Siyasi mücadelede verili andaki acil görevin; bu göreve
uygun güçlerin ve mücadele biçimlerinin doğru olarak tanımlanması hayati önem
taşır.
7 Haziran seçimlerinden beri, artık sorunun “Barış Süreci”, “Kürt Sorunu’nun çözümü”; “Demokratik
Anayasa” vs. olmaktan çıktığını; yakalanması gereken ana halkanın; Erdoğan’ın
ve darbesinin engellenmesi; Erdoğan’dan kurtulmak için en geniş güçleri bir
araya getirmek olduğunu yazıyoruz.
Örneğin Geçen sene 27 Ekim’de şunları yazıyorduk:
“Kuran’ın Ali İmran
Suresi’nin 185’inci ayetinde ve bazı mezarlıklarda “Her canlı ölümü
tadacaktır.” diye yazar.
Türkiye’de ve hatta
Ortadoğu’da yaşayan herkes “Erdoğan’dan nasıl kurtuluruz” sorusuyla
karşılaşacaktır. (…)
Erdoğan bugün baş
sorundur, dolayısıyla baş hedef Erdoğan olmalıdır. Çünkü AK Parti, hükümet,
başbakan, bakanlar vs. hepsi Erdoğan’ın fiili darbe rejiminin basit
avadanlıklarıdır. Onları hedef almak, hem hedef şaşırtmaktır; hem de bir
hedefte birleşecekleri dağıtır ve azaltır. Daha fazla hedef, daha sağlam bir
birlik ve birleşeceklerin daha büyük bir niceliği anlamına gelmemektedir. En
geniş ve sağlam bir birlik Erdoğan’ın #istifa’sı hedefi etrafında sağlanabilir.
Sadece Erdoğan’ı hedef almak onu yedek olarak kullandıklarından tecrit
edebilir.”
14 Ekim’de şöyle yazıyorduk:
“Türkiye’deki tüm
sorunların kökü Erdoğan’dır.
Kürtlerle savaş, onun
başkanlık ihtirası için başlamıştır; Suriye’de milyonlarca insanın düştüğü
durum onun emperyal hayallerinin bir ürünüdür. Yolsuzluk, katliam… Medya
operasyonları, yargıya müdahale, delil karartma ve saymakla bitiremeyeceğimiz
icraatlar…
Erdoğan’ı demokratik
yollarla saraydan def etmeden Türkiye’deki hiçbir sorun çözülemez!
Erdoğan’ı seçimler
yoluyla gönderebileceğimizi sananlar sahte hayaller yayarak Erdoğan’a zaman
kazandırıyor. Ancak Erdoğan için başkanlık ve hesap verme arasında üçüncü bir
seçenek yoktur. Dolayısıyla kendisinden “milli irade”ye saygı duyması
beklenemez. Erdoğan orada olduğu müddetçe seçimlerin olacağının veya olsa dahi
bunun adil olacağının garantisi yoktur. Seçimde yenilirse, bunu kabul
edeceğinin de…”
Ankara katliamından sonra şöyle yazmıştık 10 Ekim’de:
“Aylardır defalarca
yazdık ve yazıyoruz. Erdoğan için geri dönüş yoktur, en kanlı güçlerle ittifak
içindedir ve her şeyi yapacaktır. Seçimler olacakmışçasına seçimlere odaklı
politika yanlıştır. Hemen şu an Erdoğan’a karşı kitle direnişleri
örgütlenmelidir.
Maalesef bunlar uzayın
sağır boşluklarında kaybolup gidiyor.”
Ankara katliamından önce, “Erdoğan Nasıl Gitmez, Nasıl Gider, Nasıl Gitmeli?” başlıklı yazıda
şunlar deniyordu:
“Halkın dediği gibi,
“bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış, elbet Erdoğan’a da kalmaz”. Elbet bir gün
gidecektir.
Bir Çin atasözü, “bir
nehrin kenarında uzun zaman durursanız, bütün düşmanlarınızın cenazelerinin
önünüzden birer birer geçtiğini görürsünüz” der. Elbet bir gün Erdoğan’ın
cenazesi de yeterince uzun yaşayanların önünden geçecektir.
Son zamanlarda
neredeyse bütün yazarların ve Facebook yorumcularının, korkularını bastırmak
için, karanlıkta ıslık çalarca tekrarladıkları gibi sonunda “demokrasi
kazanacaktır.”
Elbet Erdoğan
gidecektir ve bu günler de geçecektir.
Ama yine halkın dediği
gibi “elbet geçer ama deler de geçer”.”
19 Ağustos’ta “Ne
Yapacağını Bilen ve Kararlı Erdoğan, CHP ve HDP ile Kedinin Fare ile Oynadığı
Gibi Oynuyor” başlıklı yazıda şöyle yazıyorduk:
“Erdoğan ne yapacağını
biliyor: hiçbir şekilde; ne olursa olsun açıkça el koyduğunu söylediği fiili
başkanlık mevkiini-mevziini terk etmemek.
Çünkü bir tek geri
adımı; en küçük bir zaaf belirtisi bile, hem uluslararası mahkemelere hem de
Türkiye’deki mahkemelere sanık olarak çıkmakla sonuçlanacak bir düşüşün ve
gerileyişin yolunu açacaktır.
Bu akıbeti engellemek
için HER ŞEYİ yapmaya hazırdır.
Bu tespiti yapmayan,
bugün Türkiye’de politika yapamaz.
Bu tespiti yapan da
Türkiye’deki en acil sorunun Erdoğan olduğunu; Erdoğan’ın fiili darbesine son
vermek olduğunu görür ve acil hedef ve politikalarını buna göre belirler.”
Bundan bir gün önce 18 Ağustos’ta “HDP
ve CHP’ye Çağrı: Erdoğan Nasıl Durdurulabilir?” başlıklı yazıda şunları
yazıyorduk:
“Dünkü yazımızda,
İsyanın temel kuralı “hücum, hücum, hücumdur” diye yazmış; isyanla oynamanın
tehlikelerinden söz etmiştik.
Bu devlete ve sisteme
isyan etmesi gerekenler savaş ve politika sanatının bu kuralına ve derslerine
aldırış etmeden oyun oynuyorlar
Ama Erdoğan, devletin
başında, başında olduğu devletin anayasasına ve yapısına fiilen isyan etmiş
olarak, darbe yaptığını açıkça söyleyerek; tam da bu kuralı uyguluyor ve kendi
açısından başarıdan başarıya koşuyor.
Ona başarıyı,
karşısındakilerin kararsızlığı ve korkaklığı hediye ediyor.
Erdoğan son derece dar
görüşlü, yeteneksiz ve kifayetsiz bir politikacıdır.
Tek bir özelliği
vardır.
Karşısındakileri
kararsız durumda bırakacak taktik hamleler yapmak ve son derece kararlı olarak
sürekli saldırmak.
Erdoğan bugün hala
bulunduğu yerde duruyorsa bunun en büyük suçluları kararlı bir mücadele
yürütmeyen HDP ve CHP’dir.”
Geriye doğru oynayan bir film gibi sunulan bu örnekler bir
fikir verir.
Kimileri buna “Erdoğan değişse ne olur, Erdoğan’ı hedef
olarak koymak yanlıştır” diye itirazlar ettiler; kimileri ise hala “Barış
Sürecine dönüş” diyerek eski acil görev çizgisinde kaldılar.
Bugün neredeyse bir yıla yakın zaman geçtikten sonra acil
görev, yakalanacak ana halka belirlememizin ne kadar doğru ve hayati olduğu
görülmüş olmalıdır.
(Örneğin Cemil Bayık’ın dün gazetelerde yer alan sözleri
sonunda PKK yöneticilerinin bile öz yönetim gibi hayalleri bırakıp bu noktaya
gelmek zorunda olduklarını gösteriyordu. Ama mantık sonuçlarıyla ve tüm
kapsamıyla değil. Oraya sonra geleceğiz.)
*
Ne var ki, Erdoğan’ın darbesini durdurabilmek için olmazsa
olmaz olan en büyük iki güç, CHP ve HDP,
hala bu görev belirlemesini yapmadığı gibi buna uygun da davranmamaktadırlar.
Ortada fiili bir darbe rejimi vardır ve bu önerme doğru ise buna
uygun davranış gerekir. CHP ve HDP Erdoğan’a karşı amansız ve direk bir
mücadeleye girmelidirler.
Erdoğan’ın darbesi birkaç gündür yeni ve nihai bir aşamaya ulaşmış
bulunmaktadır.
Bu yeni saldırı başarı kazandığı takdirde, Erdoğan’ın
diktasını engelleyecek hiç bir direniş mevzii kalmayacaktır.
Ve durumda bir süre sonra da herkes, denize düşenin yılana
sarılması gibi, Mısır’daki gibi bir darbeyi, son kurtarıcı olarak ordudan bekler
hale gelecektir.
Ordu da zaten kendinin sırasını bekliyor ve Erdoğan’ın önünü
açarak bir taşta iki kuş vuruyor. Bir yandan Kürt hareketini ve demokratik
muhalefeti Erdoğan’a ezdirmeye çalışıyor; Erdoğan’a kestaneleri ateşten
çıkartıyor; bir yandan tam da bu nedenle Erdoğan’ın uzun vadede gerçekleşecek
tecridinin meyvelerini toplamaya; bir kurtarıcı gibi gelmeye hazırlanıyor.
Şu an Ülke Erdoğan’ın; Erdoğan Ergenekon’un, Ergenekon Ordu’nun
elinde rehindir.
*
Erdoğan fiilen tüm fikir hürriyetini ayaklar altına alan “terörün
tanımını yeniden yapalım” sözlerinin daha mürekkebi kurumadan ve daha ortada
yasa bile yokken gerçekleşen şu üç gelişmeye bakalım.
·
Akademisyenler bildirisinin ve barış isteminin
arkasında durduklarını söyleyen üç akademisyen tutuklandı.
·
Bir yabancı akademisyen HDP’nin Newroz
davetiyesi çantasında bulunduğu için Polis tarafından gözaltına alınarak, emniyette
gecelemeye zorlandı. (Şu an gelen bir habere göre sınır dışı edilecekmiş)
·
Bu sabah, Özgür Hukukçular Derneğinden sekiz avukat
evlerine baskın yapılarak gözaltına alındı.
Bütün bunlar Erdoğan’ın zamana yayılmış darbesinde bir yeni evreye girildiğinin; bir nitelik değişikliğinin ifadesidir.
*
Eğer Erdoğan’ın bu saldırısı bu noktada durdurulamaz ve püskürtülemez
ise, bundan sonra Erdoğan’a karşı olan herkes artık tehdit altında olacaktır.
Tüm muhalifler tutuklanabilecek ve tüm toplum sindirilebilecektir.
Bu notada yapılacak tek bir şey vardır. Erdoğan’ın darbesini
durdurabilmek için en geniş güçleri bir araya getirmek. Yok Kemalist’miş, yok Cemaatçiymiş,
yok Bölücüymüş gibi hiçbir ayrım yapmadan. Kim gelirse gelsin en geniş cepheyi
kurmak gerekiyor.
Unutmayalım Erdoğan’ın bu darbesi, mutatis mutandis, Hitler’in 1933’de hükümeti kurduktan sonra
yaptıklarının birebir benzeridir.
Hitlerin muadili Erdoğan’dır.
O zamanın intihar politikası izleyen Üçüncü Enternasyonal ve
Alman komünist Partisi’nin yerini bugün PKK ve HDP almış.
O zamanın Alman Sosyal Demokratlarının yerinde CHP var.
Hitler’e başbakanlığı bahşeden Prusya ordusunun dengesi Hindenburg’un
muadilleri ise, Ordu’nun sivil temsilcileri Bahçeli ve Baykal’lar.
*
Şu an bu darbeyi göğüsleyebilmek ve püskürtebilmek için hala
mümkündür.
Dün tutuklanan üç akademisyenin haklarını ve özgürlüklerini
savunmak gerekiyor
Bunu genel bir programatik çizgi olarak şöyle
tanımlayabiliriz.
Fikrin hiçbir şekilde suç olmaması; fikre karşı fikirden
başka bir mücadele yöntemini kesinlikle reddedilmesi; fikirlere karşı idari ve
hukuki baskılarla mücadele edilmemesi; devletin görevinin fikri fikirle değil
idari ve hukuki baskılarla engellemeyi engellemek olması.
Böyle bir çizgi, en geniş güçleri bir araya getirebilecek,
bir toparlanma sağlayabilecek; Erdoğan’ın saldırısını durdurabilecek iyi ve
sağlam bir mevzi sunar.
Bu mevzie yerleşip, burada tüm güçleri toparlayarak; hiçbir geri
adım atmadan ölümüne bir mücadeleye girmek gerekmektedir.
Bu noktada gerekli kararlılık gösterilemez ve gerekeli güçler
toparlanamazsa, bundan sonra çok uzun bir yenilgi ve ricat dönemi; hatta tam bir
bozgun dönemi gelecektir.
O halde, şu an bu üç akademisyeni bayrak yaparak, onların işlediği
suçu işleyerek ve Erdoğan’ı ya binlerce kişiyi de tutuklamak; ya da bu
akademisyenleri de serbest bırakmak zorunda bırakarak Erdoğan’ın saldırışına karşı
siperlere geçmek gerekmektedir.
Tüm akademisyenler, aydınlar, yazarlar bu bildiriyi aynen
benimseme suçunu işleyerek bir sivil itaatsizlik hareketi başlatmalıdırlar.
Bildirinin içeriğine katılıp katılama sorunu değildir bu. Bu
bir fikir özgürlüğünü savunma sorunudur. Bir sivil itaatsizlik eylemidir. Bildirinin
içeriğine katılmasa da insan bunu yapabilir ve yapmalıdır.
Bunun yanı sıra sosyal medya aracılığıyla herkese de
binlerce ve milyonlarca insana da aynı suçu işleme ve kendini ihbar etme eylemi
çağrısı yapılmalıdır.
Sedat Peker’ler oluk oluk kanımızı akıtmadan, Türkiye’nin
her yanında insanlar oluk oluk aynı “suçu” işlemeye akmalıdırlar.
Bunların yanı sıra CHP ve HDP şu andan itibaren Erdoğan’ın
başında bulunduğu bu günkü rejimi yasa dışı ilen edip, hükümeti Erdoğan’a karşı
tavır almaya; Erdoğan’ı oradan çıkartıp, Çankaya köşküne taşınmaya zorlamaya
çağırmalıdırlar. Böyle kararlı bir tavır Ak Parti’de de muhalefete cesaret verir.
Çünkü Kaç-ak saray bir bina değil; başkalık sistemine uygun
bir örgüt ve yapıdır. Yasa dışı ve fiili bir darbe merkezidir.
HDP dokunulmazlıklar kalksa da Mecliste kalacağız gibi
kararsız ve anlamsız politikaları bırakıp; derhal, bir temkinin bile
dokunulmazlığının kaldırılması halinde hepsinin meclisten çekileceklerini ilan etmelidir.
CHP’yi de böyle davranmaya çağırmalıdır.
CHP ve HDP Erdoğan’a ve darbesine karşı açık bir mücadeleye
girmelidirler. Darbecilere karşı kararlı ve uzlaşmaz olmak çok önemlidir.
*
Ve nihayet PKK’ya da birkaç söz.
Cemil Bayık, aylar sonra aşırı “sol”dan aşırı sağa sıçramış bulunuyor.
Önce adı konulmamış bir isyan çizgisinden, Gül ve Arınç’ın
muhalefetlerine bel bağlar duruma gelmişti.
Şimdi de Haziran’dan beri yazdığımız ve yazının başında
aktardığımız tespite gelmiş, temel hedeflerinin Erdoğan’ı devirmek olduğunu
söylemiş.
“Zararın neresinden dönülse kardır” diyemiyoruz.
Önceki “Sol” çizgi bile nasıl saçmalıklarla ve
tutarsızlıklarla doluyduysa; bu “sağ” çizgi de aynı zaaflarla malul.
Erdoğan’ı devirmek esas hedefse bunun için dağlarda veya
şehirlerde gerilla savaşı gerekmez.
Erdoğan’ı devirmek
askeri yöntemlerle olmaz. “Bundan sonra her yer savaş alanıdır” demekle ve
fiilen öyle yapmakla, Erdoğan devrilmez.
Erdoğan ancak en geniş toplumsal güçler bir araya
getirilerek bulunduğu noktadan uzaklaştırılabilir.
Ve bu güçlerin her birinin ayrı bir yoğurt yiyişi vardır.
Bütün bunları birleştirecek örgüt ve mücadele biçimleri
gerekir.
Erdoğan ancak kitlesel sivil direnişle durdurulabilir.
Sorun askeri değil, toplumsal güçlerin konumlanışı
sorunudur.
O halde PKK gerçekten Erdoğan’ı devirmek istiyorsa, derhal tek taraflı ateşkes ilan etmeli;
çatışmadan kaçınmalı; TAK ve benzerlerinin yaptığı eylemleri ret ve mahkûm
etmelidir.
Ancak böyle bir politik hamle, demokratik muhalefetin tekrar
toparlanabilmesi ve Erdoğan’ın tecrit edilebilmesi için gerekli koşulları
sağlayabilir
Ayrıca bunun olabileceğini de daha önce gördük.
Ortada harika iki deney ve örnek de var: Gezi ve 7 Haziran.
Öcalan’ın 2013’deki Newroz mesajı ve ateşkesten birkaç ay sonra
Haziran başında Gezi direnişi başlamıştı.
PKK da çatışmadan kaçarak 7 Haziran zaferine zemin
hazırlamıştı.
PKK bu çizgiyi bıraktığından beri, Erdoğan mevzi üstüne
mevzi kazanıyor.
Evet, Erdoğan’ı durdurmak mümkündür.
PKK eğer Erdoğan’a karşı mücadele etmek, onu durdurmak hedefinde
gerçekten samimiyse, bunun askeri araçlarla olamayacağını anlamalıdır.
PKK’nın yapacağı tek şey hiçbir şey yapmamak olabilir.
Tek taraflı ateşkes, çatışmadan kaçma ve şehirlerdeki
bombalamaları mahkûm edip reddetme.
Sinoplu “kelbiyun” Diyojen’in Atatürk’ün hemşehrisi Makedonyalı,
Kuran’ın “Zulgarneyn” (Çift boynuzlu)dediği
İskender’e söylediği gibi, eğer Erdoğan’a karşı mücadeleye destek olmak
istiyorsan, “güneşime engel olma aşka
ihsan istemez!”.
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder