10 Kasım 2011 Perşembe

HDK’nın Yolu, Programı ve Tüzüğü Yanlıştır ve Kökten Değiştirilmelidir - HDK Üzerine Notlar (5)


Bizce Program Tüzük’ten önce eldiği için, Kongre’de ve bütün önceki “Çatı Partisi”,  Demokrasi İçin Birlik Hareketi” ve “Blok” vesilesiyle yazdığımız yazılarda esas olarak Program konusundaki yanlışları ele aldık ve eleştirdik. Sadece eleştirmedik aynı zamanda alternatif program metinleri de önerdik. Şu ana kadar, bu konularda tek yazan, biz olmamıza rağmen, bir tek Allah’ın kulu çıkıp, “yahu bu adam, ta ilk çatı partisi toplantısından beri her aşamada bir program önerdi, bütün program tasarı ve önerilerini ciddiye alıp eleştiriler yazdı. Program konusunda tamamen farklı bir mantığa dayanıyor. En azından bunu tartışmak, eğer baştan ilke olarak reddediyorsak, neden reddettiğimizi açıklamak gerekir. Bu yapılan utanç verici bir görmezden gelmedir. Bu artık eleştiri silahını kullanmak değil, silahların eleştirisini yapmaktır. Susarak, tartışmayarak, yok sayarak mücadele etmektir.” demedi maalesef.

Program konusunda usulden biçime, biçimden içeriğe kadar her alanda farklı ve karşı bir program önerdik ve duruş sergiledik, önermeye ve sergilemeye devam ediyoruz. Defalarca belirtmemize rağmen bir kere daha tekrar edelim. Burada temel eleştirilerimizi kısa ve özlüce  bir kez daha açıklayalım.
Program konusunda izlenen yola, yani usule eleştirimiz şu olmuştur:
Programlar komisyonlarda hazırlanamaz. Bunlar sanki herkesin kolayca yazabileceği gibi görünen basit ve sade metinlerdir. Ama bu sadeliğe ancak, büyük metodolojik, stratejik ve programatik tartışmalarla ulaşılabilir. Ancak bir program ve strateji belirlendikten sonra, bu programın nasıl formüle edileceğine dair bir metin ortaya çıkarmak için belki bir komisyon kurulabilir. Bütün bunlar yapılmadan programı komisyona havale etmek, bugünkü yanlış ve gerici program anlayışlarını ve programları bir emrivaki olarak savunmak, ekmek ve su kadar ihtiyaç duyulan bir program ve strateji tartışmasını gündem dışı bırakmaktır.
O halde program tartışmasının yeri komisyonlar değil, tüm sosyalist ve demokratların katılacağı, gruplar, konferanslar, dergiler, yayınlardır. Ancak böyle bir tartışma içinde farklı yöntem, strateji ve programlar billurlaşabilirler ve farklılıkları kavranabilir. Bizzat .bu tartışma en büyük ve etkili siyasi ve teorik eğitim aracıdır.
Programın biçimine ilişkin eleştirimiz şu olmuştur:
Programın bir ilkeler deklerasyonu değil, bir yapılacak işler planı olması gerekir. Program, programı sunanlara yarın öbür gün kaçacak delik bırakmamak üzere yazılır. Son derece somut ve açık yapılacak işlerden ibaret sade bir metin olması gerekir. İlkeler deklerasyonlarıyla ancak sektler kurulabilir. Örneğin “her türlü milliyetçiliğe karşıyız” bir ilkeler deklerasyonudur ve milliyetçilikten herkesin anladığı da farklı olduğundan ve olacağından yeni parçalanmaların tohumunu da içinde taşır. Ama “Herkese istediği dili ana dil olarak seçme ve bu dilde eğitim hakkı esastır. Tarih kitapları Türkiye ve komşularındaki tüm dillerden, dinlerden, etnilerden ve kültürlerden, cinslerden vs. tarihçilerin eşit haklarla katılacağı bir kurul tarafından yazılacaktır. Herkes ana dilinde ama bu ortak tarihi okuyacaktır” dediğinizde, bu gerici milliyetçiliği pratik ve somut olarak olanaksız kılan bir programdır.
Ancak böyle somut işlerler olan programlar en geniş birlikleri sağlayabilir, bölünmeleri  ortadan kaldırabilirler. Örneğin isterseniz faşist olduğunuzu söyleyin, bu talebi kabul ediyor ve bunun için mücadele ediyorsanız. Siz kendini faşist zanneden bir demokratsınızdır.
Programın özüne ilişkin eleştirimiz şu olmuştur:
Program her şeyden önce, demokratik bir devleti somut olarak taslaklaştırmak zorundadır. Ezilenlerin deneyi ve dersleri göstermiştir ki, nasıl işçi sınıfı burjuva devlet cihazını olduğu gibi alıp sınıfsız topluma gidişin bir aracı olarak kullanamazsa, öncelikle onu tasfiye etmek; parçalamak zorundaysa; aynı şekilde demokratik bir iktidar da, gerici milliyetçiliğe göre şekillenmiş merkezi, bürokratik, kırtasiyeci ve militer devlet cihazını demokrasi için kullanamaz. Program her şeyden önce, demokratik bir devleti somut olarak taslaklaştırmak zorundadır.
Bu da cebirsel bir formül gibi bir program demektir. O demokratik devletin yurttaşları hangi politikaları uygulayacaklarına demokratik olarak karar verebileceklerdir. Bu koşul olmadan, ancak demokratik bir ülkede uygulanabilecek talepleri öne çıkarmak, fiilen gerçek demokratik görevlerden kaçmaktır.
Delmokratik bir devlet cihazı her şeyden önce demokratik bir ulus tanımına dayanmayı gerektirir.
Demokratik bir ulus, ulusu bir dille, dinle, etniyle, tarihle tanımlamaya karşı tanımlamaktır.
Ancak bu koşulda en geniş otonomi bölünmenin değil birleşmenin bir koşulu haline gelebilir ve merkezi devlet cihazı tasfiye edilebilir.
Ulusun gerici milliyetçi tanımı ile merkezi börokrasinin varlığı arasında kopmaz bir bağ vardır. Bugünün Türkiye’sinde Kürt sorunu için üç program bulunmaktadır:
1) Ulusu Türklükle tanımlayarak, Kürtlerin haklarını bireysel haklar olarak tanımak;
2) Ulusu Kürtlük, Türklük gibi dile ve tarihe dayanan gerici milliyetçiliğe göre tanımlamak. Kürtlerin kollektif olarak tanınmasını istemek ve bir Kürt Türk devletini nihai çözüm olarak görmek;
3) Ulusun Türklük veya başka bir dil, etni, tarih, din ile tanımlanmasına son vermek, böyle tanımlamaya karşı tanımlamak, yani Türklüğün de politik olmaktan çıkarılıp bir bireysel hak olmasını savunmak ve onu bütün diller ve “halklar” ile eşitlemek.
Biz hep bu üçüncü programı savunduk ve program önerilerimizin özü bu oldu.
Buna karşılık gerek “Çatı Partisi”, gerek “Demokrasi İçin Birlik Hareketi” ve Gerek ise “Kongre Girişimi” ve “Halkların Demokratik Kongresi”nde Sosyalist Yuvarların ve BDP’nin yaptığı tam tersi oldu ve olmaya devam ediyor.
Programlar usulen yanlış yapılmaktadır, biçimce program değildirler, içerikçe de demokratik.
Dolayısıyla bu yanlışlarda ısrar edildiği takdirde “Çatı Partisi” fiyaskosunun ya da ölü doğmuş “DBH”nin yeni bir versiyonu kaçınılmazdır.
Program konusu özünde böyle korkunç yanlışlarla malul.
Peki Tüzük farklı mı? Hayır.
Aslında tüzük üzerine de yazdığımız bir çok yazı bulunmaktadır. Bu yazıları da derleyeceğiz. Eleştiri ve önerilerimizi, sanki bir dinleyen varmış gibi, sanki o sağır kulaklar duyarmış gibi, duvarları yosun tutmuş, menteşeleri paslanmış, derinlerde bir yerdeki hücrenin kapısını, belki birileri duyar diye biteviye yumruklarcasına yazmaya devam edeceğiz.
Ama Tüzük konusundaki eleştiri ve önerilerimizin özünü bir kez daha burada ifade edelim.
Tüzük her şeyden önce üyelere tam bir eşitlik sağlamalıdır. Matematikte bile, bir bayağı kesir taplama işlemi için eşitleme gerekir. Bunun bir tek yolu vardır: Bütün örgütlerin bireylerle katılımı, dolayısıyla katılımcı bireyleri ölçüsünde, eşit hak ve görevli bireyler olarak bir etki sağlamaya çalışmaları. Örgütlerin Kongre tarafından tanınmaması. Örgütlerin Kongre’ye üye olan üyelerinin de tüm üyelerle aynı hakları ve görevleri olması. Örgütlerin, bu üyelerinin üye olarak hakları üzerinden Kongre’nin politika, çalışma, yönetim vs.’sini etkileyebilmesi.
Bu yaklaşım olmadıkça, başlangıçtaki ilk çağrı için örgütlere dayanmayı devam ettirme, Kongre’nin kendi ipini çekmesinden farksızdır.
Bu model, örgütlerin varlığını dışlamaz. Elbette, var olan örgütler, bu birlik (Çatı Partisi, Kongre vs.) içindeki katılımcı bireyleri aracılığıyla bütün diğer üyeleri etkilemeye, kendi politikalarına çekmeye çalışabilirler. Aynı şekilde her hangi bir örgütün üyesi olmayan bireyler de belli örgütsel, politik, stratejik veya taktik bir konuda bir araya gelip tıpkı fiilen bir örgüt gibi, birliğin politikalarını etkilemek, çoğunluğu kazanmak, yönetimde söz sahibi olmak isteyebilirler. Bütün bunlar sağlıklı ve demokratik bir örgüt işleyişi için olmazsa olmazlardır ve tüzük esas olarak, örgütlerin ve yuvarların bir araya gelmelerinden doğan hakları değil, bu bireysel hakları ve bunun kullanım usullerini belirlemeye yönelik olmalıdır.
Ancak bu biçim içinde, gerçek bir örgütsel yaşam oluşabilir. Örgütler temsilcileri aracılığı ve kotalar ile zaten temsil ediliyorlarsa, bu birliğin içinde yer almanın onlar için hiç bir gerekliliği olmayacaktır. Ancak katılan bireyler ölçüsünde etkisi olduğunda, kendi dışındaki çoğunluğu kendi görüşlerine kazanabilmek için örgütler bütün üye ve ilişkilerini bu birliğin içinde çalışmaya itecekler böylece boylu boyunca bu birliğin sorunlarını ve gündemini tartışıyor olacaklardır. Bu da gerçek ortak formasyonun oluşması, örgütlerin duvarlarının fiilen yıkılması anlamına gelir.
Ancak, bu olumsuz durum, yani örgütlerin bileşen olarak kabulü, en çok bizzat Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve BDP’ye zarar vermektedir. BDP bu örgüt temsilcilikleri mekanizması nedeniyle kendi gettosu dışına çıkamamakta ve başka havaları soluyamamaktadır. Dolayısıyla kendini geliştirmesi de olanaksızlaşmaktadır.
Tüm örgütlerin bireyleri ile katılımı ve bu katılım ölçüsünde etkisi biricik yol olduğunda, BDP de artık, bir kaç temsilcisinin ağırlığı ile yetinmeyecek; genişy kitlesi bu Kongre yaşamının dışında kalamayacaktır. BDP de katılan bireyleri ölçüsünde bu birlik üzerinde etkili olabilecektir. İştei o zaman örgüt yaşamı içinde herkesi etkileme ve onlardan etkilenme; değişme ve değiştirme olanağı bulabileceklerdir. Bu ise, Kürt hareketi içindeki feodal geleneklere dayanan, burjuvazinin en son isteyeceği şeydir.
Aslında Türk sosyalist Yuvarlarını muhatap almaya devam etmek de; yani bunları kongre bileşeni olarak kabullenmek de, Kürt hareketi içindeki gerici milliyetçilerin ve bürokratlaşmış yapı ve kafaların işine gelmektedir.
Karşılarında teslim olmaya hazır Türk sosyalist yuvralarına, gönderdikleri Türklerle ilgilenmeyi özel iş edinmiş iyi niyetli bir kaç temsilci ve vekil her istediklerini olayca kabul ettirebilmektedirler. Böyelce BDP’nin esas kitlesi de Kürtlerin gettosu içinde hapis kalmaktadır.
O halde, tüzügün, öncelikle, Kongre’nin bireylerin katılımları ile oluşmasını, yani her hangi bir örgüt veya partiye bir öncelk, kota vs. tanımamasını kesinlikle formüle etemesi gerekir.
Halbuki var olan şimdiye kadarki bütün tüzükler, tamamen bu yuvarların varlığını ve bir “bileşen” olarak etkilerini sürdürmeye yönelik olarak formüle edilmişlerdir.
Temel sorun buradadır. Bu temel sorun, bütün diğer tüzük sorunlarını beraberinde getirmektedir. Kabul edilen tüzükler TC Anayasaları gibidir. Korkunç bürokratik ve hantal bir yapı. Anti demokratik bir işleyiş.
Sorunun özü budur.
Bu tüzüge, programa ve usule karşı bir mücadele gerekmektedir. Bu mücadele olmadan, yeni ve güçsüz kongre, bu “Bileşen” denen kanser hücrelerini yok etmeden, bu hastalıklı durumdan kurtulamaz aksine onlar tarafından yok edilir.
Bundan sonra bunun için ne yapmak gerektiğini tartışmak gerekmektedir.
*
Tüzüğün başlangıç maddelerinin bir eleştirisini ayrıca kenar notları olarak yazdık.
Ayrı bir dosya olarak onu da daha sonra sunarız.
Şimdilik bu kadar.
10 Kasım 2011 Perşembe
Demir Küçükaydın


Hiç yorum yok: