4. Ocak.2017
Sakine Cansız’ın Ardından
Sakine Cansız’ı ilk kez nerede ne zaman gördüm ve tanıştım hatırlamıyorum. Ama adını duyar bilirdik.
Muhtemelen Öcalan’ın kaçırılışından sonra Hamburg’ta kurduğumuz “Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Türk Girişimi”nin hazırladığı toplantı ve tartışmalar esnasında olabilir. Kendiliğinden, işgüç içinde bir tanışma gerçekleşmiş olmalı.
Sonra 2005 yılında Hamburg’ta tertiplediğimiz, konuşmacılar arasında Ertuğrul Kürkçü, Haluk Gerger, Ragıp Zarakolu’nun da bulunduğu toplantıda Sakine Cansız da bir konuşmacıydı. Konu: “Büyük Ortadoğu Projesi ve Sosyalist Strateji” idi. Örgütünün görüşlerini formüle etmişti. Elbette Ortadoğu konu olunca Ortadoğu’nun en büyük, hem demokratik karakterli; hem de gerillaları ve milyonlarca taraftar ve destekleyicisi bulunan bir hareketinin önde gelen bir üyesinin ne diyeceği önemliydi.
Kim zaman sık sık karşılaşır, kimi zaman aylar ve yıllarca göremezdik. O Özgürlük hareketinin esas kadrolarından biriydi. Özgürlük hareketinin bir kadrosu olmak Kıvılcımlı’nın “Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak İçin Uyarmalı” veya Lenin’in “Ne Yapmalı” kitabında belirttiği gibi, demir çarık demir asa, halk hizmetinde yaşamak; yaşamını mücadeleye vakfetmek demektir. Çok büyük bir inanç ve teorik hazırlık yoksa, bu uzun ve zorlu yaşamda soluksuz kalmak kaçınılmazdır. Sakine bu maratonculardan biriydi. Eğer eski çağlarda yaşasaydı muhtemelen bir azize olurdu.
Bir yanıyla Avrupa metropollerinde göçmen olmuş Kürt özgürlük hareketini destekleyenlerin ve tabi kadınların örgütlenmesinde çalışır; bir yanıyla Kürdistan’ın dağlarında gerillalık yapar. Böylesine farklı dünyalarda, farklı işlerde bulunmak onlara ayrı bir geniş görüşlülük ve çok yönlülük de kazandırır.
Özgürlük hareketi bilinçli olarak, kadrolarını yerler ve işlevler arasında dolaştırarak, onların siyasi ve kültürel gelişimlerini de sağlar. Böylece yerleşik bir hayatın konformizminden de uzak, dolayısıyla toplumsal konumlarıyla kaybedecek bir şeyi olmayan ve radikal bir konumda kalmalarını sağlarlar. İşin mahiyetinden doğan bütün bürokratikleşme eğilimlerinin, harekete tam egemen olamaması ve birlikte yaşanacak ve kendisine karşı sürekli mücadele edilecek bir hastalık olarak kalması biraz da bu işleyiş sayesindedir.
Basının psikolojik savaş amaçlı yanıltıcı propagandalarının aksine, özgürlük hareketinin militanları, gerek politik gerek insani nitelikler bakımından ortalamanın çok üzerindedirler. Adanmış bir yaşamları vardır. Bu yaşamın bir ucu Kürdistan’ın dağlarında, diğer ucu metropollerdeki yoksul Kürtlerin evlerinde, derneklerindedir.
Ayrıca unutmamalı Sakine gibiler, Kürdistan’daki kadın uyanışının öncü örnekleriydi. Nice genç kız, aile baskısına ve feodal geleneklere karşı çıkabilecek gücü Sakine gibilerin örneğinde bulmuş olmalıdır.
Sakine oturmuş güçlü bir örgütten olmanın verdiği güvenle, keskin ifadeleri törpüleyici, diplomatik ve uzlaşmaya dönük bir dille konuşurdu dışa karşı. Biz ise, yepyeni bir teori, program, strateji ve taktiği şekillendirdiğimiz için, netliğe önem veren, farklılıklara vurgu yapan; diplomatikten ziyade teorik bir dille konuşurduk. Bu nedenle dillerimiz farklıydı. Ama birbirimizin dilini ve sorunlarını anlardık ve bu gereğinde pratik işlerde birlikte iş yapmaktan da gocunmazdık.
En son Hamburg’da Altona Tren istasyonunda karşılaşmıştık. Yine bir görev gereği bir yerden geliyor veya bir yere gidiyordu. Her zaman olduğu gibi “Hocam bir oturup konuşalım” demişti. Bu dileği karşılıklı olarak her karşılaşmamızda söyler ama o hızlı yaşam içinde, yollar tesadüfen kesişinceye kadar arayıp konuşamazdık. Avrupa kazan Sakine kepçeydi.
Demek en son Paris’te imiş. Dersim’de başlayan ve Paris’te bir dernek lokalinde bir suikastla biten acı, sevgi ve adanmışlıkla dolu bir hayat.
Sevgiyle çünkü bunca acı ve adanmışlık ancak sevginin gücüyle taşınabilir.
Bu sevgi, eski tasavvuf ehlinin dediği, insanı Fena-fillah ya da Nirvana’ya ulaştıran Toplum’a adanmış; bireyi aşmış bir sevgi olabilirdi.
Muhtemelen Öcalan’ın kaçırılışından sonra Hamburg’ta kurduğumuz “Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Türk Girişimi”nin hazırladığı toplantı ve tartışmalar esnasında olabilir. Kendiliğinden, işgüç içinde bir tanışma gerçekleşmiş olmalı.
Sonra 2005 yılında Hamburg’ta tertiplediğimiz, konuşmacılar arasında Ertuğrul Kürkçü, Haluk Gerger, Ragıp Zarakolu’nun da bulunduğu toplantıda Sakine Cansız da bir konuşmacıydı. Konu: “Büyük Ortadoğu Projesi ve Sosyalist Strateji” idi. Örgütünün görüşlerini formüle etmişti. Elbette Ortadoğu konu olunca Ortadoğu’nun en büyük, hem demokratik karakterli; hem de gerillaları ve milyonlarca taraftar ve destekleyicisi bulunan bir hareketinin önde gelen bir üyesinin ne diyeceği önemliydi.
Kim zaman sık sık karşılaşır, kimi zaman aylar ve yıllarca göremezdik. O Özgürlük hareketinin esas kadrolarından biriydi. Özgürlük hareketinin bir kadrosu olmak Kıvılcımlı’nın “Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak İçin Uyarmalı” veya Lenin’in “Ne Yapmalı” kitabında belirttiği gibi, demir çarık demir asa, halk hizmetinde yaşamak; yaşamını mücadeleye vakfetmek demektir. Çok büyük bir inanç ve teorik hazırlık yoksa, bu uzun ve zorlu yaşamda soluksuz kalmak kaçınılmazdır. Sakine bu maratonculardan biriydi. Eğer eski çağlarda yaşasaydı muhtemelen bir azize olurdu.
Bir yanıyla Avrupa metropollerinde göçmen olmuş Kürt özgürlük hareketini destekleyenlerin ve tabi kadınların örgütlenmesinde çalışır; bir yanıyla Kürdistan’ın dağlarında gerillalık yapar. Böylesine farklı dünyalarda, farklı işlerde bulunmak onlara ayrı bir geniş görüşlülük ve çok yönlülük de kazandırır.
Özgürlük hareketi bilinçli olarak, kadrolarını yerler ve işlevler arasında dolaştırarak, onların siyasi ve kültürel gelişimlerini de sağlar. Böylece yerleşik bir hayatın konformizminden de uzak, dolayısıyla toplumsal konumlarıyla kaybedecek bir şeyi olmayan ve radikal bir konumda kalmalarını sağlarlar. İşin mahiyetinden doğan bütün bürokratikleşme eğilimlerinin, harekete tam egemen olamaması ve birlikte yaşanacak ve kendisine karşı sürekli mücadele edilecek bir hastalık olarak kalması biraz da bu işleyiş sayesindedir.
Basının psikolojik savaş amaçlı yanıltıcı propagandalarının aksine, özgürlük hareketinin militanları, gerek politik gerek insani nitelikler bakımından ortalamanın çok üzerindedirler. Adanmış bir yaşamları vardır. Bu yaşamın bir ucu Kürdistan’ın dağlarında, diğer ucu metropollerdeki yoksul Kürtlerin evlerinde, derneklerindedir.
Ayrıca unutmamalı Sakine gibiler, Kürdistan’daki kadın uyanışının öncü örnekleriydi. Nice genç kız, aile baskısına ve feodal geleneklere karşı çıkabilecek gücü Sakine gibilerin örneğinde bulmuş olmalıdır.
Sakine oturmuş güçlü bir örgütten olmanın verdiği güvenle, keskin ifadeleri törpüleyici, diplomatik ve uzlaşmaya dönük bir dille konuşurdu dışa karşı. Biz ise, yepyeni bir teori, program, strateji ve taktiği şekillendirdiğimiz için, netliğe önem veren, farklılıklara vurgu yapan; diplomatikten ziyade teorik bir dille konuşurduk. Bu nedenle dillerimiz farklıydı. Ama birbirimizin dilini ve sorunlarını anlardık ve bu gereğinde pratik işlerde birlikte iş yapmaktan da gocunmazdık.
En son Hamburg’da Altona Tren istasyonunda karşılaşmıştık. Yine bir görev gereği bir yerden geliyor veya bir yere gidiyordu. Her zaman olduğu gibi “Hocam bir oturup konuşalım” demişti. Bu dileği karşılıklı olarak her karşılaşmamızda söyler ama o hızlı yaşam içinde, yollar tesadüfen kesişinceye kadar arayıp konuşamazdık. Avrupa kazan Sakine kepçeydi.
Demek en son Paris’te imiş. Dersim’de başlayan ve Paris’te bir dernek lokalinde bir suikastla biten acı, sevgi ve adanmışlıkla dolu bir hayat.
Sevgiyle çünkü bunca acı ve adanmışlık ancak sevginin gücüyle taşınabilir.
Bu sevgi, eski tasavvuf ehlinin dediği, insanı Fena-fillah ya da Nirvana’ya ulaştıran Toplum’a adanmış; bireyi aşmış bir sevgi olabilirdi.
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in Paris’in ortasında, bir dernek lokalinde güpegündüz böyle profesyonelce öldürülmeleri, Orta doğu’daki güçlerin mücadelesinde bir nitelik sıçramasının ifadesidir.
Özgürlük Hareketi’nin Avrupa’daki bütün faaliyeti, bütün dernekleri sürekli gözlem ve kontrol altındadır. Hükümetler mesajlarını bu dernekleri kapatarak veya yöneticileri vs. tutuklayarak verirler ve kontrol altında tutmaya çalışırlardı. Ne olursa olsun, savaşın en keskin olduğu, Ergenekon’un cirit attığı zamanlarda bile böyle bir girişim olmamıştı.
Bu nedenle bu sefer bir nitelik değişiminden söz etmek gerekiyor.
Sakine Cansız’ın Avrupa Sorumlularından ve kurucu ve Öcalan’a sadık kadrolardan olduğu için seçildiği bellidir. Cinayet yeri olarak Avrupa’da Fransa ve Paris’in ve de bir dernek lokalinin seçilmiş olmasının da bu mesaja dahil olduğu düşünülebilir.
Seçimlere bakılırsa, mesaj Özgürlük Hareketine ve Öcalana’a dır.
Böylesine profesyonel ve dengelere oynayan bir cinayeti ancak devletler ve onların gizli terör örgütleri yapar ya da yaptırabilir. Ortadoğu’da mesajlar suikastlerle verilir.
Avrupa devletler yukarıda da değindiğimiz gibi daha “uygar” yöntemler izlerler -başları sıkışmadıkça tabii. Ama bu, diğer yöntemleri izleyenlere, bazen gözlerini kapayıp görmezden gelerek destek vermelerini engellemez.
Bir kere bu gibi cinayetleri ancak bir devletin istihbarat örgütleri işleyebileceğinden ve devletlerin istihbarat örgütleri sürekli olarak birbirlerinin ne yaptıklarını bildiğinden, Paris’teki cinayet, hele 24 saat kontrol altındaki bir dernekte, dünyanın en büyük gerilla örgütlerinden birinin sempatizanlarının derneğinde işleniyorsa Fransız istihbaratının bu konuda bilgisiz olması düşünülemez.
Ama bir devlet bunu bilmesine rağmen böyle bir cinayeti işletiyorsa bu çok büyük riskleri göze almak demektir. Kazanılacak ve kaybedilecek şeyler de bu riskler ölçüsünde büyük demektir.
Bugünün dünyasında en büyük çatışma Orta Doğu’dadır. Bir yanda ABD, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan vs.nin bulunduğu blok vardır. Diğer yanda Rusya, Çin, İran, Irak Şiileri, Suriye rejiminin bulunduğu blok. Bu blokların çatışması en büyük ve önemli güç yığışmalarına yol açmakta. Çatışan taraflar bakımından ortada bir hayat memat meselesi bulunmaktadır.
Avrupa görünüşte ABD’nin yanındadır ama el altından diğer bloğu destekler. Çünkü, ABD’ye karşı stratejik çıkar ortaklığı içindedir. Dolayısıyla bir göz yummaya her zaman yatkın bir durumdan söz edilebilir.
Elbette bu temel güçlerin her ülke içinde çıkarları kendileriyle örtüşen paralelleri de vardır. AKP Amerika’nın başında bulunduğu bloğun dengesi olunca, otomatik olarak, Ergenekon ve askeri bürokratik oligarşinin eski çizgisini savunmak isteyenler de Rusya ve İran’ın bulunduğu blokla çıkar ortaklığı içinde olur.
Tabii bu güçlerin her birinin kendi içinde de farklı stratejilere yönelik olarak çatışan güçler vardır ve iç mücadelelerde dıştaki güçlere karşı nesnel çıkar ortaklıkları gerçekleşir. Örneğin, Türkiye’de Askeri Bürokratik oligarşi içinde, aynı kalmak istiyorsak (yani askeri bürokratik oligarşi gücünü ve imtiyazlarını korumak istiyorsa) değişmeliyiz (Eski beton kafayı atıp, demokrasi şampiyonuymuş gibi yapıp muhalefeti örgütlemeliyiz – örneğin 27 Mayıs gibi) diyenler farklıdırlar. Bunlar aynı gücün egemenliğini sürdürmesi için farklı stratejilerdir ve aynı güç içinde olmalarına rağmen farklı bloklarla nesnel çıkar ortaklıkları içindedirler. Tabii bu tür bölünmeler her gücün kendi içinde de vardır.
Böyle bir tablo içinde bakıldığında, Sakine’nin Paris’te öldürülmesi en başta PKK’ya verilmiş bir mesajdır. Şimdi böyle bir mesaj, büyük olasılıkla, Türkiye’deki görüşmelerin başlamasıyla ilgilidir. Muhtemelen Türk Gladyosunun ve Avrupa birliğindeki, ABD ve Türkiye’ye karşı Rusya ve İran’ı destekleyen güçlerin örtülü bir onayı da olabilir. Muhtemelen böyle bir onay olmadan da böylesine bir nitelik değişikliği yaratan bir suikast yapılmaz ve yapılamaz.
Bu aralar Türkiye’de sanki kolay bir işmiş gibi herkes barış diyerek barış üzerinden bir savaş yürütüyor.
Barış demokratikleşme olmadan olmaz. Demokratikleşme ise politika ve politik hedefler sorunudur. İstihbarat teşkilatı yöneticileri aracılığı ile barış yapılamaz.
Özgürlük hareketi Orta Doğu’daki en demokratik güçtür. Bu gücü tasfiyeye yönelik olarak yapılacak her hamle anti demokratiktir ve barış düşmanıdır.
İstihbarat teşkilatı başkanı aracılığıyla görüşme yapmanın kendisi bile, barış adı altında bir savaş yapıldığını gösterir. Bu nedenle şimdilik bir yol kat ediliyor gibi görünse de bir çıkmazdan kurtulamaz. Bunların tek yararı, Özgürlük hareketi üzerindeki psikolojik savaş perdesini yırtmaya yaramaları olabilir. Bu anlamda bir politik çözüme istemeden de olsa hizmet ederler.
Eğer Türkiye, istihbarat teşkilatı başkanı ile Öcalan’la görüşmeler yaparsa, başka devletlerin de istihbarat teşkilatları, kendi sözlerini söylerler.
Bu anlamda, Sakine’nin Cansız’ın bedeni, hükümetin Demokratikleşme olmadan özgürlük hareketini tasfiye ve sözde barış politikasının ilk kurbanıdır denebilir.
Eğer Hükümet açıktan Özgürlük hareketini tasfiye edilecek değil, demokratikleşme için ittifak yapılacak bir güç olarak muhatap alsaydı. Özgürlük hareketini tasfiye edilecek değil, ittifak yapılacak bir güç olarak görseydi, diğer güçler de açık politik tavırlar almak zorunda kalırlardı. O zaman İstihbarat örgütlerine söyleyecek söz kalmaz, Sakine ve arkadaşları, şimdi canlı olarak aramızda olurdu.
Demir Küçükaydın
Özgürlük Hareketi’nin Avrupa’daki bütün faaliyeti, bütün dernekleri sürekli gözlem ve kontrol altındadır. Hükümetler mesajlarını bu dernekleri kapatarak veya yöneticileri vs. tutuklayarak verirler ve kontrol altında tutmaya çalışırlardı. Ne olursa olsun, savaşın en keskin olduğu, Ergenekon’un cirit attığı zamanlarda bile böyle bir girişim olmamıştı.
Bu nedenle bu sefer bir nitelik değişiminden söz etmek gerekiyor.
Sakine Cansız’ın Avrupa Sorumlularından ve kurucu ve Öcalan’a sadık kadrolardan olduğu için seçildiği bellidir. Cinayet yeri olarak Avrupa’da Fransa ve Paris’in ve de bir dernek lokalinin seçilmiş olmasının da bu mesaja dahil olduğu düşünülebilir.
Seçimlere bakılırsa, mesaj Özgürlük Hareketine ve Öcalana’a dır.
Böylesine profesyonel ve dengelere oynayan bir cinayeti ancak devletler ve onların gizli terör örgütleri yapar ya da yaptırabilir. Ortadoğu’da mesajlar suikastlerle verilir.
Avrupa devletler yukarıda da değindiğimiz gibi daha “uygar” yöntemler izlerler -başları sıkışmadıkça tabii. Ama bu, diğer yöntemleri izleyenlere, bazen gözlerini kapayıp görmezden gelerek destek vermelerini engellemez.
Bir kere bu gibi cinayetleri ancak bir devletin istihbarat örgütleri işleyebileceğinden ve devletlerin istihbarat örgütleri sürekli olarak birbirlerinin ne yaptıklarını bildiğinden, Paris’teki cinayet, hele 24 saat kontrol altındaki bir dernekte, dünyanın en büyük gerilla örgütlerinden birinin sempatizanlarının derneğinde işleniyorsa Fransız istihbaratının bu konuda bilgisiz olması düşünülemez.
Ama bir devlet bunu bilmesine rağmen böyle bir cinayeti işletiyorsa bu çok büyük riskleri göze almak demektir. Kazanılacak ve kaybedilecek şeyler de bu riskler ölçüsünde büyük demektir.
Bugünün dünyasında en büyük çatışma Orta Doğu’dadır. Bir yanda ABD, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan vs.nin bulunduğu blok vardır. Diğer yanda Rusya, Çin, İran, Irak Şiileri, Suriye rejiminin bulunduğu blok. Bu blokların çatışması en büyük ve önemli güç yığışmalarına yol açmakta. Çatışan taraflar bakımından ortada bir hayat memat meselesi bulunmaktadır.
Avrupa görünüşte ABD’nin yanındadır ama el altından diğer bloğu destekler. Çünkü, ABD’ye karşı stratejik çıkar ortaklığı içindedir. Dolayısıyla bir göz yummaya her zaman yatkın bir durumdan söz edilebilir.
Elbette bu temel güçlerin her ülke içinde çıkarları kendileriyle örtüşen paralelleri de vardır. AKP Amerika’nın başında bulunduğu bloğun dengesi olunca, otomatik olarak, Ergenekon ve askeri bürokratik oligarşinin eski çizgisini savunmak isteyenler de Rusya ve İran’ın bulunduğu blokla çıkar ortaklığı içinde olur.
Tabii bu güçlerin her birinin kendi içinde de farklı stratejilere yönelik olarak çatışan güçler vardır ve iç mücadelelerde dıştaki güçlere karşı nesnel çıkar ortaklıkları gerçekleşir. Örneğin, Türkiye’de Askeri Bürokratik oligarşi içinde, aynı kalmak istiyorsak (yani askeri bürokratik oligarşi gücünü ve imtiyazlarını korumak istiyorsa) değişmeliyiz (Eski beton kafayı atıp, demokrasi şampiyonuymuş gibi yapıp muhalefeti örgütlemeliyiz – örneğin 27 Mayıs gibi) diyenler farklıdırlar. Bunlar aynı gücün egemenliğini sürdürmesi için farklı stratejilerdir ve aynı güç içinde olmalarına rağmen farklı bloklarla nesnel çıkar ortaklıkları içindedirler. Tabii bu tür bölünmeler her gücün kendi içinde de vardır.
Böyle bir tablo içinde bakıldığında, Sakine’nin Paris’te öldürülmesi en başta PKK’ya verilmiş bir mesajdır. Şimdi böyle bir mesaj, büyük olasılıkla, Türkiye’deki görüşmelerin başlamasıyla ilgilidir. Muhtemelen Türk Gladyosunun ve Avrupa birliğindeki, ABD ve Türkiye’ye karşı Rusya ve İran’ı destekleyen güçlerin örtülü bir onayı da olabilir. Muhtemelen böyle bir onay olmadan da böylesine bir nitelik değişikliği yaratan bir suikast yapılmaz ve yapılamaz.
Bu aralar Türkiye’de sanki kolay bir işmiş gibi herkes barış diyerek barış üzerinden bir savaş yürütüyor.
Barış demokratikleşme olmadan olmaz. Demokratikleşme ise politika ve politik hedefler sorunudur. İstihbarat teşkilatı yöneticileri aracılığı ile barış yapılamaz.
Özgürlük hareketi Orta Doğu’daki en demokratik güçtür. Bu gücü tasfiyeye yönelik olarak yapılacak her hamle anti demokratiktir ve barış düşmanıdır.
İstihbarat teşkilatı başkanı aracılığıyla görüşme yapmanın kendisi bile, barış adı altında bir savaş yapıldığını gösterir. Bu nedenle şimdilik bir yol kat ediliyor gibi görünse de bir çıkmazdan kurtulamaz. Bunların tek yararı, Özgürlük hareketi üzerindeki psikolojik savaş perdesini yırtmaya yaramaları olabilir. Bu anlamda bir politik çözüme istemeden de olsa hizmet ederler.
Eğer Türkiye, istihbarat teşkilatı başkanı ile Öcalan’la görüşmeler yaparsa, başka devletlerin de istihbarat teşkilatları, kendi sözlerini söylerler.
Bu anlamda, Sakine’nin Cansız’ın bedeni, hükümetin Demokratikleşme olmadan özgürlük hareketini tasfiye ve sözde barış politikasının ilk kurbanıdır denebilir.
Eğer Hükümet açıktan Özgürlük hareketini tasfiye edilecek değil, demokratikleşme için ittifak yapılacak bir güç olarak muhatap alsaydı. Özgürlük hareketini tasfiye edilecek değil, ittifak yapılacak bir güç olarak görseydi, diğer güçler de açık politik tavırlar almak zorunda kalırlardı. O zaman İstihbarat örgütlerine söyleyecek söz kalmaz, Sakine ve arkadaşları, şimdi canlı olarak aramızda olurdu.
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder