28 Mayıs 2001 Pazartesi

Hikmet Kıvılcmılı, Fatma Yalçı ve “Sosyete ve Teknik” Adlı Kitap

(Fatma Yalçı  Vesilesiyle Olgusal ve Yöntemsel Yanılgılar Üzerine)

Bir kaç gün önce Sayın Sadık Göksu'nun "Kıvılcımlı Sempozyumu ve F. N. Yalçı Üzerine Tartışmalar, Açıklamalar ve Bir Soru" başlıklı yazısı geldi. Bu yazı, ilerde ayrıca ele alınması gerekebilecek bir çok konuyu içermekle birlikte, esas olarak, Sosyete ve Teknik'i Fatma Yalçı'nın yazdığı tezini işliyordu. Ben de bu yazıda Sayın Sadık Göksu'nun bu tezi ve tezini savunusu hakkında bir kaç şey eklemek istiyorum.

Sadık Göksu bu yazısını, sayın Doç. Dr. Neşe Özgen'in daha önce Süleyman Şaşmaz'a yönelttiği soru bağlamındaki önermelerinin eleştirisi üzerinde geliştirmiş ve yoğunlaştırmış bulunuyor.

Bu bağlamda konunun geçmişini ve önceki yazışmaları bilmeyenler için kısa bir hatırlatma yapalım.

Türkiye'de Süleyman Şaşmaz, 1935'te Marksizm Bibliyoteği'nin altıncı kitabı olarak Fatma Yalçı imzasıyla yayınlanan Sosyete ve Teknik adlı kitabın, (oldukça keyfi) sadeleştirilmiş bir baskısını Tarih Bilimi Yayınları'nın altıncı kitabı olarak 2001 yılının Mart ayında yayınlıyor.

Ancak bu kitabın iki özelliği var.

1) Kitap, Hikmet Kıvılcımlı'nın kitabı olarak yayınlanıyor.

2) Kitabın devamında ise Süleyman Şaşmaz'ın iddialı tezler içeren "Marksizm'in Toplumun Çekirdekaltı Kanunlarına Evrimi" başlıklı kitabı da var.

Süleyman Şaşmaz 25 Nisan 2001 tarihinde bu kitabın tam metnini bir e-mail aracılığıyla Kıvılcımlı grubuna da yolluyor. Yani yayınlanışından aşağı yukarı bir ay kadar sonra.

Bundan sonra Sayın Neşe Özgen, Süleyman Şaşmaz'a Kıvılcımlı grubu ortamında şu soruları soruyor:

"Biliyorsunuz: belki zorunluktan belki o anda öyle gerektiği için, ilk basım Fatma Nudiye adıyla çıkmıştı. Bunun Doktor'un olduğunu zaten herkes biliyor, ama kitabın ilk basımını olduğu gibi basmamak nedenir? Bu zor döneminde, Marxismin bunca içinde yer alan bir kadını bir de böyle tarih sahnesine gömmek nedendir? Hiç değilse, kitabın başında bir anmalık yapılamaz mıydı? Çok mu duygusalım?  Bugün Fatma Nudiye'ye, yarın kime saygısızlık olacak?"

Sayın Neşe Özgen, Süleyman Şaşmaz'dan bu somut sorusuna ilişkin bir cevabı hala alabilmiş değil.

Daha sonra Latife Fegan da, Neşe Özgen'in sorusunu ve "vefa" beklentisini destekleyen ve Süleyman Şaşmaz'ın kitapları bilimsel sorumluluktan uzak olarak yayınladığı kanısındaki görüşlerini ileten bir mektubu Gruba iletti. Şöyle yazıyordu:

"Bildigim kadariyla, bilimsel kitaplarin yeni baskilari yapilirken, özellikle yazari artik yasamiyorsa, kitabin daha önceki baskilariyla ilgili tüm bilgiler aktarilir.  Marks-Engels'in toplu eserlerinde en kücük bir makale ya da mektup hakkinda elde olan tüm veriler bulursunuz. Bu kural, eser yazarinin sagliginda yayinlanmamissa cok daha büyük önem kazanir.  Süleyman Sasmaz'in böyle kaygilari yok." 

Son olarak Sadık Göksu, Süleyman Şaşmaz'a sorduğu sorudaki, "doktorun olduğunu zaten herkes biliyor" önermesi vesilesiyle Sayın Neşe Özgen'i eleştiren, yukarıda sözü edilen yazıyı yolladı. Sadık Göksu'nun Neşe Özgen'e eleştirisi şu noktada toplanıyor. Bu kitap Kıvılcımlı'nın değildir, Fatma Yalçı'ya aittir. Ben bu konuda bir çok kereler yazdım. Siz nasıl olur da bunu bilmezsiniz.

Şimdi ben de bun noktada tartışmaya katılıp bir kaç söz söylemek istiyorum.

Önce Sadık Göksu'yu yönelik bir eleştiri. İnsan iki türlü yanlış yapar. Bir yanda metodolojik yanlışlar vardır, diğer yanda olgusal yanlışlar. Yani bir problemin çözümünde gidiş yolunuz doğru olabilir de, hesaplamalarınızda hata yapmış ve yanlış sonuçlara ulaşmış olursunuz. Bu gibi durumlarda, önemli olan, yöntemsel doğruluktur. Olgusal yanlışlar bir saldırı nedeni olmaz ve olmamalıdır. Bunlar bilgisizlikle ilgilidir. İnsanların iyi niyetinden de şüphe etmek gerekmediğine göre, olgusal hatalara yönelik eleştiriler, üslup olarak da olabildiğince yumuşak olmalıdır.

Sayın Sadık Göksu ise, olgusal  bir yanlışı, sanki ilkeye, yönteme ilişkin bir yanlışmış gibi, ortada bir kötü niyet varmış gibi eleştiriyor.

Bence Neşe Özgen'in Süleyman Şaşmaz'a sorusu, yöntem olarak çok önemli bir yanlışa parmak basıyordu. Bir eserin yeni baskısında onun ilk yayınlanışındaki yazar adını anmamak.

Ben önce bu sorunun bir kadından gelmesinin anlamı olduğu kanısındayım. Bir kadının adının ihmal edilmesine tepkinin bir kadından gelmesi rastlantı değildir kanımca. Kadınlar ancak böyle hassasiyetlere sahip olabilirler ezilen bir cins olarak.

Ve bu Fatma Yalçı'nın adını anma gereği görmeyen kişinin bir erkek (Süleyman Şaşmaz) olması da kanımca rastlantı değildir.

Dikkat edilirse, birbirinin içine geçmiş olarak iki sorun bulunmaktadır. Birisi eserlerin yeni baskılarında aslına sadık olma zorunluluğu. Süleyman Şaşmaz, Latife Fegan'ın da vurguladığı gibi, bu kuralı inkar etmektedir. Diğeri, bu tahrifatın, zaten o dönemin sosyalist hareketinde son derece az da bulunan bir kadının adının silinmesi olarak ortaya çıkışı. Erkeklerin kendiliğinden, her zaman yaptıkları, kadınların katkılarını yok sayan, görmeyen tipik bir davranışı.

Bence Sadık Göksu'nun Neşe Özgen'i gösterdiği bu hassasiyet nedeniyle tebrik etmesi gerekirken, bütün saldırılarını onun olgusal yanılgısına yöneltmesi yanlıştır.

Yanlıştır çünkü, bir yanılgı olduğunu farz ettiğimizde bile, bu yanılgıyı anlaşılır kılabilecek nedenler bulunmaktadır. Tabii burada kitabın Fatma Yalçı'ya ait olduğu varsayımından, yani Sadık Göksu'nun tezinin doğru olduğu varsayımından yola çıkıyoruz.

Kıvılcımlı hayatının çeşitli dönemlerinde, sadece takma isimler değil, yaşayan başka tanıdıklarının isimlerini de kullanmıştır. Kıvılcımlı için fikirlerin yayılması önemliydi, isim değil. Hatta bunun en ilginç örneği sayın Sadık Göksu'nun kendisidir. Türkçe'nin Üreme Yolları ve Dil Devrimciliğimiz adlı kitap, Sadık Göksu’nuni adıyla yayınlanmıştır ama yazarı Kıvılcımlı'dır. Keza Suat Şükrü (Kundakçı) adıyla Anayasa Teklifi’ni de yayınladığını biliyoruz. Buradan hareketle, insanların, Sosyete ve Teknik'in gerçek yazarının Kıvılcımlı olduğunu düşünmeleri son derece normaldir. Kaldı ki, bu kitabı okuyanlar, Hikmet Kıvılcımlı'nın başka eserlerinde karşılaştıkları ifadelerle bu kitapta da karşılaşırlar. Bunun sonucu olarak insanların bu kitabın yazarının Fatma Yalçı olduğunu fazla bir olgusal araştırmaya gerek görmeden düşünmeleri ve giderek bu kanının adeta yerleşik, doğruluğundan kuşkulanılmayacak bir hüküm halini alması gayet normaldir ve anlaşılabilir.

Tabii bu yanlış hükmün böyle kolayca yerleşmesi ile, Fatma Yalçı'nın bir kadın olması arasındaki ilişki ayrıca incelenmeye değerdir.

Öte yandan, daha sonra Fatma Yalçı'nın yayınlanmış bir kitabı yoktur ya da varsa da bilinmemektedir en azından sonraki kuşaklarca. Bu da bu ön yargının öyle düşünmeden kabulünde etkili olsa gerektir.

Böyle yanılgıyı besleyecek çok güçlü nedenler varken, bu olgusal yanılgı nedeniyle böylesine sert bir eleştiri haksız olmaktadır.

Sadık Göksu'nun eleştirisi "ben bu konuda yazmıştım, nasıl olur da bilmezsin" biçimindedir.

Evet yazmış olabilirsiniz. Ama insanlar onları okumamış, önemli görmemiş olabilir. Örneğin kendisi, bir çok Doktor üzerine yazanın yazılarını okumadığını belirtiyor. Başkaları onu niye okusun? Kaldı ki, okumaya niyetli de olabilir ama, bunların yayınlandığı yerler öyle çok bilinen yaygın yayınlar değil. Kaldı ki, kişi bu yayınları elde etmiş, sayın Göksu'nun yazılarından haberdar da olabilir ama konu ilgisini çekmediği için okumamış ta olabilir.

Tabii okunmuş olması halinde, sayın Sadık Göksu'nun önermeleri ikna edici bulunmamış da olabilir.

Bütün bunlar mümkün iken, Sadık Göksu'nun sanki ortada kasıtlı bir tahrifat varmışçasına bir eleştiri yapmasını son derece yıkıcı ve yanlış bulduğumu belirtmek isterim.

Özetle, sayın Neşe Özgen, olguya ilişkin, (eserin Kıvılcımlı'ya ait olduğu) yanlış bir bilgilenmeye dayanıyorduysa bile, yöntemsel olarak son derece doğru bir noktadan ve bir kadının gösterebileceği bir duyarlılıkla son derece önemli ve doğru bir itiraz ve soru yöneltmişti. Sayın Sadık Göksu'nun eleştirisi, onun bu üstün niteliğini gölgelemektedir onu kabartılandıracak yerde.

 

*

Gelelim eserin kime ait olduğu konusuna. Olgusal düzeyde, sanırım Sadık Göksu haklı. Savunduğu tez doğrudur. Yani Sosyete ve Teknik adlı eser Fatma Yalçı'ya ait. Ben de bazı ek deliller buldum. Bu konuya dikkati çektiği ve bizleri yanlış bir yaygın ön yargıdan kurtardığı için sayın Sadık Göksu'ya müteşekkir olmalıyız.

Tabii bu olgusal hükmün çok ilginç sonuçları da var. Hem Kıvılcımlı ve Sosyalist hareketin tarihi bakımından, hem de bu kitabın yeni baskısıyla birlikte kendi kitabını yayınlayan ve kimi önermelerinde bu kitaba ve bu kitabın Dr. Hikmet Kıvılcımlı'ya ait olduğu varsayımından hareket eden Süleyman Şaşmaz bakımından.

Bu vesileyle önce bu kitap ve Fatma Yalçı hakkındaki geçmiş izlenimlerimi anlatayım.

12 Mart döneminin başlarında, Kıvılcımlı'nın bütün eserlerini ciddi bir biçimde okumaya çalışıyordum. Bu çalışmalar çerçevesinde, 1930'larda yayınladığı kitaplarının peşine düşmüştüm. Doğru dürüst çalışacağım bir yer olmadığından, Beyazıt Meydanı'ndaki nef         is küçük Belediye Kütüphanesini kullanıyordum. Orası dolu olunca da, bazen, Türbe civarında bir ara sokakta, Hayat mecmuasının yanında bulunan Fahrettin Kerim Gökay kütüphanesine gidiyordum. (Bu kütüphanenin yanındaki Türbenin bahçesinde Şeyh Bedrettin'in kemiklerinin bulunduğu mezar da vardı. Mezarın burada bulunduğunu İsmet Sungurbey'in bir kitabında okumuş, resmini görmüş ve gidip o mezarı da bulmuştum.)

Bu kütüphaneleri okuma ve çalışma yeri olarak kullandığımdan, aklıma kitap kataloglarını karıştırmak pek gelmediği gibi, sosyalist kitapların bu kütüphanelerde bulunabileceğine ihtimal de vermiyordum.

Ancak bir gün, Gökay'ın kütüphanesinde katalogları karıştırınca, Kıvılcımlı'nın otuzlarda yayınladığı Marksizm Bibliyoteği'nin neredeyse bütün eserlerinin orada olduğunu gördüm ve hepsini okumaya başladım. İşin ilginci bu kitaplarda, Kıvılcımlı'nın el yazısıyla, F. K. Gökay'a ithaflar da bulunuyordu.

(Eğer o kitaplar hala yerinde duruyorsa. Bunlar çok özel kitaplar. Birer fotokopisi çekilebilir veya bir tarayıcıyla digitalize edilebilir; Kıvılcımlı sayfasına koyulabilir. Sanırım 1970'lerin sonunda Katkı Yayınları Marksizm Bibliyoteği'nin yeni bir baskısını yapmıştı ve bu baskılarda muhtemelen bu kütüphanedeki kitaplar kullanılmıştı.)

Her neyse, işte, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa,  Sosyete ve Teknik'i ben o tarihte bu kütüphanede okumuştum.  (Fakat o kütüphaneden mi aldım, yoksa başka yerden mi buldum da orada okudum, tam hatırlamıyorum.) Eseri Kıvılcımlı'nın başka isimle yazdığı bir eseri okuduğum kanısıyla, ya da ön yargısıyla diyelim, okumaya başlamıştım. Ancak Kitabı okuduktan sonra, bu kitabın Kıvılcımlı'dan büyük etkilenme taşımakla birlikte, Kıvılcımlı'nın olmayabileceği yönünde düşündüğümü, mantığının tam Kıvılcımlı'nın mantığına uymadığını düşündüğümü hatırlıyorum. Muhtemelen Fatma Yalçı ve Kıvılcımlı'nın yakın işbirliği ile yazılmıştı. Kıvılcımlı'nın fikirlerinden çok yararlanıldığı belli idi ama kitabın Kıvılcımlı'nın da olmayabileceği düşüncesi kafamdan geçmişti. Fakat yine de kafamdan böyle düşünceler geçmesine rağmen, kitabı bir şekilde Kıvılcımlı'nın kitabı olarak düşünmeye devam ettiğimi de hatırlıyorum. Bu konu bir daha kafamı hiç de meşgul etmedi, son olarak sayın Sadık Göksu'nun bir kaç gün önce yolladığı yazıya kadar. Eserin kime ait olduğundan ziyade beni onun içinde söylenenler ilgilendiriyordu.

Bu vesileyle, Fatma Yalçı hakkındaki izlenimlerimi de belirteyim. Bu kadın ile Doktor'un arkadaş olduğunu, bir eski tüfekten, "Doktorun bir metresi vardı Fatma Yalçı" tarzında bir ifade aracılığıyla öğrenmiştim. (Bu ifade de bu ilişki hakkında genel yargıları ve o zamanın sosyalistlerinin olaya yaklaşımlarını yansıtmak bakımından ilginçtir..) Daha sonraki yıllarda, Fatma Yalçı'nın yurt dışındaki TKP içinde olduğu ve orada öldüğü yolunda bir şeyler duyduğumu hatırlıyorum.

Ancak Fatma Yalçı hakkında ilk kafa yormam, Kıvılcımlı arşivini Amsterdam'daki enstitüye teslim etmek için veri bankasına geçirirken olmuştur. Bu arşivde Kıvılcımlı'nın albümleri de vardı ve bu albümlerde bazı resimlerde Fatma Yalçı da bulunuyordu. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, bu resimlerinden birinde Kıvılcımlı'ya bir ithaf bile vardı kendi el yazısıyla. Sanırım mayo ile çekilmiş bir resimdi. Resimlerde, kendine güvenli, belli ki o zamanın çok ilerisinde, seven bir kadınla karşılaştığımı hatırlıyorum.

Bu konu üzerine daha sonra da düşündüm. 1930'ların Türkiye'sinde Fatma Yalçı, Hikmet Kıvılcımlı ile nikahsız bir birlikteliğe cesaret edebilmiş ve bunu sürdürebilmiş bir kadın olduğuna göre, muhakkak ki, eşine az rastlanır cesur ve gelişmiş bir kişilikti. Bu gün bile Türkiye'de buna cesaret edebilenler çok azken.

Ayrıca Fatma Yalçı ve Emine hanım zıtlığı da çok ilginçti. Emine hanım tamamen zıt bir kişilik sergiliyordu. Doktor niçin ve nasıl böyle bir kadınla arkadaşlıktan Emine Hanim ile bir beraberliğe geçmiş veya geçebilmişti? Bu gibi sorular kafamda uçuşmuştu.

Tabii Kıvılcımlı'nın kadınlarla ilişkileri ve onun eserinin ardındaki kadın emeği konusu da ilerde fırsat olursa üzerinde durulması gereken konular olarak kafamın bir köşesinde yer etmişti. Anasının fedakarlıkları, Fatma Yalçı'nın açtığı ufuklar, Emine Hanım'ın  ev emeği ve geçimi sağlaması olmasa Kıvılcımlı olur muydu?

Sayın Neşe Özgen'in Süleyman Şaşmaz'a sorusu ve Latife Fegan'ın çeşitli değinmeleri tekrar bu kadın emeğinin görülmemesi, adının unutulması, bu eski ve bir köşedeki düşüncelerle tekrar haşır neşir olmama yol açtı. Keşke sadece Kıvılcımlı'nın kadınlar üzerin yazdıkları hakkında değil de, kadınların Kıvılcımlı üzerindeki etkileri konusunda bir şeyler sunulsa diye düşündüm.

Neyse bu konuya tekrar geliriz. Önce Sosyete ve Teknik'in Fatma Yalçı'ya ait olduğu konusuna gelelim.

*

Sayın Sadık Göksu'nun, daha önce yazdığını belirttiği yazıları okumadım. Bu konuda ne gibi deliller getirdiğini tam anlamıyla bilmiyorum. Sadece son gruba yazdıklarını okudum. Belki bu delilleri Sadık Göksu da getirmiş olabilir. Bu durumda sadece bir tekrardan öteye gitmez bu ek deliller.

Birinci delil:

Kitabın 1935'teki orijinal baskısının bir nüshası bende var. Bu kitabı Fatma Yalçı, Hikmet Kıvılcımlı'ya ithaf ediyor. Aynen şöyle yazıyor:

" 'Boş saatlarını değil, inkılaba bütün bir ömrünü ver'en: Hikmet Kıvılcım yoldaşa armağanımdır." Fatma Yalçı

Kitap, Hikmet Kıvılcımlı'nın olsa ve tıpkı Sadık Göksu veya Suat Şükrü örneklerinde olduğu gibi, bir yakınının adıyla yayınlamış olsa, böyle bir ithaf yer almazdı. Kıvılcımlı'nın kendi kitabını başka bir imzayla kendine ithaf etmesi ve böyle bir ithaf gereğini duyması düşünülemez.

(Bu ithafta, "Boş saatlarını değil, inkılaba bütün bir ömrünü ver" sözleri tırnak içindedir ve muhtemelen de Kıvılcımlı'nın kullandığı bir ifadedir. Bu nedenle, Fatma Yalçı tarafından, alıntı olarak, tırnak içinde belirtilmektedir.)

(Bu ithafın ikinci bir gizli anlamı olabilir sadece ikisinin anlayabileceği. İkisi arasında mahrem bir ilişki var. Kıvılcımlı bütün zamanlarını "inkılaba" adadığından, arkadaşına yeterince zaman ayırmıyor olabilir. Bu yönde gizli bir serzeniş olabilir. Bu bir spekülasyon ama üzerinde durulmaya değer.)

İkinci Delil:

Tarihsel Maddecilik Yayınları arasında 1965'te yayınlanan "Kuvayı Milliyeciliğimiz ve İkinci Kuvayı Milliyeciliğimiz" adlı kitabın arkasında, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın Basılmış Telif Eserleri'nin listesi var. Ve listede bulunan 15 kitap içinde, ilk yedi tanesi, 1935'lerde yayınlananlar. Bunların içinde Sosyete ve Teknik bulunmamakta. (Sadece Sosyete ve Teknik değil. Stahanovizm ve İspanya'da Neler Oluyor? da bulunmamakta.)

Dikkat edilirse başlık, Kıvılcımlı'nın Telif Eserleri'dir. Yani Kıvılcımlı bu kitabı kendi eserleri içinde anmamaktadır.

Üçüncü Delil:

Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama adlı kitabının Ekim 1970 tarihli birinci baskısının arkasında, Tarihsel Maddecilik Yayınları'nın 1930'lardaki Marksizm Bibliyoteğinden beri bütün yayınladığı kitapların listesi var.  Bu listede en başta Marks, Engels, Lenin'den yayınlananlar var. Sonra 10, 11 ve 12 sırasıyla Stahanovizm, Sosyete ve Teknik, İspanya'da Neler Oluyor? var. Bunların yanında yazar belirtilmemiş. Bunlardan sonraki kitapların yanına yazar olarak Dr. Hikmet Kıvılcımlı konmuş. Hatta Sadık Göksu adıyla yayınlanmış olan Türkçenin Üreme yolları ve Dil Devrimciliğimiz'in yanında bile Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın adı var. Eğer, Sosyete ve Teknik, Kıvılcımlı'nın olsaydı, tıpkı Sadık Göksu örneğinde olduğu gibi, kendi adını koyardı.

Yani bizzat Kıvılcımlı bu kitapların kendisine ait olmadığını belirtmektedir. Bu kitapları, kendi kitapları arasında saymıyor. Yayınevinin tüm listesini yaptığında ise, onların yanına ya yazarını koyuyor ya da kendi adını koymuyor.

Burada ilginç ve şimdiye kadar pek bilinmeyen bir noktayla karşılaşıyoruz. Kıvılcımlı sadece başkalarının adıyla yayınlamamıştır, başkalarının kitaplarını da kendi adıyla yayınlamıştır muhtemelen.

Bu sonuca Stahanovizm ve İspanya'da Neler Oluyor? adlı kitapları kendi kitapları olarak saymamasından ulaşıyoruz.

O halde ben de yeni bir tez ortaya atıyorum: Stahanovizm ve İspanya'da Neler Oluyor? Hikmet kıvılcımlı adıyla yayınlanmış olmakla birlikte, Kıvılcımlı'ya ait değildirler.

Bu kitaplar şu an elimde yok. Ama bu kitapları okuduğumda, ki bunları oldukça geç okumuştum, Kıvılcımlı'nın resmi Sovyet görüşlerini tekrarlayan çok kötü kitaplar yazmış olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Bir bakıma Kıvılcımlı'ya yakıştıramamıştım. Ama bu kitapların Kıvılcımlı'ya ait olmadığı doğrusu aklıma gelmemişti. Ancak şimdi her şey yerli yerine oturuyor. Bu kitaplar da Kıvılcımlı'nın değil büyük bir olasılıkla.

*

Tekrar Fatma Yalçı konusuna dönersek. Fatma Yalçı ve Kıvılcımlı'nın karşılıklı etkilenmeleri bağlamında bir iki soru sormak istiyorum.

Fatma Yalçı'nın kitabı okunduğunda, bir çok kişinin, kitabın Kıvılcımlı'nın kitabı sanmasına yol açacak kadar Kıvılcımlı'nın etkisinde olduğu noktasından hareket edildi şimdiye kadar. Muhtemelen de böyle olabilir.

Ama bu bir ön yargı olamaz mı? Olaya bir de tersinden bakalım. Hiç bir etki tek taraflı değildir. O yılların böylesine bilinçli ve kendine güvenli ve cesur bir kadınının, Kıvılcımlı'nın hayatı ve düşünceleri üzerinde bir etki bırakmamış olacağını düşünemiyorum.

Son yıllarda Kadın hareketinin tüm tarihi bir de kadın bakış açısından didik didik eden ve bütün bildiklerimizi alt üst eden zengin bir literatürü oluştu. Bu literatür, kadınların kaybolmuş yok sayılmış emeği, isimleri ve katkılarını tarihteki gerçek yerlerine oturtma çabası.

Örneğin Camille Claudel diye bir film seyretmiştim. Meşhur Rodin'in arkadaşı. Rodin'in bu kadının omuzları üzerine basarak nasıl yükseldiğini ve Camille'in trajik yaşam ve ölümünü anlatıyordu. Acaba benzer bir ilişki yok mudur? En azından, böyle bir olasılık üzerine düşünmek gerekmez mi? Kıvılcımlı'nın kendisi demiyor mu? "Her şeyi yazabiliyor muyum?" diye. En azından, bu ilişkide, Fatma Yalçı'nın Kıvılcımlı üzerindeki etkilerini araştırıp, unutulmuşluktan çıkarma yolunda bir çaba gösterilmesi gerekmez mi?

Kıvılcımlı, Ayşe Düzkan'ın da belirttiği gibi, Kadınları ayrı bir sınıf olarak tanımlamış, ilk sosyalistlerden. Bu konuda yazdıklarında çok ilginç şeyler var. Peki Kıvılcımlı'nın bu hassasiyeti ve konu üzerine düşünmesi, o zamanlar Türkiye'sinin en ileri ve öncü kadınlarından biriyle arkadaşlık etmiş olmasıyla ilgisiz midir? Ben burada Fatma Yalçı'nın önemli etkileri olabileceği kanısındayım.

Sosyete ve Teknik bağlamında bu karşılıklı etkiyi daha somut olarak araştırma olanağı da var. Fatma Yalçı, kitabının sonuna başlıca "baş vurulan kitap" ve "öteki kitaplardan" diyerek sekiz kitaplık bir liste koymuş. Kitaplar arasında, Hikmet Kıvılcım, Tarihi Materyalizm zikrediliyor. Ama bu kitap o tarihte henüz yayınlanmış değil. Sanırsam sonra da yayınlanamadı. Ama kitabın arkasında bu kaynak olarak gösterilen kitap, çıkacak kitaplar arasında belirtiliyor. Demek ki, kitap yayınlanmadan, Fatma Yalçı okumuş ve bu kitaptan yararlanmış ve bunu kaynakçada da belirtmiş.

Bu Tarihsel Materyalizm ile Fatma Yalçı'nın kitabı karşılaştırılarak, bu etkilenmenin derecesi incelenebilir. Kitapta Fatma Yalçı'ya özgü olan bulunabilir ve onun fikirlerinin Kıvılcımlı üzerindeki etkileri araştırılabilir.

*

Tabii kitabın Fatma Yalçı'ya ait olması gerçeğinin bir de bu kitabı Hikmet Kıvılcımlı adıyla yayınlayan Süleyman Şaşmaz'a ilişkin sonuçları var.

Birincisi, Şaşmaz'ın ciddi bir bilimsel hassasiyet göstermeden kitabı Kıvılcımlı'ya mal etmesi. Bu Neşe Özgen'in eseri Kıvılcımlı'nın sanması gibi bir hatadan farklıdır. Neşe Özgen’in yanlışı, konu üzerine yoğunlaşmamış olmakla, yaygın kanıları doğru kabil edip benimsemekle ilgilidir. Bu her alanda herkesin yaptığı bir hatadır. Ama bir kitabı yayınlamak söz konusu olunca, o zaman başka kriterler gündeme gelir.

Kaldı ki, Süleymen Şaşmaz, Fatma Yalçı adıyla yayınlanmış bir kitabı Kıvılcımlı adıyla yayınlarken, bunu niye yaptığına dair kanıtlarını getirmesi gerekirdi. Bunu yapmadığı gibi, tersi yöndeki kanıt ve soruları da şu ana kadar cevapsız bırakmış bulunmaktadır.

Diyelim ki eser Kıvılcımlı'nındı. Bu takdirde bile, bir kadının adını o eserin tarihiden silerek, "kadının adı yok" demektedir. İşin ilginci, kendi tezleri de, özellikle kadın ve aile konularında Marks, Engels, Kıvılcımlı'yı aştığı gibi bir noktada toplanmaktadır. Ama bu somut tavır, kendi tezleri hakkındaki tezlerini oldukça zayıflatmaktadır.

Öte yandan, Süleyman Şaşmaz, görüşlerini, büyük ölçüde, Sosyete ve Teknik'in Hikmet Kıvılcımlı'ya ait olduğu var sayımına ve kabulüne dayandırmaktadır. Kitap Kıvılcımlı'ya ait olmadığına göre, bütün tezleri anlamını yitirmektedir.

Ama sadece bu kadar da değil. Süleyman Şaşmaz, bu kitabı aynı zamanda, kendi katıklarının ilham kaynağı olarak ta almaktadır. Kendi geliştirdiği görüşlerin ilkel formülasyonları olarak görmektedir. Ama bu kitap Kıvılcımlı'nın olmadığına göre, öyle olsa bile, yani bu kitaptaki görüşleri mantık sonuçlarına götürmüş olsa bile, Kıvılcımlı'nın değil, Fatma Yalcı'nın görüşlerini ilham kaynağı olarak almış ve geliştirmiş demektir. Yani bir "Kıvılcımlıcı" değil, bir "Yalçıcı"dır.

"Yalçıcı" ama Yalçı'yı tarihten silen ve onun kitabını Kıvılcımlı'ya mal eden bir “Yalçıcı”.

*

Bu vesileyle, şu basit e-mail grubunun yarattığı tartışma ortamının bile ilginç ve verimli tartışmalara yol açtığını kabul etmek gerekiyor. Neşe Özgen'e ve Latife Fegan'a gösterdikleri hassasiyetle konunun üzerinde tekrar durulmasına yol açtıkları ve Sadık Göksu'ya da, bir yanlış bilgilenmeyi ve tarihsel adaletsizliği giderdiği için teşekkür etmek gerekiyor.

28 Mayıs 2001 Pazartesi

Saygılarımla

Demir Küçükaydın

demir@comlink.de

http://www.comlink.de/demir/

(Bu yazı Kıvılcımlı adlı e-grup’a yollanmıştı.)

Hiç yorum yok: