Marksizm’i kimileri her dönem geçerli bir reçete sanır.
Haybuki marksizimin tek söylediği her somut durum için geçerli reçeteler
olmadığıdır. Marksizmin bir tek reçetesi vardır, O reçetede şu yazar: reçete
yoktur. “Gerçeklik somuttur”
Eski reçetelerle idare edenler, şimdiki somut gerçekliği
kavrayamayanlar sokağa çıkma yasağı önermemizi değerli dostumuz Tamer Doğan
gibi “akıl tutulması” olarak tanımlıyorlar.
Bizce kendileri akıl tutulmasında. Çünkü eski ezberleriyle
idare ediyorlar ve bugünün özgüllüğünü, öne çıkan sorunun ne olduğunu
görmüyorlar.
Lenin, 1917’de Petrograd’a inip de Rusya gibi geri bir
ülkede, “Nisan Tezleri”ni okuduğunda, bütün “eski Bolşevilkler” hatta Lenin
eğitiminden geçmiş olanları, “bizim ihtiyar çıldırmış” diyorlardı. Çünkü o güne
kadar örendiklerinin tersini söylemeye başlamıştı birden Lenin.
Tarih lenin’in o verili anda doğru olanı önerdiğini
gösterdi. Ama oraya Hegel'in Mantık’ının sayfalarından, en soyut felsefe
çalışmalarından gelmişti.
Biz düşünce ve davranışımızla Lenin’in örneğini izlemeye
devam ediyoruz.
Bu örneği de sadece söylediklerinin doğruluğundan o kadar
emin olmamaları gerektiğini hatırlatmak için belirttik. Yoksa Lenin öyle
yapmıştı o halde biz de doğru yapıyoruz
demek gibi bir düşüncemiz yok her durumu somut olarak ele almak gerekir. O
nedenle somut duruma gelelim.
*
Bilindiği gibi bunu haftalardır açıkça savunan benim.
Bunu açıkça ifade ettiğimden beri en aklı başında
bildiklerim bile yazılarımı, twitlerimi vs. paylaşmayarak mesafe koymaya
çalışıyorlar.
Ama açık karşı çıkıp “bu yanlıştır” da demiyorlar.
Bunu deseler bu öneriyi en azından tartışma gündemine getirmiş
olurlar ister istemez ve tam da bizim yapmak istediğimize hizmet etmiş olurlar:
sokağa çıkma yasağının acil bir tedbir olarak gerekmediğini toplumun gündemine
taşımaya.
(Bunu ilk kez bugün Kadıköy’den tanıdığımız ve dostumuz Tamer
Doğan yaptı. Bu nedenle kendisine minnettarız. Bu yazının yazılmasına vesile
olan da bu Tamer Doğan’ın Twitidir. Twitte şunlar yazıyordu: “Türkiye
Sol'unun önemli bir kısmı gerçek anlamıyla akıl tutulması yaşıyor. İşçilerin
salgın ortamında çalışmaya zorlandığı ve iş durdurmanın yasaklandığı,
diğerlerinin de açlıktan ölüme mahkum edildiği bir ülkede #SokagaCikmaYasagi
talep etmek faşizmin meşrulaştırılmasıdır.”)
Çünkü şu an sorun bu konuyu gündeme getirebilmek, sorunun korona
veya salgınla mücadele falan değil, salgının yayılma hızını
yavaşlatıp sağlık sisteminin çöküşünü ve dolayısıyla binlerce yaşlı ve hasta
insanın acılar içinde kıvranarak boğularak ölmesini engellemek olduğunu
gösterebilmek.
Önerimize benimsemeyenler keşke bize küfretseler, “sen
bir hainsin, alçaksın, bugüne kadar yaşadığın devrimci geçmişine ihanet
ediyorsun, sokağa çıkma yasağı isteyerek devletin yanında saf tutuyorsun”
falan deseler. En azından bu konuyu gündeme taşımış, muhalefeti iktidara laf
yetiştirmekten, hedefin ne olması gerektiği ve hangi stratejinin doğru
olduğu sorununa taşımış olurlar
Ama “sokağa çıkma yasağı istemek ihanettir” bile
demiyorlar. “Sokağa çıkma yasağı öneren ve devrimci ve sosyalist geçinen Demir
Küçükaydın bir haindir, alçaktır” bile demiyorlar.
Sadece susuyorlar. Görmezden geliyorlar, bizim önerilerimiz hiç
yokmuş gibi davranıyorlar.
Ama böyle yaparak, görmezden gelerek, susarak, bu günkü
durumun devamını, yani tüm muhalefetin iktidarın yaptıklarına ve dediklerine
laf yetiştirmekle uğraşmasını ebedileştiriyorlar ve Erdoğan’a tam da istediği
gibi bir muhalefet bahşediyorlar. İktidarın gündemi içine hapsoluyorlar.
*
Bu konuyu, yani temel sorunun salgın veya koronoyla
veya salgınla mücadele değil ve olmaması gerektiği, temel sorunun hastalığın
yayılmasını çok büyük ölçüde yavaşlatmak ve böylece yoğun bakım
gerekecekleri kapasitenin altında tutarak bir ölümleri asgariye indirmek
ve özellikle de bir yaşlılar ve hastalar katliamını engellemek olduğu
ve bunun için somut olarak neler yapılabileceği ve yapılması gerektiği konusunu
gündeme taşımadıkları gibi ve de taşımadıkları için, somut bir öneri de
getirmiyorlar.
Keşke şunu diyebilseler: “Ani bir düşüş sokağa çıkma
yasağı olmadan da sağlanabilir. Şu ülkede oldu gibi.”
Halbuki başta Çin olmak üzere, bütün ülkeler bunun biricik
yolunun sokağa çıkma yasağı veya zorunlu genel karantina ya da zorunlu
genel izolasyon olduğunu ampirik olarak göstermiş bulunuyor.
Ayrıca pandemilerin yayılmasını ele alan matematik modeller,
simülasyonlar da matematiksel ve rasyonel olarak da bunu çeşitli biçimlerde
kanıtlıyor.
Aslında hem gündeme almayarak ve gündeme getirmesi için çaba
göstermeyerek, hem kendileri başka bir çözüm önermeyerek, iktidarın ekmeğine
yağ sürüyor, değirmenine su taşıyorlar.
Çünkü iktidarın en korktuğu şey sokağa çıkma yasağı ilan
etmek.
Genel ve ülke çapında sokağa çıkma yasağı, bugünün
koşulunda sadece baskı için kullanılamaz.
Çünkü genel ve en az bir ay sürecek böyle bir yasak,
ister istemez bir ay boyunca üretim ve dağıtım ve dolaşımın durması
demektir.
Ancak eve zorla kapatılmış nüfusun yaşaması için yemek
yemesi, içmesi vs. tüketiminin asgari ölçüde de devam etmesi gerekir.
Bu otomatikman bunu ilan eden devlete bu görevi yükler.
Devlet sadece sokağa çıkma yasağı ilan edip, sadece yasağa
uyulup uyulmadığını denetlemekle kendini sınırlayamaz.
Bunu yaptığı takdirde toplumun en yoksul, en ezilen
kesimleri birkaç gün sonra “evde açlıktan ölmektense sokakta koronadan
ölürüz” diyerek sokağa çıkarlar. Dün Lübnan’da olduğu gibi.
Yani sokağa çıkma yasağı ya evde “açlıktan
öleceğimize sokakta koronadan ölürüz” diyen bir ayaklanma ve isyanı
getirir ya da iktidarı eve kapattıklarının iaşe ve ibadesini
karşılama göreviyle karşı karşıya bırakır.
Dolayısıyla mecburen eldeki tüm ürünleri nüfusun temel
ihtiyaçlarını karşılamak için eşit olarak dağıtmak gibi bir sorunla da
karşılaşır.
Koskoca bir ay boyunca 80 milyon insanın
doyurulması ve temel ihtiyaçlarının karşılanması kolay değildir. Bu da devleti
ister istemez, adını ne koyarsa koysun, bu ihtiyaçları giderecek ürünlere
el koymaya, yani kamulaştırmaya zorlar.
Böylece temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik bir, eldeki
ürünleri temel ihtiyaçlara göre eşit olarak dağıtmaya yönelik bir kullanım
değerleri ekonomisine geçilir. A diyen B’yi demek zorunda kalacaktır.
Yani nasıl adlandırılsa adlandırılsın, kapitalizmden, temel
ihtiyaçları karşılamaya yönelik kıtlık ekonomisine, savaş ekonomisine,
yani “askeri komünizm”e geçilmiş olur. Elbette bu geçicidir ama mecburen
geçilecek ekonominin adı budur.
Tabii bu ürünlerin bir de onu tüketecek, evlerine kapatılmış
nüfusa ulaştırılması, dağıtılması gerekir.
Bunun için elde devlet aygıtının elemanlarından baka kimse
yoktur. Dolayısıyla başta ordu, tüm aygıt esas olarak yurttaşların temel
ihtiyaçlarını iletmek ve dağıtmakla yükümlü olmak zorunda olacaktır.
Ordu ve diğer memurlar bu işi yapmazlarsa, yurttaşların
“evde açlıktan öleceğimize sokakta bu işi yapmayan askerler ve polislerin
kurşunlarıyla veya koronayla ölelim” demekten başka yapacak bir şeyi
olmaz.
Görüldüğü gibi bir aylık bir sokağa çıkma yasağı, yani tüm
üretimin durması, aslında bugünkü sistemle sürdürülemez. Tüm ezberlerin
bitmesine yol açar.
*
Ama bu talebi devrimci yapan olayın mantığının en gerici
hükümetleri bile uygulamak zorunda bırakacağı tedbirler değildir.
En temel soruyu sorması ve bu soruya verdiği cevaptır.
Ekonomi mi?
İnsanların -hasta ve yaşlı bile olsa- yaşamı mı?
Sorusunu ortaya koyması ve bu soruya verdiği cevapla
devrimcidir.
İnsan yaşamı cevabını vermektedir.
Sokağa çıkma yasağını sadece ve sadece bunun için
istemektedir. Bunun başka yolu olmadığı için istemektedir.
Devletler ve hükümetlerin neredeyse hepsini istisnasız olayların zorlamasıyla, iş işten geçtikten sonra sokağa çıkma yasağına gelmeleri ise onların öncelik insanlırın yaşamı değil, ekonomi, devlet, millet demeleriyle ilgilidir.
Devletler ve hükümetlerin neredeyse hepsini istisnasız olayların zorlamasıyla, iş işten geçtikten sonra sokağa çıkma yasağına gelmeleri ise onların öncelik insanlırın yaşamı değil, ekonomi, devlet, millet demeleriyle ilgilidir.
Biz “en az bir aylık genel sokağa çıkma yasağı” dediğimizde
“bize karşı kullanılacağını bile bile, önceliği insanların canının
kurtarılmasına veriyoruz” demiş oluyoruz.
Bu soruyu gündeme getirip bu cevabı vermek bu parolanın en devrimci
yanıdır.
*
Ama sadece bu kadar değildir.
Aynı zamanda hükümetin korkunç planını da engeller.
Aynı zamanda hükümetin korkunç planını da engeller.
Çünkü hükümet sokağa çıkma yasağı ilan etmeyerek birkaç ay
baskı ve oyalama ile vakti geçirerek, gereğinde tüm haberleşmeyi bile keserek,
bir sürü bağışıklığına ulaşmayı ve böylece normale dönmeyi ve bu arada yüz binlerce
yaşlı ve hastanın ekonomik yükünden de kurtulmayı hesaplamaktadır.
İşin kötüsü, eğer muhalefet böyle devam eder ve dediğimize
gelmezse, bunu başarma şansı da bulunmaktadır.
Sadece bunu engellemek bile hem on binlerce insanın
hayatının kurtarılması, hem de hükümetin yaşlı ve hasta soykırımı planının
engellenerek oyunlarının bozulması ve giderek bu iktidardan kurtuluşun yolunun
açılması anlamına da gelmektedir.
*
Kimileri “hükümet yeterli tedbirleri alsa şeffaf olsa,
işten atılmayı yasaklasa halk kendi öz örgütlenmelerini kurar ve sokağa çıkmamayı
kendi öz örgütlenmeleriyle sağlar” falan diyor.
Bunların anlamadığı şudur.
Şu an acil bir durum var.
Yani zamana karşı bir yarıştır söz konusu olan. Böyle
durumlarda yapılabilecek tek şey yapılması gerekeni söylemek ve talep etmektir.
Örneğin Bolşevikler tak taraflı barış ilan ettiler iktidara
geldikleri gün. Ve bunu düşmanı oldukları burjuva hükümetlere söylediler. Bu bildirilerinin
altında “hem halklara hem hükümetlere ama halkların örgütlenip bu çağrımıza
cevap vermeleri zaman alacağından aynı zamanda hükümetlere” dediler.
Lenin’ler bilmiyorlar mıydı, o burjuva devletlerin kendilerinin
bu kararını yeni toprakları ele geçirmek için kullanacağını?
Elbet biliyorlardı. Ama acil olarak yapılması gereken buydu.
Lenin’in “Yaklaşan Felaket” adlı açlık tehlikesinde
yazdığı bir küçük broşürü vardır. Yapılması gerekenleri anlatır. İktidarda ise burjuva
Kerenski hükümeti vardır.
Ama sorun acil olarak insanların açlıktan ölmesini engellemek
için ne yapmak gerektiğidir.
*
Niye sokağa çıkma yasağı diyoruz?
Ve fiilen bunu düşmanımız olan devlete söyleme durumundayız.
Çünkü zamana karşı bir yarış söz konusudur.
Böyle durumlarda, “halkımız komiteler kursun, öz
örgütlenmelerini oluştursun, onları kendi öz yönetim ve denetimleriyle bunu
uygularlar” gibi öneriler sadece zaman kaybetmeye yol açarlar.
Yok böyle bir durum zaten. Haydi bir devrimci durum falan olsa, halk ayaklanmış
örgütlenmiş olsa iyi. Tamamıyla sinmiş ve korkmuş örgütsüz bir halk var.
Bu durumda günün taktik ve acil görevleri yerine, genel
bir propaganda sloganını, stratejik bir hedefi geçirmek, binlerce
yaşlı ve hastanın hastane koridorlarında, hastaneye alınmayanların yollarda,
evlerde acılar içinde kıvranarak ve boğularak acılar içinde ölmesine yol açarlar.
Büyük ve keskin devrimcilerimizin böyle ayrıntılarla
ilgilenecek ve çözüm bulmakla uğraşacak vakitleri mi yoktur?
Şu an bir yangın var ve ilk yapılacak şey insanları bu
yangının dışına çıkarmaktır.
Dolayısıyla sokağa çıkma yasağı, bir parçacık olsun, kamuoyu
baskısıyla bile olsun, önce insan hayatı diyen bir yönetim için kaçınılmazdır.
İşte Trump bile neredeyse tüm Amerika’da ilan etmek zorunda
kaldı.
Herkes kalacak.
Bundan kaçmanın tek yolu var: Israrla ilan etmeyip,
toplumun haberleşmesini ve ölümleri gizleyip, üç dört ay kadar dayanıp, ülkede
sürü bağışıklığı oluşmasını sağlayıp, bu arada hasta ve yaşlıların büyük bir
bölümünü virüs aracılığıyla öldürüp ekonomiyi ciddi bir yara almadan düze
çıkarmak ve bu salgından karlı çıkmak.
Bu Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, yani hükümet ve devletin planı.
Erdoğan’ın bütün yaptıkları bunun için zaman kazanmaya
yöneliktir.
İşin kötüsü, Türkiye’de böyle bir muhalefet varken bu Erdoğan
hükümetinin bu olanaksızı yapma şansı var.
Bizim yaptığımız bunu engellemek.
Bunu engelleyebilmek bile başlı başına büyük bir devrimci
eylemdir.
Bu konuya devam edeceğiz.
Şimdilik burada kesiyoruz.
3 Nisan 2020 Cuma
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder