10 Ekim 2019 Perşembe

“Savaş” ve Demokrasi

Demokrasi mücadelesi başarıya ulaşabilseydi, bu “savaş” yaşanmaz ve aslında bütün Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu nispeten bir barış ülkesine dönüşebilirdi. (“Savaş”ı tırnak içinde yazıyoruz, çünkü “savaş” sözcüğü nötrdür. Ortadaki haksız bir savaştır, bir işgaldir, bir baskı düzenini sürdürmek içindir, bu kahrolası devleti yaşatmak içindir.)
Demokrasi mücadelesi başarıya ulaşamadı. Ulaşamazdı da. Çünkü demokrat yoktu. Demokratlık, her şeyden önce, devletin hiçbir dile, dine, ulusa, ırka vs.  göre tanımlanmaması, böyle tanımlanmaya karşı tanımlanmasıdır.
Yani dil, din, kültür, ırk vs. körü bir devlet ve ulus olmadan demokrasi olmaz.
Böyle bir programı olan bir hareket yoktur. Ne Türkiye’de, ne Kürdistan’da ne de Orta Doğu’da, hatta dünyada da yok.
Yokluğunun nedeni dünyadaki bütün Marksistlerin birer gerici milliyetçi olmasındandır.

Gerici milliyetçi kavramı neyi ifade eder kısaca tekrarlayalım. Milliyetçilik, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini savunmaktır. Milliyetçi olmamak, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini reddetmekle olabilir. Gerici milliyetçilik ise, ulusal olanı bir dille, dinle, tarihle, soyla, ırkla, kültürle vs. tanımlamaktır. Marksistler ulusu genellikle bir dille ve tarihle tanımlayan milliyetçilerdir. Ulusların böyle tanımlanmasını bile sorun etmezler. Sadece o gerici tarihe bir ekonomi ve sınıf boyutu vermeye çalışırlar ve dolayısıyla ona soldan hizmet ederler. Marksistler ve sosyalistler kendi öznel niyet ve özlemlerinin aksine nesnel olarak tarihte, modern toplumun dini olan ulusçuluğun en gerici biçimlerde yayılmasını, toplumların bu gerici sicimlerde modernleşmesinin araçları ve özneleri olmuşlardır. Maalesef acı gerçek budur.
(Yani Marksistler ve sosyalistler sadece ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini, yani milliyetçiliği savunmamışlar, aynı zamanda ulusal olanın bir dile, dine, tarihe, kültüre vs. göre tanımlanmasını da sorun etmemişlerdir. Ulusu içinde sosyalizm mücadelesi verilecek nötr bir ortam olarak kabil etmişler, bizzat ulusu kedisine karşı bir mücadeleyi sorun etmemişlerdir. Marks, Engels, Lenin, Troçki, Luxemburg, Kıvılcımlı vs. hepsi böyledir.)
Yani Örneğin Türkiye’de ulusun Türklük ye veya başka bir dille tanımlanmasına karşı mücadele eden bir parti, bir yana ciddi bir entelektüel çevre ve fikir akımı bile yoktur. Örneğin en temel sorunun adı bile “Kürt Sorunu”. Halbuki sorun Türk Sorunu’dur. Yani somut olarak ulusun Türklükle tanımlanmış olmasıdır. Kategorik olarak bir dille, tarihle, hatta bir ırkla tanımlanmış olmasıdır. Türklüğün politik bir anlamının olmasına karşı mücadele eden bir hareket olmadığından, bugün sorunun adı Türk değil, “Kürt Sorunu”dur.
Kürt hareketi de demokrat değildir. O da ulusun Türklükle tanımlanmasına son vererek Türklüğün de bir politik anlamı olmamasından hareketle, demokratik bir ulus aracılığıyla Kürtlüğün üzerindeki baskıyı kaldırmak gibi bir amaca sahip değildir. Kürtlüğün da politik olarak tanımlamasından ve tanınmasından başka ufku yoktur.
Dediği sadece bizim de politik bir birim olarak örgütlenmemize imkan verin, bizi tanıyın. O zaman korkmanıza gerek yok, bizim ayrılmak gibi bir derdimiz yok demekten ibarettir. Bu demokratik bir program değildir. Çünkü ulusu, politik olanın bir dille, bir tarihle vs. tanımlanmasına karşı tanımlamak gibi bir derdi yoktur.
Tabii bu en soldaki, 68 yükselişinden ve sosyalizmden ilham almış Kürt hareketinin, yani Öcalan’ın ve PKK’nın perspektifidir. Yani o bile demokrat değildir ve politik olanın (yani ulusun ve devletin) bir dille, dinle tanımlanmasında bir sorun görmemektedir. Sadece bu politik birimlere devlet demeden bu işi halledeceğini sanmaktadır. Bir şeyin adı değişmekle kendisi değişirmiş gibi. Bu hukuken işe yarayabilir belki ama gerçekle ve sosyoloji ile hiçbir ilişkisi yoktur.
Daha sağdakileri anmaya bile gerek yok. Yani ulusun tanımı bakımından demokrat olan ve böyle bir hedefi olan bir parti, bir entelektüel akım, bir düzenli yayın, bir çevre bile yok. Sadece Türkiye’de değil, Kürdistan’da da yok, Orta Doğu’da da yok. Dünyada da yok.
Bu yokluğun nedeni, Marksizm’in ulusun ne olduğunu anlayamamasında, ulusun ne olduğunu anlayamamasının nedeni, Dinin ne olduğunu ve ulusların bir din olduğunu anlayamamasındadır. Bunun metodolojik nedeni, Aydınlanma’nın din tanımını bir sosyolojik tanımmış gibi kabul etmesinde, dolayısıyla kendini bir din tanımı üzerinden kurmuş bir din olan Aydınlanma’nın ufkunu aşamamasındadır. Yani Aydınlanma’nın kavramsal çerçevesini aşmamasındadır.
Bu nedenle demokratik bir hareketin oluşumu için, çok temel sorunlara girmek, Marksizmi (Sosyolojiyi) yeniden inşa etmek gerekiyor.
Biz böyle bir programı en azından 2005’ten beri (bakınız: “Ortadoğu İçin Demokrasi Manifestosu”) savunduk. Böyle bir programın teorik temeli için ulus ve dinin ne olduğuna ilişkin teorileri geliştirerek Marksizmi yeniden inşa etmeye çalıştık. Epeyce bir teorik başarı da sağladık. Ama bütün bunlar saf teori düzeyinde kaldı. Henüz hiçbir yankı yaramadı. Kısa vadede yaratması da beklenemez.
Yani Demokratik bir hareket oluşması için kısa vadede bir birikim, bir çıkış, bir yol görünmemektedir.
Tabii demokratlığın ikinci bir koşulu daha vardır. Merkezi ve bürokratik olmayan, toplu yaşamanın ihtiyaçlarını gidermeye yönelik, kendisini oluşturan mahalli birimlerin ve seçmenlerin iradesinin üzerinde yükselemeyecek yapıda, toplumun üzerinde yükselmeyen, toplumun kendisini yönetmesinin aracı olan bir devlet cihazını savunmak, programlaştırmak ve örgütlemek.
Böyle bir programı olan bir Parti, bir hareket, akım, hatta entelektüel bir çevre bile yok.
Dolayısıyla bu iki temel unsur olmayınca bir demokrat yokluğu var oluyor.
Bunların yokluğunun bir nedeni Marksizmin Aydınlanma’nın din tanımına bağlı kalması ise diğer nedeni, Stalinizmin Marksizmdeki demokratik ögeyi (Marks ve Engels’in Gotha ve Erfurt program eleştirilerinde, Fransa’da İç Savaş’ta, Lenin’in Devlet ve Devrim’de açıkladığı ve savunduğu devlet anlayışını unutturması, yok etmesidir.
Stalinizmin sosyalizme yaptığı kötülüklerden söz edilir ama onun esas kötülüğü devlet düşmanı, bürokrasi düşmanı, merkeziyetçilik düşmanı demokratik ögeyi de yok etmesidir. Bunun acıları çekilmektedir. Bu nedenle demokratik bir hareket yoktur. Bunlar uzun ve ayrı konular. Burada sadece neden sonuçlar zincirine kısa bir gönderme yapmış olalım.
Dolayısıyla demokratik bir program, böyle bir programa temel olacak bir teorik temel olmadığından demokratik bir akım, hareket, parti vs. yoktur.
Demokratik özlemler vardır ama bunlar var olan statüko içindeki kayıkçı dövüşünün içindeki tarafları destekleyerek tüm enerjisini tüketmektedir.
Demokratik hareket olmayınca, yani Türklüğün politik bir anlamının olmasına karşı çıkacak, Türkleri Demokrat olmaya çağıracak, onları kendileriyle savaşa (kendi nefsine karşı savaşa, savaşların en kutsalına) çağıracak ve bu merkezi ve bürokratik devleti parçalamaya, kökten yıkıp, merkezi ve bürokratik olmayan bir cihaz kurmaya çağıracak bir hareket olmayınca en küçük bir demokrasi gelişmedi.
Bu nedenle demokrasi ve demokratlar savaşı engelleyemedi.
Türk devleti Rojava’yı işgale başladı.
Peki bu durumda demokrasi diye derdi olanların nasıl davranması gerekir?
Yani savaş olsun demokrasinin gelmesine veya hiç olmazsa bir demokratik hareketin doğmasına ve oluşmasına vesile olabilir mi?
Ne yaparsak bunu sağlayabiliriz?
*
Tarih hep şunu göstermiştir. Demokrasi savaşı engelleyemezse savaş var olan devletin yenilgisi ve başarısızlığı, yıpranması ile sonuçlanırsa tekrar demokratik karakterli hareketler doğar ve güçlenebilir.
Birinci ve İkinci Dünya savaşları bir örnektir.
Vietnam savaşı bir örnektir. ABD’nin yıpranması, başarısızlığı, ABD’deki sistemin sarsılmasına ve ABD’nin belli bir süre için de olsa hareket kabiliyetinin azalmasına yol açtı.
Sadece Modern tarihten değil, eski tarihten de bir örnek verelim. Timur Yıldırım’ı yenince, Farstan ve Bizans’tan alınmış birinci Osmanlı devlet cihazı parçalanınca (Tarih’te iki Osmanlı devleti vardır.) bu ortamda Şeyh Bedrettin’ler, Börklüceler, Torlak Kemaller ayaklanacak bir ortam ve güç bulabilmişlerdir.
O halde, Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bu iddiada olan herkesin ilk görevi Türk devletinin yenilgisi için uğraşmaktır. Türk devleti bu işgal girişiminde başarısız olur, devlet yalakasına dönüşmüş Türklerin burnu iyice sürterse tekrar demokratik bir hareketin ve özlemlerin gelişmesi için bir ortam, bir fırsat doğabilir.
Bir hareket çıkarsa, geniş kitleler kendi deneyleriyle giderek daha radikalleşip giderek birer demokrata dönüşebilirler. Milyonlar teorik açıklamalar ve programlar ile değil, kendi deneyleriyle öğrenirler. Tabii bu deneyler yaşanırken en azından bir maya ve katalizatör rolü oynayabilecek bir teorik temel ve program gerekir.
Bunu da zaten biz oluşturmaya çalıştık ve çalışıyoruz.
*
O halde her demokratın görevi Türk devletinin tecridi, yenilgisi, bu işgal girişiminin başarısızlığı için mücadele etmek bu mücadeleye katkı vermektir.
Şimdi bunu yapmak gerekiyor ama bu demokrasi mücadelesi için bir başarıyı garantilemez.
Çünkü aynı şekilde Türk devletinin başarısızlığını, yenilgisini isteyen ve bunun bir Kürt devleti ortaya çıkması için isteyenler de var.
Ya da bunu kendi stratejik amaçları için isteyen başka devletler de var.
Şimdi burada şu soru ortaya çıkıyor. Peki demokratlar başarısız olursa, bir demokratik hareket ortaya çıkmazsa, bu Türkiye’nin parçalanması, veya Yugoslavya’da olduğu gibi bir iç savaşla sonuçlanmaz mı?
Evet olabilir.
Hatta bunlar daha büyük bir olasılıktır.
Türkiye kendi ayağıyla kapana girdi ve onu şimdi herkes kendi amaçları açısından değerlendirecektir. Yakında muhtemelen Türkiye’de kan gövdeyi götürecektir.
Ama bunun alternatifi Türk devletinin arkasında durmak değildir. Bu sadece var olan çıkışsızlığı ebedileştirir.
Tek alternatif, daha az kan dökülmesini, daha az sancılı olmasını sağlayacak tek yol, Türk devletinin yenilgisini demokratların sağlamsı ve böylece demokratik bir devletin ve ulusu temellerini atmasıdır. Bunun dışı tam bir kaos, yıllar süren düşmanlıklar ve savaşlar olacaktır.
Bu nedenle kendine demokratım diyen herkes, bu işgale karşı direnişe başlamalıdır. Bu savaş en basit kavramlardan bile başlayabilir. Örneğin “harekat” veya “savaş” değil, işgal, saldırı, diyerek başlayabilir demokratım diyenler.
Bu basit bir örnek. Herkes için yapacak bir şeyler bulunur. İnsanlar bunu kendi yetenek ve yaratıcılıklarıyla geliştirebilirler. Burada önemli olan amaç ve duruştur. Türkiye’de ve dünyada eksik olan budur.
Bu uzun bir savaş olacak. Türk ordusunun oraya buraya girmesi, ele geçirmesi ve işgali bu savaşın sonu değil, başlangıcıdır.
Türk devleti yenilecektir.
Çünkü Türk devleti haksız bir savaş yürütmektedir.
Bu savaşın haksız bir savaş olduğunu söylemek bile Türk devletine binlerce mermiden ve bombadan daha büyük zarar verir.
Böylece Türkler yavaş yavaş kendi ne     islerine karşı mücadeleye başlayıp birer demokrata dönüşmeye başlayabilirler.
10 Ekim 2019 Perşembe
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com

1 yorum:

ali dedi ki...

Daha onceki yazilarinin birinde Ocalan demokrattir ama Marksist degildir diyordun, simdi ise tersini yaziyorsun. Ocalan demokrat degil Maksizmin etkisi altinda, vesaire diyorsun. Kanimca senin Marksizm takintin gelisimini engelliyor. Marksizmden bir sey çikmaz, ozgurlesmek için basta sacma sapan ideolojiler olmak uzere butun dusuncelerden arinip sifirlaman ve daha sonra kendini yapilandirman gerekiyor. Marksizm'i illa evirip cevrip sirinlestirmeye çalisman sacma bir sey, zaten onun gercekten sirinlesmesi için tamamen donusmesi gerekir bu durumda da ona Marksizm demenin anlami kalmaz. Anlamadigim Baku'nin dedigi gibi bu uçkagitçi, çikarci, hokkabaz Marx'a niye bu kadar asik oldugun :). Adam tam bir bencil, gercekte toplumun t si ile alakasi yok ama onu onu ilahlastiran koyun suruleri bir uçkagitçidan peygamber yarattilar.