Demokrasi mücadelesi başarıya ulaşabilseydi, bu “savaş”
yaşanmaz ve aslında bütün Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu nispeten bir barış ülkesine
dönüşebilirdi. (“Savaş”ı tırnak içinde yazıyoruz, çünkü “savaş” sözcüğü nötrdür.
Ortadaki haksız bir savaştır, bir işgaldir, bir baskı düzenini sürdürmek
içindir, bu kahrolası devleti yaşatmak içindir.)
Demokrasi mücadelesi başarıya ulaşamadı. Ulaşamazdı da. Çünkü
demokrat yoktu. Demokratlık, her şeyden önce, devletin hiçbir dile, dine, ulusa,
ırka vs. göre tanımlanmaması, böyle
tanımlanmaya karşı tanımlanmasıdır.
Yani dil, din, kültür, ırk vs. körü bir devlet ve ulus
olmadan demokrasi olmaz.
Böyle bir programı olan bir hareket yoktur. Ne Türkiye’de,
ne Kürdistan’da ne de Orta Doğu’da, hatta dünyada da yok.
Yokluğunun nedeni dünyadaki bütün Marksistlerin birer gerici
milliyetçi olmasındandır.
Gerici milliyetçi kavramı neyi ifade eder kısaca
tekrarlayalım. Milliyetçilik, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini
savunmaktır. Milliyetçi olmamak, ulusal olanla politik olanın çakışması
ilkesini reddetmekle olabilir. Gerici milliyetçilik ise, ulusal olanı bir
dille, dinle, tarihle, soyla, ırkla, kültürle vs. tanımlamaktır. Marksistler
ulusu genellikle bir dille ve tarihle tanımlayan milliyetçilerdir. Ulusların
böyle tanımlanmasını bile sorun etmezler. Sadece o gerici tarihe bir ekonomi ve
sınıf boyutu vermeye çalışırlar ve dolayısıyla ona soldan hizmet ederler. Marksistler
ve sosyalistler kendi öznel niyet ve özlemlerinin aksine nesnel olarak tarihte,
modern toplumun dini olan ulusçuluğun en gerici biçimlerde yayılmasını,
toplumların bu gerici sicimlerde modernleşmesinin araçları ve özneleri
olmuşlardır. Maalesef acı gerçek budur.
(Yani Marksistler ve sosyalistler sadece ulusal olanla
politik olanın çakışması ilkesini, yani milliyetçiliği savunmamışlar, aynı
zamanda ulusal olanın bir dile, dine, tarihe, kültüre vs. göre tanımlanmasını
da sorun etmemişlerdir. Ulusu içinde sosyalizm mücadelesi verilecek nötr bir
ortam olarak kabil etmişler, bizzat ulusu kedisine karşı bir mücadeleyi sorun
etmemişlerdir. Marks, Engels, Lenin, Troçki, Luxemburg, Kıvılcımlı vs. hepsi
böyledir.)
Yani Örneğin Türkiye’de ulusun Türklük ye veya başka bir
dille tanımlanmasına karşı mücadele eden bir parti, bir yana ciddi bir
entelektüel çevre ve fikir akımı bile yoktur. Örneğin en temel sorunun adı bile
“Kürt Sorunu”. Halbuki sorun Türk Sorunu’dur. Yani somut olarak ulusun
Türklükle tanımlanmış olmasıdır. Kategorik olarak bir dille, tarihle, hatta bir
ırkla tanımlanmış olmasıdır. Türklüğün politik bir anlamının olmasına karşı
mücadele eden bir hareket olmadığından, bugün sorunun adı Türk değil, “Kürt Sorunu”dur.
Kürt hareketi de demokrat değildir. O da ulusun Türklükle
tanımlanmasına son vererek Türklüğün de bir politik anlamı olmamasından hareketle,
demokratik bir ulus aracılığıyla Kürtlüğün üzerindeki baskıyı kaldırmak gibi
bir amaca sahip değildir. Kürtlüğün da politik olarak tanımlamasından ve
tanınmasından başka ufku yoktur.
Dediği sadece bizim de politik bir birim olarak
örgütlenmemize imkan verin, bizi tanıyın. O zaman korkmanıza gerek yok, bizim
ayrılmak gibi bir derdimiz yok demekten ibarettir. Bu demokratik bir program
değildir. Çünkü ulusu, politik olanın bir dille, bir tarihle vs. tanımlanmasına
karşı tanımlamak gibi bir derdi yoktur.
Tabii bu en soldaki, 68 yükselişinden ve sosyalizmden ilham
almış Kürt hareketinin, yani Öcalan’ın ve PKK’nın perspektifidir. Yani o bile
demokrat değildir ve politik olanın (yani ulusun ve devletin) bir dille, dinle
tanımlanmasında bir sorun görmemektedir. Sadece bu politik birimlere devlet
demeden bu işi halledeceğini sanmaktadır. Bir şeyin adı değişmekle kendisi
değişirmiş gibi. Bu hukuken işe yarayabilir belki ama gerçekle ve sosyoloji ile
hiçbir ilişkisi yoktur.
Daha sağdakileri anmaya bile gerek yok. Yani ulusun tanımı
bakımından demokrat olan ve böyle bir hedefi olan bir parti, bir entelektüel
akım, bir düzenli yayın, bir çevre bile yok. Sadece Türkiye’de değil, Kürdistan’da
da yok, Orta Doğu’da da yok. Dünyada da yok.
Bu yokluğun nedeni, Marksizm’in ulusun ne olduğunu
anlayamamasında, ulusun ne olduğunu anlayamamasının nedeni, Dinin ne olduğunu
ve ulusların bir din olduğunu anlayamamasındadır. Bunun metodolojik nedeni, Aydınlanma’nın
din tanımını bir sosyolojik tanımmış gibi kabul etmesinde, dolayısıyla kendini
bir din tanımı üzerinden kurmuş bir din olan Aydınlanma’nın ufkunu
aşamamasındadır. Yani Aydınlanma’nın kavramsal çerçevesini aşmamasındadır.
Bu nedenle demokratik bir hareketin oluşumu için, çok temel
sorunlara girmek, Marksizmi (Sosyolojiyi) yeniden inşa etmek gerekiyor.
Biz böyle bir programı en azından 2005’ten beri (bakınız: “Ortadoğu
İçin Demokrasi Manifestosu”) savunduk. Böyle bir programın teorik temeli
için ulus ve dinin ne olduğuna ilişkin teorileri geliştirerek Marksizmi yeniden
inşa etmeye çalıştık. Epeyce bir teorik başarı da sağladık. Ama bütün bunlar
saf teori düzeyinde kaldı. Henüz hiçbir yankı yaramadı. Kısa vadede yaratması
da beklenemez.
Yani Demokratik bir hareket oluşması için kısa vadede bir
birikim, bir çıkış, bir yol görünmemektedir.
Tabii demokratlığın ikinci bir koşulu daha vardır. Merkezi
ve bürokratik olmayan, toplu yaşamanın ihtiyaçlarını gidermeye yönelik,
kendisini oluşturan mahalli birimlerin ve seçmenlerin iradesinin üzerinde
yükselemeyecek yapıda, toplumun üzerinde yükselmeyen, toplumun kendisini
yönetmesinin aracı olan bir devlet cihazını savunmak, programlaştırmak ve
örgütlemek.
Böyle bir programı olan bir Parti, bir hareket, akım, hatta
entelektüel bir çevre bile yok.
Dolayısıyla bu iki temel unsur olmayınca bir demokrat yokluğu
var oluyor.
Bunların yokluğunun bir nedeni Marksizmin Aydınlanma’nın din
tanımına bağlı kalması ise diğer nedeni, Stalinizmin Marksizmdeki demokratik
ögeyi (Marks ve Engels’in Gotha ve Erfurt program eleştirilerinde, Fransa’da
İç Savaş’ta, Lenin’in Devlet ve Devrim’de açıkladığı ve savunduğu devlet
anlayışını unutturması, yok etmesidir.
Stalinizmin sosyalizme yaptığı kötülüklerden söz edilir ama
onun esas kötülüğü devlet düşmanı, bürokrasi düşmanı, merkeziyetçilik düşmanı demokratik
ögeyi de yok etmesidir. Bunun acıları çekilmektedir. Bu nedenle demokratik bir
hareket yoktur. Bunlar uzun ve ayrı konular. Burada sadece neden sonuçlar
zincirine kısa bir gönderme yapmış olalım.
Dolayısıyla demokratik bir program, böyle bir programa temel
olacak bir teorik temel olmadığından demokratik bir akım, hareket, parti vs.
yoktur.
Demokratik özlemler vardır ama bunlar var olan statüko
içindeki kayıkçı dövüşünün içindeki tarafları destekleyerek tüm enerjisini
tüketmektedir.
Demokratik hareket olmayınca, yani Türklüğün politik bir
anlamının olmasına karşı çıkacak, Türkleri Demokrat olmaya çağıracak, onları
kendileriyle savaşa (kendi nefsine karşı savaşa, savaşların en kutsalına) çağıracak
ve bu merkezi ve bürokratik devleti parçalamaya, kökten yıkıp, merkezi ve
bürokratik olmayan bir cihaz kurmaya çağıracak bir hareket olmayınca en küçük
bir demokrasi gelişmedi.
Bu nedenle demokrasi ve demokratlar savaşı engelleyemedi.
Türk devleti Rojava’yı işgale başladı.
Peki bu durumda demokrasi diye derdi olanların nasıl davranması
gerekir?
Yani savaş olsun demokrasinin gelmesine veya hiç olmazsa bir
demokratik hareketin doğmasına ve oluşmasına vesile olabilir mi?
Ne yaparsak bunu sağlayabiliriz?
*
Tarih hep şunu göstermiştir. Demokrasi savaşı engelleyemezse
savaş var olan devletin yenilgisi ve başarısızlığı, yıpranması ile sonuçlanırsa
tekrar demokratik karakterli hareketler doğar ve güçlenebilir.
Birinci ve İkinci Dünya savaşları bir örnektir.
Vietnam savaşı bir örnektir. ABD’nin yıpranması, başarısızlığı,
ABD’deki sistemin sarsılmasına ve ABD’nin belli bir süre için de olsa hareket kabiliyetinin
azalmasına yol açtı.
Sadece Modern tarihten değil, eski tarihten de bir örnek
verelim. Timur Yıldırım’ı yenince, Farstan ve Bizans’tan alınmış birinci Osmanlı
devlet cihazı parçalanınca (Tarih’te iki Osmanlı devleti vardır.) bu ortamda Şeyh
Bedrettin’ler, Börklüceler, Torlak Kemaller ayaklanacak bir ortam ve güç
bulabilmişlerdir.
O halde, Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bu iddiada
olan herkesin ilk görevi Türk devletinin yenilgisi için uğraşmaktır. Türk
devleti bu işgal girişiminde başarısız olur, devlet yalakasına dönüşmüş
Türklerin burnu iyice sürterse tekrar demokratik bir hareketin ve özlemlerin
gelişmesi için bir ortam, bir fırsat doğabilir.
Bir hareket çıkarsa, geniş kitleler kendi deneyleriyle
giderek daha radikalleşip giderek birer demokrata dönüşebilirler. Milyonlar teorik
açıklamalar ve programlar ile değil, kendi deneyleriyle öğrenirler. Tabii bu
deneyler yaşanırken en azından bir maya ve katalizatör rolü oynayabilecek bir
teorik temel ve program gerekir.
Bunu da zaten biz oluşturmaya çalıştık ve çalışıyoruz.
*
O halde her demokratın görevi Türk devletinin tecridi,
yenilgisi, bu işgal girişiminin başarısızlığı için mücadele etmek bu mücadeleye
katkı vermektir.
Şimdi bunu yapmak gerekiyor ama bu demokrasi mücadelesi için
bir başarıyı garantilemez.
Çünkü aynı şekilde Türk devletinin başarısızlığını,
yenilgisini isteyen ve bunun bir Kürt devleti ortaya çıkması için isteyenler de
var.
Ya da bunu kendi stratejik amaçları için isteyen başka devletler
de var.
Şimdi burada şu soru ortaya çıkıyor. Peki demokratlar
başarısız olursa, bir demokratik hareket ortaya çıkmazsa, bu Türkiye’nin
parçalanması, veya Yugoslavya’da olduğu gibi bir iç savaşla sonuçlanmaz mı?
Evet olabilir.
Evet olabilir.
Hatta bunlar daha büyük bir olasılıktır.
Türkiye kendi ayağıyla kapana girdi ve onu şimdi herkes
kendi amaçları açısından değerlendirecektir. Yakında muhtemelen Türkiye’de kan
gövdeyi götürecektir.
Ama bunun alternatifi Türk devletinin arkasında durmak
değildir. Bu sadece var olan çıkışsızlığı ebedileştirir.
Tek alternatif, daha az kan dökülmesini, daha az sancılı
olmasını sağlayacak tek yol, Türk devletinin yenilgisini demokratların sağlamsı
ve böylece demokratik bir devletin ve ulusu temellerini atmasıdır. Bunun dışı
tam bir kaos, yıllar süren düşmanlıklar ve savaşlar olacaktır.
Bu nedenle kendine demokratım diyen herkes, bu işgale karşı
direnişe başlamalıdır. Bu savaş en basit kavramlardan bile başlayabilir. Örneğin
“harekat” veya “savaş” değil, işgal, saldırı, diyerek başlayabilir demokratım
diyenler.
Bu basit bir örnek. Herkes için yapacak bir şeyler bulunur.
İnsanlar bunu kendi yetenek ve yaratıcılıklarıyla geliştirebilirler. Burada
önemli olan amaç ve duruştur. Türkiye’de ve dünyada eksik olan budur.
Bu uzun bir savaş olacak. Türk ordusunun oraya buraya
girmesi, ele geçirmesi ve işgali bu savaşın sonu değil, başlangıcıdır.
Türk devleti yenilecektir.
Çünkü Türk devleti haksız bir savaş yürütmektedir.
Bu savaşın haksız bir savaş olduğunu söylemek bile Türk
devletine binlerce mermiden ve bombadan daha büyük zarar verir.
Böylece Türkler yavaş yavaş kendi ne islerine karşı mücadeleye başlayıp birer demokrata dönüşmeye
başlayabilirler.
10 Ekim 2019 Perşembe
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com
1 yorum:
Daha onceki yazilarinin birinde Ocalan demokrattir ama Marksist degildir diyordun, simdi ise tersini yaziyorsun. Ocalan demokrat degil Maksizmin etkisi altinda, vesaire diyorsun. Kanimca senin Marksizm takintin gelisimini engelliyor. Marksizmden bir sey çikmaz, ozgurlesmek için basta sacma sapan ideolojiler olmak uzere butun dusuncelerden arinip sifirlaman ve daha sonra kendini yapilandirman gerekiyor. Marksizm'i illa evirip cevrip sirinlestirmeye çalisman sacma bir sey, zaten onun gercekten sirinlesmesi için tamamen donusmesi gerekir bu durumda da ona Marksizm demenin anlami kalmaz. Anlamadigim Baku'nin dedigi gibi bu uçkagitçi, çikarci, hokkabaz Marx'a niye bu kadar asik oldugun :). Adam tam bir bencil, gercekte toplumun t si ile alakasi yok ama onu onu ilahlastiran koyun suruleri bir uçkagitçidan peygamber yarattilar.
Yorum Gönder