Bizce Program Tüzük’ten önce eldiği için, Kongre’de ve bütün önceki “Çatı Partisi”, “Demokrasi İçin Birlik Hareketi” ve “Blok” vesilesiyle yazdığımız yazılarda esas olarak Program konusundaki yanlışları ele aldık ve eleştirdik. Sadece eleştirmedik aynı zamanda alternatif program metinleri de önerdik. Şu ana kadar, bu konularda tek yazan, biz olmamıza rağmen, bir tek Allah’ın kulu çıkıp, “yahu bu adam, ta ilk çatı partisi toplantısından beri her aşamada bir program önerdi, bütün program tasarı ve önerilerini ciddiye alıp eleştiriler yazdı. Program konusunda tamamen farklı bir mantığa dayanıyor. En azından bunu tartışmak, eğer baştan ilke olarak reddediyorsak, neden reddettiğimizi açıklamak gerekir. Bu yapılan utanç verici bir görmezden gelmedir. Bu artık eleştiri silahını kullanmak değil, silahların eleştirisini yapmaktır. Susarak, tartışmayarak, yok sayarak mücadele etmektir.” demedi maalesef.
Program
konusunda usulden biçime, biçimden içeriğe kadar her alanda farklı ve karşı bir
program önerdik ve duruş sergiledik, önermeye ve sergilemeye devam ediyoruz.
Defalarca belirtmemize rağmen bir kere daha tekrar edelim. Burada temel
eleştirilerimizi kısa ve özlüce bir kez
daha açıklayalım.
Program
konusunda izlenen yola, yani usule eleştirimiz şu olmuştur:
Programlar
komisyonlarda hazırlanamaz. Bunlar sanki herkesin
kolayca yazabileceği gibi görünen basit ve sade metinlerdir. Ama bu sadeliğe
ancak, büyük metodolojik, stratejik ve programatik tartışmalarla ulaşılabilir.
Ancak bir program ve strateji belirlendikten sonra, bu programın nasıl formüle
edileceğine dair bir metin ortaya çıkarmak için belki bir komisyon kurulabilir.
Bütün bunlar yapılmadan programı komisyona havale etmek, bugünkü yanlış ve
gerici program anlayışlarını ve programları bir emrivaki olarak savunmak, ekmek
ve su kadar ihtiyaç duyulan bir program ve strateji tartışmasını gündem dışı
bırakmaktır.
O halde
program tartışmasının yeri komisyonlar değil, tüm sosyalist ve demokratların
katılacağı, gruplar, konferanslar, dergiler, yayınlardır. Ancak böyle bir
tartışma içinde farklı yöntem, strateji ve programlar billurlaşabilirler ve
farklılıkları kavranabilir. Bizzat .bu tartışma en büyük ve etkili siyasi ve
teorik eğitim aracıdır.
Programın
biçimine ilişkin eleştirimiz şu olmuştur:
Programın
bir ilkeler deklerasyonu değil, bir yapılacak işler planı olması gerekir. Program, programı sunanlara yarın öbür gün kaçacak delik bırakmamak
üzere yazılır. Son derece somut ve açık yapılacak işlerden ibaret sade bir
metin olması gerekir. İlkeler deklerasyonlarıyla ancak sektler kurulabilir.
Örneğin “her türlü milliyetçiliğe karşıyız” bir ilkeler deklerasyonudur
ve milliyetçilikten herkesin anladığı da farklı olduğundan ve olacağından yeni
parçalanmaların tohumunu da içinde taşır. Ama “Herkese istediği dili ana dil
olarak seçme ve bu dilde eğitim hakkı esastır. Tarih kitapları Türkiye ve
komşularındaki tüm dillerden, dinlerden, etnilerden ve kültürlerden, cinslerden
vs. tarihçilerin eşit haklarla katılacağı bir kurul tarafından yazılacaktır.
Herkes ana dilinde ama bu ortak tarihi okuyacaktır” dediğinizde, bu gerici
milliyetçiliği pratik ve somut olarak olanaksız kılan bir programdır.
Ancak böyle
somut işlerler olan programlar en geniş birlikleri sağlayabilir,
bölünmeleri ortadan kaldırabilirler.
Örneğin isterseniz faşist olduğunuzu söyleyin, bu talebi kabul ediyor ve bunun
için mücadele ediyorsanız. Siz kendini faşist zanneden bir demokratsınızdır.
Programın
özüne ilişkin eleştirimiz şu olmuştur:
Program
her şeyden önce, demokratik bir devleti somut olarak taslaklaştırmak
zorundadır. Ezilenlerin deneyi ve dersleri
göstermiştir ki, nasıl işçi sınıfı burjuva devlet cihazını olduğu gibi alıp
sınıfsız topluma gidişin bir aracı olarak kullanamazsa, öncelikle onu tasfiye
etmek; parçalamak zorundaysa; aynı şekilde demokratik bir iktidar da, gerici
milliyetçiliğe göre şekillenmiş merkezi, bürokratik, kırtasiyeci ve militer
devlet cihazını demokrasi için kullanamaz. Program her şeyden önce,
demokratik bir devleti somut olarak taslaklaştırmak zorundadır.
Bu da
cebirsel bir formül gibi bir program demektir. O demokratik devletin
yurttaşları hangi politikaları uygulayacaklarına demokratik olarak karar
verebileceklerdir. Bu koşul olmadan, ancak demokratik bir ülkede
uygulanabilecek talepleri öne çıkarmak, fiilen gerçek demokratik görevlerden
kaçmaktır.
Delmokratik
bir devlet cihazı her şeyden önce demokratik bir ulus tanımına dayanmayı
gerektirir.
Demokratik
bir ulus, ulusu bir dille, dinle, etniyle, tarihle tanımlamaya karşı
tanımlamaktır.
Ancak bu
koşulda en geniş otonomi bölünmenin değil birleşmenin bir koşulu haline
gelebilir ve merkezi devlet cihazı tasfiye edilebilir.
Ulusun
gerici milliyetçi tanımı ile merkezi börokrasinin varlığı arasında kopmaz bir
bağ vardır. Bugünün Türkiye’sinde Kürt sorunu için üç program bulunmaktadır:
1) Ulusu
Türklükle tanımlayarak, Kürtlerin haklarını bireysel haklar olarak tanımak;
2) Ulusu
Kürtlük, Türklük gibi dile ve tarihe dayanan gerici milliyetçiliğe göre
tanımlamak. Kürtlerin kollektif olarak tanınmasını istemek ve bir Kürt Türk
devletini nihai çözüm olarak görmek;
3) Ulusun
Türklük veya başka bir dil, etni, tarih, din ile tanımlanmasına son vermek,
böyle tanımlamaya karşı tanımlamak, yani Türklüğün de politik olmaktan
çıkarılıp bir bireysel hak olmasını savunmak ve onu bütün diller ve “halklar”
ile eşitlemek.
Biz hep bu
üçüncü programı savunduk ve program önerilerimizin özü bu oldu.
Buna
karşılık gerek “Çatı Partisi”, gerek “Demokrasi İçin Birlik Hareketi”
ve Gerek ise “Kongre Girişimi” ve “Halkların Demokratik Kongresi”nde
Sosyalist Yuvarların ve BDP’nin yaptığı tam tersi oldu ve olmaya devam ediyor.
Programlar
usulen yanlış yapılmaktadır, biçimce program değildirler, içerikçe de
demokratik.
Dolayısıyla
bu yanlışlarda ısrar edildiği takdirde “Çatı Partisi” fiyaskosunun ya da ölü
doğmuş “DBH”nin yeni bir versiyonu kaçınılmazdır.
Program
konusu özünde böyle korkunç yanlışlarla malul.
Peki Tüzük
farklı mı? Hayır.
Aslında
tüzük üzerine de yazdığımız bir çok yazı bulunmaktadır. Bu yazıları da
derleyeceğiz. Eleştiri ve önerilerimizi, sanki bir dinleyen varmış gibi, sanki
o sağır kulaklar duyarmış gibi, duvarları yosun tutmuş, menteşeleri paslanmış,
derinlerde bir yerdeki hücrenin kapısını, belki birileri duyar diye biteviye
yumruklarcasına yazmaya devam edeceğiz.
Ama Tüzük
konusundaki eleştiri ve önerilerimizin özünü bir kez daha burada ifade edelim.
Tüzük her
şeyden önce üyelere tam bir eşitlik sağlamalıdır. Matematikte bile, bir bayağı
kesir taplama işlemi için eşitleme gerekir. Bunun bir tek yolu vardır: Bütün
örgütlerin bireylerle katılımı, dolayısıyla katılımcı bireyleri ölçüsünde, eşit
hak ve görevli bireyler olarak bir etki sağlamaya çalışmaları. Örgütlerin
Kongre tarafından tanınmaması. Örgütlerin Kongre’ye üye olan üyelerinin de tüm
üyelerle aynı hakları ve görevleri olması. Örgütlerin, bu üyelerinin üye olarak
hakları üzerinden Kongre’nin politika, çalışma, yönetim vs.’sini
etkileyebilmesi.
Bu yaklaşım
olmadıkça, başlangıçtaki ilk çağrı için örgütlere dayanmayı devam ettirme,
Kongre’nin kendi ipini çekmesinden farksızdır.
Bu model,
örgütlerin varlığını dışlamaz. Elbette, var olan örgütler, bu birlik (Çatı
Partisi, Kongre vs.) içindeki katılımcı bireyleri aracılığıyla bütün diğer
üyeleri etkilemeye, kendi politikalarına çekmeye çalışabilirler. Aynı şekilde
her hangi bir örgütün üyesi olmayan bireyler de belli örgütsel, politik,
stratejik veya taktik bir konuda bir araya gelip tıpkı fiilen bir örgüt gibi,
birliğin politikalarını etkilemek, çoğunluğu kazanmak, yönetimde söz sahibi
olmak isteyebilirler. Bütün bunlar sağlıklı ve demokratik bir örgüt işleyişi
için olmazsa olmazlardır ve tüzük esas olarak, örgütlerin ve yuvarların bir
araya gelmelerinden doğan hakları değil, bu bireysel hakları ve bunun kullanım
usullerini belirlemeye yönelik olmalıdır.
Ancak bu
biçim içinde, gerçek bir örgütsel yaşam oluşabilir. Örgütler temsilcileri
aracılığı ve kotalar ile zaten temsil ediliyorlarsa, bu birliğin içinde yer
almanın onlar için hiç bir gerekliliği olmayacaktır. Ancak katılan bireyler
ölçüsünde etkisi olduğunda, kendi dışındaki çoğunluğu kendi görüşlerine
kazanabilmek için örgütler bütün üye ve ilişkilerini bu birliğin içinde
çalışmaya itecekler böylece boylu boyunca bu birliğin sorunlarını ve gündemini
tartışıyor olacaklardır. Bu da gerçek ortak formasyonun oluşması, örgütlerin
duvarlarının fiilen yıkılması anlamına gelir.
Ancak, bu
olumsuz durum, yani örgütlerin bileşen olarak kabulü, en çok bizzat Kürt
Özgürlük Hareketi’ne ve BDP’ye zarar vermektedir. BDP bu örgüt temsilcilikleri
mekanizması nedeniyle kendi gettosu dışına çıkamamakta ve başka havaları
soluyamamaktadır. Dolayısıyla kendini geliştirmesi de olanaksızlaşmaktadır.
Tüm
örgütlerin bireyleri ile katılımı ve bu katılım ölçüsünde etkisi biricik yol
olduğunda, BDP de artık, bir kaç temsilcisinin ağırlığı ile yetinmeyecek;
genişy kitlesi bu Kongre yaşamının dışında kalamayacaktır. BDP de katılan
bireyleri ölçüsünde bu birlik üzerinde etkili olabilecektir. İştei o zaman
örgüt yaşamı içinde herkesi etkileme ve onlardan etkilenme; değişme ve
değiştirme olanağı bulabileceklerdir. Bu ise, Kürt hareketi içindeki feodal
geleneklere dayanan, burjuvazinin en son isteyeceği şeydir.
Aslında
Türk sosyalist Yuvarlarını muhatap almaya devam etmek de; yani bunları kongre
bileşeni olarak kabullenmek de, Kürt hareketi içindeki gerici milliyetçilerin
ve bürokratlaşmış yapı ve kafaların işine gelmektedir.
Karşılarında
teslim olmaya hazır Türk sosyalist yuvralarına, gönderdikleri Türklerle
ilgilenmeyi özel iş edinmiş iyi niyetli bir kaç temsilci ve vekil her
istediklerini olayca kabul ettirebilmektedirler. Böyelce BDP’nin esas kitlesi
de Kürtlerin gettosu içinde hapis kalmaktadır.
O halde,
tüzügün, öncelikle, Kongre’nin bireylerin katılımları ile oluşmasını, yani her
hangi bir örgüt veya partiye bir öncelk, kota vs. tanımamasını kesinlikle formüle
etemesi gerekir.
Halbuki var
olan şimdiye kadarki bütün tüzükler, tamamen bu yuvarların varlığını ve bir
“bileşen” olarak etkilerini sürdürmeye yönelik olarak formüle edilmişlerdir.
Temel sorun
buradadır. Bu temel sorun, bütün diğer tüzük sorunlarını beraberinde
getirmektedir. Kabul edilen tüzükler TC Anayasaları gibidir. Korkunç bürokratik
ve hantal bir yapı. Anti demokratik bir işleyiş.
Sorunun özü
budur.
Bu tüzüge,
programa ve usule karşı bir mücadele gerekmektedir. Bu mücadele olmadan, yeni
ve güçsüz kongre, bu “Bileşen” denen kanser hücrelerini yok etmeden, bu
hastalıklı durumdan kurtulamaz aksine onlar tarafından yok edilir.
Bundan
sonra bunun için ne yapmak gerektiğini tartışmak gerekmektedir.
*
Tüzüğün
başlangıç maddelerinin bir eleştirisini ayrıca kenar notları olarak yazdık.
Ayrı bir
dosya olarak onu da daha sonra sunarız.
Şimdilik bu
kadar.
10 Kasım
2011 Perşembe
Demir
Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder