(Kısa not: bu yazı 2002'de yazılmıştı. Hala aktüelmiş. Ersoy geçmişi referans almanın "gericilik" değil, modernizmin bir görünümü olduğunun farkında değil ve gericiliği hala kemalistlerin ona yüklediği anlamda kullanıyor. Haklı bir tepkiyi tamamen yanlış olarak temellendiriyor ve karşı tarafa güç ve silah vermekle kalmıyor kendi bulunduğu safları dağıtıyor. 5.02.2022)
Metodolojik sorunların canlı politik gelişmeler ve tavırlarla ilişkisinin yakıcılığı en iyi kendini dünya çapında Politik İslam ve Türkiye’de de AKP konusunda gösterir. Aydınlanmanın ilerlemeci tarih anlayışı ve Avrupa Merkezcilik gibi metodolojik sorunlar sosyalistlerin nasıl bir politika ve programlarının olacağı konusunda hayati önemdedir.
Sosyalistlere egemen klasik denebilecek görüşün ana hatları şöyledir: din feodalizmin, kapitalizm öncesinin ideolojisidir, bu ideolojiye dayanan politik İslam ve onun Türkiye versiyonu da, yapısı gereği emperyalizmle uzlaşmaya hazır ve onun kışkırttığı feodal gericiliğin partileridir. Bunlar modernleşmenin düşmanlarıdır. Kadınların türban takmasını savunmakta böylece Kemalizm’in burjuva üst yapı reformlarını bile tasfiye etmek istemektedirler. Bu ideolojiye karşı aydınlanmanın ideolojisi savunulmalı, politik olarak da bu dinsel gericiliğe karşı, Kemalizm’le ittifak yapılmalıdır.
Bu yaklaşımın en tipik örneği Doğu Perincek’in İşçi Partisi
ve TKP’de görülmektedir. CHP’ye oy veren şehir orta sınıfları da aşağı yukarı
böyle düşünmektedir. Diğer sosyalistler de onlar kadar açık olarak böyle bir
yaklaşıma sahip değillerse de, bunu politik İslam’ın niteliği konusunda bir
suskunluğa borçludurlar ve o esnek formüllerin kabuğu kazınınca altından yine
aynı ilerlemeci ve modernleşmenin Avrupa yolunu biricik geçerli biçim olarak
gören Avrupa Merkezci tarih anlayışı çıkar.
Bu yaklaşım “gericilik” karşısında Burjuva “ilericiliğini”;
“Sağ” AKP karşısında “Sol” CHP’yi destekleme politikasıyla sonuçlanır.
Yukarıdaki adı verilen iki parti, bu yaklaşımı mantık sonuçlarına varmış
şekliyle savunmaktadırlar ve diğer sol bakımından kendi içlerinde daha
tutarlıdırlar. Diğer sol ise gericiliği ve sınıf temeli hakkında bunlardan ayrı
düşünmemekle birlikte, Kemalizm’le ve devletle aynı konuma düşmeme kaygıları
nedeniyle, ancak bir iç tutarsızlık karşılığında İP ve TKP’nin konumlarına
düşmekten kurtulur. Ama Türkiye politikası bağlamında kapıdan kovduğu, dünya
politikası bağlamında bacadan girer. Dünyadaki politik İslam’ı bayrak yapan
direniş, Emperyalizmin bir oyunu ve komplosu olarak görülür.
Marksizm aydınlanmanın çocuğudur, ama onun inkarıdır da aynı
zamanda. Aydınlanmanın ilerleyen tarih anlayışı, Marksizm’e yabancıdır. Aydınlanma’nın
izleri onun yönteminin zorunlu bir koşulu değil, geçmişin bir kalıntısı olarak
vardır. Marksizm’in gelişmesinin tarihi bir bakıma aydınlanmanın evrim
anlayışlarından metodolojik kopuşların tarihidir. Marksizm içindeki her türlü
reformizm, yedi başlı ejderha gibi, hep bu aydınlanmanın kalıntısı yöntemsel
yanlışlara dayanmıştır. Troçki, “Sürekli
Devrim Teorisi”ni yöntemsel düzeyde, ancak bu düzgün ilerleyen tarih
anlayışıyla hesaplaşarak şekillendirebilmiştir. Rosa Luxemburg, “Ya Barbarlık ya Sosyalizm” formülüne, ve
oradan da Sosyalist Devrimin Acilliği noktasına, ancak ilerleyen ve tek uçlu
tarih anlayışıyla kopuşarak ulaşmıştır. Benjamin, Marks’tan sonra tarihsel
maddeciliğe en büyük katkıyı, ilerleyen tarih anlayışıyla kesin bir kopuş ifade
eden, devrimleri “tarihin imdat frenleri”
olarak tanımlayan formülüyle yapmıştır. Sosyalistler dünyada Politik İslam ve
Türkiye’de AKP karşısında sosyalist bir muhalefeti de, Aydınlanmanın
kalıntılarından arınmış bu Marksizm’in yaklaşımlarıyla başarabilir.
Ancak o zaman, Politik İslam’ın “gerici” değil, “modern ve
modernist” bir hareket olduğu; AKP’nin savunduğu dinci ideolojinin, kapitalizm
öncesi sınıfların değil modern burjuvazinin bir ideolojisi olduğu; başlarını
bağlayarak okula girmek için direnen ve bu uğurda gerekirse okula gitmeyen ve
resmi görevlerden dışlanan kadınların aslında, Kemalistlerin iddiasının aksine,
modern bir kadın hareketini temsil ettikleri görülebilir.
Baş örtüsü, o kadınların modern toplumsal hayatın her
alanına girebilmeleri için bir “kurşun
geçinmez hamaylısı”dır. Kafasına başörtüsü takmadığı takdirde “fahişe”
olarak tanımlanmakla sonuçlanacak her şeyi yapabilir. Sevgilisiyle el ele
dolaşabilir; iş hayatına ve toplumsal hayatın her alanına girebilir; erkeklerle
yere bakarak değil, korkmadan gözlerinin içine bakarak, kendine güvenle konuşup
selamlaşabilir. Aslında türban takmaya karşı çıkmak o kadınları ev köleliğine mahkûm
etmek; sokağa çıkışlarının, toplumsal hayata girişlerinin yolunu kapamak
demektir.
O zaman, İslamcı Parti ile Kemalist bürokrasi arasındaki
çatışmanın, ilerici gerici kavgası değil; güneşin altındaki yerini isteyen
burjuvazinin bir kanadı ile, politik iktidarı elinden kaçırmak istemeyen devlet
sınıflarının çatışması olduğu kavranabilir. Eğer gericilik ve ilericilik
modernleşme karşısındaki tavırlar olarak tanımlanırsa, aydınlanmacılığı
savunuyor gibi görünen devlet sınıflarının, aslında Osmanlı’nın yaşayan ruhunu,
yani gericiliği; politik İslam ideolojisiyle gericiliği savunuyor gibi
görünenin, aslında modernleşmeyi temsil ettiği görülür.
Sosyalistler Politik İslam’a karşı eleştirilerini, gerici
olduğu noktasından değil; aksine, onların modernist ve modernleşmeci oldukları
noktasından yaptıkları takdirde, devlet sınıfları ile burjuvazi arasındaki bu
çatışmada, devlet sınıflarının bir piyonu ve yedeği olmaktan kurtulabilirler.
Türkiye Sosyalist Hareketi’ndeki Kemalizm’in etkisinden çok
söz edilir. Ama bu söz ediş, onun politik tavır alışları bağlamında ve
özellikle Kürt sorunuyla sınırlıdır. Gerçek Kemalist etki, aydınlanma kalıntısı
bu ilerlemeci tarih anlayışının kalıntısıdır. Ve Türk Sosyalist Hareketi,
Marksizm’in Aydınlanmanın ilerleyen tarih anlayışının etkileriyle mücadele
içinde ortaya çıkan kazanımlarından bihaberdir ve bu kazanımları yapan
geleneklere de düşmandır işin ilginci. Bu teorik, metodolojik arka plan
yokluğu, Türk sosyalistlerinin Politik İslam ve AKP karısında, karşı bir
program geliştirmek için hiçbir şanslarının bulunmadığını gösterir. Ya İP ve
TKP gibi ilericilik adına Kemalizm’e destek, ya da yine tıpkı Kürt hareketi
karşısında yapıldığı gibi, Demokratik Cumhuriyet parolasının önüne, soyut bir
anti-emperyalizm adına yapılan Avrupa Birliği karşıtlığı ve emekçiler adına
yine soyut bir IMF karşıtlığı ile yine fiilen devlet sınıflarının dolaylı
desteği olma sonucu veren politikalar uygulamayacaklarının hiçbir belirtisi
bulunmuyor.
AKP veya Politik İslam karşısında, onları moderniteye karşı
veya gerici değil, modern ve modernist olduğu için eleştiren bir yaklaşım,
onları karşı olduklarını söyledikleri burjuva uygarlığını yeniden ürettiği
bakımından eleştirebilir. Ama böyle bir eleştiri, o burjuva uygarlığı karşısında
başka bir uygarlığı taslaklaştırmak zorundadır. Böyle bir başka uygarlık
programına dayanan bir politika, ulusal sınırların ırkçı sınırların aracı
olduğu bu dünyada, AKP iktidarını, örneğin, bu günkü klasik solun aksine,
Avrupa’ya girmeye çalışarak ulusal bağımsızlığı yok ettiği gibi bir noktadan
değil; Avrupa’ya girerek, Türkiye’yi yeryüzünün nispeten demokratik, sosyal
bakımdan daha adil ve daha refah içinde yaşayan imtiyazlıları arasına sokmaya
çalıştığı noktasından eleştirmelidir.
Böyle bir eleştirinin ön koşulu ise, dünya çapında bir başka
uygarlık programıdır. Türk sosyalistlerinde ise böyle bir program bir yana
böyle bir sorun bile yoktur.
Kemalizm’in hedefi Batılılaşma, modernleşme ve çağdaş
uygarlığa ulaşmaydı. Kemalizm bu hedefine batılılaşmanın ve modernleşmenin
düşmanı gördüğü İslam dini aracılığıyla ulaşacak gibi görünüyor. Bu paradoksun
açıklaması Türkiye’de Politik İslam’ın, veya AKP’nin, modern ve modernist bir
burjuva partisi olmasındadır.
Türkiye Kemalizm’den, yani Osmanlı artığı devlet sınıflarının
egemenliğinden kurtuldukça, Kemalizm’in İdealleri gerçek olabilir.
Sosyalist bir politika ise, Kemalizm’in ideallerinin, yani
aydınlanmanın ve burjuva uygarlığının sorgulandığı noktada başlar.
20 Kasım 2002 Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder