25 Ocak 2018 Perşembe

Davut Golyat’a Karşı – Türk Ordusu Niçin Yenilecek?

Ahdi Atik (Tevrat) yüzlerce yıl boyunca Musevi din adamları tarafında o günün ihtiyaçlarına göre yazılmış metinlerdir.
O din adamları ki, hazreti İsa’nın egemenliklerine isyan ettiği ve İsa’yı Romalı valiye gammazlayıp çarmıha gerilmesine yol açanlardır.
Hazreti İsa da, Hazreti Muhammet de din adamlarına karşı savaşmışlar, din adamlığını reddetmişlerdir ama kurdukları dinler yine o din adamları tarafından (yani devletler tarafından) karşı devrimlerle ele geçirilmiştir.
Uygarlık öncesinde tarihsel tecrübeler ve bilgi birikimi öyküler, söylenceler yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Her öykü, her mesel, her kıssa özünde altın değerinde bir tecrübenin imgelerle sonraki kuşağa aktarılmasıdır.
Bunlardan biri de sonucu kuvvetin değil, zekanın, cesaretin, cüretkarlığın ve kıvraklığın belirleyebileceğidir.
Ahdi Atik’te (İncil ve Kuran’da da) bu ders Davut ve Golyat öyküsünde anlatılır.

Tevrat’ı yüzyıllar boyunca günün ihtiyaçlarına göre yazan bu din adamları kastı, kaynağında uygarlık öncesinin yazısız ve sözlü bilgi birikimlerine dayanan söylenceleri tıpkı Rönesans ressamlarının İncil’deki kıssaları o dönemin Floransa’sının dünyasında canlandırmaları gibi, kendi dönemlerinin dünyasının imge ve kavrayışlarıyla ifade etmişlerdir. Rönesans ressamlarının Meryem’i bir Floransalı madonna gibi ipek giysiler içinde resmetmeleri gibi, özünde iki kabile ya da aşiret arasındaki bir çatışmayı anlatan Davut ve Golyat hikayesi de Tevrat’ta uygarlığın kavramlarıyla ve uygar devletlerin savaşçıları biçiminde karşımıza çıkarlar.
Komünlerin, kabilelerin arasında, kıt doğal kaynaklar nedeniyle (otlaklar, su kaynakları vs.) her zaman çatışmalar, savaşlar, kan davaları olur. Ve bu çatışmalar öylesine yıkıcı olur ki, kazanan da sonunda ayakta kalamaz duruma düşer. Bu nedenle sık görülen şöyle yöntemler bulunmuştur. Komünlerin seçtikleri temsilciler kendi kandaşları ya da kabileleri adına savaşırlar bunlardan biri yenildiğinde onun komünü yenilmiş sayılırdı. Böylece tarafların tamamen yok olmasını engelleyen ve daha az sancılı bir çözüm yöntemi izlenmiş olurdu. İşte Davut ve Golyat hikayesinde anlatılan böyle bir karşılaşmadır.
Hatta daha sonra uygarlık gelişince nispeten daha bolluk ortamında farklı kabileler ticaret ilişkilerine ve ittifaklara girince, aynı kentlerde yaşamaya, tanrılarını aynı panteonda toplamaya başlayınca bu kanlı çatışmalar da çeşitli güç ve hüner yarışları biçimini almış ve Olimpiyatlar da bu dönüşüm sonucu ortaya çıkmıştır.
*
İki kabile arasındaki bu temsilciler savaşı, uygarlığın din adamlarının tasavvuruyla Tevrat’ta şöyle anlatılır
Filist ordugahından Gatlı Golyat adında usta bir dövüşçü ortaya çıktı. Boyu altı arşın bir karıştı.  Başına tunç miğfer takmış, pullu bir zırh kuşanmıştı. Tunç zırhın ağırlığı beş bin şekeldi. Baldırları zırhlarla korunmuştu. Omuzları arasında tunç bir pala asılıydı. Mızrağının sapı dokumacı tezgahının sırığı gibiydi. Mızrağın demir başının ağırlığı altı yüz şekeldi. Golyat’ın önüsıra kalkanını taşıyan bir adam yürüyordu.
(…)
Saul, “Öyleyse git, RAB seninle birlikte olsun” dedi.  Sonra kendi giysilerini Davut’a verdi; başına tunç miğfer taktı, ona bir zırh giydirdi.  Davut giysilerinin üzerine kılıcını kuşanıp yürümeye çalıştı. Çünkü bu giysilere alışık değildi. Saul’a, “Bunlarla yürüyemiyorum” dedi, “Çünkü alışık değilim.” Sonra giysileri üzerinden çıkardı. Değneğini alıp dereden beş çakıl taşı seçti. Bunları çoban dağarcığının cebine koyduktan sonra sapanını alıp Filistli Golyat’a doğru ilerledi.
(…)
Golyat saldırmak amacıyla Davut’a doğru ilerledi. Davut da onunla dövüşmek üzere hemen Filist cephesine doğru koştu.  Elini dağarcığına sokup bir taş çıkardı, sapanla fırlattı. Taş Filistli’nin alnına çarpıp saplandı. Filistli yüzükoyun yere düştü.  Böylece Davut Filistli Golyat’ı sapan ve taşla yendi. Elinde kılıç olmaksızın onu yere serdi.
*
Davut ve Golyat meseli tamı tamına bugün Afrin’e saldıran Türk ordusu ile Afrin’i savunan YPG savaşçılarını anlatıyor. Türk ordusunun tankları, topları, zırhlı araçları Golyat’ın tüm vücudunu koruyan zırhları kılıçları, mızraklarından farksızdır.
Hatta Golyat’ın kalkanını taşıyan yardımcısının bile bir karşılığı vardır; Türk ordusunun mayın eşeği gibi öne sürdüğü ÖSO denen İslamcı çeteler. Tamı tamına Golyat’ın kalkanını taşıyan yardımcısının işlevini görmektedirler.
Ve nasıl Davut bir sapan taşıyla Golyat’ı yendiyse, YPG de elinde tankları, uçakları, zırhlıları olmadan Türk ordusunu yenecek ve Türkiye’yi de İslamcı-Türkçü Faşist Erdoğan-Ergenekon çetesinden kurtaracaktır.
Tank sayılarına, top sayılarına, zırhlı sayılarına, uçak sayılarına, yığılan asker saylarına bakmayın. Bunlar yanıltırlar. Tevrat’a ve Kuran’a geçmiş Davut ve Golyat meseli bile bunların yanıltıcı olduğunu söylemektedir.
*
Türk ordusu NATO’nun “ikinci büyük ordusu”dur.
Aslında bu sıfat da Türk ordusunun büyüklüğünü ve halkın üzerinde nasıl bir yük oluşturduğunu gizleyen bir formüldür.
Türk Ordusu, aslında ulusal gelir ve kişi başına gelir ve nüfus büyüklüklerine bakıldığında dünyanın en büyük ordusudur. Örneğin NATO’nun en büyük ordusudur. Çünkü ABD ordusu ABD nüfusu ve zenginliğine göre Türk ordusundan çok daha küçüktür. ABD ordusu, ABD’nin ulusal hasılasının çok daha küçük bir bölümünü yutar ve ABD nüfusuna oranla çok daha küçük bir insan sayısını kapsar.
Türk ordusundan büyük ordusu olan Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkeler ise muazzam nüfusları ve mutlak olarak ulusal hasıla büyüklükleriyle karşılaştırıldığında da yine Türk ordusundan küçüktürler.
Ve Türk ordusunun sayısı, masrafları, giderleri hakkında Türkiye’de vergi verenlerin en küçük bir söz söyleme hakkı yoktur. Bu ordunun her şeyi halktan gizlidir.
Devlet Türkiye’nin feodalitesidir. Bu devletin modernizmi sanki feodalizmin tasfiyesi gibi kavranmaktadır. Aslında Türkiye’de feodalizm tamı tamına bu modern devlettir. Feodalizmin tasfiyesi bu devletin tasfiyesi olabilir. Demokratik devrim bu orduya karşı yapılmalıdır. Türkiye’nin demokratlarının anlamadığı budur. Ve maalesef bu anlayamayışın temel suçlularından biri Türkiye’nin feodalizmini, toprak ilişkilerinde arayan bayağı Marksistlerdir.
Bu ordu Türkiye’de biricik örgütlü ve egemen güçtür. Tüm varlık nedeni ve görevi halkın örgütsüzlüğünü sağlamak; kendi gücünü ve egemenliğini korumaktır. Türkiye’de en anti demokratik ve demokrasi düşmanı kurum ordudur. Bu ordu ve devlet parçalanmadıkça, Türkiye’ye en küçük bir demokrasi gelemez.
Ancak bu merkezi, bürokratik, militer cihaz parçalanıp, onun yerine halkın üzerinde yükselmeyen, ona hizmet eden; ortak yaşamanın ihtiyaçlarını, yani yurttaşların haklarını korumakla yükümlü bir aygıt kurulduğunda Türkiye’ye bir parça demokrasi gelebilir.
Bu nedenle bu orduda bir çözülme, bu ordunun bir yenilgisi otomatik olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunu açar. Bu nedenle, Türk ordusunun Afrin fiyaskosu sadece Erdoğan-Ergenekon’un Türkçü ve İslamcı faşist yönetiminin değil, bu yapısı ve varoluşu gereği, ontolojik olarak anti demokratik cihazın da sonunu getirip Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun bir parça olsun soluklanmasının yolunu açabilir.
O halde, her demokratın görevi öncelikle Türk ordusunun Afrin’de bir hezimete uğramasına küçük de olsa bir katkıda bulunmak olmalıdır.
Bugün demokrasi cephesi Afrin sınırlarında ölüm kalım savaşı veriyor.
Afrin’deki savaşçılar sadece kendi yurtlarını savunmuyorlar, bizlerin demokratik özlemleri için de savaşıyorlar. İkinci dünya savaşında Rus askerleri nasıl sadece kendi yurtlarını savunmuyorlar aynı zamanda dünyayı faşist Nazi rejiminden kurtarmak için savaşıyorduysa öyle.
Olayı böyle koymayanları, yani bir yandan muhalif görünürken diğer yandan Türk devletinin bu saldırısını haklı görenleri, ona “öyle yapma yenilirsin” diye akıl verenleri bir kenara yazalım. Bunların hepsi aslında demokrasinin düşmanı olduklarını itiraf etmektedirler.
Fehmi Koru’sundan, Abdullah Gül’üne, Kılıçdaroğlu’ndan Kadri Gürsel’ine kadar her kim ki bu devleti savunuyor, ona akıl veriyor ve onun yanında yer alıyorsa, demokrasi düşmanıdır.
Bu devlete düşman olunmadan demokrat olunamayacağı yargısı herkesin hücrelerine kadar işlemedikçe demokrasi mücadelesinin en küçük bir başarısı söz konusu olamaz.
Bu devlet, bu ordu ve demokrasi bir arada bulunamaz.
Bu devlet mekanizması parçalanmadan Türkiye’ye demokrasi gelemez ve başka “Kürt Sorunu” olmak üzere hiçbir sorun çözülemez.
Demokratım diyen herkes bunu İslam’ın amentüsü gibi bilmeli ve benimsemelidir.
*
Moral vermiyoruz.
Bugünkü güçlerin dizilişi ve konumlanışında temel bir değişiklik olmadığı takdirde Türk ordusu yenilecektir.
Saldırı ilk başladığında güçler ilişkisi sıfıra karşı yüz idi.
ABD, Rusya, Suriye, İran, bütün Avrupa devletleri hepsi en azından kafalarını başka yere çevirerek, (Avrupa basınına göre Afrin’de bir savaş yok ve Türkiye Afrin’e saldırmıyor. Bir zamanlar “Körfez savaşı olmadı” dendiği gibi) Türk devletinin yanında yer aldılar.
Dev gibi bir adam küçük bir çocuğu döverken tarafları itidale çağırmak çocuğun dövülmesine destek olmaktır. Tüm dünya bunu yaptı.
Yani Türk Devleti dünya ölçüsünde en geniş cepheyi kurarak saldırıyı başlattı.
Benzeri şekilde içerde de yine en geniş cepheyi kurdu, Abdullah Gül’ünden Kılıçdaroğlu’na kadar herkes saldırının yanında yar aldı.
HDP haricinde hiç kimse bu saldırıya karşı tavır almadı.
Propaganda ve terörle geniş kitleler yedeğe alındı. Bırakalım barış istemeyi bir yana suskun kalmak, saldırıyı destelememek bile bir suç haline dönüştürüldü.
Ama şunu unutmayalım: tüm güçlerin azami olarak yığıldığı an saldırının başladığı andır. Bundan daha fazlası olamaz çünkü olabileceklerin en çoğu sağlanmış ve yığılmıştır. Dolayısıyla bu andan itibaren her gün Türk ordusunun aleyhine çalışır ve çalışacaktır.
Rusya YPG’yi cezalandırmak ve Türkiye ile ABD’nin arasına açmak için, İran Kürtlerden korktuğu için, Suriye Rusya’nın dayatmasıyla ve YPG’yi köşeye sıkıştırmak için, ABD YPG’nin pazarlık ve hareket gücünü kırmak ve Türkiye ile köprüleri atmamak için vs. herkes bir bahane veya nedenle nesnel olarak Türk devletinin yanında yer aldı.
Ama işte bütün bunlar olabilecek en yüksek noktaydı.
Bu noktada diyelim ki Türk ordusu bir yıldırım savaşıyla tüm Afrin’i ele geçirip bir emrivaki ile oraları ilhak edebilseydi belki amaçlarına ulaşabilirdi. Ama bunu yapamadı ve yapamazdı. Türk ordusunun generalleri, yine Türk Ordusuna akıldanelerden biri olan Metin Gürcan’ın yazdıklarına göre, bir hafta alanı “yumuşatma” şeklindeki klasik yollarına baş vurdular.
İşte bu yenilgilerinin ilk adımıdır.
Çünkü aslında Afrin ile üç yandan Türk hududu arası topu topu 30-40 kilometre kadardır. Bu bir tankın bir saatte rahatlıkla alabileceği yoldur. Yani teorik olarak Türk tankları bir saat içine, üç yandan saldırıya geçerek ve bir mızrak gibi işlev görerek Afrin şehrinin göbeğinde mevzilenebilirlerdi. Ama bunu şu veya bu nedenle yapmadılar veya yapamadılar. İşte yenilgileri burada başladı.
(Gerçi bunu yapsalardı yine bataklığa girmiş olurlardı Gerilla savaşıyla. O tanklar Afrin’de kapana kısılmış olurlardı.)
Bundan sonra Afrin’in her köyü, her beldesi bir şehir savaşı mevzii, her tepesi, her tarlası bir kır savaşı mevziidir. Gerilla kendi toprağını, kendi yurdunu savunuyor, Türk ordusu ve mayın eşekleri yabancı topraklarda. Sadece bu bile savaş morali üzerinde muazzam bir etki yapar.
Türk ordusunun stratejisi, mevzileri temizleyerek adım adım ilerlemek kayıpları arttıracak, lojistik destek sorunu artacak, bir süre sonra birliklerin morali ve savaş yeteneği düşecek, muhtemelen mayın eşeği olarak kullanılan İslamcı çetele ile Türk Ordusu arasında çatışmalar bile gündeme gelecektir.
Türk ordusu her yerde ister istemez sivil halkı öldürecektir. Çünkü Afrin’deki halk Türk devletinin dostu değildir. Çoğu Kürt’tür, Kürt olmayanlar da özgürlüklerin ve eşit bir yurttaş olmanın tadını almıştır. Türk ordusu düşman bir nüfusla dolu bir alanda ilerlemek zorundadır.
Hele Afrin gibi büyük şehirleri ele geçirmek aylar, haftalar süren sokak savaşlarını gerektirecektir.
Bütün bu dönem boyunca Türk devleti ve ordusunun tecridi artacaktır. Şimdi kafalarını başka noktalara çevirenler bu sefer itirazlarını yükseltmeye başlayacaklardır. Bu Türk devletinin ve ordusunun hareket alanını kısıtlayacaktır.
*
Ama esas önemlisi şudur. Bir süre sonra Suriye devleti bir şekilde Türk ordusunun yıpranmasına katkıda bulunmak ve Suriye devletinin sınırlarını YPG aracılığıyla korumak ve Türk devletinin Suriye topraklarına bu saldırısını pahalıya mal etmek için uçaksavar bataryalarını harekete geçirmekten, lojistik destek yollarını açmaya kadar birçok olanak sağlayabilir ve de sağlamak zorundadır.
Suriye devleti herkesten iyi bilmektedir ki Türk devleti oraya bir kere girerse hem oradaki halkı sürecek ve katledecektir hem de orayı işgal ve ilhak edecektir. Türkiye de bunu gizlemiyor zaten.
YPG Rusya ve Suriye’den gelen baskılara direnirse ve aynı zamanda Türk ordusuna saldırısına pahalıya mal etmeye devam ederse, bir süre sonra onları kendisiyle dayanışmak zorunda bırakacaktır. Çünkü özellikle Suriye’nin nesnel konumu ve çıkarı YPG ile yan yana durmayı gerektirmektedir
Suriye ne İslamcı cihatçıların ne de Türk devletinin (ki ikisi aynı şeydir) Afrin’i ele geçirmesini tercih etmez. Kendi adına dövüşen YPG varken ve kendisi dövüşecek güçte değilken, ister istemez YPG’yi kabul etmek ve onunla uzlaşmaya gitmek zorunda kalacaktır.
Bu ise direnişin daha uzun süre dayanabilmesi ve YPG’nin daha etkili vuruşlar yapabilmesi demektir.
Ayrıca Suriye bu arada İdlib’de kolayca ilerleyip orayı temizlemek için de YPG’nin Türkiye’yi ve ÖSO’luları kendiyle savaşa çekmesinden çıkarlıdır. Yani er veya geç Suriye YPG’nin karşısında değil yanında yer almak zorundadır.
Suriye hava sahasının Türk uçaklarına kapanması, ki bu muhtemelen er veya geç gerçekleşecektir, Türk ordusunun hareket kabiliyetini büyük ölçüde engelleyecektir. İşte o zaman Türk ordusu tam anlamıyla batağa batmış olacaktır.
Tabii şunu da unutmayalım. Türk ordusunun içinde çok derin çelişkiler bulunmaktadır. Şu an batılılaşmayı mefkure edinmiş laik ve Kemalist subaylar birer parya muamelesi görmektedir ve işler zora girmeye başladığında, şimdi ses çıkaramaz durumda olan bu subaylar da kafalarını kaldırmaya başlayacaklardır.
*
Amerika Cephesine gelince, ABD Türkiye’nin adeta Rusya’nın bir silahlı gücü gibi, Rusya’nın menfaatleri çerçevesinde hareket ettiğin görmektedir. Zaten Türkiye’ye hareket kabiliyetini sağlayan ve bu saldırıya başlatmasını mümkün kılan da bu olmuştu.
ABD de bir süre sonra daha açık tavır almak sorunda kalacaktır.
Hele Türkiye bir delilik daha yapıp iyice köşeye sıkışınca bir de Membiç’e saldırırsa kendi sonunu iyice hızlandırmış ve ABD ile köprüleri atmış olacaktır. ABD Rusya çelişkileri üzerinden elde ettiği hareket alanı kendisinin bir handikapı olacaktır. Ne Amerika’ya ne de Rusya’ya yaranamaz duruma düşecektir.
Eh “düşenin dostu olmaz”. O zaman şimdi YPG’nin bulunduğu tecrit durumuna kendisi düşecektir.
Savaşta da tecrit olan yenilir.
*
Bu satırlar sanki bir kehanet gibi yazılmış.
Biz bu yukarıdaki satırları yazdıktan sonra, bu yeni paragrafa başlarken şöyle bir internete bakalım dedik. Şu haberleri gördük:
Suriye: Türkiye’nin harekatı işgal, hava savunma sistemimiz hazır” (Sputnik)
Beyaz Saray İç Güvenlik Danışmanı Bossert: Türkiye'nin Afrin bölgesindeki çatışmadan çekilmesini tercih ederim” (Sputnik)
Trump’tan Afrin Uyarısı” (Voice of Amerika – Amerika’nın Sesi)
Guardian: Suriye, sonucunu kimsenin kestiremediği bir geleceğe ilerliyor” (BBC Türkçe)
“Almanya Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Norbert Röttgen: Türkiye Almanya'dan aldığı silahları yasa dışı bir savaşta kullanıyor. Silah ihracatı ve tank modernizasyonu durdurulmalı.” (BBC Türkçe)
KCK “Efrin zaferi Türkiye halkları için de tarihi fırsat olacak” (Rojnews)
*
Bunlar sadece başlangıç.
Bizlere düşen görev nedir?
Avrupa’da ve dünyanın her bir yerinde Türkiye’nin savaşına karşı gösteriler, açıklamalar, hükümetler üzerinde baskılar yapmak, halkı bu savaşa duyarlı hale getirmek.
İnternette doğru haberleri paylaşarak hükümetin sansürünü ve dezenformasyonunu boşa çıkarmak.
Bunlara herkes kindi yaratıcılığı ve imkanlarıyla bir şeyler ekleyebilir.
*
Ama Türkiye’de ne yapmak gerekiyor.
Şu an doğru bir eylem biçimini bulmak hayati önemdedir.
Bugün OHAL var.
Yani fiilen bütün demokratik haklar gasp edilmiş bulunuyor.
Peki hiçbir şey yapılamaz mı?
Yapılır.
Karyı taraf kendi oyunuyla yenilir.
Karşı taraf bütün hakları gasp mı etti. Biz de o hakları kullanamamayı bir silaha dönüştürebiliriz. Bu sayede kitlesel bir protesto hareketi başlatabiliriz.
Her gün aynı saatlerde aynı yerlerde durmak, oturmak, sohbet etmek, yürümek, dolaşmak şeklinde yani tesadüfi bir kalabalık gibi bulunmak.
Hükümet böyle bir eylem biçimine karşı hiçbir şey yapamaz.
Bütün yasakları ve silahları işlevsiz kalır.
Davut’un sapan taşıyla bütün avadanlıkları işlevsiz kalan ve alnından vurulan Golyat durumuna düşer.
Hiçbir slogan atmamak, hiçbir pankart taşımamak, hiçbir gösteri ve protesto izlenimi verecek şekilde davranmamak ama bunları aynı saatlerde yapmak.
Gösteri yapmayarak gösteri yapmak, protesto yapmayarak protesto yapmak.
Bu çok basit, herkesin katılıp yapabileceği, risksiz ama mücadele morali veren, karşı tarafın elini kolunu bağlayan ve en önemlisi, kitleselleşebilecek çok etkili bir mücadele biçimidir.
Örneğin Kadıköy iskelesinin önündeki alanlarda, herkes, birbirine haber vererek saat 16.00 – 18.00 arası sanki orada tesadüfen bulunuyor veya geçiyor veya bir arkadaşını bekliyor veya bir arkadaşıyla buluşuyor, alış veriş yapıyor gibi bulunabilir.
Başlangıçta dikkati çekmeyebilir.
Ama bu biçim duyuldukça ve yayıldıkça o saatlerde olağanın üstünde bir kalabalık oralarda bulundukça bu somut bir direnişe dönüşür. Hele bir kritik kütle aşılsın böyle bir hareket bir kartopu etkisiyle hızla büyür.
Başlangıç olarak İstanbul’da Kadıköy iskelesi önü ve Beşiktaş seçilebilir.
İlk hareketi başlatabilmek için tüm demokratlar, sosyalistler buralardan başlayabilir.
Diyarbakır, İzmir, Ankara gibi kentlerin belli başlı meydanlarında bu tarz bir hareket başlatılabilir.
Katılım zamanla büyüdükçe ve duyuldukça tüm semtlerin meydanlarına, tüm Türkiye’deki ve Kürdistan’daki şehirlerin meydanları aynı saatlerde milyonlarca insanın hiçbir ses çıkarmadan sadece belli bir yerde ve saatte bulunarak protesto ettiği muazzam bir ayaklanmaya dönüşür.
Bu biçim aynı zamanda demokrasi güçleri arasındaki çelişkileri ortadan kaldıracak ve onları bir tek ortak hedefte yoğunlaştırabilecek tek biçimdir de.
Çünkü böyle bir biçim içinde kimin ne olduğunu anlamanın ne mümkünü olur ne de anlamı.
İnsanlar ortak bir amaç için OHAL’i, savaşı, Ergenekon-Erdoğan İslamcı-Türkçü faşist diktatörlüğünü yıkmak için bir araya gelmiş olurlar. Kendi öznel gerekçeleri farklı olabilir ama nesnel olarak bunlar için bir araya gelmiş olurlar.
Buradan ilk elde İstanbul, İzmir, Ankara, Diyarbakır sosyalistlerine ve demokratlarına çağrı yapıyoruz.
Her gün aynı saatlerde aynı kalabalık alanlarda bulunma eylemini başlatınız.
Günde iki saat dolaşarak, etrafa bakarak, durarak, sohbet ederek aynı yerlerde bulunarak bir şey yitirmezsiniz ama bir geleceği kazanabilir; binlerce insanın katliamını ve sürgününü engelleyebilirsiniz.
Tarihsel deney basit, şiddetsiz, inatçı ve sivil karakterli direnişlerin hemen daha büyük bir oranda başarıyla sonuçlandığını göstermektedir.
Bu biçim bugünü Türkiye’sinde en doğru ve akılcı biçimdir.
25 Ocak 2018 Perşembe
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:


Hiç yorum yok: