Ahdi Atik (Tevrat) yüzlerce yıl boyunca Musevi din adamları
tarafında o günün ihtiyaçlarına göre yazılmış metinlerdir.
O din adamları ki, hazreti İsa’nın egemenliklerine isyan
ettiği ve İsa’yı Romalı valiye gammazlayıp çarmıha gerilmesine yol açanlardır.
Hazreti İsa da, Hazreti Muhammet de din adamlarına karşı
savaşmışlar, din adamlığını reddetmişlerdir ama kurdukları dinler yine o din
adamları tarafından (yani devletler tarafından) karşı devrimlerle ele geçirilmiştir.
Uygarlık öncesinde tarihsel tecrübeler ve bilgi birikimi
öyküler, söylenceler yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Her öykü, her mesel,
her kıssa özünde altın değerinde bir tecrübenin imgelerle sonraki kuşağa
aktarılmasıdır.
Bunlardan biri de sonucu kuvvetin değil, zekanın, cesaretin,
cüretkarlığın ve kıvraklığın belirleyebileceğidir.
Ahdi Atik’te (İncil ve Kuran’da da) bu ders Davut ve Golyat
öyküsünde anlatılır.
Tevrat’ı yüzyıllar boyunca günün ihtiyaçlarına göre yazan bu
din adamları kastı, kaynağında uygarlık öncesinin yazısız ve sözlü bilgi
birikimlerine dayanan söylenceleri tıpkı Rönesans ressamlarının İncil’deki
kıssaları o dönemin Floransa’sının dünyasında canlandırmaları gibi, kendi
dönemlerinin dünyasının imge ve kavrayışlarıyla ifade etmişlerdir. Rönesans
ressamlarının Meryem’i bir Floransalı madonna gibi ipek giysiler içinde
resmetmeleri gibi, özünde iki kabile ya da aşiret arasındaki bir çatışmayı
anlatan Davut ve Golyat hikayesi de Tevrat’ta uygarlığın kavramlarıyla ve uygar
devletlerin savaşçıları biçiminde karşımıza çıkarlar.
Komünlerin, kabilelerin arasında, kıt doğal kaynaklar
nedeniyle (otlaklar, su kaynakları vs.) her zaman çatışmalar, savaşlar, kan
davaları olur. Ve bu çatışmalar öylesine yıkıcı olur ki, kazanan da sonunda
ayakta kalamaz duruma düşer. Bu nedenle sık görülen şöyle yöntemler bulunmuştur.
Komünlerin seçtikleri temsilciler kendi kandaşları ya da kabileleri adına
savaşırlar bunlardan biri yenildiğinde onun komünü yenilmiş sayılırdı. Böylece
tarafların tamamen yok olmasını engelleyen ve daha az sancılı bir çözüm yöntemi
izlenmiş olurdu. İşte Davut ve Golyat hikayesinde anlatılan böyle bir
karşılaşmadır.
Hatta daha sonra uygarlık gelişince nispeten daha bolluk
ortamında farklı kabileler ticaret ilişkilerine ve ittifaklara girince, aynı
kentlerde yaşamaya, tanrılarını aynı panteonda toplamaya başlayınca bu kanlı çatışmalar
da çeşitli güç ve hüner yarışları biçimini almış ve Olimpiyatlar da bu dönüşüm
sonucu ortaya çıkmıştır.
*
İki kabile arasındaki bu temsilciler savaşı, uygarlığın din
adamlarının tasavvuruyla Tevrat’ta şöyle anlatılır
“Filist ordugahından
Gatlı Golyat adında usta bir dövüşçü ortaya çıktı. Boyu altı arşın bir
karıştı. Başına tunç miğfer takmış, pullu bir zırh kuşanmıştı. Tunç
zırhın ağırlığı beş bin şekeldi. Baldırları zırhlarla korunmuştu. Omuzları
arasında tunç bir pala asılıydı. Mızrağının sapı dokumacı tezgahının
sırığı gibiydi. Mızrağın demir başının ağırlığı altı yüz şekeldi. Golyat’ın
önüsıra kalkanını taşıyan bir adam yürüyordu.
(…)
Saul, “Öyleyse git,
RAB seninle birlikte olsun” dedi. Sonra kendi giysilerini Davut’a verdi;
başına tunç miğfer taktı, ona bir zırh giydirdi. Davut giysilerinin
üzerine kılıcını kuşanıp yürümeye çalıştı. Çünkü bu giysilere alışık değildi. Saul’a,
“Bunlarla yürüyemiyorum” dedi, “Çünkü alışık değilim.” Sonra giysileri üzerinden
çıkardı. Değneğini alıp dereden beş çakıl taşı seçti. Bunları çoban
dağarcığının cebine koyduktan sonra sapanını alıp Filistli Golyat’a doğru
ilerledi.
(…)
Golyat saldırmak
amacıyla Davut’a doğru ilerledi. Davut da onunla dövüşmek üzere hemen Filist
cephesine doğru koştu. Elini dağarcığına sokup bir taş çıkardı,
sapanla fırlattı. Taş Filistli’nin alnına çarpıp saplandı. Filistli yüzükoyun
yere düştü. Böylece
Davut Filistli Golyat’ı sapan ve taşla yendi. Elinde kılıç olmaksızın onu yere
serdi.”
*
Davut ve Golyat meseli tamı tamına bugün Afrin’e saldıran
Türk ordusu ile Afrin’i savunan YPG savaşçılarını anlatıyor. Türk ordusunun
tankları, topları, zırhlı araçları Golyat’ın tüm vücudunu koruyan zırhları
kılıçları, mızraklarından farksızdır.
Hatta Golyat’ın kalkanını taşıyan yardımcısının bile bir
karşılığı vardır; Türk ordusunun mayın eşeği gibi öne sürdüğü ÖSO denen İslamcı
çeteler. Tamı tamına Golyat’ın kalkanını taşıyan yardımcısının işlevini görmektedirler.
Ve nasıl Davut bir sapan taşıyla Golyat’ı yendiyse, YPG de
elinde tankları, uçakları, zırhlıları olmadan Türk ordusunu yenecek ve
Türkiye’yi de İslamcı-Türkçü Faşist Erdoğan-Ergenekon çetesinden kurtaracaktır.
Tank sayılarına, top sayılarına, zırhlı sayılarına, uçak
sayılarına, yığılan asker saylarına bakmayın. Bunlar yanıltırlar. Tevrat’a ve
Kuran’a geçmiş Davut ve Golyat meseli bile bunların yanıltıcı olduğunu
söylemektedir.
*
Türk ordusu NATO’nun “ikinci büyük ordusu”dur.
Aslında bu sıfat da Türk ordusunun büyüklüğünü ve halkın üzerinde
nasıl bir yük oluşturduğunu gizleyen bir formüldür.
Türk Ordusu, aslında ulusal gelir ve kişi başına gelir ve
nüfus büyüklüklerine bakıldığında dünyanın en büyük ordusudur. Örneğin
NATO’nun en büyük ordusudur. Çünkü ABD ordusu ABD nüfusu ve zenginliğine göre
Türk ordusundan çok daha küçüktür. ABD ordusu, ABD’nin ulusal hasılasının çok
daha küçük bir bölümünü yutar ve ABD nüfusuna oranla çok daha küçük bir insan
sayısını kapsar.
Türk ordusundan büyük ordusu olan Çin, Rusya, Hindistan gibi
ülkeler ise muazzam nüfusları ve mutlak olarak ulusal hasıla büyüklükleriyle
karşılaştırıldığında da yine Türk ordusundan küçüktürler.
Ve Türk ordusunun sayısı, masrafları, giderleri hakkında
Türkiye’de vergi verenlerin en küçük bir söz söyleme hakkı yoktur. Bu ordunun
her şeyi halktan gizlidir.
Devlet Türkiye’nin feodalitesidir. Bu devletin modernizmi
sanki feodalizmin tasfiyesi gibi kavranmaktadır. Aslında Türkiye’de feodalizm
tamı tamına bu modern devlettir. Feodalizmin tasfiyesi bu devletin tasfiyesi
olabilir. Demokratik devrim bu orduya karşı yapılmalıdır. Türkiye’nin
demokratlarının anlamadığı budur. Ve maalesef bu anlayamayışın temel
suçlularından biri Türkiye’nin feodalizmini, toprak ilişkilerinde arayan bayağı
Marksistlerdir.
Bu ordu Türkiye’de biricik örgütlü ve egemen güçtür. Tüm varlık
nedeni ve görevi halkın örgütsüzlüğünü sağlamak; kendi gücünü ve egemenliğini
korumaktır. Türkiye’de en anti demokratik ve demokrasi düşmanı kurum ordudur.
Bu ordu ve devlet parçalanmadıkça, Türkiye’ye en küçük bir demokrasi gelemez.
Ancak bu merkezi, bürokratik, militer cihaz parçalanıp, onun
yerine halkın üzerinde yükselmeyen, ona hizmet eden; ortak yaşamanın
ihtiyaçlarını, yani yurttaşların haklarını korumakla yükümlü bir aygıt
kurulduğunda Türkiye’ye bir parça demokrasi gelebilir.
Bu nedenle bu orduda bir çözülme, bu ordunun bir yenilgisi
otomatik olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunu açar. Bu nedenle, Türk
ordusunun Afrin fiyaskosu sadece Erdoğan-Ergenekon’un Türkçü ve İslamcı faşist
yönetiminin değil, bu yapısı ve varoluşu gereği, ontolojik olarak anti
demokratik cihazın da sonunu getirip Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun bir parça
olsun soluklanmasının yolunu açabilir.
O halde, her demokratın görevi öncelikle Türk
ordusunun Afrin’de bir hezimete uğramasına küçük de olsa bir katkıda bulunmak
olmalıdır.
Bugün demokrasi cephesi Afrin sınırlarında ölüm kalım savaşı
veriyor.
Afrin’deki savaşçılar sadece kendi yurtlarını savunmuyorlar,
bizlerin demokratik özlemleri için de savaşıyorlar. İkinci dünya savaşında Rus
askerleri nasıl sadece kendi yurtlarını savunmuyorlar aynı zamanda dünyayı
faşist Nazi rejiminden kurtarmak için savaşıyorduysa öyle.
Olayı böyle koymayanları, yani bir yandan muhalif görünürken
diğer yandan Türk devletinin bu saldırısını haklı görenleri, ona “öyle yapma
yenilirsin” diye akıl verenleri bir kenara yazalım. Bunların hepsi aslında
demokrasinin düşmanı olduklarını itiraf etmektedirler.
Fehmi Koru’sundan, Abdullah Gül’üne, Kılıçdaroğlu’ndan Kadri
Gürsel’ine kadar her kim ki bu devleti savunuyor, ona akıl veriyor ve onun
yanında yer alıyorsa, demokrasi düşmanıdır.
Bu devlete düşman olunmadan demokrat olunamayacağı yargısı
herkesin hücrelerine kadar işlemedikçe demokrasi mücadelesinin en küçük bir
başarısı söz konusu olamaz.
Bu devlet, bu ordu ve demokrasi bir arada bulunamaz.
Bu devlet mekanizması parçalanmadan Türkiye’ye demokrasi
gelemez ve başka “Kürt Sorunu” olmak üzere hiçbir sorun çözülemez.
Demokratım diyen herkes bunu İslam’ın amentüsü gibi bilmeli
ve benimsemelidir.
*
Moral vermiyoruz.
Bugünkü güçlerin dizilişi ve konumlanışında temel bir
değişiklik olmadığı takdirde Türk ordusu yenilecektir.
Saldırı ilk başladığında güçler ilişkisi sıfıra karşı yüz
idi.
ABD, Rusya, Suriye, İran, bütün Avrupa devletleri hepsi en
azından kafalarını başka yere çevirerek, (Avrupa basınına göre Afrin’de bir
savaş yok ve Türkiye Afrin’e saldırmıyor. Bir zamanlar “Körfez savaşı olmadı” dendiği gibi) Türk devletinin yanında yer
aldılar.
Dev gibi bir adam küçük bir çocuğu döverken tarafları
itidale çağırmak çocuğun dövülmesine destek olmaktır. Tüm dünya bunu yaptı.
Yani Türk Devleti dünya ölçüsünde en geniş cepheyi kurarak
saldırıyı başlattı.
Benzeri şekilde içerde de yine en geniş cepheyi kurdu,
Abdullah Gül’ünden Kılıçdaroğlu’na kadar herkes saldırının yanında yar aldı.
HDP haricinde hiç kimse bu saldırıya karşı tavır almadı.
Propaganda ve terörle geniş kitleler yedeğe alındı.
Bırakalım barış istemeyi bir yana suskun kalmak, saldırıyı destelememek bile
bir suç haline dönüştürüldü.
Ama şunu unutmayalım: tüm güçlerin azami olarak yığıldığı an
saldırının başladığı andır. Bundan daha fazlası olamaz çünkü olabileceklerin en
çoğu sağlanmış ve yığılmıştır. Dolayısıyla bu andan itibaren her gün Türk
ordusunun aleyhine çalışır ve çalışacaktır.
Rusya YPG’yi cezalandırmak ve Türkiye ile ABD’nin arasına
açmak için, İran Kürtlerden korktuğu için, Suriye Rusya’nın dayatmasıyla ve
YPG’yi köşeye sıkıştırmak için, ABD YPG’nin pazarlık ve hareket gücünü kırmak
ve Türkiye ile köprüleri atmamak için vs. herkes bir bahane veya nedenle nesnel
olarak Türk devletinin yanında yer aldı.
Ama işte bütün bunlar olabilecek en yüksek noktaydı.
Bu noktada diyelim ki Türk ordusu bir yıldırım savaşıyla tüm
Afrin’i ele geçirip bir emrivaki ile oraları ilhak edebilseydi belki amaçlarına
ulaşabilirdi. Ama bunu yapamadı ve yapamazdı. Türk ordusunun generalleri, yine
Türk Ordusuna akıldanelerden biri olan Metin Gürcan’ın yazdıklarına göre, bir
hafta alanı “yumuşatma” şeklindeki klasik yollarına baş vurdular.
İşte bu yenilgilerinin ilk adımıdır.
Çünkü aslında Afrin ile üç yandan Türk hududu arası topu
topu 30-40 kilometre kadardır. Bu bir tankın bir saatte rahatlıkla alabileceği
yoldur. Yani teorik olarak Türk tankları bir saat içine, üç yandan saldırıya
geçerek ve bir mızrak gibi işlev görerek Afrin şehrinin göbeğinde
mevzilenebilirlerdi. Ama bunu şu veya bu nedenle yapmadılar veya yapamadılar.
İşte yenilgileri burada başladı.
(Gerçi bunu yapsalardı yine bataklığa girmiş olurlardı
Gerilla savaşıyla. O tanklar Afrin’de kapana kısılmış olurlardı.)
Bundan sonra Afrin’in her köyü, her beldesi bir şehir savaşı
mevzii, her tepesi, her tarlası bir kır savaşı mevziidir. Gerilla kendi
toprağını, kendi yurdunu savunuyor, Türk ordusu ve mayın eşekleri yabancı
topraklarda. Sadece bu bile savaş morali üzerinde muazzam bir etki yapar.
Türk ordusunun stratejisi, mevzileri temizleyerek adım adım
ilerlemek kayıpları arttıracak, lojistik destek sorunu artacak, bir süre sonra
birliklerin morali ve savaş yeteneği düşecek, muhtemelen mayın eşeği olarak
kullanılan İslamcı çetele ile Türk Ordusu arasında çatışmalar bile gündeme
gelecektir.
Türk ordusu her yerde ister istemez sivil halkı
öldürecektir. Çünkü Afrin’deki halk Türk devletinin dostu değildir. Çoğu
Kürt’tür, Kürt olmayanlar da özgürlüklerin ve eşit bir yurttaş olmanın tadını
almıştır. Türk ordusu düşman bir nüfusla dolu bir alanda ilerlemek zorundadır.
Hele Afrin gibi büyük şehirleri ele geçirmek aylar, haftalar
süren sokak savaşlarını gerektirecektir.
Bütün bu dönem boyunca Türk devleti ve ordusunun tecridi
artacaktır. Şimdi kafalarını başka noktalara çevirenler bu sefer itirazlarını
yükseltmeye başlayacaklardır. Bu Türk devletinin ve ordusunun hareket alanını
kısıtlayacaktır.
*
Ama esas önemlisi şudur. Bir süre sonra Suriye devleti bir
şekilde Türk ordusunun yıpranmasına katkıda bulunmak ve Suriye devletinin
sınırlarını YPG aracılığıyla korumak ve Türk devletinin Suriye topraklarına bu
saldırısını pahalıya mal etmek için uçaksavar bataryalarını harekete
geçirmekten, lojistik destek yollarını açmaya kadar birçok olanak sağlayabilir
ve de sağlamak zorundadır.
Suriye devleti herkesten iyi bilmektedir ki Türk devleti
oraya bir kere girerse hem oradaki halkı sürecek ve katledecektir hem de orayı
işgal ve ilhak edecektir. Türkiye de bunu gizlemiyor zaten.
YPG Rusya ve Suriye’den gelen baskılara direnirse ve aynı
zamanda Türk ordusuna saldırısına pahalıya mal etmeye devam ederse, bir süre
sonra onları kendisiyle dayanışmak zorunda bırakacaktır. Çünkü özellikle
Suriye’nin nesnel konumu ve çıkarı YPG ile yan yana durmayı gerektirmektedir
Suriye ne İslamcı cihatçıların ne de Türk devletinin (ki
ikisi aynı şeydir) Afrin’i ele geçirmesini tercih etmez. Kendi adına dövüşen
YPG varken ve kendisi dövüşecek güçte değilken, ister istemez YPG’yi kabul
etmek ve onunla uzlaşmaya gitmek zorunda kalacaktır.
Bu ise direnişin daha uzun süre dayanabilmesi ve YPG’nin
daha etkili vuruşlar yapabilmesi demektir.
Ayrıca Suriye bu arada İdlib’de kolayca ilerleyip orayı
temizlemek için de YPG’nin Türkiye’yi ve ÖSO’luları kendiyle savaşa çekmesinden
çıkarlıdır. Yani er veya geç Suriye YPG’nin karşısında değil yanında yer almak
zorundadır.
Suriye hava sahasının Türk uçaklarına kapanması, ki bu
muhtemelen er veya geç gerçekleşecektir, Türk ordusunun hareket kabiliyetini büyük
ölçüde engelleyecektir. İşte o zaman Türk ordusu tam anlamıyla batağa batmış
olacaktır.
Tabii şunu da unutmayalım. Türk ordusunun içinde çok derin
çelişkiler bulunmaktadır. Şu an batılılaşmayı mefkure edinmiş laik ve Kemalist
subaylar birer parya muamelesi görmektedir ve işler zora girmeye başladığında,
şimdi ses çıkaramaz durumda olan bu subaylar da kafalarını kaldırmaya
başlayacaklardır.
*
Amerika Cephesine gelince, ABD Türkiye’nin adeta Rusya’nın
bir silahlı gücü gibi, Rusya’nın menfaatleri çerçevesinde hareket ettiğin
görmektedir. Zaten Türkiye’ye hareket kabiliyetini sağlayan ve bu saldırıya
başlatmasını mümkün kılan da bu olmuştu.
ABD de bir süre sonra daha açık tavır almak sorunda
kalacaktır.
Hele Türkiye bir delilik daha yapıp iyice köşeye sıkışınca
bir de Membiç’e saldırırsa kendi sonunu iyice hızlandırmış ve ABD ile köprüleri
atmış olacaktır. ABD Rusya çelişkileri üzerinden elde ettiği hareket alanı
kendisinin bir handikapı olacaktır. Ne Amerika’ya ne de Rusya’ya yaranamaz
duruma düşecektir.
Eh “düşenin dostu olmaz”. O zaman şimdi YPG’nin bulunduğu
tecrit durumuna kendisi düşecektir.
Savaşta da tecrit olan yenilir.
Savaşta da tecrit olan yenilir.
*
Bu satırlar sanki bir kehanet gibi yazılmış.
Biz bu yukarıdaki satırları yazdıktan sonra, bu yeni paragrafa
başlarken şöyle bir internete bakalım dedik. Şu haberleri gördük:
“Suriye: Türkiye’nin
harekatı işgal, hava savunma sistemimiz hazır” (Sputnik)
“Beyaz Saray İç
Güvenlik Danışmanı Bossert: Türkiye'nin Afrin bölgesindeki çatışmadan
çekilmesini tercih ederim” (Sputnik)
“Trump’tan Afrin
Uyarısı” (Voice of Amerika –
Amerika’nın Sesi)
“Guardian: Suriye,
sonucunu kimsenin kestiremediği bir geleceğe ilerliyor” (BBC Türkçe)
“Almanya Meclisi Dış
İlişkiler Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen: Türkiye Almanya'dan aldığı
silahları yasa dışı bir savaşta kullanıyor. Silah ihracatı ve tank
modernizasyonu durdurulmalı.” (BBC Türkçe)
KCK “Efrin zaferi
Türkiye halkları için de tarihi fırsat olacak” (Rojnews)
*
Bunlar sadece başlangıç.
Bizlere düşen görev nedir?
Avrupa’da ve dünyanın her bir yerinde Türkiye’nin savaşına karşı gösteriler, açıklamalar, hükümetler üzerinde baskılar yapmak, halkı bu savaşa duyarlı hale getirmek.
Avrupa’da ve dünyanın her bir yerinde Türkiye’nin savaşına karşı gösteriler, açıklamalar, hükümetler üzerinde baskılar yapmak, halkı bu savaşa duyarlı hale getirmek.
İnternette doğru haberleri paylaşarak hükümetin sansürünü ve
dezenformasyonunu boşa çıkarmak.
Bunlara herkes kindi yaratıcılığı ve imkanlarıyla bir şeyler
ekleyebilir.
*
Ama Türkiye’de ne yapmak gerekiyor.
Şu an doğru bir eylem biçimini bulmak hayati önemdedir.
Bugün OHAL var.
Şu an doğru bir eylem biçimini bulmak hayati önemdedir.
Bugün OHAL var.
Yani fiilen bütün demokratik haklar gasp edilmiş bulunuyor.
Peki hiçbir şey yapılamaz mı?
Yapılır.
Yapılır.
Karyı taraf kendi oyunuyla yenilir.
Karşı taraf bütün hakları gasp mı etti. Biz de o hakları
kullanamamayı bir silaha dönüştürebiliriz. Bu sayede kitlesel bir protesto hareketi
başlatabiliriz.
Her gün aynı saatlerde aynı yerlerde durmak, oturmak, sohbet etmek,
yürümek, dolaşmak şeklinde yani tesadüfi bir kalabalık gibi bulunmak.
Hükümet böyle bir eylem biçimine karşı hiçbir şey yapamaz.
Bütün yasakları ve silahları işlevsiz kalır.
Davut’un sapan taşıyla bütün avadanlıkları işlevsiz kalan ve alnından vurulan Golyat durumuna düşer.
Bütün yasakları ve silahları işlevsiz kalır.
Davut’un sapan taşıyla bütün avadanlıkları işlevsiz kalan ve alnından vurulan Golyat durumuna düşer.
Hiçbir slogan atmamak, hiçbir pankart taşımamak, hiçbir gösteri
ve protesto izlenimi verecek şekilde davranmamak ama bunları aynı saatlerde
yapmak.
Gösteri yapmayarak gösteri yapmak, protesto yapmayarak protesto yapmak.
Bu çok basit, herkesin katılıp yapabileceği, risksiz ama
mücadele morali veren, karşı tarafın elini kolunu bağlayan ve en önemlisi,
kitleselleşebilecek çok etkili bir mücadele biçimidir.
Örneğin Kadıköy iskelesinin önündeki alanlarda, herkes,
birbirine haber vererek saat 16.00 – 18.00 arası sanki orada tesadüfen
bulunuyor veya geçiyor veya bir arkadaşını bekliyor veya bir arkadaşıyla
buluşuyor, alış veriş yapıyor gibi bulunabilir.
Başlangıçta dikkati çekmeyebilir.
Ama bu biçim duyuldukça ve yayıldıkça o saatlerde olağanın
üstünde bir kalabalık oralarda bulundukça bu somut bir direnişe dönüşür. Hele bir
kritik kütle aşılsın böyle bir hareket bir kartopu etkisiyle hızla büyür.
Başlangıç olarak İstanbul’da Kadıköy iskelesi önü ve
Beşiktaş seçilebilir.
İlk hareketi başlatabilmek için tüm demokratlar,
sosyalistler buralardan başlayabilir.
Diyarbakır, İzmir, Ankara gibi kentlerin belli başlı meydanlarında
bu tarz bir hareket başlatılabilir.
Katılım zamanla büyüdükçe ve duyuldukça tüm semtlerin
meydanlarına, tüm Türkiye’deki ve Kürdistan’daki şehirlerin meydanları aynı
saatlerde milyonlarca insanın hiçbir ses çıkarmadan sadece belli bir yerde ve
saatte bulunarak protesto ettiği muazzam bir ayaklanmaya dönüşür.
Bu biçim aynı zamanda demokrasi güçleri arasındaki
çelişkileri ortadan kaldıracak ve onları bir tek ortak hedefte yoğunlaştırabilecek
tek biçimdir de.
Çünkü böyle bir biçim içinde kimin ne olduğunu anlamanın ne
mümkünü olur ne de anlamı.
İnsanlar ortak bir amaç için OHAL’i, savaşı, Ergenekon-Erdoğan
İslamcı-Türkçü faşist diktatörlüğünü yıkmak için bir araya gelmiş olurlar. Kendi
öznel gerekçeleri farklı olabilir ama nesnel olarak bunlar için bir araya
gelmiş olurlar.
Buradan ilk elde İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır
sosyalistlerine ve demokratlarına çağrı yapıyoruz.
Her gün aynı saatlerde aynı kalabalık alanlarda bulunma eylemini başlatınız.
Her gün aynı saatlerde aynı kalabalık alanlarda bulunma eylemini başlatınız.
Günde iki saat dolaşarak, etrafa bakarak, durarak, sohbet
ederek aynı yerlerde bulunarak bir şey yitirmezsiniz ama bir geleceği
kazanabilir; binlerce insanın katliamını ve sürgününü engelleyebilirsiniz.
Tarihsel deney basit, şiddetsiz, inatçı ve sivil karakterli
direnişlerin hemen daha büyük bir oranda başarıyla sonuçlandığını
göstermektedir.
Bu biçim bugünü Türkiye’sinde en doğru ve akılcı biçimdir.
25 Ocak 2018 Perşembe
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder