Araçların ve organların yapısı ve işlevi arasında
kopmaz bir bağ vardır. Örneğin çatalla çorba içemezsiniz, onun yapısı bu işleve
uygun değildir ya da tersinden Kaşıkla börek yiyemezsiniz. Çünkü onun yapısı bu
işleve uygun değildir.
Ancak çok istisnai durumlarda, zorunlu olduğunda başka işlevlerin
araçları bir dereceye kadar başka bir işlev için kullanılabilirler. Diyelim ki
bir çivi çakacaksınız ama elinizde bir çekiç yok. Bu durumda bulduğunuz bir taş
parçası bu işlev için, buna uygun olmamasına rağmen kullanılabilir. Ama bunlar
istisnai durumlardır.
İşlevle yapı arasındaki bu zorunlu ilişki nedeniyle, yapı
bir bakıma yoğunlaşmış bir işlev olduğu için, örneğin Marks, ezilen
sınıfların, ezen sınıfların egemenliğinin aracı olarak yapılanmış var olan
devlet cihazını kendi öz yönetimleri ve baskıyı, sömürüyü ortadan kaldırmanın
bir aracı olarak kullanamayacaklarını, bu nedenle var olan devlet cihazını PARÇALAMAK
gerektiğini söylerler.
Tersinden, ezilenlerin kendi öz yönetimlerini sağlamak
eşitlik ve adalet için oluşturdukları cihazları da ezen azınlıklar, egemen
sınıflar kendi amaçları için kullanamazlar ve ezilenlerin bu araçlarını
parçalarlar.
Tüm tarih bunun örnekleriyle doludur. Muaviye’nin, Napolyon’un,
Stalin’in, yani binlerce yıllık Şark despotluklarının ve onunla iç içe giren
burjuvazinin her zaman yaptığı bu olmuştur. O özyönetim organları parçalanmış
yok edilmiş, ezilen azınlığın devletinin araçları onların yerine koyulmuştur. Bunun
en ilginç örneği Cami’dir. Cami başlangıçta, topluluğun sorularını gödüşüp
karalaştıracağı, dayanışma ve eşitliğini pekiştireceği bir öz yönetim organı
iken, bu işlev ve yapısıyla yok edilmiş, Şam’daki binlerce yıllık Şark despotu
devletin bir uzantısına ve ezilenleri kontrol altında tutma organına
dönüştürülmüştür.
Ve Onlar bu karşı-devrimci parçalama eylemlerini geniş
yığınları aldatabilmek için, katili oldukları devrimlerin bayrağıyla
gerçekleştirmişlerdir.
Bu kavramsal ve tarihsel deneylerin birtakım sonuçları olur.
Örneğin devrimci bir parti, bir ezilen sınıflar hareketi, kelimenin
gerçek anlamıyla “İktidara gelmeye” çalışmaz, var olan devleti parçalayıp,
ezilenlerin üzerinde yükselmeyecek, onlara hizmet edecek, ortak yaşamın ortaya
çıkardığı ihtiyaçlara cevap verecek bir yapı, bir “devlet” örgütlemeye çalışır.
Zaten adı anılmaya değer bütün devrimler, birtakım
partilerin var olan devlet cihazı içinde iktidara gelmeleriyle değil, o devlet
cihazının yanı sıra ezilenlerin kendi özyönetimlerinin aracı olacak farklı bir
devlet cihazının tohumlarının ortaya çıkmaları ve bunların giderek bir ikili
iktidar (diyarşi) oluşturmaları aracıyla gerçekleşirler.
Örneğin bugünkü bütün devletler ulus ilkesine göre
örgütlenmişlerdir. Ezilenlerin bir devleti ulus ilkesine karşı örgütlenmelidir.
Bugünkü bütün en gerici ve merkezi devletler, ulusu bir dil,
din ile tanımlamaya göre örgütlenmişlerdir.
Ezilenlerin “devleti” ise ulusun bir dil, din vs. ile
tanımlanmasına karşı örgütlenir.
Bugünkü neredeyse bütün devletler, gerçek iktidarı merkezi
organlara verirler, ezilenlerin bir devletinde ise tüm yerel iktidar organları
birlikte yaşamanın ve gönüllü birliğin ihtiyaçlarına göre, elbet belli işlevlerle
sınırlı olarak, merkezi organlara, her an geri de alınabilir biçimde devrederler.
Marksistler bu anlamda merkeziyetçilikten yanadırlar.
Bütün bunlar artık unutulmuş ve bilinmeyen Marksizmin
alfabesidirler
*
Peki ama, binlerce yıldır ezilmiş yığınlar bu noktaya nasıl
gelebilirler?
Bu soruyu sormak gerekir çünkü: Milyonlarca insanın aktif
eylemi olmadan hiçbir değişiklik başarılamaz.
Milyonlarca insan eğitim ve propaganda faaliyetleriyle (bunun
için gerekli eğitimden geçirilemeyeceği gibi ayrıca o eğitimi yapma iddiasında
olanların da eğitilmesi gibi ve bunu kimin tarafından yapılacağı gibi bir sorun
da vardır.) bu noktaya gelemez. Onların “lafa karnı tok”tur.
Tarihsel deney, yığınların eylem içinde kendini eğittiğini
ve bu eğitimin genellikle, tarihin çok özel dönemlerinde gerçekleşen çok hızlı
bir eğitim olduğunu göstermiştir.
Ancak, bu durumda bile bu bilinç değişiminin somut bir sonuç
ortaya çıkarabilmesi gerçek bir değişime yol açabilmesi, böyle bir reaksiyonun
başlayabilmesi için katalizatör, maya gerekir.
Devrimciliğin gerçek anlamı da budur. O kritik noktada bir
parça maya işlevi görebilmektir.
Tarihteki en büyük sorun genellikle en kritik anda, ortada
bir maya veya katalizatörün olmamasıdır.
Bu durumda mayalanmaya uygun hale gelmiş süt, yani eylem
içinde belli bir değişim geçirmiş, yirmi yılları yirmi günde kat etmiş geniş
ezilen kitleler, bir kaşıkçık maya bile olmadığından yoğurt olamayan süt gibi
kesilirler.
Korona virüsü nedeniyle dünya hızla tam da bir devrimci
dönüşüm dönemine yığınların yirmi yılları yirmi günde kat ettiği bir döneme
giriyor. Ne var ki, ortada bir teorik, programatik, stratejik, taktik, örgüt ve
mücadele biçimlerine ilişkin en küçük bir hazırlık bile yok.
Teori bir takım popüler düşünürlerin gazetelerde yaptıkları
söyleşiler ya da aforizmalara dönüşmüş durumda veya bundan ibaret sanılıyor.
Örgütler, gericilik yıllarında oluşmuş, en küçük bir kitle
hareketi yükselişi deneyi yaşamamış ve böyle bir yükselişin ürünü olarak ortaya
çıkmamış ruhsuz bürokratik yapılar.
Böyle bir ortamda, bir mucize olmazsa, bir süre sonra hayal
kırıklığına uğrayan yığınların demagogların, faşistlerin vs. peşine takılması
kaçınılmazdır.
*
İşte bu ortamın ürünü olan bugünü solcuları, demokratları,
örgütleri vs. hepsi, bu yaşanan büyük alt üstlük, bu büyük paradigma değişimi
karşısında en küçük bir kavrama yeteneği gösteremeyip, mezarlıktan geçerken
korkudan ıslık çalan biri gibi, eski ezberlerini tekrarlayarak ömürlerini
dolduruyorlar.
Şimdi bunların kavrayışsızlıklarını şu “Ülke çapında ve
genel en az bir aylık sokağa çıkma yasağı” önerisi karşısında gösterdikleri
tepki, hatta tepkisizlik ve görmezden gelme örneğinde, bizzat bu yapı ve işlev
kategorilerine bakarak görelim.
Bu baylar her şeyden önce sadece “sokağa çıkma yasağı”
kısmındaki özdeşliğe bakarak, Ülke çapında ve genel bir aylık bir
sokağa çıkma yasağının, bilinen anlamı ve uygulamasıyla “sokağa çıkma
yasağı” ile çok temelde bulunan farkını göremiyorlar.
Hiçbir yerde hiçbir egemen sınıf ve devlet böyle bir aylık
tüm ulusu kapsayan bir sokağa çıkma yasağını sırf politik bir baskı için
uygulamaz ve uygulayamaz.
Çünkü çok basit bir nedenden böyledir bu. Eğer bir hükümet
böyle bir şeyi yapacak güçteyse, bunu yapmasına gerek olmayacağı için.
Eğer bu güçte değil, bu güce erişmek içinse, yine böyle bir
talep veya uygulamayla tüm nüfusu karşısına alması bu amaca hizmet etmez.
Yani bir zamanlar Kuruçef’in bir Türk politikacıya Türk
ordusu için dediği gibi, başkasına karşıysa çok büyük bize karşıysa çok küçük.
Ülke çapında bir aylık bir sokağa çıkma yasağı, politik bir
baskı aracı olarak, güçlü bir hükümet için kullanılmasına gerek olmayan, güçsüz
bir hükümet için ise kullanılması çok riskli ve mümkün olmayan bir araçtır.
Burada politik amaçlar bakımından Yapı ve İşlev arasındaki
bu uyumsuzluk nedeniyle kolay kolay kullanılamayacağını gösterdik.
Benzeri uygulandığı söylenen Çin’deki Wuhan bile buna örnek
değildir. Çünkü Wuhan sadece Çin devletinin toprakları içinde bir bölgedir. Devletin
elinde olup diğer bütün bölgelerde bulunan kaynaklar merkezi devlet tarafından
direk olarak oraya aktarılabilir. Böyle bir sokağa çıkma yasağı, siyasi
istikrarı korumanın ve ekonomiyi kurtarmanın aracı olarak kullanılabilir.
(Örneğin Türkiye’yi ele alırsak, İstanbul veya birkaç büyük
şehirle sınırlı bir genel ve bir aylık bir sokağa çıkma yasağı Çin’deki
uygulamanın bir paraleli gibi görülebilir. Dolayısıyla bizim dediğimiz ile
ilgisi yoktur. Ancak Türkiye Çin’in bulunduğu yeri çoktan geçmiş, salgın tüm
ülkeye yayılmıştır. Türkiye’de o işe de yaramaz.)
Çünkü bizim dediğimiz gibi bir #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı
ekonomik olarak da kapitalizme kar ekonomisiyle bir çelişki içindedir.
Çünkü böyle uzun bir süre için ülke çapında genel bir sokağa
çıkma yasağı, üretimin tüm ülkede bir ay durması demektir.
Böyle muazzam bir kayba değecek bir şey olması gerekir.
Burjuvazinin gözünde bundan daha değerli hiçbir şey yoktur.
Tam da bu nedenle, yüz binlerin katlini göze almakta ve bunu
susuşla, baskıyla atlatmaya çalışmaktadır.
Yani Yüz binlerin boğularak acılar içinde ölmesi mi kar
ekonomisinin devamı ve dönmesi mi ikilemini dayatır #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı.
Yani böyle bir talep ve uygulama ancak önce yüz binlerin
boğularak acılar içinde ölmesini engellemek, bunun için hiçbir fedakarlıktan
kaçınmamak gerekir diyenlerce savunulabilir ve uygulanması istenebilir.
Yani en temel insani gereklere göre mi, yoksa kara dayanan
ekonominin ihtiyaçlarına göre mi ikileminde ancak insanı ve onun yaşamını öne
çıkaran bir ekonomi anlayışına hizmet edebilir bu öneri.
Yani bir toplumun dayanacağı temel değerlerin ne olacağı
sorununa da bir cevaptır. Ve bu cevabı kar ekonomisi sürerse herkes bundan
karlı çıkar diyen bir anlayış bu cevabı veremez. Tam da bunun için Hükümet
deliye taşı andırmamak istemektedir.
Bir aylık bir üretim durmasının iktisadi sonuçlarını bir
yana bıraksak bile, bu aynı zamanda ortaya başka bir sorun çıkarır. Evlerinde
durmaya zorlanan milyonlar ne yiyecekler, ne içeceklerdir.
Devlet buna “başlarının çaresine baksınlar” cevabı veremez.
Böyle bir cevabı vermek istemediğinden değil, böyle bir
cevabın veya uygulamanın yol açacağı sonuçlardan dolayı.
Çünkü zorla eve kapadığınız, dışarı çıkmasına izin
vermediğiniz tüm nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamaz iseniz, insanlar birkaç
gün sonra açlıktan öleceğimize, Koronadan ya da sizin kurşunlarınızla ölelim
diye sokağa çıkarlar. Halkımızın dediği gibi, “aç it cami duvarı yıkar”.
Bu nedenle Devlet, eve kapattığı yurttaşların temel
ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Bunu yapmadığı takdirde kendi sonunu
getirir. Ama yaptığı takdirde de kendi işlevleriyle çelişir bir durumda olur.
Bu nedenle bu #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı bu
devlet tarafından kullanılamaz.
Devam edelim.
İnsanlara temel ihtiyaç duyacakları ürünleri dağıtmak ve
bölüştürmek için, insanların ihtiyacı olan bu ürünleri nereden bulacaktır?
Bunlar her şeyden önce, depolarda, toptancılarda ve
perakendecilerde, onların depolarında vardır.
Devlet derhal harekete geçerek bunların nerelerde ne kadar
ne bulunduğunu tespit etmek, bunları da ihtiyaçlarına uygun olarak evlerinde
bekleyen nüfusa eşit olarak ve en az bir ay yetecek bir dönem boyunca dağıtmak
zorundadır. Bu Bir aylık ülke çapındaki yasağın zorunlu ve mantıki sonucudur.
Ama bunu yapabilmek için de, ülkedeki tüm tüketim mallarını,
bunların dağıtımını sağlayacak araçları vs. kamulaştırmak zorundadır. Bu el
koyduklarının karşılığını sonradan ödemek biçiminde de olabilir.
Bunun ekonomi politik ifadesi şudur: Bu bir kara
dayanan değişim değerleri ekonomisinden, hızla ve aniden, bir temel
ihtiyaçların giderilmesine ve eşitçe dağıtılmasına yönelik kullanım değerleri
ekonomisine geçiş demektir.
Bunun literatürdeki adı: “Askeri Komünizm” veya “Savaş
Komünizmi”dir.
Adındaki “Komünizm”e bakıp, bir de eşik dağıtım ilkesine
bakıp, bunu komünizm sanmamalı.
Komünizm, kullanım değerlerinin olağanüstü bolluğunu
var sayar.
Komünizm “hak eşitliğinin” ötesinde bir alemi, yani
eşitsizliğin bir sorun olmaktan çıktığı bir alemi, zorunluluklar aleminin
ötesindeki özgürlükler alemini var sayar. “Herkese ihtiyacı kadar herkesten
yeteneğine göre” der. (Buradaki “ihtiyaç”, kıtlık düzenindeki, temel
ihtiyaçlar değildir, bireyin kendisine ihtiyaç olarak gördükleridir. Çünkü zenginlikler
gürül gürül akmaktadır. Bu zenginlikler, ürünler, robotlar veya boş
vakitlerinde sırf zevk için, oyun gibi, insanlar tarafından üretilmektedirler.)
Bu uygulanmak zorunda olunacak “Komünizm” ise, kıtlık
koşullarında, en temel ihtiyaçları sağlamaya yönelik bir tür yoksullukta
eşitliktir ve ancak geçici bir dönem için uygulanabilir.
Elbet bu geçici bir durum olabilir.
İşte şimdi tam da öyle bir dönemdir. Çünkü bir ay boyunca
bir üretim olmaması ve ülke nüfusunun evlere kapatılması zorunlu olarak bir
kıtlık ekonomisi gerektirir. Hiçbir ülkenin depolarında ülke nüfusunun bir ay
boyunca bırakalım bol bol normal zamanlardaki gibi olmasını bir yana, temel
ihtiyaçlarını karşılayacak kadar ürün bulunmaz veya anca bulunur.
Ve böyle bir “savaş komünizmi” geçici bir tedbir olarak, son
duruşmada kapitalizmi ortadan kaldırmaz, hatta aksine onun tekrar var
olabilmesi ve işleyebilmesi için, bugünkü koşullarda en az zarar verecek
çözümdür.
Bu salgın başladığında neredeyse bütün hükümetlerin salgını
önce önemsiz görüp harekete geçmekte gecikmeleri ve bu gecikmelerinin
faturasını çok daha ağır ödemeleri gibi, her hükümet bu savaş komünizmine
benzer bir uygulamaya geçmek zorunda kalacaktır. Ama tıpkı salgın karşısında
olduğu gibi, bunu en erken ve en sıkı biçimde uygulayabilenler, ekonomik
zorlukları ve dar boğazı en erken ve en az zararla aşanlar olabilecektir.
Diğerleri çok geç ve dolayısıyla çok daha tahrip olmuş bir toplum koşullarında (yüz
binlerce insanın ölümü, daha büyük bir ekonomik dar boğaz ve yokluk
koşullarında) uygulayacaklardır.
Özetle, politik baskı aracı olarak 1 ay boyunca ülke çapında
sokağa çıkma yasağı, hiçbir aklı başında hükümetin yapacağı bir şey değildir. Örneğin
bugün Türkiye’de toplum baskıyla sinmiştir ve iki kişi bir araya bile
gelememektedir. Yani var olan hal hükümet için ideal haldir. Böyleyken niye
dertsiz bayına dert açsın?
Ekonomik olarak ise, fiilen bu dönem için kapitalist
ilişkilere bir ara verme anlamı taşır.
Her ikisini de istemezler ve istemeyeceklerdir.
Bu nedenle Genel 1 Aylık bir sokağa çıkma yasağından ise,
örneğin Türkiye’de ağırlığı yaşlı ve hastalardan oluşacak 1 milyon insanın katline
karar vermiş bulunmaktadırlar. Karar vermeseler bile verdikleri kararların
nesnel sonucu bu olacaktır.
Sonuç olarak ezenlerin kullanabileceği bir araç değildir bu
öneri. Onun yapısı ve işlevi egemen sınıfların ondan bekledikleri işlevle
uyuşmaz.
Ezilenler açısından ise tam tersi bir durum vardır.
Ezilenler açısından ise, insan yaşamının ekonomiye önceliği
demektir. Hatta politikaya önceliği demektir. Ezilen sınıflar şunu demiş
olurlar “Evet biz bunun bize karşı kullanıldığını ve kullanılabileceğini
biliyoruz. Ama şu an bina yanıyorken önce insanların kül olmaktan kurtarılması
gerekiyor. Önceliğimiz budur.
Ve ezilenler tam da bunu diyerek, kar ve iktidar için var
olan ve bu gerekçelerle hareket etmeyen hükümetin gerçek yüzünü en geniş
yığınların en derin tabakalarının kavramasını sağlarlar.
Ama sadece bu kadar da değildir. Hükümetler sınırlı
yasaklarla kapitalistler veya şirketlerin zararlarını onlara para basarak veya
bütçeden büyük paralar vererek onların zararlarını kamulaştırmakta ve toplumun
sırtına yüklemektedir.
Yani kısmi yasaklar, evde kal Türkiye’ler, sosyal mesafeler
falan aslında hep sermaye düzeninin devamını esas almaktadırlar ve ezilenler
açısından çok ağır sonuçları olmaktadır. İşsizler, yaşlılar, kadınlar vs. en
altta kalanlar olmaktadırlar.
#EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı
ve buna bağlı olarak tüm nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir
gelirin verilmesi ezilenlerin bu kötü duruma düşmesini engellediği gibi, en alt
kesimleri koruyucu bir işlev görür. İşsiz bir aile bu dönemde zengin bir aile
ile aynı gelire sahip olacaktır. Aynı sınırlar içinde tüketimde
bulunabilecektir.
Yani yapısı gereği ezenlere değil, ezilenlere hizmet edecek
bir öneridir bu.
Hem onların moralini ve dayanışmasını yükseltir, hem bu
talep onlara onları da koruyan bir çıkış yolu gösterir, hem onlara başka bir
yol da bulunduğunu görmelerini de sağlar, hem de bunu savunanlara ezilenlerin
desteğini getirir. Ayrıca ezilenler aynı zamanda ahlaki üstünlüğü de ele
geçirirler, kar diyen hükümete karşı insan demiş olurlar.
Toparlarsak.
Bir ay boyunca üretimin durması ve tüm nüfusun evlerine
kapatılması, bir politik baskının veya ekonomik bir eşitsizliğin aracı olarak
kullanılamaz. Çünkü yapısı gereği, bunlara hizmet etmez, rasyonel değildir.
Böylesine çok zorlu bir tedbir, ancak çok yüksek insani ve
toplumsal bir hedef ve kazanç için göz önüne alınabilir ve uygulanabilir.
Bunu da ancak ezilen sınıfların baskısı sağlayabilir.
Evet, şu an sokağa çıkma yasağı için sokağa çıkma zamanı.
“Sokağa Çıkma”yı mekanik olarak anlamamak gerekir.
Erdoğan tarafından önerileri dikkate alınmayan, “Bilim
kurulu” istifa etsin diyen Halk Sağlığı profesörü sokağa çıkmış olur.
Sosyal medyada, #EnAzBirAylıkGenelSokağaçıkmaYasağı
yazan ve buna bağlı paketin diğer önerilerini paylaşan, bunları yayan sokağa
çıkmış olur.
Önce Cyberspace’da “sokağa çıkarak” da başlanabilir.
Sonra gerçekten sokağa da çıkılabilir ve çıkmak gerekir.
Ama devletin ve ona köle olmuş muhalefetin “sosyal mesafe”sini
çiğneyerek, #DostlarlaFizikselMesafeyiKoru’yarak,
#EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağıİçinSokağaÇık’mak
Politik bir hakkın kullanılmasıdır.
#EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı’na
Uymak, ölüme gönderilecek binlerce insanın yaşayabilmesi için fedakarlıktır.
Bu hükümet, en az #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı
ilan etmeyerek, sadece yüz binlerce insanın canına kast etmiyor, onlarla
dayanışma hakkımızı da elimizden alıyor.
Hükümetin katletmek istediği özellikle yaşlı ve hasta
nüfusu korumak, onlarla dayanışabilmek, insanlar olarak dayanışma hakkımızı
kullanabilmek için, #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı
7 Nisan 2020 Salı
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder