Az önce gazetelerin manşetlerinde Afrin’in akşama kadar
düşeceğine dair Erdoğan’ın sözleri yer almaya başladı.
Afrin değil Erdoğan düşecek.
İlk bakışta Afrin’in hiçbir şans yokmuş gibi görünüyor.
Türkiye’nin küçük bir ilçesi kadar olan Afrin NATO’nun
ikinci büyük ordusu tarafından en modern silahlar ve binlerce askerle ve İslamcı
mayın eşekleriyle sarılmış ve saldırı altındayken, Afrin’in değil Erdoğan’ın
düşeceğinden söz etmek hayal değil mi?
Değil.
İlk bakışta her şey Türk Devletinin lehine görünüyor.
Ve de fiziksel ve istatistiksel olarak da öyle.
Ama buna rağmen Afrin değil Erdoğan düşecek.
*
Afrin, İslamcı-Türkçü faşist Erdoğan-Ergenekon ittifakının
kumarıdır.
Erdoğan da Ergenekon da denize düşenin yılana sarılması gibi
birbirlerine sarılmış, kader birliği etmiş bulunuyorlar.
Sıkışıyorlar ve son anda bir kumar oynayıp kazanıyorlar.
Şimdiye kadar böyle gitti.
(HDP biraz akıllıca politika izlese bile bu kumara çoktan
son verebilirdi. Ama HDP politikası liberal aydınlar, dogmatik Türk solcuları
ve Kürt milliyetçilerinin elinde esir. Oradan bir şey çıkacağı yok. Son kongre
de bunu gösterdi.)
15 Temmuz ilk büyük kumarlarıydı. Bunu kazandılar.
Referandum’da hile ve CHP’nin öfkeyi bastırmasıyla yine
kazandılar.
Tekrar tıkanıyorlardı ki Afrin kumarına girdiler.
Doğrusu kendi açılarından akıllıca hesap yaptılar bile
denebilir.
Afrin’e saldırabilmek için bütün rezervlerini, birikimlerini
ortaya koydular.
Ellerindeki rehineleri verdiler, uçak ve silah siparişleri
yaptılar, rakipleri birbiriyle tehdit ettiler. Böylece en geniş cepheyi kurup
Avrupa’nın göz yummasını, Rusya’nın iznini, ABD’nin sessizliğini sağladılar.
İçeride HDP hariç tüm partilerin desteğini veya sessizliğini
sağladılar.
Ancak bütün bunlar birleştirip yığabilecekleri güçlerin
azamisidir.
Bundan sonra geçen her günde bu cephe zayıflayacak, içinde
çatlaklar oluşacak, ABD ve Rusya gibi güçleri birbirine karşı kullanma,
siparişler ve rehinelerle Avrupa’nın sessiz onayını sağlamalar bir noktadan
sonra tersine dönecektir.
*
Aslında daha ilk günden beri Erdoğan-Ergenekon ittifakı
yenilgiler almaktadır.
İlk gün birkaç saatte Afrin’i ele geçirmekten söz
ediyorlardı.
Yapamadılar.
Ele geçirdik dedikleri yerleri bile ele geçirmiş değiller.
Çünkü oralarda gerilla savaşı ve direniş devam ediyor.
Yakında işgalci birliklere karşı gerillaların darbe haberleri gelmeye
başlayacaktır.
Afrin’lilerin kendilerine kaçacağını sanıyorlardı, koca
göstermelik çadır kentler kurdular. Afrinliler kaçmadılar.
Göçenler de Türkiye yönüne değil, Rojava yönüne gittiler.
Bunlar hep yenilgidir ve diğer gelecek yenilgilerin
habercisidir.
Yani Türk devletinin hiçbir işbirlikçisi yok Afrin’de.
Bu demektir ki, Türk Devleti Afrin’i ancak bir soykırımla
düşürebilir.
Bir milyon insanı soykırıma uğratmadan Afrin ele geçirilemez.
Bir milyon insanı soykırıma uğratmadan Afrin ele geçirilemez.
İşte Afrin’in değil, Erdoğan’ın düşeceğinin temelinde bu
gerçeklik yatmaktadır.
*
Erdoğan-Ergenekon Türkçü-İslamcı faşist diktatörlüğü bir
milyon insanı katledemez mi?
Eder. Hem de hiç gözünü kırpmadan.
Nasıl bir buçuk milyon Ermeni’yi katlettiyse öyle. Yapmasına
yapar.
Ama Ermeni katliamının gösterdiği bir ders vardır.
Ermeniler nerede öz savunma yaptılarsa orada bu katliamdan
büyük ölçüde korunmuşlardır. Örneğin Musa Dağı’nda direnmişlerdir.
Musa Dağı’nda bir kısmı direnmenin yanlış olacağını düşünüp
teslim olmuşlar, ama katliamdan kendilerini kurtaramamışlardır.
““(…) Türk
hükümetinden, Musa Dağı’nın altı köyünün yedi gün içinde sürgüne hazırlanması
emri geldi. Bu emrin neden olduğu şaşkınlığı ve kızgınlığı hayal edemezsiniz.
Gece boyunca oturup ne yapacağımızı tartıştık. Türk hükümetinin kuvvetlerine
direnmek neredeyse umutsuz bir çaba gibi görünüyordu; ama fanatik ve kanun
tanımayan Arap aşiretlerin cirit attığı uzak yerlere ailelerin dağıtılması da o
kadar ürkütücü bir ihtimal gibi göründü ki, hem erkeklerin hem kadınların
eğilimi çağrıya uymamak ve hükümetin öfkesine dayanmak oldu. Ne var ki, herkes
bu fikirde değildi. Örneğin, Bityas’taki Protestan Kilisesi’nin vaizi Muhterem
Harutyun Nohudyan, direnmenin ahmaklık olacağına ve sürgünün zorluğunun bir
şekilde hafifletilebileceğine inanıyordu. Boyun eğmekten yanaydı. Onun köyünden
altmış aile ve onunla aynı fikirde olan başka bir köyden hatırı sayılır
miktarda aile bizden ayrıldı ve Türk muhafızların eşliğinde Antakya’ya gitti.
Kısa sürede aşağı Fırat’a doğru sürüldüler. (…)” (Agos, http://www.agos.com.tr/tr/yazi/7086/ermenilere-siginak-olan-musa-daginin-ve-bir-direnisin-hikyesi
)
Direnenler ise direnmek için önce bir özyönetim ve
demokrasiyi kurmuşlar ve bu demokrasiden aldıkları güçle akıllıca strateji ve
taktikler geliştirerek öz savunmalarını hazırlamışlar ve kendilerini katliamdan
kurtarabilmişlerdir.
“Musa Dağı’nın eteklerinde
hayat süren, sert ağaçlardan ve kemikten taraklar yapan; ağaç oymacılığıyla
uğraşan, ipek böcekçiliği yaparak ham ipek üreten; mendil ve eşarp dokuyan,
Andreasyan’ın deyimiyle ‘sade ve
çalışkan’ bu halkın en büyük şansı Musa Dağı’nı avuçlarının içi gibi
bilmeleridir. Andreasyan hatıratında “Cebel Ahmer’e bitişik Musa Dağı’nın
geniş, engebeli sırtı doğu tarafımızda yükselir. Sevgili dağımızın her boğazı
ve uçurumu, çocuklarımız ve insanlarımız tarafından bilinir” der. Dağın
eteklerindeki köylerin savunmasının zor olduğunu bilerek, taşıyabildikleri
kadar çok yiyecek ve malzemeyle Musa Dağı’nın tepesine çıkan bu halk, üç gün
süren bir yolculuğun ardından dağın üst kayalıklarına ulaşır: “Ertesi sabah,
şafak vakti eli tutan herkes dağa çıkışın en stratejik noktalarında siper
kazmaya gitti. Siper kazacak toprak bulunmayan yerlerde, kayalar yuvarlanarak
yan yana getirilip güçlü barikatlar yapıldı; keskin nişancılarımız bu
barikatların arkasına yerleşti. Güneş doğdu ve geleceğinden emin olduğumuz
saldırıya karşı mevzilerimizi güçlendirmek için gün boyunca çalıştık” yazar.
Musa Dağı’nda hayatta
kalabilmenin ve sivil olan bu halkın Osmanlı Ordusu’nun saldırılarına karşı
koyabilmesinin ardında, şanstan çok zekice yürütülen bir stratejinin olduğunu
görüyoruz. Dağdaki siper ve barikat alanlarının yanı sıra, dağdaki altı
cemaatten sorumlu ve yetkili olacak bir Savunma Komitesi kuruluyor. Kapalı oy
sistemiyle, demokratik bir şekilde seçilen konsey üyeleri dağdaki her geçit ve
kampa çıkan her yol için savunma planları yapıyor ve beklenen saldırı 5 Ağustos
günü başlıyor: “Hükümet celpleri 30 Temmuz’da gelmişti. Yedi günlük süre bitmek
üzereydi. […] 5 Ağuston günü saldırı başladı. Öncü birlik iki yüz muvazzaf
askerdi ve yüzbaşıları küstahça böbürlenerek, bir günde dağı temizleyeceğini
söylüyordu. Ama çok kayıp verdiler ve püskürtüldüler.”(Agos, agy.)
*
Afrin iyi kötü yıllardır bu demokrasiyi ve barışı yaşıyordu.
Eğer böyle olmasaydı, şimdiki Türkiye gibi içindeki derin
çelişkilerle çürümüş olsaydı, Afrinliler çoktan Türk ordusunun saldırısını
fırsat bilip Türk ordusuna doğru kaçarlar, onu bir kurtarıcı gibi karşılarlar,
kalanlarda moral bozuklukları, yılgınlıklar ortaya çıkardı.
Afrinliler ise tam tersine Türk ordusu ilerledikçe,
köylerini işgal ettikçe Afrin’e doğru göçtüler.
Gidecekleri yer kalmayınca da orada yaşlı genç, çoluk çocuk
demeden direnmeyi seçiyorlar ve seçecekler.
Çoluğunu çocuğunu bombalardan korumak isteyenler gidiyor ama
Türk ordusuna doğru değil, Rojava’ya doğru.
Musa Dağı’nda birkaç Ermeni köyü bile son derece sınırlı
olanaklarıyla demokratik bir özyönetim kurup kırk gün direniyor ve canını
kurtarabiliyorsa, Afrin’de bunun çok daha büyük çaplısı gerçekleşecektir.
Ve direniş uzadıkça Türk devletinin rüşvet ve tehditlerle
kurduğu cephe parçalanmaya başlayacaktır.
Erdoğan-Ergenekon İslamcı-Türkçü faşist diktatörlüğünü
yıkacak olan budur.
*
Afrin umutsuz durumda görülüyor.
Ama artık unutulmuş ve bilinmeyen bir doğru vardır.
Umut umutsuzluktan doğar.
Umut umutsuzluktan doğar.
Walter Benjamin’in dediği gibi, “umut bize umutsuzlar için verilmiştir.”
Bizzat Kürt hareketinin tarihi bunun kanıtlarıyla doludur.
Her önemli sıçramasının ardında tam bir dibe vuruş, bir
umutsuz durum vardır.
Diyarbakır Cezaevi’nde dörtlerin kendini yakması, direnişin
yükselişi, umutsuzluktan bir zaferin ve umudun çıkışıdır.
12 Mart’ın en kara günlerinde, tam bir teslimiyet ve
umutsuzluk ortamında ilk kuşun atılıp gerilla savaşı başlatılmıştır.
Öcalan tıpkı şimdi Afrin saldırısında olduğu gibi, Avrupa,
ABD, İsrail, Rusya ve Yunanistan’ın iş birliği ile Türkiye’ye teslim edildiğinde,
Kürt hareketi en büyük darbeyi yediğinde, işte tam da bu umutsuz durumda küllerinden
yeniden doğmuş ve Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin en büyük demokratik hareketine
dönüşmüştür.
Kobane’de son kalan 400 kişilik küçük bir güç, küçücük bir
alana sıkışmış ve adeta umutsuz bir durumdayken, o umutsuzluk içinden Kobane
zaferi çıkarılmıştır
Şimdi de burum böyledir.
Afrin umutsuz görünüyor.
Ama göreceksiniz.
Afrin’de Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğü er veya geç yenilecek
ve Ortadoğu’da bir devrimci ve demokratik yükseliş dönemi başlayacaktır.
*
Türkiye neden yenilecek?
Çünkü haksız bir savaş yürütüyor ve haksız bir savaş
yürüttüğü için de baştan aşağı yalana dayanıyor.
Sadece askeri verilere bakalım. İşgal edilen yerler ve
kayıplara bakalım.
Suriye savaşını üç farklı bağımsız haritadan izliyorum.
Bunların üçü de aşağı yukarı aynı sonuçları veriyorlar.
Örneğin bugünkü, yani Akşama kadar Afrin’in düşeceğini
söylediği durumu bu üç farklı haritadan görelim.
Birincisi:
https://syria.liveuamap.com adresindeki
harita:
Biz bu yazıyı yazdığımız sırada bu haritada Afrin’in durumu yukarıdaki
gibi.
Görüldüğü gibi Afrin’in hala çıkışı var. Üstteki sarı bölge
olan Kürt Dağı, hala Türk devletinin eline geçmemiş. Ayrıca açık yeşil yerler Türk
ordusu tarafından ele geçirilmiş olmakla birlikte direnişin sürdüğü yerler
anlamına da geliyor. Örneğin Cinderes’te bile hala direniş sürüyor.
*
İkinci harita suriye iç savaşı haritası. https://syriancivilwarmap.com.
Burada da bütün gelişmeler yer alıyor.
Görüleceği gibi bu haritada da neredeyse birinci haritayla
aynı durum var. Bu haritalar Erdoğan’ın akşama Afrin düşer dediği saatlerden
sonraki son durumları gösteriyor.
*
Üçüncü Harita wikipedia’dan. https://en.wikipedia.org/wiki/Template:Syrian_Civil_War_detailed_map
Aşağı yukarı yine aynı durumu gösteriyor.
Afrin’in çıkışı var ve Kürt Dağı hala büyük ölçüde direnişçilerin
elinde.
*
Gelelim şimdi kayıplara.
Genelkurmay başkanlığının 14 Mart tarihli açıklamasına göre,
bu güne kadar 3444 kayıp verdirilmiş. Adresi şöyle: http://www.tsk.tr/ZeytinDaliHarekati/ZDH_29
Halbuki bu bağımsız kaynaklara göre kayıplar neredeyse eşit
düzeyde.
Aşağıdaki adreste bağımsız kaynaklara göre kayıplar yer
alıyor.
Yeşil ve mavi Türk ordusu ve mayın eşeklerinin; sarı ve
kırmızı YPG ve yardıma gelmiş Suriyeli milislerin kayıpları. Beyazlar da Afrin’de
katledilen siviller.
Yani 500’e yakın sivil ve altı yüze yakın savaşçı
kaybedilmiş bulunuyor.
Yani Türk ordusu her
savaşçı ile birlikte bir de sivili öldürüyor.
Türk devleti işte bunun için yenilecektir.
*
Ama sadece bu kadar değil.
Diyelim ki, Türk Devleti bir milyona yakın insanı katletti
ve onların yerine Türkiye’de yerleşmiş veya İdlip’te sıkışmış Suriyelileri yerleştirerek,
tıpkı Ermeni ve Rum katliamlarından sonra yaptığı gibi; tıpkı Kıbrıs’ta yaptığı
gibi, ele geçirdiği toprak, ev ve malları oraya yerleştirdiği işgalcilere
dağıtarak kedisine gebe ve bağımlı, tıpkı bugünkü Türk ulusu gibi çürüyen,
insanlıktan çıkmış kolonizatörler yarattı.
Bu ayın zamanda onlara yıl Suriye ile sürecek bir savaş
demektir.
Bu lanetten Türkler ancak demokrat olarak, yani bir Türk
olmaktan çıkarak kurtulabilirler.
Bunun için de ilk yapmaları gereken ilk elde bu
Ergenekon-Erdoğan ittifakını yıkmak ve ondan alınan hızla bu Sümerlerden beri
gelen şark devletini parçalamaktır.
Türk devletinin hesabı sadece Afrin de değil. Esas niyeti, CerablusTan İdlip’in güneyine kadar 40-50 kilometre derinliğinde bir toprağı fiilen ilhak etmek bunu tarafsız bölge deyip İslamcı militanlarla doldurmak ve Suriyelileri buraya yerleştirmek. Fiilen kendine bağımlı ve bağlı ama güya tarafsız bir işgal ölgesi yaratmak. Sonra da bu elindeki bölgeye dayanarak ABD ile İran ve Suriye’ye karşı masaya oturmak ve fiilen bu gaspını meşrulaştırmak.
Türk devleti bu niyetle aynı zamanda Rusya’nın izniyle
İdlib’te kontrol noktalarını öyle yerleştirmekte ki, ilerde Suriye İdlib’i
almaya kalktığında orada da Suriye’nin önüne bir engel olarak çıkacak.
O zaman Rusya’yı satıp Avrupa ve ABD’ye yanaşacak. Aşağıda Türk devletinin kurduğu kontrol noktalarını kırmızı bir çizgiyle biz birleştirdik. Hesap çok açık görülüyor
Bu Rusya’nın da oyuna getirilmesi gibi görülebilir. Rusya
oyuna geliyor ve bu ayağına dolaşacak.
Ama kanımızca Rusya bu oyuna bilerek geliyor.
Çünkü Türkiye burada kalırsa sürekli bir savaş halinde
olacağından hiçbir zaman gün yüzü görmeyecek ve çelişkiler içinde
parçalanacaktır.
Ya da parçalanmaktan korunmak için Rusya’ya daha bağımlı
hale gelecektir.
İlerde Türk devlet adamlarının şimdi, “ABD Apo’yu niye bize
verdi?” diye sormaları gibi, Rusya niye bizim Afrin’e girmemize müsaade etti
diye soracaklardır.
*
Slavlar en geç uygarlığa geçen kavimdirler.
Rusya en son kurulmuş antik devlettir.
Türk devleti de, Rus Devleti de Bizans tohumudurlar,
Bizans’ın ölümden sonraki dirilişidirler.
Ama Rus devleti daha geç ve daha “barbar” bir dünyada ve
kapitalizm doğarken, modernizmin kıyısında kurulduğundan daha dinamiktir.
Türk devletine göre daha az şarklıdır.
Bu nedenle Rus devlet bürokrasisi çağı daha iyi okur.
Rus aydınları sürgünde Marks okur ve onunla yazışırken, Türk
aydınları pozitivistlerden öteye gidemezler.
Ayrıca Ekim devrimini izleyen birkaç yılda tekrar ipleri
eline almadan ve alabilmek için, Rus devlet bürokrasisi Aydınlanma’nın ve Marksizmin
ateşinden geçmiştir. Bu ona daha geniş bir ufuk ve esneklik kazandırmıştır.
Rus edebiyatı, Rus müziği, Rus matematikçileri, biyologları,
fizikçileri olmadan çağdaş bilim ve sanat düşünülemez.
Türkiye’den ise bir te Allah’ın kulu bile bulunmaz bu alanlarda.
Bu farkı Erdoğan ve Putin karşılaştırmasında bile
görebiliriz.
Putin istihbaratçı olarak bir temel ve yüksek öğrenim
gördükten sonra Türkiye, Almanya gibi ülkelerde yetişmiştir. Birkaç dil bilir
akıcı Almanca konuşur vs..
Erdoğan ise, futbolculuğu ve diploması bile düzmece, dayak
yememek için babasının ayaklarına kapanan, Necip Fazıl gibi devlet yalakası
soğuk savaş ve anti komünizm ideoloğu birinden nemalanmış biridir.
Şimdi bu ikisinin arasındaki kumarı kimin kazanacağı düşünülebilir.
Rusya’nın daha akıllıca davranacağı hemen görülebilir.
*
Rusya Al Afrin’i ver Guta’yı anlaşması yaptı belli ki Türk
Devleti ile.
Ama o YPG’nin ve Afrin’in direnişinin uzayacağını da düşünüyordur
muhtemelen.
Afin direnişi uzayıp, Suriye Guta’yı ele geçirdiğinde, Rusya’nın
hareket alanı genişleyecek, ve Türkiye’den Idlip’e ilişkin taleplerde
bulunacaktır. Eğer Türk Devleti bu talepleri yerine getirmezse, hava sahasını
kapatmak gibi tedbirler alabilir veya YPG ‘ye etkili tanksavar ve uçaksavar
gibi silahlar verebilir ve Türkiye’yi tam anlamışla batağa saplatabilir.
Yan Türkiye Afrin’de ilerledikçe iyice içinden çıkamayacağı
bir boka batmaktadır.
Battıkça çırpınacak ama çırpındıkça daha çok ve daha hızlı
batacaktır.
Bu bataktan çıkmak için kendini ABD’ye İran’a karşı fedai
olarak sunabilir son çare olarak.
Ama o zaman da, yine Fırat’ın batısı küçük Suriye Yaltası
ile Rus etki alanında olduğundan, Rusya bunu Afrin ve idlip’te cezalandırmak
için YPG’ye destek verebilir.
Yani Türk devleti ne yaparsa yapsın çıkış yok.
Debelendikçe batacaktır.
Göreceksiniz Afrin değil, Erdoğan düşecek.
Ama muhtemelen sadece Erdoğan da gitmeyecek, Türkiye diye
bir devlet te, Türk ulusu diye bir ulus da kalmayacak.
Ermeni ve Rum katliamlarının günahının cezasını çekmeden
Türkiye’de yaşayanların ruhu selamete kavuşamayacaktır.
Türk devletinin tek bir çaresi kalacaktır.
Öcalan’ın ayağına kapanacaktır “gel bizi kurtar” diye.
Öcalan’ın ayağına kapanacaktır “gel bizi kurtar” diye.
Ve şimdi bozkurt işareti yapan Türkler, Türk olmadıklarını
kanıtlamak için, soylarında Rum ve Ermeni aramaya başlayacaklardır.
14 Mart 2018 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder