kazanmak için kullanmada el birliği yapabilirler.
Bu gibi düşünceler aklıma geldi.
Paylaşayım dedim.
Nasıl olsa acz içinde uzaklarda bir şey yapamadan bekliyoruz.
7 Şubat 2023 Salı
Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı İndirmek İçin:
https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg
https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA
https://independent.academia.edu/DemirKucukaydin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder