7 Nisan 2020 Salı

#EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı Niçin Politik Baskının Bir Aracı Olarak Hükümetçe Kullanılamaz


Araçların ve organların yapısı ve işlevi arasında kopmaz bir bağ vardır. Örneğin çatalla çorba içemezsiniz, onun yapısı bu işleve uygun değildir ya da tersinden Kaşıkla börek yiyemezsiniz. Çünkü onun yapısı bu işleve uygun değildir.
Ancak çok istisnai durumlarda, zorunlu olduğunda başka işlevlerin araçları bir dereceye kadar başka bir işlev için kullanılabilirler. Diyelim ki bir çivi çakacaksınız ama elinizde bir çekiç yok. Bu durumda bulduğunuz bir taş parçası bu işlev için, buna uygun olmamasına rağmen kullanılabilir. Ama bunlar istisnai durumlardır.
İşlevle yapı arasındaki bu zorunlu ilişki nedeniyle, yapı bir bakıma yoğunlaşmış bir işlev olduğu için, örneğin Marks, ezilen sınıfların, ezen sınıfların egemenliğinin aracı olarak yapılanmış var olan devlet cihazını kendi öz yönetimleri ve baskıyı, sömürüyü ortadan kaldırmanın bir aracı olarak kullanamayacaklarını, bu nedenle var olan devlet cihazını PARÇALAMAK gerektiğini söylerler.
Tersinden, ezilenlerin kendi öz yönetimlerini sağlamak eşitlik ve adalet için oluşturdukları cihazları da ezen azınlıklar, egemen sınıflar kendi amaçları için kullanamazlar ve ezilenlerin bu araçlarını parçalarlar.

Tüm tarih bunun örnekleriyle doludur. Muaviye’nin, Napolyon’un, Stalin’in, yani binlerce yıllık Şark despotluklarının ve onunla iç içe giren burjuvazinin her zaman yaptığı bu olmuştur. O özyönetim organları parçalanmış yok edilmiş, ezilen azınlığın devletinin araçları onların yerine koyulmuştur. Bunun en ilginç örneği Cami’dir. Cami başlangıçta, topluluğun sorularını gödüşüp karalaştıracağı, dayanışma ve eşitliğini pekiştireceği bir öz yönetim organı iken, bu işlev ve yapısıyla yok edilmiş, Şam’daki binlerce yıllık Şark despotu devletin bir uzantısına ve ezilenleri kontrol altında tutma organına dönüştürülmüştür.
Ve Onlar bu karşı-devrimci parçalama eylemlerini geniş yığınları aldatabilmek için, katili oldukları devrimlerin bayrağıyla gerçekleştirmişlerdir.
Bu kavramsal ve tarihsel deneylerin birtakım sonuçları olur.
Örneğin devrimci bir parti, bir ezilen sınıflar hareketi, kelimenin gerçek anlamıyla “İktidara gelmeye” çalışmaz, var olan devleti parçalayıp, ezilenlerin üzerinde yükselmeyecek, onlara hizmet edecek, ortak yaşamın ortaya çıkardığı ihtiyaçlara cevap verecek bir yapı, bir “devlet” örgütlemeye çalışır.
Zaten adı anılmaya değer bütün devrimler, birtakım partilerin var olan devlet cihazı içinde iktidara gelmeleriyle değil, o devlet cihazının yanı sıra ezilenlerin kendi özyönetimlerinin aracı olacak farklı bir devlet cihazının tohumlarının ortaya çıkmaları ve bunların giderek bir ikili iktidar (diyarşi) oluşturmaları aracıyla gerçekleşirler.
Örneğin bugünkü bütün devletler ulus ilkesine göre örgütlenmişlerdir. Ezilenlerin bir devleti ulus ilkesine karşı örgütlenmelidir.
Bugünkü bütün en gerici ve merkezi devletler, ulusu bir dil, din ile tanımlamaya göre örgütlenmişlerdir.
Ezilenlerin “devleti” ise ulusun bir dil, din vs. ile tanımlanmasına karşı örgütlenir.
Bugünkü neredeyse bütün devletler, gerçek iktidarı merkezi organlara verirler, ezilenlerin bir devletinde ise tüm yerel iktidar organları birlikte yaşamanın ve gönüllü birliğin ihtiyaçlarına göre, elbet belli işlevlerle sınırlı olarak, merkezi organlara, her an geri de alınabilir biçimde devrederler. Marksistler bu anlamda merkeziyetçilikten yanadırlar.
Bütün bunlar artık unutulmuş ve bilinmeyen Marksizmin alfabesidirler
*
Peki ama, binlerce yıldır ezilmiş yığınlar bu noktaya nasıl gelebilirler?
Bu soruyu sormak gerekir çünkü: Milyonlarca insanın aktif eylemi olmadan hiçbir değişiklik başarılamaz.
Milyonlarca insan eğitim ve propaganda faaliyetleriyle (bunun için gerekli eğitimden geçirilemeyeceği gibi ayrıca o eğitimi yapma iddiasında olanların da eğitilmesi gibi ve bunu kimin tarafından yapılacağı gibi bir sorun da vardır.) bu noktaya gelemez. Onların “lafa karnı tok”tur.
Tarihsel deney, yığınların eylem içinde kendini eğittiğini ve bu eğitimin genellikle, tarihin çok özel dönemlerinde gerçekleşen çok hızlı bir eğitim olduğunu göstermiştir.
Ancak, bu durumda bile bu bilinç değişiminin somut bir sonuç ortaya çıkarabilmesi gerçek bir değişime yol açabilmesi, böyle bir reaksiyonun başlayabilmesi için katalizatör, maya gerekir.
Devrimciliğin gerçek anlamı da budur. O kritik noktada bir parça maya işlevi görebilmektir.
Tarihteki en büyük sorun genellikle en kritik anda, ortada bir maya veya katalizatörün olmamasıdır.
Bu durumda mayalanmaya uygun hale gelmiş süt, yani eylem içinde belli bir değişim geçirmiş, yirmi yılları yirmi günde kat etmiş geniş ezilen kitleler, bir kaşıkçık maya bile olmadığından yoğurt olamayan süt gibi kesilirler.
Korona virüsü nedeniyle dünya hızla tam da bir devrimci dönüşüm dönemine yığınların yirmi yılları yirmi günde kat ettiği bir döneme giriyor. Ne var ki, ortada bir teorik, programatik, stratejik, taktik, örgüt ve mücadele biçimlerine ilişkin en küçük bir hazırlık bile yok.
Teori bir takım popüler düşünürlerin gazetelerde yaptıkları söyleşiler ya da aforizmalara dönüşmüş durumda veya bundan ibaret sanılıyor.
Örgütler, gericilik yıllarında oluşmuş, en küçük bir kitle hareketi yükselişi deneyi yaşamamış ve böyle bir yükselişin ürünü olarak ortaya çıkmamış ruhsuz bürokratik yapılar.
Böyle bir ortamda, bir mucize olmazsa, bir süre sonra hayal kırıklığına uğrayan yığınların demagogların, faşistlerin vs. peşine takılması kaçınılmazdır.
*
İşte bu ortamın ürünü olan bugünü solcuları, demokratları, örgütleri vs. hepsi, bu yaşanan büyük alt üstlük, bu büyük paradigma değişimi karşısında en küçük bir kavrama yeteneği gösteremeyip, mezarlıktan geçerken korkudan ıslık çalan biri gibi, eski ezberlerini tekrarlayarak ömürlerini dolduruyorlar.
Şimdi bunların kavrayışsızlıklarını şu “Ülke çapında ve genel en az bir aylık sokağa çıkma yasağı” önerisi karşısında gösterdikleri tepki, hatta tepkisizlik ve görmezden gelme örneğinde, bizzat bu yapı ve işlev kategorilerine bakarak görelim.
Bu baylar her şeyden önce sadece “sokağa çıkma yasağı” kısmındaki özdeşliğe bakarak, Ülke çapında ve genel bir aylık bir sokağa çıkma yasağının, bilinen anlamı ve uygulamasıyla “sokağa çıkma yasağı” ile çok temelde bulunan farkını göremiyorlar.
Hiçbir yerde hiçbir egemen sınıf ve devlet böyle bir aylık tüm ulusu kapsayan bir sokağa çıkma yasağını sırf politik bir baskı için uygulamaz ve uygulayamaz.
Çünkü çok basit bir nedenden böyledir bu. Eğer bir hükümet böyle bir şeyi yapacak güçteyse, bunu yapmasına gerek olmayacağı için.
Eğer bu güçte değil, bu güce erişmek içinse, yine böyle bir talep veya uygulamayla tüm nüfusu karşısına alması bu amaca hizmet etmez.
Yani bir zamanlar Kuruçef’in bir Türk politikacıya Türk ordusu için dediği gibi, başkasına karşıysa çok büyük bize karşıysa çok küçük.
Ülke çapında bir aylık bir sokağa çıkma yasağı, politik bir baskı aracı olarak, güçlü bir hükümet için kullanılmasına gerek olmayan, güçsüz bir hükümet için ise kullanılması çok riskli ve mümkün olmayan bir araçtır.
Burada politik amaçlar bakımından Yapı ve İşlev arasındaki bu uyumsuzluk nedeniyle kolay kolay kullanılamayacağını gösterdik.
Benzeri uygulandığı söylenen Çin’deki Wuhan bile buna örnek değildir. Çünkü Wuhan sadece Çin devletinin toprakları içinde bir bölgedir. Devletin elinde olup diğer bütün bölgelerde bulunan kaynaklar merkezi devlet tarafından direk olarak oraya aktarılabilir. Böyle bir sokağa çıkma yasağı, siyasi istikrarı korumanın ve ekonomiyi kurtarmanın aracı olarak kullanılabilir.
(Örneğin Türkiye’yi ele alırsak, İstanbul veya birkaç büyük şehirle sınırlı bir genel ve bir aylık bir sokağa çıkma yasağı Çin’deki uygulamanın bir paraleli gibi görülebilir. Dolayısıyla bizim dediğimiz ile ilgisi yoktur. Ancak Türkiye Çin’in bulunduğu yeri çoktan geçmiş, salgın tüm ülkeye yayılmıştır. Türkiye’de o işe de yaramaz.)
Çünkü bizim dediğimiz gibi bir  #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı ekonomik olarak da kapitalizme kar ekonomisiyle bir çelişki içindedir.
Çünkü böyle uzun bir süre için ülke çapında genel bir sokağa çıkma yasağı, üretimin tüm ülkede bir ay durması demektir.
Böyle muazzam bir kayba değecek bir şey olması gerekir.
Burjuvazinin gözünde bundan daha değerli hiçbir şey yoktur.
Tam da bu nedenle, yüz binlerin katlini göze almakta ve bunu susuşla, baskıyla atlatmaya çalışmaktadır.
Yani Yüz binlerin boğularak acılar içinde ölmesi mi kar ekonomisinin devamı ve dönmesi mi ikilemini dayatır  #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı.
Yani böyle bir talep ve uygulama ancak önce yüz binlerin boğularak acılar içinde ölmesini engellemek, bunun için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamak gerekir diyenlerce savunulabilir ve uygulanması istenebilir.
Yani en temel insani gereklere göre mi, yoksa kara dayanan ekonominin ihtiyaçlarına göre mi ikileminde ancak insanı ve onun yaşamını öne çıkaran bir ekonomi anlayışına hizmet edebilir bu öneri.
Yani bir toplumun dayanacağı temel değerlerin ne olacağı sorununa da bir cevaptır. Ve bu cevabı kar ekonomisi sürerse herkes bundan karlı çıkar diyen bir anlayış bu cevabı veremez. Tam da bunun için Hükümet deliye taşı andırmamak istemektedir.
Bir aylık bir üretim durmasının iktisadi sonuçlarını bir yana bıraksak bile, bu aynı zamanda ortaya başka bir sorun çıkarır. Evlerinde durmaya zorlanan milyonlar ne yiyecekler, ne içeceklerdir.
Devlet buna “başlarının çaresine baksınlar” cevabı veremez.
Böyle bir cevabı vermek istemediğinden değil, böyle bir cevabın veya uygulamanın yol açacağı sonuçlardan dolayı.
Çünkü zorla eve kapadığınız, dışarı çıkmasına izin vermediğiniz tüm nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamaz iseniz, insanlar birkaç gün sonra açlıktan öleceğimize, Koronadan ya da sizin kurşunlarınızla ölelim diye sokağa çıkarlar. Halkımızın dediği gibi, “aç it cami duvarı yıkar”.
Bu nedenle Devlet, eve kapattığı yurttaşların temel ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Bunu yapmadığı takdirde kendi sonunu getirir. Ama yaptığı takdirde de kendi işlevleriyle çelişir bir durumda olur. Bu nedenle bu  #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı bu devlet tarafından kullanılamaz.
Devam edelim.
İnsanlara temel ihtiyaç duyacakları ürünleri dağıtmak ve bölüştürmek için, insanların ihtiyacı olan bu ürünleri nereden bulacaktır?
Bunlar her şeyden önce, depolarda, toptancılarda ve perakendecilerde, onların depolarında vardır.
Devlet derhal harekete geçerek bunların nerelerde ne kadar ne bulunduğunu tespit etmek, bunları da ihtiyaçlarına uygun olarak evlerinde bekleyen nüfusa eşit olarak ve en az bir ay yetecek bir dönem boyunca dağıtmak zorundadır. Bu Bir aylık ülke çapındaki yasağın zorunlu ve mantıki sonucudur.
Ama bunu yapabilmek için de, ülkedeki tüm tüketim mallarını, bunların dağıtımını sağlayacak araçları vs. kamulaştırmak zorundadır. Bu el koyduklarının karşılığını sonradan ödemek biçiminde de olabilir.
Bunun ekonomi politik ifadesi şudur: Bu bir kara dayanan değişim değerleri ekonomisinden, hızla ve aniden, bir temel ihtiyaçların giderilmesine ve eşitçe dağıtılmasına yönelik kullanım değerleri ekonomisine geçiş demektir.
Bunun literatürdeki adı: “Askeri Komünizm” veya “Savaş Komünizmi”dir.
Adındaki “Komünizm”e bakıp, bir de eşik dağıtım ilkesine bakıp, bunu komünizm sanmamalı.
Komünizm, kullanım değerlerinin olağanüstü bolluğunu var sayar.
Komünizm “hak eşitliğinin” ötesinde bir alemi, yani eşitsizliğin bir sorun olmaktan çıktığı bir alemi, zorunluluklar aleminin ötesindeki özgürlükler alemini var sayar. “Herkese ihtiyacı kadar herkesten yeteneğine göre” der. (Buradaki “ihtiyaç”, kıtlık düzenindeki, temel ihtiyaçlar değildir, bireyin kendisine ihtiyaç olarak gördükleridir. Çünkü zenginlikler gürül gürül akmaktadır. Bu zenginlikler, ürünler, robotlar veya boş vakitlerinde sırf zevk için, oyun gibi, insanlar tarafından üretilmektedirler.)
Bu uygulanmak zorunda olunacak “Komünizm” ise, kıtlık koşullarında, en temel ihtiyaçları sağlamaya yönelik bir tür yoksullukta eşitliktir ve ancak geçici bir dönem için uygulanabilir.
Elbet bu geçici bir durum olabilir.
İşte şimdi tam da öyle bir dönemdir. Çünkü bir ay boyunca bir üretim olmaması ve ülke nüfusunun evlere kapatılması zorunlu olarak bir kıtlık ekonomisi gerektirir. Hiçbir ülkenin depolarında ülke nüfusunun bir ay boyunca bırakalım bol bol normal zamanlardaki gibi olmasını bir yana, temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar ürün bulunmaz veya anca bulunur.
Ve böyle bir “savaş komünizmi” geçici bir tedbir olarak, son duruşmada kapitalizmi ortadan kaldırmaz, hatta aksine onun tekrar var olabilmesi ve işleyebilmesi için, bugünkü koşullarda en az zarar verecek çözümdür.
Bu salgın başladığında neredeyse bütün hükümetlerin salgını önce önemsiz görüp harekete geçmekte gecikmeleri ve bu gecikmelerinin faturasını çok daha ağır ödemeleri gibi, her hükümet bu savaş komünizmine benzer bir uygulamaya geçmek zorunda kalacaktır. Ama tıpkı salgın karşısında olduğu gibi, bunu en erken ve en sıkı biçimde uygulayabilenler, ekonomik zorlukları ve dar boğazı en erken ve en az zararla aşanlar olabilecektir. Diğerleri çok geç ve dolayısıyla çok daha tahrip olmuş bir toplum koşullarında (yüz binlerce insanın ölümü, daha büyük bir ekonomik dar boğaz ve yokluk koşullarında) uygulayacaklardır.
Özetle, politik baskı aracı olarak 1 ay boyunca ülke çapında sokağa çıkma yasağı, hiçbir aklı başında hükümetin yapacağı bir şey değildir. Örneğin bugün Türkiye’de toplum baskıyla sinmiştir ve iki kişi bir araya bile gelememektedir. Yani var olan hal hükümet için ideal haldir. Böyleyken niye dertsiz bayına dert açsın?
Ekonomik olarak ise, fiilen bu dönem için kapitalist ilişkilere bir ara verme anlamı taşır.
Her ikisini de istemezler ve istemeyeceklerdir.
Bu nedenle Genel 1 Aylık bir sokağa çıkma yasağından ise, örneğin Türkiye’de ağırlığı yaşlı ve hastalardan oluşacak 1 milyon insanın katline karar vermiş bulunmaktadırlar. Karar vermeseler bile verdikleri kararların nesnel sonucu bu olacaktır.
Sonuç olarak ezenlerin kullanabileceği bir araç değildir bu öneri. Onun yapısı ve işlevi egemen sınıfların ondan bekledikleri işlevle uyuşmaz.
Ezilenler açısından ise tam tersi bir durum vardır.
Ezilenler açısından ise, insan yaşamının ekonomiye önceliği demektir. Hatta politikaya önceliği demektir. Ezilen sınıflar şunu demiş olurlar “Evet biz bunun bize karşı kullanıldığını ve kullanılabileceğini biliyoruz. Ama şu an bina yanıyorken önce insanların kül olmaktan kurtarılması gerekiyor. Önceliğimiz budur.
Ve ezilenler tam da bunu diyerek, kar ve iktidar için var olan ve bu gerekçelerle hareket etmeyen hükümetin gerçek yüzünü en geniş yığınların en derin tabakalarının kavramasını sağlarlar.
Ama sadece bu kadar da değildir. Hükümetler sınırlı yasaklarla kapitalistler veya şirketlerin zararlarını onlara para basarak veya bütçeden büyük paralar vererek onların zararlarını kamulaştırmakta ve toplumun sırtına yüklemektedir.
Yani kısmi yasaklar, evde kal Türkiye’ler, sosyal mesafeler falan aslında hep sermaye düzeninin devamını esas almaktadırlar ve ezilenler açısından çok ağır sonuçları olmaktadır. İşsizler, yaşlılar, kadınlar vs. en altta kalanlar olmaktadırlar.
#EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı ve buna bağlı olarak tüm nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelirin verilmesi ezilenlerin bu kötü duruma düşmesini engellediği gibi, en alt kesimleri koruyucu bir işlev görür. İşsiz bir aile bu dönemde zengin bir aile ile aynı gelire sahip olacaktır. Aynı sınırlar içinde tüketimde bulunabilecektir.
Yani yapısı gereği ezenlere değil, ezilenlere hizmet edecek bir öneridir bu.
Hem onların moralini ve dayanışmasını yükseltir, hem bu talep onlara onları da koruyan bir çıkış yolu gösterir, hem onlara başka bir yol da bulunduğunu görmelerini de sağlar, hem de bunu savunanlara ezilenlerin desteğini getirir. Ayrıca ezilenler aynı zamanda ahlaki üstünlüğü de ele geçirirler, kar diyen hükümete karşı insan demiş olurlar.
Toparlarsak.
Bir ay boyunca üretimin durması ve tüm nüfusun evlerine kapatılması, bir politik baskının veya ekonomik bir eşitsizliğin aracı olarak kullanılamaz. Çünkü yapısı gereği, bunlara hizmet etmez, rasyonel değildir.
Böylesine çok zorlu bir tedbir, ancak çok yüksek insani ve toplumsal bir hedef ve kazanç için göz önüne alınabilir ve uygulanabilir.
Bunu da ancak ezilen sınıfların baskısı sağlayabilir.
Evet, şu an sokağa çıkma yasağı için sokağa çıkma zamanı.
“Sokağa Çıkma”yı mekanik olarak anlamamak gerekir.
Erdoğan tarafından önerileri dikkate alınmayan, “Bilim kurulu” istifa etsin diyen Halk Sağlığı profesörü sokağa çıkmış olur.
Sosyal medyada, #EnAzBirAylıkGenelSokağaçıkmaYasağı yazan ve buna bağlı paketin diğer önerilerini paylaşan, bunları yayan sokağa çıkmış olur.
Önce Cyberspace’da “sokağa çıkarak” da başlanabilir.
Sonra gerçekten sokağa da çıkılabilir ve çıkmak gerekir.
Ama devletin ve ona köle olmuş muhalefetin “sosyal mesafe”sini çiğneyerek, #DostlarlaFizikselMesafeyiKoru’yarak,
#EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağıİçinSokağaÇık’mak Politik bir hakkın kullanılmasıdır.
#EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı’na Uymak, ölüme gönderilecek binlerce insanın yaşayabilmesi için fedakarlıktır.
Bu hükümet, en az #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı ilan etmeyerek, sadece yüz binlerce insanın canına kast etmiyor, onlarla dayanışma hakkımızı da elimizden alıyor.
Hükümetin katletmek istediği özellikle yaşlı ve hasta nüfusu korumak, onlarla dayanışabilmek, insanlar olarak dayanışma hakkımızı kullanabilmek için, #EnAzBirAylıkGenelSokağaÇıkmaYasağı
7 Nisan 2020 Salı
Demir Küçükaydın

Hiç yorum yok: