“Marksizmin
Yeniden İnşası” sözlerinden başlamak gerekiyor aslında.
Önce “Marksizm”
kavramını ne anlamda kullanıyorum.
Buna kısa bir açıklama getirmeli.
Ben “Marksizm”i
Toplumbilim anlamında kullanıyorum.
Toplum denen varoluş biçiminin yapısını ve değişim yasalarını araştıran bilim
anlamında kullanıyorum.
Marks ve Engels de oluşturdukları teoriyi “İnsan Toplumlarının” veya onun “tarihinin” teorisi olarak
tanımlamışlardır.
Yani bu teorinin temel önermelerini koyanlar,
yapmaya çalıştıklarını, teorilerinin konusunu
böyle tanımlıyorlardı. Örneğin Engels, Marks’ın Mezarı başında yaptığı
konuşmada[1] Marks’ın
en önemli keşfini, böyle tanımlıyordu.
Yani, Marksizm, bir “felsefe”, bir “ideoloji”, bir “doktrin”, bir “politika öğretisi”, bir “dünya görüşü”, bir “ekonomi teorisi” vs. değildir.
Ve burada hemen şu da eklenmelidir ki, bu teorinin nasıl tanımlandığının kendisi de
bir sınıf mücadelesi konusudur ve bu mücadelenin de bir aracıdır.
Yani Marksizmi örneğin bir “dünya görüşü”, bir
“felsefe” bir “ekonomi teorisi” vs. olarak tanımlama Marksizme karşı bir
ideolojik mücadelenin parçasıdır. Ve bugün kendine “Marksist” diyen birçok
“Marksist” Marksizmi böyle tanımlayarak, Marksizmin kendisine karşı mücadele
etmektedir.
Onlar (Marks-Engels), Lenin’in de dediği gibi[2], bu bilimin “bir temel taşını” koymuşlar veya başlangıç önermelerini formüle
etmişlerdir.
Gerisi sonradan gelenlere kalmıştır.
Dolayısıyla ben “Marksizm” kavramını, Toplumbilim anlamında bir kısaltma
olarak kullanıyorum. Onu kuranların bu “Marksizm” kavramını kullanmamaları ve
hatta teorilerinin böyle tanımlanmasına karşı çıkmalarına[3]
rağmen.
“Tarihsel
Maddecilik” veya “Diyalektik
Sosyoloji” olarak da adlandırılan, toplumu
açıklama iddialı, temel önermeleri Marks ve Engels tarafından ortaya
atılmış teorik yapıyı, yani konusu veya nesnesi Toplum olan bilim, için kısaca Marksizm
terimini kullanıyorum.
Bazı insanlara kısa lakap takma veya uzun
tanımları Amerikalılar gibi kısıltmalarla adlandırma gibi bir pratik yanı var.
Ama sadece bu kadar da değil.
*
Toplumbilimi derken, onu hangi genel kategori
içinde tanımladığımı kısaca belirteyim.
Varlığın üç temel, birbirinden kesin olarak
ayrılan biçimi var. Cansız, Canlı (veya Organik) ve Toplumsal varlık.
Fizik cansız varlığın, Biyoloji, canlı
varlığın, Toplumbilim veya Marksizm de Toplumsal varlığın bilimidir veya öyle
olmalıdır. Yani üç temel varlık biçimine üç temel bilim karşılık gelmektedir.
O halde, Marksizm, üç temel varlık biçiminden
birinin bilimidir.
*
Deniyor ki, Marksizim Ondokuzuncu Yüzyıl’ın
bilimidir, artık geçersizdir.
Ondokuzuncu Yüzyıl bilimi olduğu doğru kabul
edilebilir.
Aslında ondokuzuncu yüzyılda doğmuş bir
yirminci yüzyıl bilimi sayılabilir. Çünkü doğanken bir tarih bilimi olarak
doğmuştur. Marksizm toplumun tarihinin bilimi olarak Ondokuzuncu yüzyılın ilk
yarısının sonunda doğarken, henüz canlı ve cansız varlığın, bir tarihi olduğu
kavrayışı yoktu. Cansız ve canlı
varlıkları tarihsel bir süreç içinde ele almak, yirminci yüzyılda yerleşmiştir.
Jeoloji canlıların, Astronomi cansızların (evrenin) varlığını bir tarihsel
süreç olarak anlamayı mümkün kılmıştır.
Örneğin fizik biliminin evrenin de bir tarihi
olduğunu kabul etmesi ve fiziğin bir tarih bilimine de dönüşmesi yirminci
yüzyılın ikinci çeyreğinde, Hubble’ın gözlemleri ile mümkün olmuştur. Bu
bakımdan toplumbilim (Marksizm) daha doğarken toplumsal varlığı, bir süreç, bir
tarih olarak ele alarak doğduğundan dolayı 19. Yüzyılda doğmuş bir 20. Yüzyıl
bilimi olarak tanımlanabilir.
Ama bunu bir yana bırakalım ve ondokuzuncu
yüzyıl bilimi önermesini doğru gibi kabul edelim.
Ama bu önermeden onun geçersizliği sonucu
çıkar mı?
Hem çıkarılabilir hem çıkarılamaz. Hangi
anlamda çıkarılabilir, hangi anlamda çıkarılamaz?
Yine Fizik ve Biyoloji örneğinden hareketle
açıklamayı deneyelim.
Darwin’in türlerin nasıl ortaya çıktığına dair
teorisi de ondokuzuncu yüzyıl teorisidir. Bu onu geçersiz yapmamıştır. Ondan
esirgemediğimizi niye Marksizmden esirgeyelim? Bu çifte standart olmaz mı?
Ama bu o bilimin gelişmediği anlamına da
gelmez.
Geçersizlik önermesini kanıtlamak için, o
bilimin temel kavramlarının, kurucu kavramlarının geçerli olup olmadıklarının
kontrolü gerekir.
Örneğin biyolojide, Tür, Seçilim, Uyum, Üreme,
Hayatta Kalma gibi kavramlar Darwin teorisinin temel kavramlarıdır.
Örneğin fizikte, Uzay, Zaman, Madde, Kuvvet,
Hız, Hacim, Ağırlık, Kütle vs. gibi kavramlar fiziğin temel kavramlarıdır.
Bu kavramlar bu iki bilimde de hala
geçirliliklerini sürdürmektedirler.
Bu kavramlar nasıl hala geçerli ise, Toplum
Biliminde, yani Marksizm’de de Üretici Güçler, Üretim İlişkileri, Ekonomik
Altyapı, Üstyapı, Mülkiyet İlişkileri, Hukuki İlişkiler, Sınıflar gibi
kavramlar da toplumu açıklayabilmek için temel kavramlardır.
Bunların işe yaramadığı gösterilirse elbette
Marksizmin artık bir anlamı olmadığından, geçersiz olduğundan söz edilebilir.
Ama bu kavramlar bize hala tarihin ve toplumun
genel gidişi hakkında, genel eğilimi açıklamakta çok tutarlı açıklamalar
sunmaktadır.
Örneğin, bir üretim biçimi olarak avcılık
ve toplayıcılık, üretici güçlerin
belli bir düzeyini ifade eder. Yani henüz bitkiler ve hayvanlar
ehlileştirilmemiştir. Dolayısıyla Tarim keşfedilmemiştir. Dolayısıyla köyler, kentler,
zigurratlar, piramitler, mezarlıkların, yazının, paranın, devletin var olması
mümkün değildir. Dolayısıyla bu tür toplumsal ilişkiler mümkün değildir.
Keza, emek üretkenliğinin çok sınırlı olması, dolayısıyla
kişinin çalışması, yani avlanması ve yiyecek toplaması, anca kendisinin ya da
kabilesinin varlığını sürdürmeye yetiyorsa ve iyi bir av gibi bir artı ürün son
derece rastlantısal ise, örneğin kölelik mümkün olmaz.
Çünkü başka birini çalıştırdığınızda bir artı
ürün kalmaz. Kölenizin çalışması ile ürettiği, anca onun kendini yaşatmasını
sağlayabilir.
Bu durumda başka bir kabileyi yendiğinizde
veya birini yakaladığınızda ya onu yersiniz ya da kendi kabilenize kabul
edersiniz birtakım ritüeller ve sınavlarla kardeşleşir, aynı toplumsal bütün
içinde birleşirsiniz.
Keza, artı ürün rastlantısal olduğundan
örneğin hafta sonu tatili, bayram gibi çalışılmayan günler ve böyle ilişkiler
ve kavramlar da var olamaz.
Bu da Allah’ın neden Cuma, Cumartasi ve Pazar
günlerini tatil yapan peygamberleri, Cami, kilise, Havra gibi ibadethaneleri
olan din kurucusu peygamberleri yollamak için neden tarımın gelişmesini beklediğini
açıklayabilir.
Belki tesadüfi artı ürünü, artı ürün sürekli
olmadığından onu saklayıp koruyacak araçlar ve nesneler de olmadığından,
topluca, kabilenin veya klanın dayanışmasını arttıracak şekilde veya başka
kabile veya klanlarla bir dostluğu geliştirmek için, toplu halde yemek,
şölenler biçiminde olabilir.
Görüldüğü gibi, sadece bir Üretici Güçler ve onların Düzeyi kavramı bile, bu temel kavram
üzerinde, bize Üretim, Üretim Araçları, Emek, Emek Üretkenliği, Artı Ürün, Sömürü gibi kavramları geliştirme
ve birçok toplumsal olgunun varlığını veya yokluğunu açıklama olanağı
sunmaktadır.
Antropoloji ve arkeolojinin verileri de bu
sonuçları verilerle, gözlemle doğrulamaktadır.
Demek öyle hemen “Ondokuzuncu Yüzyıl bilimi”
diye silinip atılacak bir durum söz konusu değildir.
*
Peki o bilimler orada kaldı mı? Hayır.
Örneğin 20. Yüzyılın başında fizikte ışığın
hızının sabit olduğu görüldü. Bu klasik fizikle açıklanamıyordu. Sonra Einstein
çıktı, bakkal gibi koyarsak, ışık hızı sabit olunca zaman yavaşlar, uzay
kısalır dedi. Akıl ve duyularla tamamen çelişen kabulü zor bir sonuç çıkardı. Halbuki
öncesinde, yani Newton fiziğinde, hız değişirdi, uzay sabitti ve zaman sabit bir
hızla akardı.
Yani temel kavramlar yeniden tanımlandı.
Ama bir bilimin temel kavramları ve onların da
üzerinde yükselen tüm kavramları birbiriyle iç tutarlılığıvardır. Biri değişince
diğerleri de değişir.
Işık hızının sabitliği, zaman ve uzaya ilişkin
tanımımızı kökten değiştirdi. Zaman ve uzay, maddeden bağımsız, olayların
içinde geçtiği bir tiyatro sahnesi gibi varlıklar olmaktan çıktılar, varlıkla
(madde ve enerji) birlikte var olabilir oldular.
Ya da ışığın hem dalga hem parçacık özelliği
bugün Quantum Fiziği denen fiziğin ortaya çıkmasına yol açtı.
Peki bu gelişmeler eski klasik fiziği yok etti
mi?
Hayır, onun daha sınırlı olduğunu,
doğruluğunun göreli olduğunu gösterdi. Günlük hayatta nasıl Euclid geometrisi
işlerimizi görmeye yeterse, Newton fiziği de pratikte hemen her şeyi
hesaplamayı sağlar.
Bu nedenle Einstein bilimlerin ilerlemesi bir tepeye
tırmanmaya benzetir. Bir binayı yıkıp yerine yeni bir bina inşa etmeye benzemez
der.
Bir de biyolojiden örnek verelim. Darwin’in
teorisi örneğin, Mendel’in bulduğu kalıtım yasaları, Genler, DNA’lar,
Popülasyon, Simbiyoz gibi kavramlarla veya evrimi somut gidişini, var olan
canlı türlerinin egemenliğine son veren yeni türler için alanlar açan
katastroflarla açıklayan teorilerle gelişti. Hatta Epigenetik, yani örneğin
beslenme ve çevrenin de genlerdeki etkisini ele alan ve bir anlamda Lamarck'ın yaklaşımına
da belli bir bir haklılık tanıyan, Darwin’in haklılığını bir ölçüde relative eden
gelişmeler oldu. Bütün bunlar Darwin’in teorisinin yanlışlığı anlamına gelmedi.
Daha sınırlı ve eksik olduğunu gösterdi.
İşte Marksizm’in de bu anlamda ve biçimde
gelişmesi gerekir. Bilim olduğu iddiasındaysa böyle olmalıdır ve olacaktır.
Newton ve Darwin’in teorilerinin eksikliği ve
sınırlılığı anlamında Marksizmin de elbet sınırlılığı ve yetersizliğinden söz
edilebilir ve edilmelidir.
Ve Marksizmin ihtiyacı olan yenilenme, biraz
yirminci Yüzyıl başyında Fiziğin yaşadığı türden bir yenilenmedir. Tıpkı
fiziğin açıklayamadığı ışığa ilişkin olguları (hızının sabitliği, dalga ve
parçacık özellikleri göstermesi) açıklama için, uzay, zaman, kütle, madde, güç
gibi en temel kavramları yeniden tanımlayan bir yenilenme veya “Yeniden İnşa”.
Çünkü bizim kanımızca, klasik Marksizm, tıpkı
fizikteki ışığın davranışları gibi, Ulus, Din gibi özellikle üstyapıya ilişkin
kavramları ve olguları açıklayabilmiş ve dolayısıyla bir program oluşturabilmiş
değil.
Çok basit ve sıradan bir gerçek, bir olgu var:
Dünya uluslarla kaplı ve Marksizmin (Toplumbilimin) ulusları ve ulusçuluğu
açıklayan bir teorisi yok.
Zaten bu “Yeniden İnşa” sorunu da bu sorunlara
bir cevap ve açıklama ararken ortaya çıktı.
*
Burada bir not daha eklenebilir.
Verdiğim örnekler bir binayı yıkap yeniden
birşey yapmaktan ziyade bir tepeye tırmanmaya benziyor. Hareket noktası aynı
olsa da daha geniş bir alan görülüyor.
Peki neden, Marksizmi “geliştirmek”ten değil
de “yeniden inşa”dan söz ediyorum. Niye gelişme, yükselme gibi bir imge veya
kavramı değil de “yeniden inşa” gibi, yıkmayla ilgili bir kavram veya imgeyi
kullanıyorum? Neden “züccaciye dükkanına
girmiş bir fil gibi her şeyi kırıp dökmek”ten, bir yapıyı yıkıp “yeniden inşa”dan soz ediyorum? Bizzat
ben de kabul etmiyor muyum, bilimlerin ilerlemesinin bir binayı yıkıp yeni bir
bina yapmaya benzemediğini?
Yapılmak istenenle kullanılan imgeler arasında
bu uyumsuzluk nasıl açıklanabilir?
Bu iki biçimin çeliştiğini düşünmüyorum. Ya da
bu iki imgenin aynı sürecin farklı yönlerine vurgu yaptığını düşünüyorum.
Yapılması gerekenin daha derine inen, yirminci
yüzyılın başındaki fiziğin temel kavramları değiştirmesine benzeyen bir iş
olduğunu vurgulamak için böyle bir yeniden inşa kavramını tercih ediyorum.
Fizik temel kavramları yeniden tanımlamıştır. Bu
anlamda klasik fiziği yıkmaktan da söz edilebilir ama bu aynı zamanda klasik
fiziği özel bir dumuma indirgemek dolayısıyla bir tepeye tırmanmak gibidir de.
Bu nedenle yeniden inşa aynı zamanda geliştirme
demektir. Yapılmak istenen böyle bir şeydir.
Biyolojide fizikteki gibi, temel kavramları
yeniden tanımlama gibi bir yıkım gerekmedi. Görüngüler düzeyinde açıklanan genel
yasanın, mekanizmalarının, ayrıntılarının bulunması tarzında bir yol izledi. Bu
da Darwin’in formülasyonunu yıkıp yeniden bir temel atmayı gerektirmedi.
Kanımızca Marksizm için, her iki türden de
değişiklik gerekiyor. Marksizm için hem temel kavramları yeniden tanımlamaya
hem de mekanizmaları daha dakik ve ayrıntılı olarak açıklamaya gerek var.
Yapmaya çalışacağımız genel olarak böyle tanımlanabilir.
*
Ama tabii buna ek olarak bir de oluşturmak
istediğim “şok etkisi”, bir “provakasyon yapma” kaygısı da var.
Ya da “kötülüğün çekiciliğine” başvurmak.
“İlerleme”, “yükselme,” güzel, uyumlu, herkesin
kolayca benimseyebileceği kavramlar. Halkımızın dediği gibi, tavşan boku
gibidirler ne kokar ne bulaşırlar.
Ama kendi hayat tecrübem, teori alanında, insanların kavramsal ve teorik kesinlik ve
netliklerden ziyade, kendi insan ilişkilerine
önem verip, teoride daha uzlaştırıcı
formüller ve biçimler kullandıklarını göstermiştir.
Bu gibi “toparlayıcılık”, “iyi ilişkiler kurma”
taktik ve pratik toplumsal ilişkiler alanında elbette iyidir, ama teoride çok
tehlikelidir ve yanlıştır.
Burada yapılmak istenen işte, en saf teori,
kavramlar, tanımlar söz konusudur. Bu nedenle, teorik netliği insanlarla iyi
ilişkilere kurban edenlere ve edeceklere karşı, itici, onları irite edici bir
tutum geliştirmeye ve böyle bir geleneği de yerleştirmeye çalışıyorum.
Çünkü yakından bakılınca, aslında taktik
esnekliğin en iyi teorik ve programatik sorunlarda netlik peşinde olanlarca
uygulandığı görülür. Bu gerçeği anlamayanlar, teorik sağlamlığa ve netliğe önem
verenleri, “teoride iyi ama pratikten anlamaz”, “örgütçü değildir” gibi
sözlerle tanımlarlar.
Bunlarda sorun kendilerindedir, çünkü onlar
teorik netliği her zaman iyi ilişkilere kurban etmeye hazır oldukları için,
bunu yapmamayı, taktik esneklikten, insanlarla iyi ilişkiler kurmayı
bilmemekten yoksunluk vs. olarak tanımlarlar.
Bu gibi yaklaşımlara bir mesafe koyma çabasıdır
böyle itici ve sert “yeniden inşa” kavramının kullanılışı.
Bu ek bir neden.
*
Keza “Toplumbilim” değil de “Marksizm” kavramını
kullanmam da benzer bir kaygıyla ve mesajla ilgili.
Bunu bir benzetmeyle anlatmayı deneyeyim.
Yeni Kaledonya yerlileri başlangıçta,
sömürgeciler gelmeden önce, bir çok toplum gibi, kendilerini “İnsan” anlamına
gelen “Kanak” kelimesiyle
tanımlıyorlarmış. Ama sömürgeci Fransızlar gelince bu nu aşağılayıcı bir isim
olarak kullanmaya başlamışlar.
Ama Yeni Kaledonyalılar, Fransız sümürgecilere
başkaldırdıklarında, “madem öyle işte böyle” diyerek, “bizler Kanakız” diyerek Fransızların
aşağılama olarak kullandığı sözü, kendilerini tanımlamakta ve gururla
adlandırmakta kullanmaya başlamışlar.
Hatta yanlış hatırlamıyorsam, aşağılama
sıfatının böyle anlam değiştirmesi karşısında Fransızlar bu sefer bu sözcügü
yasaklamaya gitmişler.
Benzeri aynı sözcükle Almanya’da da yaşandı. 80’li
yıllarda Ortadoğulu göçmenlere (özellikle Türk, Kürt ve Araplara) Kanak
deniyordu aşağılamak için. Göçmenler
içinde buna sahiplenme oldu. 80’li
yıllarda güçmenler Kanaken diye bir
dergi çıkmıştı Stuttgart'ta. Hatta Cem Karaca’nın Kanaken diye bir albüm bile vardı aliba. Keza 90’larda da Kanak Attack diye bir grup vardı bizim
Hamburg’tan tanıdığımız.
Başka bir örnek.
ABD’deki siyah hareketi bilinir. Siyahlar
başlangıçta, tıpkı modern kadın direnişinin de başında erkeklere benzemeye
çalışması gibi, beyazlara benzemeye, derilerinin rengini açmaya, kıvırcık saçlarını
düzeltmeye (ütülemeye) çalışıyorlardı. Malcolm X’in de bir zamanlar yaptığı
gibi. Ama Altmışlarda bu sefer siyahlıktan utanma ve ondan kurtulma çabasının
yerini “Siyah güzeldir” sloganı aldı. Hatta Afro modaları öne çıktı.
Türkiye’de de Kürt kurtuluş hareketinden önce
Kürtlere “Kuyruklu” denirdi. Kürtler Kürt olduklarını gizlemeye çalışırlardı. Ama
direniş başlayınca Kürt olmak utanılacak değil övünülecek bir şey oldu. Ve
şimdi devlet ve Türkler, Kürtlerin Kürt olduklarını söylemelerini yasaklıyor en
hafifinden hoş karşılamıyor.
Bu örüntü hemen her ezilen hareketinde
görülüyor.
Marksizm bugün kimsenin bir değer vermediği,
biraz aşağalama için kullandığı, fosil, soyu tükenmiş, işe yaramaz gibi
anlamlarla yüklü, ciddiye alan yok. “Hala kaldı mı?” diyen çok.
Böyle bir dünyada “Marksizm” sözcüğünü
kullanmadan “Toplumbilim” gibi daha az sivri ve nefreti çekmeyecek, daha kabul
edilebilir, daha tavşan boku gibi kokmaz, bulaşmaz bir kavramı kullanmak, beyaz
adama benzemeye çalışan siyah gibi davranmaya benziyor.
Elbet ezene benzemeye çalışmak da ezilmeye karşı
mücadelenin bir biçimidir. Ama kendini gizleyerek, durum uyarak. Bir köle direnişi
özelliği taşır.
Ama modern bir isyan, yükselen bir direniş,
keskin bir tavrı besler. Ve keskin tavır da direnişi besler.
Bu paralellik içinde, “madem öyle işte böyle”,
biz Kanakız, biz Siyahız, biz Kürdüz örneklerinde olduğu gibi, biz Marksistiz
demeyi, bir direniş biçimi ve onu ileri götürme arzusu ve de bu gelenkelere
bağlanmanın bir ifadesi olduğu için de “Toplumbilim” yerine “Marksizm” demeyi
yeğliyorum.
Yani buna egemen olanın aşağılamak için
kullandığını egemenin silahını alıp egemene karşı kullanma çabası denebilir.
Tutmasa da bir duruştur.
*
Ayrıca “Akıntıya karşı” bir duruşu ifade ile
ilgili bu seçim biraz da.
Eskiden sık sık Marksizmin öldüğü ilan edilirdi.
O günler yine iyi imiş.
Şimdi ilan etmeye bile gerek yok. Bu neredeyse
herkes tarafından kabul edildiğinden ve böyle bir ilan “malumu ilan etmek” gibi
görüleceğinden, artık öldüğünü ilan etme gereği bile duyulmuyor.
Bu durumda artık, öldüğünü ilan etmenin “malumu
ilan” gibi göründüğü bu dünyada, o ölüyü bayrak yapmakla, gömüldüğü yerden
çıkarmakla ve böylece akıntıya karşı durmakla ilgili.
14 Eylül 2024 Cumartesi
https://demirden-kapilar.blogspot.com/
[1] “Darwin’in organik doğanın
gelişim yasalarını keşfetmesi gibi Marx da insanlık tarihinin gelişim
yasalarını keşfetmişti.” Engels
[2] “Biz, Marks’ın teorisini
tamamlanmış ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine biz onun, eğer
yaşama ayak uydurmak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrultuda geliştirmek
zorunda oldukları bilimin sadece bir temel taşını koyduğuna inanıyoruz.”
(V. I. U. Lenin, “Programımız”, 1899)
[3] Marks’ın, “Ben marksist değilim” dediği söylenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder