27 Kasım 1978 Pazartesi

Marksist Leninist Öğretinin Gelişimi ve Hikmet Kıvılcımlı

"Biz, Marks'm teorisini tamamlanmış ve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine biz onun, eğer yaşama ayak uydur­mak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrul­tuda geliştirmek zorunda oldukları bilimin sadece bir temel taşını koyduğuna inanı­yoruz."
(V.I.U. Lenin, "Programımız", 1899)

Sosyalizm 130 yıldan beri bir bilimdir. Ve bir bilim olarak, bir evrim geçirmekte­dir. Ve nihayet Bilimsel Sosyalizm, kendi evrimini de açıklayabilen, kendinin bilincinde olan tek bilimdir.
Örneğin, fizik biliminin gelişimini, fizik yasalarını konu alan fizik bilimi açıklayamaz. Çünkü, fizik biliminin evrimi fiziksel bir olay değildir. Fiziğin bir bilim ola­rak evrimi, fizik biliminin konusuna girmez.
Bilimsel Sosyalizm için, durum, bütünüyle buna zıttır. Sosyalizmin bir bilim ola­rak evrimini, yine Bilimsel Sosyalizm açıklayabilir. Nasıl madde insanda kendi bilin­cine vardıysa, bilimler de Bilimsel Sosyalizm'de kendi bilincine varmıştır.
Bilimsel Sosyalizm'e göre, konusu olan olaylar gibi, bilimler de, bizzat bir ev­rim, bir gelişim, bir değişim içindedirler. Ve Bilimsel Sosyalizmin kendisi de, bir bilim olarak bu yasanın dışında değildir.
Bilimsel Sosyalizm, konusu olan toplumun hareketini, daha dakik, daha derin ve kapsamlı olarak açıkladıkça, kendi hareketini gerçekleştirir. Ve kendi hareketini ger­çekleştirerek, fiilen bir "dogma", bir "sistem" olmadığını, bir bilim olduğunu kanıtlar. Ama öte yandan, bu fiili kanıtın, yani Bilimsel Sosyalizmin bir bilim olarak hareketi­nin gelişim prosesinin, açıklanması yine Bilimsel Sosyalizmin konusuna girer. Çünkü, Bilimsel Sosyalizmin, bir bilim olarak, gelişim prosesi: toplumsal bir prosedir.
İşte, bu yazıda konumuz, bir bilim olarak, Bilimsel Sosyalizmin evrimine egemen olan genel ve özel yasaların neler olduğunu, bu evrimin hangi tarihsel ve sosyal olanak ve zorunlulukların sonucu olarak nasıl gerçekleştiğini incelemektir.
Yalnızca evrimi, gelişimi, hareketi kabul etmek: henüz, proleter, ya da sos­yalist, ya da bilimsel, ya da diyalektik bir kavrayış değildir. Evrimin, birikimlerle ve sıçramalarla, zaman zaman geriye dönüşlerle ve birden ileriye atlayışlarla gerçekleşen karmaşık süreçler olduğu kavrayışı: proleter, bilimsel, sosyalist ya da diyalektik mad­deci bir kavrayıştır.
Bu genel yasaya uygun olarak, Bilimsel Sosyalizm'in gelişimi de "düz" bir süreç değildir. Bilimsel Sosyalizm de, uzun birikimlerle, geriye dönüşlerle ve sıçramalarla belirlenebilecek bir evrim içindedir.
Bilimsel Sosyalizm'in evrimini ve bu evrim içinde Dr. H. Kıvılcımlı'nın yerini açıklayabilmek için diyalektik bir evrim kavrayışı gerekli şarttır. Belki herkes, pren­sip olarak, böyle bir kavrayışın doğruluğunu kabul eder. Ama çoğu kez, "düz" bir evrim kavrayışı, farkına bile varmadan zihinlerde gizli egemenliğini kuruverir. Ve biz­zat bu gizli egemenlik bile, evrimin karmaşık, çelişik gidiş olduğu yolundaki evren­sel yasanın gerçekleşmesinden başka bir şey değildir.
İkinci Enternasyonal'in oportünist kocakarıları, böyle metafizik, "düz" bir ev­rim kavrayışı içinde olduklarından, geri ülkelerde bir sosyal devrim olanağını göremiyorlardı. Onların anlayışınca, mademki üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında zorunlu bir uygunluk vardı, o halde sosyalizm kapitalizmin en geliştiği ülkelerde ülkelerde kurulabilirdi!.. Bu metafizik anlayışın sakatlığını, Tarihin diyalektik gidisi kanıtladı. Ama bu anlayış, çok daha başka biçimler altında sürüp gidiyor.
Biz, burada, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın Bilimsel Sosyalizmin evrimindeki yerinden söz ederken, kimilerinin kıs kıs güldüklerini görür gibi oluyoruz... O gülenlerin çoğu şuna benzer düşünceler içindedir: "Evet, Bilimsel Sosyalizm bir evrim içindedir. Ama işte bu teori sosyalist ülkelerde en geniş maddi ve manevi olanaklar içinde geliştiri­liyor. Kıvılcımlı türünden, Türkiye gibi geri bir ülkede, hele ömrünün 22 yılını yarı derebeyi bir toplumun zindanlarında geçirmiş bir insanın sosyalist teorinin gelişimine ne gibi katkıları olabilir?" vs., vs.. Bu türden itirazlarla bu satırların yazan pek çok kez karşılaşmıştır. Ve bu tarz düşünceler yalnız bize has da değildir. Sosyalist veya ileri kapitalist ülkelerin sosyalistlerinde de, açıkça itiraf edilmese de, bu tür bir yak­laşım oldukça yaygın bir egemenliğe sahiptir.
Hemen görüleceği gibi, bu tarz bir yaklaşım, özünde, ikinci Enternasyonal ko­cakarılarının anlayışından farksızdır. Ve bu tür bir anlayışla, elbet, Bilimsel Sosyalizmin geçirdiği evrimin çelişkili karakterini kavramak olanaksızlaşır.
Bilimsel sosyalizmin evriminin en genel kanevası söyle çizilebilir.
1848 - 1871 arasında Bilimsel Sosyalizm, onlarca sosyalist eğilimden biri olarak vardır. Teori planında zaferler elde etmiş olmasına rağmen, pratikte, onlarca sos­yalist hareketten biri durumundadır. Ama Bilimsel Sosyalist teorinin tüm temelleri esas olarak bu dönemde geliştirilmiştir.
1871 - 1917 arası, bilimsel sosyalist teori, sosyalist tarikatları pratik olarak ye­nilgiye uğratmış, tüm kapitalist ülkelerde ulusal partiler biçiminde örgütlenmiştir. Bilimsel sosyalist fikirler hızla yaygınlaşmıştır. Ama bu yaygınlığa karşılık, Rusya'daki küçük Bolşevik Partisi dışında hiç bir teorik ilerleme yoktur. Aksine teorinin tüm devrimci özü giderek unutulmakta, bayağılaştırmaktadır. Görünüşte, teori ge­rilemiştir. Ama geri Rusya'da doruklarından birine ulaşmıştır.
Lenin'in ölümünden beri, Marksizm - Leninizm milyonlarca proleterin bilincine yerleşti. Sosyalizm bir dünya sistemi oldu. Ama sosyalist teori, bu teorinin temel kavramları, Marks-Engels-Lenin'in bıraktığı yerde kaldı. Hatta giderek yüzeyselleşti, bayağılaştı.
Ama bu gerçekliğin yalnızca bir yanıdır. Onun görünmeyen derinliklerinde hız­lı akıntılar vardır. Bilimsel Sosyalizm, 1930'lardan beri, büyük gelişmeler kaydetmiş­tir. Şimdi içinde bulunduğumuz dönemin ise, teorideki bu muazzam sıçramanın yay­gınlaşması ve pratik zaferler kazanması dönemi olduğu söylenebilir. Hemen belirtelim ki, bu muazzam sıçrama, Dr. Hikmet Kıvılcımlı adına bağlı olarak Türkiye'de gerçekleşmiştir.
Her bilimin dayandığı temel kavram ve kategoriler vardır. Bu temel kavram ve kategoriler üzerinde ikincil, üçüncül kavram ve kategoriler silsilesi yükselir. Bilimlerin gelişimi boyunca, olaylar öyle bir 'noktaya gelir ki, o, en temel kavram ve katego­rilerde belli bir devrim başarılamadan, o bilimin her türlü ilerleyişi olanaksızlaşır. İşte o zaman o bilim, en temel kavramlarında kökten bir değişiklikle sonuçlanacak bir bunalım dönemine girer. Bilimlerin evriminin, bu karmaşık ve sıçramalı gi­dişinin en klasik örneği fizik biliminde görülür. Bu bilimdeki bunalım, fiziğin en temel zaman, mekan, hız gibi kavramlarının gözden geçirilmesiyle sonuçlanmıştır ve ortaya bugünkü Modern Fizik kavrayışı çıkmıştır.
Bilimsel sosyalist öğretinin esas temeli Diyalektik ve Tarihsel Maddeciliktir. Diyalektik ve Tarihsel maddeciliğin tüm temel kavramları, en az yüz yıl önce Marks Engels'in formüle ettikleri gibi durmaktadırlar. Hatta pratikte, (ya da "resmi Marksizm"de diyelim) belli bir gerileme ve bayağılaşma, yüzeyselleşme söz konusudur.
Her okuyucu, sözüm ona, bilimin en son keşifleri ışığında, diyalektik ve tarihi materyalizmi anlatan kitapları bir elden geçirerek, bayağılaştırmanın ulaştığı muazzam boyutlar hakkında birinci elden bir görüşe sahip olabilir.
Okuyucuya kolaylık olsun diye, küçük bir örnek verelim. Afanasiyev, bugün, Sovyetler Birliği'nin en büyük felsefe teorisyenlerinden biri olarak bilinmektedir. Afanasiyev'in, Türkçe'de iki ciltlik diyalektik ve tarihi materyalizm kitabı yayınlandı. Ve Afanasiyev sözde anti Maocu'dur. Ama bu kitabın, çelişkiler bahsini okuyan her oku­yucu, orada anlatılan iç, dış, bas çelişki gibi kavramların hepsini Mao'nun "Çelişkiler üzerine" başlıklı yazısından kaynaklandığını hemen tesbit edebilir. Ve Mao'nun bu makalesi, Marksizm'in devrimci özüne, yani diyalektiğin, yani çelişkilerin öğretisi­nin özüne yapılmış en büyük saldırıdır.
İşte, Bilimsel Sosyalizmin temeli olan diyalektik ve tarihi materyalizmin temel kavram ve kategorilerinin Marks-Engels'den beri hiç geliştirilmediği, aksine bir geri­lemenin varlığı, bir bayağılaştırma, en kör göze batan bir gerçeklik olduğuna göre, Bilimsel Sosyalizm içinde her türlü oportünizmin yedi başlı bir ejderha gibi her yer­den bas vermesine hiç şaşmamak gerekir.
Evet, Bilimsel Sosyalist öğreti, doğuşundan beri, tarihindeki en büyük bunalımı yasamaktadır. Gerçi öğreti, ikinci Enternasyonal döneminde de bir bunalım geçirmiş­tir ve Lenin'in katkılarıyla bu bunalım asılmıştır. Ama bugünkü bunalım farklı bir nitelik taşımaktadır. Geçen bunalım, diyalektik ve tarihi materyalizmin temel kavram ve kategorileri üzerinde yükselen öğretinin ekonomi, sınıf, taktik, örgüt gibi sorunları çerçevesindeydi. Ve o düzeydeki kavram ve kanunlarda başarılan gelişmelerle bunalımın üstünden gelinebilmiş, bayağılaştırmalara ve oportünizme karşı kesin zaferler kazanılabilmişti. Ama bugün durum bütünüyle farklıdır, özellikle Tarihi maddeciliğin en temel kavramlarında ve kategorilerinde belli bir yükseliş sağlanmadan, oportuniz­me öldürücü darbeler indirilemez, oportünizmle savaşta teorik zaferler, entelektüel zaferler kazanılamaz.
İşte, Dr. H. Kıvılcımlı'nın, tarihsel maddeciliğin en temel kavramlarında sağ­ladığı gelişme, oportünizmle savaşın zaferi için güçlü silahlar sağlamaktadır. Dr. H. Kıvılcımlı, özellikle Tarihsel Devrim kavramı ve Tarihsel Devrim olgusunu açıklamak için Üretici Güçler Teorisinde sağladığı gelişme ile, Marksist öğretinin temeli olan Tarihsel Maddeciliğin en temel kavramlarında gerçek bir devrim başarmıştır, Üretici Güçler kavramında sağlanan gelişme, sosyalist teorisyenlerce eski kavramlar çer­çevesinde şimdiye kadar açıklanamayan ve açıklanamadığı için de görmezden gelinen binlerce olguyu açıklayacak bir anahtar sağlamaktadır.
Kıvılcımlı'nın bu keşfi yirminci yüzyılın başlarında, fiziğin en temel kavramlarında yapılan devrime benzetilebilir. Keşif hakkındaki bu genel sözlerden sonra, keşfin kendisine geçebiliriz.
Evrendeki tüm varlıklarda, evrensel bir kural olarak, bir "çekirdek" ve o çekir­deği çevreleyen bir "zarf" (kılıf, zırh) ve bunlar arasında karşılıklı etkileşim, zıtlık ve birliktelik görülmektedir.
Astronomi bilimi galaksilerin ve hatta galaksi gruplarının ortasında, çevreden daha başka özellikler gösteren bir çekirdeğin varlığını kanıtladı. Aynı şekilde tüm gezegenlerin de, yıldızların da çekirdekleri ve çekirdeği saran zarfları, kılıfları var. Ve bu çekirdeklerle zarflar arasında zıt yönde kuvvetler, karşılıklı etkileşmeler...
Aynı şey, atomlarda da geçerlidir. Atomların da yoğun ve ağır bir çekirdeği ve bu çekirdeği çevreleyen elektronları ve bunları arasında karşılıklı etkiler...
Hücre, ki canlının temel taşıdır, yine bir çekirdek ve onu çevreleyen stoplazmadan oluşur.
Canlıyı ve organlarını bir bütün olarak göz önüne getirirsek, onların fizyolojisi, fonksiyonları çekirdeğidir, anatomisi, o çekirdeği sarmalayan kılıf.
Modern bilimler, çekirdek ve onu sarmalayan zarf arasındaki ve çekirdeğin ken­di özündeki çelişkileri inceleyerek, evrim süreçlerinin daha tam bir analizini yapabil­mektedir.
Nükleer fizik (yani çekirdek fiziği): atom çekirdeğindeki çelişkileri ve süreçleri ele almaktadır.
Modern astronominin de bir Nükleer Astronomi olduğu söylenebilir. Gerçekten de yıldızların, beyaz cücelerin, kırmızı devlerin evrimi, onların çekirdekleri ve çevre­leri arasındaki zıt etkiler çözümlenmeden, ya da en azından bu çelişkileri ele alan teoriler olmadan açıklanamamaktadır.
Yeryüzünü düşünelim. Yeryüzü kabuğundaki değişmeleri inceleyen jeoloji, yeryü­zünün orta sıcak çekirdeği ile soğuyan kabuğu arasındaki çelişkileri ele almadan yer­yüzündeki hareketleri açıklayamaz.
Modern biyoloji, bir Nükleer Biyolojidir. Artık, hücre çekirdeğinde yer alan DNA (dioksiribonükleikasit) moleküllerinin basamakları değiştirilerek, hiç bilinmeyen özellikler gösteren canlılar "genetik cerrahi" denen teknik aracılığıyla yaratılabiliyor.
Hemen şu soru kendini dayatıyor: Peki toplumun "çekirdeği" nedir?
Bir bütün olarak toplumun çekirdeği: ekonomi temelidir. Ama ekonomi teme­linin de bir çekirdeği vardır: üretici güçler, Üretici Güçler çekirdeğini çevreleyen zarf da Üretim İlişkileridir.
Maks'ın Tarihin Maddeci Kavranışını ve Devrim Teorisini (yani toplum hareke­tinin teorisini) veciz bir şekilde açıkladığı, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkının Önsözü'nde Üretici Güçler, ekonomi temelinin çekirdeği olarak koyulmakta ve devrim teorisi, üretici Güçler çekirdeği ile, üretim İlişkileri kılıfı arasındaki karşılıklı çeliş­kilerle açıklanmaktadır. Marks şöyle yazıyor:
"Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifa­desinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler, üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar."
(Bu alıntının yapıldığı satırlar, Marksist-Leninist öğretinin temeli olan Tarihsel Maddeciliğin açıklandığı bölümdür. Ve öğretinin temeli olan tarihsel maddecilik topu iki sayfa bir yer tutmaktadır.)
Marks, yukarıdaki alıntıda açıkça görüldüğü gibi, toplum hareketini, devrimleri, üretici güçler ve üretim ilişkileri kavramlarıyla açıklamaktadır. Ve burada tayin edici önemde olan: Üretici Güçler kavramıdır.
Ama Marks, nasıl büyük harflerle bir Mantık bırakmayıp, Kapitalin Mantığını bıraktıysa, benzer şekilde, büyük harflerle bir Üretici Güçler Teorisi bırakmadı.
Toplum'un, daha doğrusu, toplum temelinin çekirdeği olan Üretici Güçler, top­lum hareketini inceleyen Devrim Teorisinin de (yukarıda aktarılan bölümde açıkça görüldüğü gibi) temel kavramıdır.
Nükleer fizik, nasıl atomun çekirdeğini, nükleer biyoloji nasıl hücre çekirdeğindeki DNA moleküllerini çözümlemekteyse, nükleer toplum ve tarih bilimleri de, toplum temelinin çekirdeğini oluşturan üretici güçler kavramından hareket etmek zorun­dadır.
İşte, Kıvılcımlı, somut tarihteki toplum hareketinin yasalarını incelerken, Tarih­sel Devrim olayını açıklamak, yani, yukarıda aktarılan devrim teorisini geliştirmek, bunun için de üretici güçler kavramını geliştirmek zorunda kaldı. Böylece, Marksist öğretinin en temel kavramlarında ve devrim teorisinde bir sıçrama gerçekleştirdi, bir devrim gerçekleştirdi. Bu keşif aynı zamanda, Tarih biliminin klasik birikim aşa­masından çıkıp, klasifikasyon aşamasına sıçraması anlamına geldi. Yani Kıvılcımlı, bu keşfiyle Nükleer Tarih bilimini kurdu. Kendisi bunu şöyle yazmaktadır:
"Bugün insan, yağmur yağdırabiliyor: ne rasathanecilikle, ne yağmur duası ile... Taşı da altın edebiliyor: ne simyagerlikle, ne kimyagerlikle... Olaylar arasındaki gerçek münasebetleri düşünen ve düşünceyi gerçek olaylardan çıkaran bilimle.
"Tarih biliminde olaylara karşı yağmur rasathaneciliği, yahut yağmur duacılığı sürüp gitmektedir.
"Tarihi modern bilim durumuna getirmek için:
"1 - Genel Olarak: Tarih simyasını, tarih kimyasına çevirmek,
"2 - Özel Olarak: Tarih kimyasından "Nükleer" tarihe geçmek, artık zamansız
sayılamaz. .  .....,
"Nükleer Tarih: MEDENİYETLERLE BARBARLIKLARIN GÜREŞİ bakımından Ta­rihi ele almak diyalektiğidir."
(Tarih Devrim Sosyalizm, s: 50)
Bu ne demektir? Ve nükleer Tarih, Marksist öğretinin temel kavramlarında ne gibi bir gelişmeye yol açmıştır? Kısaca bunu görelim.
Devrimler Tarihin lokomotifidirler. Toplum da evrendeki tüm diğer varlıklar gibi, birikimlerle ve sıçramalarla hareket eder. Toplumdaki sıçramalara özel olarak devrim denir. Devrimleri, yani toplum hareketlerindeki sıçrama konaklarını yalnızca sınıflı toplumlara has bir süreç olarak görmek son derece yanlış bir düşüncedir. Top­lum, sınıflı olsun sınıfsız olsun, tüm aşamaları boyunca devrimlerle yol alır, dev­rim konaklarından geçer. Ama sınıflı toplumdaki devrimler bir medeniyetin ya da bir sınıfın egemenliğinin yıkılışıyla gerçekleşirler. Yoksa, toplum denen varlık var oldukça, üretici güçler ve üretim ilişkileri çelişkisi ve dolayısıyla bu çelişkinin birikim ve sıçramalarla göstereceği nitelik değişiklikleri varolmaya devam edecektir.
Özel olarak sınıflı toplumlarda, üretim ilişkileri belli bir bölük insanın ya da egemen sınıfın varlığıyla özdeşleşirler. Belli bir grup insanın varlığı ve çıkarları, va­rolan üretim ilişkilerinin devamına bağlı olunca, sınıflı toplumlarda, üretim ilişkileri egemen sınıfta ve onun egemenliğini koruma aracı olan devlet, hukuk, ideoloji vs. de ete kemiğe bürünür.
Bu durumda üretici güçler, kendisini boğan üretim ilişkilerinin varolan biçimini değiştirebilmek için, aynı şekilde belli bir insan grubunun eyleminde ete kemiğe bü­rünmek zorundadır. Modern toplumdaki sınıflar çatışması, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çatışmanın ete kemiğe bürünmesinden başka bir şey değildir. Onun içindir ki devrimci sınıf en büyük üretici güçtür.
"Genel Olarak Devrim nedir? Prensip olarak:
"Sınıflar zıtlaşması üzerine kurulu her Toplum için ezilen bir sınıf hayati bir zarurettir. Ezilen sınıfın kurtuluşu için: daha önce edinilmiş üretici güçlerle, varolan sosyal münasebetlerin artık birlikte var olamaz bulunmaları gerektir. Bütün üretim aletleri içinde en büyük üretici iktidar (güç), devrimci sınıfın ta kendisidir. Devrim­ci elemanların sınıf olarak örgütlenmesi: eski toplum içinde meydana gelebilecek olan bütün üretici güçlerin varolduğunu farz ve kabul ettirir."
(Marks; Felsefenin Sefaleti).
Üretici güçler, üretim ilişkileri zırhını kırabilmek için (ki onun kırılmasını güç­leştiren, üretim ilişkilerinin üretici güçler üzerindeki etkisinin bir sınıfın egemenliği biçiminde ortaya çıkmasıdır) modern toplumda, var olan egemen sınıfı, yani üretim ilişkilerinin hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerini yıkabilecek bir devrimci sınıfı bulabilir. Ama bu bütün sınıflı toplumlarda böyle mi olmuş­tur? Hayır. Kapitalizm öncesinde, Antika Medeniyetlerde Üretici Güçlerin, varolan Üre­tim ya da Mülkiyet ilişkilerini yıkmak için etine kemiğine bürüneceği, egemen sınıf üzerinde fiziki bir etki yapabileceği devrimci sınıf yoktur.
Devrimci bir sınıf olmazsa ne olur?
Lenin söyle yazıyor :
"Ne ezilen sınıflara uygulanan baskılar, ne de ezen sınıfların bunalımları, başlı başına devrim yaratabilir; ülkede, pasif baskıya katlanma durumunu aktif ayak­lanma durumuna dönüştürecek bir devrimci sınıf olmadığı takdirde, bunlar sadece çöküntü yaratır."
İşte, kısa modern tarih bölümü hariç, binlerce yıllık sınıflı toplum tarihinde, sorun tam da böyle ortaya çıkar. Ortada, üretici güçlerin etine kemiğine bürüneceği bir devrimci sınıf yoktur. Serf ya da köle devrimci bir sınıf oluşturmaz.
Peki o zaman ne olacaktır? Üretici güçler, hangi somut toplumsal güç biçiminde üretim ilişkileri ya da mülkiyet ilişkileri kabuğunu kıracaktır? İşte bu noktada, tüm sınıflı toplumlardaki devrimleri açıklayabilecek bir Devrim Teorisi kurabilmek için, Üretici Güçler kavramını derinleştirme zarureti ortaya çıkar. Çünkü, antika Ta­rihte, bulunmayan devrimci sınıfın işlevini, barbarların kolektif aksiyonu başarmak­tadır. Ama barbarın kolektif aksiyonu, onun geleneği sayesinde varolabilmekte, ge­lenek: kolektif aksiyon biçiminde ortaya çıkmakta, kolektif bir aksiyonu mümkün kılmaktadır, öte yandan barbarlar, yeni coğrafi güçleri de harekete geçirmektedir.
Nasıl devrimci sınıf en büyük üretici güçse, antika tarihte de, barbar gelenek­lerinden kaynaklanan barbarın kolektif aksiyonu en büyük üretici güçtür. Böylelik­le, ilkel sosyalizm gelenekleri, somut tarih işleyişinde bir üretici güç olarak ortaya çıkar.
Sorunun nasıl koyulduğunu, Tarih Devrim Sosyalizm'den okuyalım :
"Şimdi burada genellikle deyimlendirilen Devrim şartlarını, Tarihsel Devrim
problemi ile karşılaştıralım:
"l - Antika Medeniyetler 'sınıflar zıtlaşması üzerine kurulu bir Toplumdur.
Orada ezilen sınıf: kölelerdir.
"2 - Kölelerin kurtuluşu için antika üretici güçlerle, antika üretim münasebetleri arasında 'birlikte varolmaz'lık yetmiş midir? Hayır. Bu moda deyimiyle 'coeksiztans : birlikte varoluş' imkansızlığı, ne köleleri, ne antika medeniyetleri kurtarabilmiştir. Tersine bütünüyle Toplumu batırmıştır. Neden? Tarihsel maddeciliğin üçüncü şartına geliyoruz.
"3 - Çünkü, Antika medeniyetlerde 'En büyük üretici güç olan devrimci sınıf yoktur. O neden?
"4 - Çünkü: Antika medeniyetlerde "Devrimci elemanların sınıf olarak örgüt­lenmesini gerektiren bütün üretici güçler "Eski toplumun içinde meydana" gele­memiştir. Ve o yüzden medeniyet batmıştır.
"Tek başına her kadim medeniyet için doğru olan bu kural, bir antika mede­niyet battıktan sonra, başka bir antika medeniyetin doğuşunu aydınlatmakta yeter­siz kalır. Bir medeniyet batmıştır, ama 'medeniyetler' hiçbir vakit yeryüzünde sona er­memişlerdir. Antika Tarihin hiçbir çağında insanlık bütünü ile medeniyetten uzakla­şıp, ebediyyen barbarlığa dönememiştir. Tersine, her batan medeniyetin yanıbaşına yeni bir medeniyet, (Hatta kendi üzerinde bir Rönesans) daima doğuvermiştir.
"Antika medeniyetleri deviren güç, toplumun kendi içinde doğma, amacı belirli bir sosyal sınıf olmamışsa da, Toplumun dışından başka bir toplumun vurucu gü­cü gelmiş, eski medeniyeti baskınla yıkıp yerle bir etmiştir. Bu dışardan gelen güce, Greklerin 'Yabancı: Ecnebi' anlamına kullandıkları 'BARBAR' adı veriliyor. (Osmanlı atalardan dirlikçi olmayan öteki yurttaşlara 'ecnebi' derdi.) Tarihsel maddeciliğe göre:
'Güç (zor, acı, kuvvet): yeni bir topluma gebe olan her eski Toplumun ebesidir. Gücün kendisi de bir ekonomik kudrettir.'
"Antika Tarihte 'güç' barbar kılığına girip medeniyet toplumunu yıkıyordu. Bu en görmek istemeyecek bir göze batan olaydı. Yıkış sebebi: eski medeniyetin 'Gebe' olmayışından ileri geliyordu. Eski medeniyet yıkıldıktan sonra, doğan yeni medeni­yetin hangi üretici güç, nasıl 'ebesi' oluyordu. Problem bu idi. Yanlız bu noktanın aydınlatımı. Tarihsel Devrimlerin en kör düğümünü çözebilirdi. Ne çare ki, Tarihsel maddeciliğin keşfedildiği günden beri, resmi Tarihsel bilimler (Fransızca'nın akar deyimiyle 'c'en etait fait': işi bitik) duruma gelmişlerdi."
(Tarih Devrim Sosyalizm, s: 24)
Bu uzun alıntıda, sorunun nasıl, Antika Tarihteki devrim problemini açıklayabil­me ve genel bir devrim teorisi kurabilmeye bağlı olarak ortaya çıktığı açıkça görül­mektedir. Antika Tarihte, devrimci sınıfın yokluğunu barbarlar yüklenmiştir. Barbar­lık bir üretici güç olarak ortaya çıkmaktadır. Sorun ortaya böyle çıkınca, üretici Güçler Teorisi şöyle koyuluyor:
"(...) Diyalektik metotlu klasik Tarihsel maddecilik: hangi çağda olursa olsun, insan Toplumunun, genel olarak ve son duruşmada, ÜRETİCİ GÜÇLERle hareket et­tiğini göstermiştir. Ama, özellikle her çağda ve hele bir çağdan ötekine geçiş konağı içinde, o yere ve zamana göre somut olarak hangi 'üretici Güçlerin ayrı ayrı nasıl rol oynadıklarını araştırma ve bulma yetkisini, artık Felsefe yerine yalnız ve ancak olaylara dayanan sırf Bilime ısmarlamıştır.
"üretici Güçleri başlıca dört bölüme ayırabiliriz :
"l - TEKNİK: Toplumun tabiatle güreşinde kullandığı cansız araçlar ve kul­lanımları. Aygıtlar, avadanlıklar (Aletler, cihazlar) ve metotlar (usuller),
"2 - COĞRAFYA: Toplumu doğrudan doğruya dışarıdan, daha doğrusu mekan içinde çevrdiyen maddi ortam, İklim, Tabiat vs.
"3 - TARİH: Toplumu doğrudan doğruya içeriden, daha doğrusu zaman için­de çevreleyen manevi ortam. Gelenek, görenek kalıntıları vs.
"4 - İNSAN: Toplumun gerek dış maddi ortamını, gerek iç manevi ortamını teknik araçla isleyen Kolektif Aksiyon (Topluca Eylem), Zor ve şiddet anlamlı "Güç", vs.
"Sosyoloji bakımından yukarki dört ÜRETİCİ GÜÇLER dalından yalnız birisini, TEKNİK üretici gücü ele almak mümkündür; soyutlaştırılmıs (tecrit edilmiş) sosyal olaylar hiç değilse bir kerteye dek teknikle aydınlatılabilir. Hele modern çağda Tek­nik olağanüstü gelişkin olduğundan, öteki üç grup üretici güçler belirli süre için de­ğişmez sayılırsa, yalnız başına Teknik üretici güçler, sosyal olayların gidisinde jalon (yol gösterici sırık) rolünü oynayabilir.
"Tarih bakımından Teknikle birlikte, (Coğrafya-Tarih-İnsan) sözcükleriyle özet­lediğimiz öteki üç üretici güç de ele alınmadıkça yeterli aydınlığa kavuşulamaz. Çün­kü, Tarih son derece somut bir konudur. Robenson masalındaki gibi tek başına kal­mış uyduruk insanın değil, gerçek insanın eylemidir. Gerçek insan: hem TOPLUM YARATIĞIDIR, hem TOPLUM YARATICI'dır. Tarih, o gerçek insanın : belirli geçmi­şinden kalma gelenek göreneklerle, içinde yaşadığı belirli Coğrafya ve iklim şartları­na göre, belirli bir tekniğe ve metoda dayanarak yaptığı yaşama güreşinde, gene belirli bir seviyeye ulaşmış Kolektif aksiyonundan doğar ve gelişir. Tarihte her şeye can veren bu kolektif aksiyondur.
"Onun için, araştırmamız SOMUT TARİH olduğu ölçüde, insan aksiyonunu, ma­nivela gücüyle on kat, yüz kat, ve ilh. büyüten üretici tekniği elbet başta tutacak­tır. Ama hele Antika Tarih Toplumunda yalnız başına teknik, insanı umutsuzluğa düşürecek kadar yavaş gelişmiştir. Buna karşılık: her toplumun içinden çıktığı Tarih gelenek görenekleri, içine girdiği Coğrafya etki-tepkileri altında gösterilmiş, insanca kolektif aksiyon Teknikten hızlı davranmıştır, denilebilir. Onun için, özellikle antika Tarihte, dört küme üretici güçlerin dördünü birden hesaba katmak gerekir. Yalnız tek­nik, olayların tümüyle aydınlanmasını değil şemalaştırılmasını bile yapmaya yetemez.
"Modern Toplumda Teknik : maddi coğrafya ve Manevi Tarih üretici güçlerini öy­lesine kökten ve kolaylıkla havaya uçurabiliyor ki, Toptum hareketinde yalnız teknikle, kolektif aksiyon karşı karşıya kalmış gibidir. Gene de, hangi toplum biçiminde olursa olsun insan: l - Kendinden önce gelmiş, geçmiş kuşaklardan arta kalan gelenek-göreneklere göre, 2 - İçinde bulunduğu coğrafya ortamına göre, 3 - Elinde tuttuğu Tekniğe göre bir kolektif aksiyon başarır. Tümüyle insanlığa, dört başlı üre­tici güçler içinde Teknik: en son duruşmada ağır basmıştır. Ama, Antika Tarihte her belirli Medeniyet için: Kolektif aksiyon üretici gücü azaldığı zaman, coğrafya üre­tici gücü durmuş, görenek ve geleneğin üretici gücü dağılmış, Teknik gerilemiştir. Böyle bir Medeniyet karşısında : tekniği daha güçlü olmasa bile, yeni bir coğrafya üretici gücü temsil eden gelenek-görenek ve Kolektif aksiyon güçleri daha üstün olan geri bir barbar toptum, kolayca zafer kazanmıştır." (Tarih Devrim Sosyalizm, s. 78)
Böylece bu uzun alıntıyla, hem Dr. H. Kıvılcımlı tarafından geliştirilen üretici güçler teorisinin özlü bir anlatımını görmüş, hem de, nükleer (çekirdekçil) bir tarih biliminin, neden barbarlarla medeniyetlerin diyalektiği olduğu sorusuna da belli bir açıklık getirmiş oluyoruz.
Hemen görülmektedir ki, yalnızca modern toplumun değil, tüm toplumların çe­lişkili gidişini açıklayabilme, yani bir genel devrim teorisi geliştirebilme gereği, üre­tici güçler kavramında bir gelişmeyi şart koşmakta, temel kavramdaki bu gelişme de, hem bir nükleer tarih biliminin kurulmasını gerekli kılmakta, hem de nükleer bir tarih bilimiyle mümkün olmaktadır. Olmuştur. Böylece, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, bir yandan nükleer Tarih biliminin kurucusudur, Diğer yandan Marksist-Leninist öğreti­nin, esası olan Tarihsel Maddeciliğin en temel kavramlarında, onları daha derin, daha dakik ve daha kapsamlı yaparak, belli bir ilerleme, belli bir sıçrama sağlamaktadır. Ve bu ilerleme, Bilimsel Sosyalizmin 130 yıllık tarihinde bugün karşılaştığı bunalımı aşabilmesini, ve bu bunalımdan kaynaklanan ideolojik sapıtmalara karşı teorik za­ferler kazanabilmesini mümkün kılmaktadır. Ve Bugünkü teorik bunalımın aşılabilme­si, Tarihsel maddeciliğin en temel kavramlarında -Kıvılcımlı tarafından başarılmış olan- bir devrimi gerekli kılmaktadır.
Yazının basında, Bilimsel Sosyalizmin de, çelişkili karmaşık bir evrim içinde ol­duğundan söz etmiştik. Bu konuyla ilgili olarak bir somut örnek verelim.
Bugün, Türkçe'de Diyalektik ve Tarihi maddeciliği anlatan onlarca kitap var. Her okuyucu, bu kitaplarda anlatılan devrim ve üretici güçler teorisiyle, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'dan yukarıda aktardığımız bölümleri şöyle bir karşılaştırabilir. O zaman hay­retle şunu görecektir. Ortada iki ayrı teori ve kavramlar silsilesi vardır, örneğin o kitaplarda, Tarihsel Devrim kavramına rastlanılamaz. Devrim deyince şu son bir kaç yüz yılda gerçekleşmiş burjuva ve proleter devrimleri anlaşılmaktadır. Sanki, sınıflı toplum, Antika Tarih'teki devrimler hiç olmamıştır, hiç yoktur, "insanlığın sınıflı topluma geçtiği altı bin yıldır devrimler nasıl olmuştur?" türünden bir soruya bile rastlamak mümkün değildir, Tabi, buna bağlı olarak, çok başka bir üretici güçler teorisi vardır. Yalnızca iki üretici güç sayılır: İnsan ve Teknik. Bunların bile içeriği başkadır.
Sırf böyle bir gözlem bile, böyle olguların varlığı bile, şu soruyu akla getirir: Bu kitaplardaki öğreti, Marks-Engels tarafından formüle edilmiş olan Tarihi Maddecilik öğretisi midir? Bu kitapları yazmış olan yüzlerce yazar, Marks-Engels'den beri teoride hiç bir gelişme sağlayamamış mıdır?
Bu soruların cevabı araştırıldığında, daha da ilginç bir sonuçla karşılaşılır. Marksist öğretinin temellerini anlatan bu onlarca kitapta, Teori; Marks-Engels'de oldu­ğundan daha gerilere gitmiştir. Bu kitaplarda anlatılan teori, Marks-Engels'inkinin bayağılaştırılmış ve yüzeyselleştirilmiş, geriletilmiş bir biçimidir. Bu gerçek, soruna dikkatle yaklaşan en kör göze bile batar. O zaman kendiliğinden şu sonuç ortaya çıkar. Resmi Marksizm, özellikle temel kavramlarda, kurucularına göre bir gerileme içindedir. Ama bu gerilemenin altında, Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarafından, Marksizm'e bü­yük bir sıçrayış sağlanmıştır.
Yakından bakınca, gerilemeyi de sıçramayı da yaratanın aynı nedenler olduğu görülür. Açıklanamayan olaylar, bir yanda teoride bir sıçrama, bir ileriye atılış so­nucunu verirken, diğer yanda bu sıçrama sağlanamayınca, ya kavramlar bayağılaştırılarak sorun çözülmeye çalışılır, ya da açıklanamayan sorunlar görmezden gelinir. Da­ha doğrusu, açıklanamayan sorunları görmezden gelebilmek için, kavramları bayağı­laştırmak şart olur.
Konumuz, Tarihin Maddeci kavranışının temel kavramları olduğuna göre, Kıvılcımlı'nın geliştirdiği biçimi ile kavramların, Marks-Engels'inkine daha yakın olduğu, yani Marks-Engels'in, daha sonraki Marksistlerden daha önde olduğunu, kısa bir ör­nekle görelim:
Marks-Engels, Tarihin maddeci kavranışını, başlıca su eserlerinde ele almışlardır:
1848 devriminin arifesinde yazıp, farelerin kemirici eleştirisine bıraktıkları "Al­man İdeolojisi" ve yine o dönemlerde yazılmış bazı mektuplar ve "Komünist Partisi Manifestosu".
Daha sonra Marks, 1859'da, "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı"nın "önsöz"ündeki, iki üç sayfalık bölümde, tarihin maddeci kavranışını veciz bir şekilde özetler.
Ve son olarak, yaşlı Engels'in 1890'larda, öğretilerinin bayağılaştırmasına karsı tepkileri ve açıklamaları içeren mektupları.
Bu sayılanlar, öğretinin açıklandığı metinlerdir. Bir de bu öğretinin uygulandığı eserler vardır. Marks'ın "Fransa'da Sınıf Mücadeleleri" ve "Bonapart'ın 18 Brumere'i", Engels'in "Almanya'da Devrim, Karşı Devrim", "Ailenin, Devletin, özel Mülkiyetin Kö­keni" gibi...
Şu halde, Marks-Engels'te, Tarihin maddeci kavranışının nasıl koyulduğu iki bakımdan ele alınabilir.
Birinci Bakım: Marks-Engels'in Tarihin maddeci teorisinin nasıl açıkladıklarıdır.
İkinci Bakım: Marks-Engels'in Tarihin maddeci teorisini nasıl uyguladıklarıdır.
Şunu hemen not edelim ki, hiç bir açıklama, uygulamanın tüm zenginliğini kavrayamaz. Marks-Engels'in tarihin maddeci kavranışını uygulamaları da, açıklamala­rından, çok daha derin, kapsamlı ve karmaşıktır.
Bugün, resmen öğretilen maddeci tarih teorisi, Marks-Engels'in açıkladığı teori­den bile daha geridir.
Bir örnek: Resmi tarihsel maddecilik kitaplarının hiç birinde, "Kolektif Aksiyon" diye bir üretici güç açıklaması görülemez. Ama Marks-Engels, Tarihin maddeci kav­ranışını ilk kez formüle ettikleri Alman İdeolojisi'nde şöyle yazıyorlar:
"... Bir üretim yordamı, yahut belli bir sanayi seviyesi : kolektif aksiyon tarzı, veya belli bir sosyal seviye ile ortak bulunur. Kolektif Aksiyon tarzının kendisi de bir 'üretici Güçtür." (T.D.S., s. 63)
Başka bir örnek: Engels'in, Marksizm'in bayağılaştırmasına karşı ölümünden bir süre önce, H. Starkenburg'a yazdığı 25. Ocak. 1894 tarihli mektupta, yapılan açık­lamalar, yukarıda, Dr. H. Kıvılcımlı'dan yapılan uzun aktarmalarda dile getirilen, Maddeci tarih kavrayışıyla büyük bir benzerlik içindedir. Engels, mektubunda şunları yazıyor:
"Tarihin belirlendirici temeli olarak baktığımız ekonomik ilişkiler deyince bu ad altında şunu anlıyoruz: Belirli bir TOPLUM İNSANLARININ geçimlerini üretmelerini ve (iş bölümü bulunduğu ölçüde) ürünlerini aralarında değiştirmelerini anlıyoruz. Demek bütün üretim ve ulaşım TEKNİĞİ bunun içindedir. Kavrayışımıza göre, bu teknik,  aynı zamanda ürünlerin değişim yordamı gibi, ürün üleşimini de, ve dolayısıyla, kan­daş toplum sona erdikten sonra, sınıflara bölünüşü de, dolayısıyla, Devleti, Siyaseti, Hukuk vs.'y i de belirlendirir. Ekonomik ilişkiler sırasına, ayrıca, o münasebetlerin üzerinde geçtikleri COĞRAFYA temeli de girer, ve çok kez GELENEKLE veya atalet hassasıyla alıkonularak daha önceki gelişim konaklarından beriye gerçekten aktarıl­mış KALINTILAR da, ve tabii gene bir sosyal biçimi dışardan çevreleyen ortam da girer." (Altını biz çizdik.)
Bu iki örnekten de görüleceği gibi, tarihin maddeci kavranışında Marks-Engels'in açıklamalarına göre, bugünkü resmi öğreti, bir gerileme teşkil eder. Ve böyle bir ge­rileme ile de oportünizme karsı başarılı bir ideolojik mücadele verilemeyeceği gibi, sığ açıklamalar, toplumu değiştirme olanağını güçleştirmektedir.
Bugünkü, resmi teori, tarihin maddeci kavranışını açıklarken, Marks-Engels'in açıklamalarından daha geridir, ama buna karşılık. Kıvılcımlı'nın açıklaması, yalnızca Marks-Engels'in açıklamalarından değil, uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Yani aynı zamanda, Marks-Engels'in Tarihi maddeciliği uygulamalarının analizine dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, Marks-Engels'in yarım bıraktıkları bir işi, tüm toplum­ların hareketini yöneten yasaları, Antika toplumların hareket yasalarını bulma işini de tamamlamaktadır.
Özetlersek, Bilimsel Sosyalizm oldukça karmaşık bir evrim içindedir. Bir yandan, görünüşte, bayağılaştırılmıştır, yüzeyselleştirilmiştir ve milyonlarca işçi, devrimci onu bu biçimiyle öğrenmiştir, öğrenmektedir. Diğer yandan doruklarından birine ulaş­mıştır.
Bu çelişkili gidişin sonucu olarak, bugün bilimsel sosyalist öğretiyi doğru bir şekilde öğrenebilmek için, ve dolayısıyla H. Kıvılcımlı'yı kavrayabilmek için, sosyalizmi öz kaynaklarından, yani Marks-Engels-Lenin'den etüt etmek gerekiyor, öte yandan, Marks-Engels-Lenin'i doğru olarak kavrayabilmek için, Kıvılcımlı'yı etüt etmek ge­rekiyor.
Kıvılcımı'nın Marksist-Leninist teoride yaptığı devrim, yalnızca üretim Güçleri ve Devrim öğretisi alanında değildir. Bunlara bağlı olarak tüm kavramlarda belli bir gelişme sağlanmıştır. Ancak, burada, yapılan devrimin çapı hakkında bir fikir vere­bilmek için en temel kavramları ele almakla yetindik.
Bu temel kavramlardaki devrime bağlı olarak, bu kavramlar üzerinde yükselen kavramlar piramidi baştan aşağı değişmiştir, örneğin, İlkel, Köleci, Feodal aşamaları artık çok mekanik, toplumun gelişimini çok çarpık yansıtan bir şemadır.
Bir kızıl deriliye, Amerika'nın Kolomb tarafından keşfedildiği söylenirse o gülecektir. Çünkü, Kolomb'dan önce de Amerika'da Kızılderililer yaşıyordu. Görüleceği gibi Amerika'nın keşfi, Avrupa merkezli bir tarih ve coğrafya kavrayışının ürünüdür.
Benzer şekilde, İlkel, Köleci, Feodal sıralaması da Avrupa merkezli bir kavrayışın ürünüdür. İşte, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Tezi ile, Avrupa merkezli bu kavramlar silsilesinin işini de bitirir. Bu bakımdan onun yaptığı keşif, Kopernik'in astronomide yaptığı keşfe benzetilebilir. Kopernik'e kadar, Dünya, evrenin merkezi olarak kabul ediliyordu. Kopernik yeryüzünün yerine güneşi koydu. Bu evren kavrayışında başlı basına bir devrimdi. Ama bugün resmi Marksizm Tarihe, Kopernik öncesi Astronomicilerin evrene baktığı gözle bakmaktadır.
Bu, Kıvılcımlı'nın keşfinin sonuçlarının nerelere kadar uzandığı hakkında yalnızca bir örnektir. Yoksa bu keşfin sonuçları, Sınıf kavramına, taktik ve örgüt sorunlarına kadar yansımaktadır. Ama teorinin temelinde yapılan devrim kavranamazsa, sonuç­ları kavramak olanaksızlaşmaktadır, örneğin, Hikmet Kıvılcımlı'ya, "Cuntacı" den­mesine sebep olan, "Jön Türk Geleneği" ya da "Vurucu Güç" kavramları, üretici Güç­ler kavramının kapsamında yapılan değişiklik kavranmadıkça anlaşılamaz. Bu kav­ramlara karsı çıkanlar her şeyden önce, örneğin Tarihsel Devrim denen olayın me­kanizmasını açıklayan başka bir devrim teorisi geliştirmek zorundadırlar Bunu yap­madan, orada açıklama bekleyen olaylar yığının üzerinden atlanarak, Kıvılcımlı'yı "Cuntacılık" vs. ile itham etmek, realpolitikerlikten başka bir şey değildir. Olamaz da.
Şimdi su soruya cevap arayalım: Hangi somut tarihsel zaruretler ve olanaklar, teorideki bu devrimi mümkün ve gerekli kılmıştır. Çünkü, pratik sosyal ihtiyaçlar, bi­limlerin ilerlemesine yüz üniversitenin yapamadığı itilimi sağlarlar.
Üretici güçler ve devrim teorisi, Antika Tarih boyunca toplumların hareketinin yasalarını bulup açıklama sorununa bağlı olarak, bir gelişim gösterdiğine göre, şu soru ortaya çıkar: Antika tarih ile bugünkü toplumları açıklama zarureti arasında ne gibi bir ilişki vardır? Antika Tarihi açıklama zarureti nereden icap etmiştir? Bu soruya verilecek cevaplar, Bilimsel Sosyalizmdeki ilerlemenin nasıl gerçekleştiğini açıklaya­bilir.
Açın bir dünya haritasını ve bakın. Eski dünya karalar topluluğunda, eski mede­niyetlere beşik olmuş ülkelerin tümünün bugün geri ülkeler olduğu, buna karşılık, medeniyete ancak çok daha sonraları girebilmiş ülkelerin, yani batı Avrupa ve Japonya'nın kapitalist medeniyete geçebildiği, dolayısıyla ileri oldukları görülür. Bu olgu, en gör­mek istemeyen kör göze bile, Kapitalizme geçemeyiş, dolayısıyla geri kalış ile Antika medeniyetlere beşik olma arasında bir bağıntının varlığını, adeta batırır.
Çin, Hint, İran, Anadolu, Magrip'e kadar Arap ve Akdeniz ülkeleri. Sümer den Osmanlılar'a kadar tüm antika medeniyetler buralarda varoldu. Ve bu ülkelerde bir türlü kapitalizme geçilemedi. ileri ülkeler olunamadı. Aksine, kapitalizme, emperya­lizme, sömürge, yarı sömürge veya sonraları yeni sömürge olundu.
O halde, bu ülkelerdeki geriliğin nedenlerini açıklayabilmek için, bu ülkelerin sosyal gerçekliğini açıklayabilmek için, o ülkelerin içinden çıktığı Antika Tarihi açıkla­ma zarureti hemen kendini dayatır.
Bu zaruretin nasıl ortaya çıktığını H. Kıvılcımlı söyle anlatıyor:
"Böyle bir araştırma neden önemli oldu?
"Bugünkü Türkiye'yi anlamak İçin, onun, dün içinden çıktığı (daha doğrusu bir türlü içinden çıkamadığı) Osmanlı Tarihine inmek gerekti. Osmanlı Tarihinin mad­desine girince, onun İslam medeniyetinde bir "Rönesans" olduğu belirdi. İslam me­deniyeti : tıpkı Grek ve Roma Medeniyetleri gibi, Kent'ten (Çileden) çıkmış Antika (kadim) medeniyetlerden biriydi. İlk Sümer öncesinden (Protosümerterden) İslam me­deniyetine gelinceye değin sıralanan antika medeniyetlerin hepsi de : hem birbirinin ayni, hem birbirinin gayri olarak birbirlerinden çıkagelirlerken, hep ayni gidişi (proseyi) gösteriyorlar ve bir tek kanuna uyuyorlardı.
"Günümüze değin uzanmış bütün poblemlerin : sebep-netice zincirlemesiyle nasıl ta Protosümerlere dek dayanıp çıktığı dupduru anlaşılmadıkça, hiçbir somut (konkret) Tarih olayı gereği gibi aydınlanamıyordu." (Tarih Devrim Sosyalizm, s: 5)
Sorun, Türkiye gibi geri ülkelerin sosyal gerçekliğini açıklama zaruretine bağlı olarak çıktığına göre: geri ülkelerin sosyal gerçekliğini açıklama zarureti nasıl orta­ya çıkmıştı?
Geri ülkelerin sosyal gerçekliğim açıklama zarureti: Geri ülkelerde bir Sosyal Devrim Olanağıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Geri ülkelerde bir sosyal devrim olanağı ise: Kapitalizmin emperyalist aşamaya girmesi ve yeryüzünün altıda birinde sosya­lizmin kurulmasıyla ortaya çıkmıştır.
Lenin, sağlığında, sorunu tam da böyle koyar. A. Sultanzade'nin Raporu üzerine Düşünceleri'ne: "Doğuda bir Sosyal Devrim İmkanına Dair" diye başlar.
"Dünyayı Sarsan On Gün"den önce, geri ülkelerde, Doğu'da bir sosyal devrim olanağı yoktu. Ama bu olanak, ortaya çıktığı gün Doğu'yu açıklama zaruretini de be­raberinde getiriyordu. Dünya'yı değiştirmek için açıklamak gerek...
Bu, daha önce karşılaşılmamış görevi, daha ortaya çıkar çıkmaz, Lenin şöylece, çok genel olarak hemen tespit etmişti: 1919 yılı "Doğu Halkları örgütleri 2. Rusya Genel Kongresi"nde yaptığı konuşmada, Lenin şunları söylüyordu: "(...) Dünya Ko­münistlerinin bundan önce karşılaşmadıkları bir görevle karsı karşıyayız: Komünizmin genel teori ve pratiğine dayanarak kendimizi Avrupa ülkelerinde mevcut olmayan öz­gül koşullara uydurmak zorundayız."
Daha Lenin'in sağlığında kendini böylesine ortaya koyan bu görevi tamamlamak şerefi daha sonra Dr. H. Kıvılcımlı'ya nasip oldu. Çünkü sorun kendini en açık bir şekilde Türkiye'de koymuştu ve yine bu sorunu teorik olarak çözecek unsurlar Türki­ye'de bol bol bulunuyordu.
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirası üzerine kurulmuştu. Osmanlı İmpa­ratorluğu ise, Sümer'den beri gelen tüm Yakın Doğu medeniyetlerinin mirası üzerine. Bu durumda Antika Tarih'i açıklayacak malzemenin esaslı bir bölümü Türkiye'de bulunabilirdi. Gerçekten de öyledir.
Marks'ın ekonomi Politik araştırmaları için İngiltere ve British Museum nasıl uy­gun şartları yaratıyor idiyse, Kıvılcımlının araştırmaları için İstanbul kütüphaneleri ve Türkiye benzer olanakları sağlıyordu.
Kendi mezar kazıcılarını yetiştirmek ve silahlandırmak, burjuvazinin eski huyudur.
Emperyalist ülkeler, bir yandan geri ülkeleri maddeten çapul ederlerken, diğer yandan manevi bir çapulu da yürüttüler. Böylece Arkeoloji doğup gelişti. Yeraltında kalmış medeniyetler gün yüzüne çıkarıldılar. Ve tüm insanlık tarihinin az çok tamam olarak genel gidişini veren bilgileri yığdılar. Klasifikasyon için gerekli birikimi yaptılar.
Geri kalan, bu dağlar gibi yığılı malzemeyi işleyip, klasifike etmekti. Yalnız bunu yapabilmek için önce Marksist-Leninist olmak gerekiyordu. Çünkü, pek çok burjuva bilim adamı da aynı malzemeyi işlemiş ama çok başka sonuçlara ulaşmıştır.
İşte, Türkiye burjuvazisi, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yi, sırf Diyalektik ve Tarihi Mad­deciliğe inandığı için 22 yıl hapislerde tutarak. Kıvılcımlıyı adeta Antika Tarihe ilişkin olarak yığılmış bilgileri klasifike etmeye zorladı. Ama öte yandan da, bir bakıma, bu muazzam bilgiyi klasifike etmek için gerekli zamanı vermiş oldu. İstese de istemese de kendi mezar kazıcısını silahlandırdı.
Sanırız okuyucuya, Bilimsel Sosyalist Teorinin geçirdiği karmaşık evrim süreci­nin ve bu süreç içinde Dr. H. Kıvılcımlı'nın yerinin ne olduğu hakkında genel bir fikir verdik. Bu yazıda yapılmaya çalışılan henüz küçük bir başlangıçtır. Daha yapılacak çok iş var. Ama o işlerin yapılabilmesi için de küçük ve eksik de olsa bir başlangıç yapılması gerekliydi.
Bugün, Kıvılcımlı'nın geliştirdiği teorik silahlar henüz Proletaryanın savaşında kullanılmıyor. Ya da şöyle diyelim, Türkiye'deki onlarca sosyalist eğilimden biri tarafından, Vatan Partisi tarafından kullanılmaya çalışılıyor.
Uluslararası proletarya hareketi ise böyle bir silahın varlığından bile habersiz. Ama bu silahtan yoksunluğun olumsuz etkileri her gün görülüyor. Evrokomünizmlere, Maoizmlere öldürücü teorik darbeler indirilemiyorsa, bunda Kıvılcımlı'nın geliştirdiği teorik mirasın bilinmemesi önemli bir rol oynamaktadır.
Türkiye tarihindeki en ağır bunalımından geçiyor. Türkiye Proletaryasının, Kıvılcımlı'nın şahsında kazandığı teorik zaferler, yarın pratikte kazanacağı zaferlerin müjdecisidir.
Demir Küçükaydın
(Bu yazı Kıvılcım dergisinin Eylül - Ekim 1978 tarihli ikinci sayısında, 52 – 65 sayfalar arasında H. Yılmaz imzasıyla yayınlandı. 17 Ocak 2001'de digitalize edildi)


27 Kasım 1976 Cumartesi

Mihri Belli'nin Hikmet Kıvılcımlı ve Vatan Partisi Program Eleştirisinin Eleştirisi

GİRİŞ: TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ ASGARİ TALEPLERİ: V.P. PROGRAMI

Emekçi Dergisinin Kasım 1974 tarihli 1. sayısında Vatan Partisi Programı'nın bir eleştirisi yayınlandı. Aşağıda okuyacağınız çalışma bu eleştiriye bir cevap olacaktır. Eleştirinin eleştirisine girmeden önce Programın bazı özelliklerinden söz etmek, okuyucuya program hakkında bir fikir vermesi bakımından yararlı olacaktır.
V. P. Programı 1954 tarihini taşımakla birlikte,  onun gelenekçil kökleri 1919'lara ve ilk taslakları 1930'lara kadar gider. Program "yarım asrı bulan geçmişimiz" dediğimi şeyin mantıki sonucudur. Bu olgu kavranılmadığı sürece olaylar kafamızda anarşiden kurtulup, sistemleşip, aydınlığa kavuşamaz.

Murat Belge'nin Kıvılcımlı Eleştirisinin Eleştirisi

Birikim dergisinin Haziran 1975 tarihli 4.'üncü sayısında, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın, görünüşte geniş kapsamlı denebi­lecek ve geniş kapsamlı olma çabasında bir eleştirisi yapıl­dı. Bu eleştiri, Kıvılcımlı'ya yönelik ilk yazılı eleştiri olma­sının yanı sıra, Kıvılcımlı eleştirmenlerinin tipik hatalarını taşıması ve bu hataları sistemleştirmesiyle de yazınımızda özel bir yer tutacaktır.

ELEŞTİRİ'NİN TAVRI

Murat Belge eleştirisine: "Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Tür­kiye sosyalizmi tarihinde mutlaka eleştirilmesi gereken bir kişidir" diye başlar ve izleyeceği "tavrı" şöyle anlatır: "Kıvılcımlı'yı eleştirirken özellikle nesnel bir tavır takınmanın ge­rekliliğine inanıyorum. Yani herhangi bir politik hedefin kay­gılarına kapılmadan, doğrudan doğruya Kıvılcımlı'nın kendi­sinin ne olduğunu, neleri, niçin temsil ettiğini anlamak (...")

25 Ekim 1974 Cuma

Özeleştiri : İş Yapan Yanlış da Yapar


İlk sayımızı okuyanlar, sayılamayacak ka­dar çok; dizgi, tertip yanlışı görmüşlerdir. Bunun sebebi gazete çıkarma konusundaki; bil­gisizliğimiz ve tecrübesizliğimizdir.
Yanlışlardan ve eksiklerden en önemli bir kaçını burada düzeltelim.
1) "İŞVEREN SOSYALİZMİ - İŞÇİ SOSYALİZMİ" başlıklı uzun yazının yazan Dr. Hikmet KIVILCIMLI'dır. Yazı ilk kez AYDINLIK dergisinin Haziran 1969'da yayınlanan 8. sayısında basılmıştır. Biz oradan aldık. Yazarın adının eksikliğini tashih (yazı­ların düzeltilmesi) sırasında göremememiz, "Ağaçlardan ormanı görememek" gibi oldu.
2) "SOSYALİSTLERİN BİRİNCİ GÖRE­Vİ" başlıklı yazıda şu paragraf eksiktir. Düzel­tiriz.
"Güneşimiz ve yıldızlarımız oluşurlarken Evren: bir uçsuz bucaksız ışıklı bulutmuş. Ona Fizik bilimi Kaos (Mahşer) diyor. Bütün Güneş Sistemleri o mahşerden çıkmıştır, insanlık, Uygarlığa (Medeniyete) ulaşırken, Toplum: küçücük Kan örgütlü oymakların (Kabile ve Aşiretlerin), "Soy"ların, "Boy"ların sonsuz kaynaşması içinde Mahşer gibi kıvranır, dururmuş. Ona, Sosyal bilim Tarihöncesi diyor. Bütün uygarlık düzenleri o Kaos'tan çıkmış­tır..."
Öte yandan gazete üç gün geç basılmıştır. Matbaa sahiplerine "emniyet görevlileri" gaze­teyi basmama yolunda "tavsiyelerde" bulun­muşlar, gazeteyle epeyce yakından ilgilenmiş­ler, böylece gazetenin basımını iki gün gecik­tirmişlerdir.
Diğer yandan zamlar yüzünden bir gün kâğıt bulamadık. Sonunda karaborsadan satın aldık.
Neyse, geç de olsa, güç de olsa yayınla­maya ve ellerinize ulaştırmaya çalıştık.
Biraz da eleştirilere değinelim: Gazete hakkında kulaktan kulağa çok şeyler söyleni­yor. Şimdilik cevabımız şunlar:
1) Eleştiri mertçe, yüze karşı, açık açık yapılmalıdır.
2) Eleştiriler şahsiyata dökülmemeli, prensip ve fikirler etrafında olmalı.
3) Eleştiri silahı, silahların eleştirisine varmamalı.
Bu esaslar dahilinde yapılacak her eleş­tiriyi buradan yayınlamak ve cevaplandırmak boynumuza borçtur.

(Kıvılcım gazetesinin 11Mart 1974 tarihli ikinci sayısında imzasız olarak yayınlanmıştır. Yazı 25 Ekim 2007 Perşembe günü dijitalize edildi. D.K.)

16 Nisan 1974 Salı

Parti Ancak Kongreden Doğabilir


Kıvılcım çıktığı günden beri yapılan en yaygın eleştiri: "Gu­rupçu", "Yuvarcı" olmuştur. Bu eleştiri, gerçekten, eleştirenlerin gurupçuluktan korkularını, da­ğınıklığa karşı gösterdikleri hassasiyetlerini, partileşme arzuları­nı göstermesi bakımından iyi dilekli ve sevindiricidir.
Fakat iyi dilek yetmez. En az anlaşılan konu: "Gurup"un ve "Gurupçuluğun" ne olduğudur.
Guruplar, tarihi bakımdan ha­reketin belli bir aşamasının var oluş biçimidir.
Gurupçuluk ise, bu ilkel aşa­mayı ebedileştirmek, ilkelliği teorileştirmek eğilimleridir denebilir.
Evet, Kıvılcım kendi sübjektif yargıları ne olursa olsun, objek­tif olarak, bir guruptur.
Yanlız şunu unutmayalım; Bize "gurupçu" diyenler de – isteseler de, istemeseler de - kendi sübjektif yargıları ne olursa olsun, ob­jektif olarak gurupturlar.
Bu bakımdan, soyut olarak "haklı" gibi görünen "gurupçu" eleştirisi, canlı hayatta somut olarak "gurupçuluğu ebedileştir­me"yi göstermektedir.
Çünkü: Kıvılcım, daha ilk sa­yısında, bugünkü ilkellikten kur­tulmanın ilk şartı olarak; "İlkel­liği bilince çıkarmak" gerektiğini yazmıştır. Yani bütün gurup­lara "bir gurup olduklarını" bilince çıkarmaları gerektiğini göstermiştir.
Demek ki, Kıvılcım bir "gu­rup" olmakla birlikte, "gurupçu" değildir. Kendini inkara yönelmiş, diyalektik zıddına atlamaya hazır bir "gurup"tur.
Açıkça görülmektedir ki, Kıvılcım'a gurupçu diyenler, he­nüz kendilerinin gurup oldukla­rını bilince çıkarmış ve modern bir parti örgütleme savaşına canla, başla girmiş değillerdir.
Kıvılcım'a şöyle bir eleştiri de yöneltilmektedir: "Peki, gu­rupçu olmadığınızı kabul ede­lim, Vatan Partisi programını kabul edip, önererek, yine de kendi gurubunuzun görüşlerini öne sürmüş, uzlaşmaz bir tutum ta­kınmış olmuyor musunuz?" Böy­le bir soru sorulduğu zaman tar­tışma bir üst dereceye yükselir.
İnandığımız görüşleri savun­mamız, uzlaşmaz bir tutum için de olduğumuzu göstermez.
Dev­rimci bir uzlaşma, birlik ne gi­bi şartlarda olabilir?
Eleştiri, bir silâhtır. Eleştiri silahını toprağa gömerek yapı­lacak bir "uzlaşmaya", uzlaşma denemez, ancak teslimiyet dene­bilir. Uzlaşma, az çok eşit şart­larda, denk silahlarla yapılabilir ise sağlıklı olur. Taraflardan bi­rinin silahını teslim etmesi, öbürüne esir olması demektir.
Mertçe eleştiri, sağlıklı bir bir­liğin kaçınılmaz şartıdır. Bir gurubu, bir eğilimi eleştirmek onunla ortak noktalar aranma­yacağı, uzlaşma, birleşme yapıl­mayacağı anlamına gelmez.
Programımızı bu anlayışla önerdik. Ama yanlış anlamalar oldu. Anlatamadıysak; hata bizdedir.
Program önererek, "Biz hemencecik bir parti kuracağız, işte program, gelen gelir, gelme­yen gelmez" demiyoruz.
İnancı­mız odur ki: Bir Parti Ancak, Sosyalistler Arası Bir Kongre­den Doğabilir.
Böyle bir kong­reye, (İsim önemli değil. Kon­ferans veya Kurultay da dene­bilir) Partileşme gereğini kabul eden, Kongre'nin alacağı karar­lara uymayı kabul eden; bütün guruplar, eğilimler, mahalli dev­rimciler vs. katılmalıdır.

(Bu yazı Kıvılcım gazetesinin 15 Nisan 1974 tarihli 6. sayısında İmzasız olarak yayınlandı. 25 Ekim 2007 Perşembe günü dijitalize edildi. D. K. )

25 Mart 1974 Pazartesi

Özeleştiri - Dil Üzerine


Geçen sayımızda bu köşeden eleşti­rilere cevap verileceği söylenmişti. Eleşti­rilerini yazarak gazetemize iletenler oldu. Eleştiriler belli başlı bir kaç noktada top­lanmaktadır. Şimdi sırayla eleştirileri, eleştiricilerin dilinden okuyalım:
"Kıvılcımlı'nın yazılarına yer verildiği gibi, kullanılan terimler Bilimsel Sosyalist terminolojiden uzak. Ama halka da hitap etmiyor."
"Kıvılcımlı'nın dilini anlamak için harcanack zamanda, teorik eğitimin diğer yanlarından  istifade edebiliriz."
"Özellikle Doktor'un yazıları güç, an­laşılamıyor. Gazeteyi çıkaran arkadaşların Dr.'un dilini taklit ettikleri ve böylelikle özenti içinde oldukları görülüyor. Gazeteyi çıkaran arkadaşlar teorik bakımdan çok geri. (Mesuliyete göre)".
"Doktor'un üslubu benimsenmiş. Di­ğer yazılara da sıçramış. Üslup kullanılan şekilde olmalı. Dr. H. K.'nın üslubu benimsenecek bir şey değildir."
Her şeyden önce bu arkadaşlara eleş­tirilerini mertçe, yüze karşı yaptıkları için teşekkür ederiz.
Gazetenin dili neden anlaşılmıyor?..
Başlıca iki sebepten.
Birinci Sebep: Osmanlı Devletinde nasıl bir yanda üst sınıfların halkın kullan­dığından çok ayrı bir "Osmanlıca"ları var idi ise, Bugün de Türkiye'de özellikle Ay­dınlara benimsetilmiş bir uydurmaca dil vardır. Biz aydınlar genellikle hiç farkına varmaksızın bu dili benimsemişizdir. Bu olayı daha somuta indirmek için şöyle bir örnek verelim. Sık sık karşılaştığımız bir eleştiri şudur "Neden Bilimsel değil de bilimcil, neden Tarihsel değil de Tarihcil v.s."
Şimdi soruyoruz: Neden "Evcil Hayvan deniyor da "Evsel Hayvan" denmi­yor, neden "İnsancıl" deriz de, neden "İnsansal denmez."
Çünkü Türkçede "CİL -CIL" eki "onunla ilgili" anlamını taşır. "SEL - SAL" eki ise küçültücü bir anlama sahiptir. Yani özellikle "Öztürkçecilerimizin" kullanmaya çok meraklı olduğu bu ekler yanlış olarak kullanılmakta ve bizlere de yanlış olarak benimsetilmektedir. Bu aydınları üretmen yığınlarımızdan kopar­mak ve halkı cahil bırakmak için kasıtlı olarak yapılmaktadır.
Başka bir örnek verelim: Frenkçede "Kalitatif", Arapçada "Keyfi" kavramının karşılığı bugün bizlere "Nitelik" olarak benimsetilmiştir. "Kantitatif" veya "Kemmi" sözcüğünün karşılığı ise "Nicelik" olarak bilinir.
Gerçekte halkımız "Nitelik" sözcü­ğü karşılığı olarak "Nicelik" sözcüğünü kullanır. Doğrusu ve Türkçe'nin gramer kurallarına uygun olanı da budur. Anala­rımız, babalarımız "NİCESİN" dedikleri za­man bizim yanlış olarak kullandığımız "Nİ­TELİK"i murat ederler. Bizim "NİCELİK" olarak kullandığımız sözcüğün doğru ve halk tarafından kullanılan karşılığı ise "NEÇELİK"tir.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür Kıvılcımlı'nın dilinin özellikle aydınlarca anlaşılamamasının sebeplerinden biri bu­dur. Bu konuda derinliğine bir etüt "Türkçenin Üreme Yollan ve Dil Devrimciliği­miz" adıyla, 1967 yılından "Tarihsel Mad­decilik Yayınları" arasında basılmıştır. Şunu da not edelim: Doktor'un dilinin anlaşılamadığı şikâyeti daha ziyade aydın ar­kadaşlardan gelmekte, işçiler işi bu şi­kâyete pek katılmamakta.
İkinci sebep: Bilimcil Sosyalizm olay­ları açıklarken kavramlara dayanır. Bu olay yalnız sosyalizm için geçerli değildir. Bütün bilimler geliştikçe kavramtar da de­ğişir veya anlamları derinleşir, yani olay­ların daha derin yönlerini bilince çıkarır.
Özellikle işçi arkadaşlar "Proletarya, Finans - Kapital, Tefeci - Bezirgan, Opor­tünizm v. s." gibi kavramları anlamakta güçlük çekiyorlar. Bu yalnızca gazetemizin bir sorunu olmaktan çok, toplum ölçüsünde bir olaydır.
Bilimcil Sosyalizm insanlığın binlerce yılda biriktirdiği Kültür ve Bilim mirası üzerinde yükselmiştir. Bilimcil Sosyalizmin gerçek sahibi olan işçi sınıfı ise sürekli olarak ezildiği, sömürüldüğü için ne mad­dece ne manaca bu kültür ve bilim mirası­nı hazmetmeye imkân bulamaz.
Hâlbuki sosyalizmin gerçeklik kazanabilmesi ise ancak işçi sınıfının onu benimsemesiyle müm­kün olabilir. Bu problem çözümü de birlikte getirmiştir. Bilimcil Sosyalizm'in en genel, en temel kanunlarını, kavramlarını, pren­siplerini çok kolay anlaşılır, öğretici (Di­daktik) bir şekilde anlatan pek çok kitap yazılmış ve basılmıştır.
Okuma, yazmayı bile Alfabe'den baş­layarak pek çok zorlamalarla öğrenebiliriz. Elbette Sosyalizm gibi bir Bilim öğrenilir­ken biraz zorlanırız ve daha basit, daha öğretici kitaplardan başlamak zorunda ka­lırız. Bu olay yaşadığımız toplumda kaçı­nılmaz bir zorunluluk olarak vardır.
Ama kaçınmamız gereken bir nokta da vardır. Eğer sosyalizmin teorisini öğrenir­ken sadece Didaktik (Öğretici) olma ama­cıyla yazılmış kitaplarla yetinerek, Teori'yi bizzat kurucuların, ustaların anıt emekle­rinden yani Kaynağından inceleme zahmetine katlanmazsak; en kısa zamanda metafizik şeytanına teslim oluveririz.
Çünkü sosyalizmin alfabesi sayılacak öğretici kitaplar ister istemez olayları ko­lay anlaşılır kılmak için şemalar, haline sokar. Diğer bir değişle diyalektiği matefizik olarak anlatır. Diyalektiği en diyalektik ola­rak ise ancak Bilimcil Sosyalizm'in ustala­rından öğrenebiliriz.
Gazetemiz genellikle uluslararası kavramları popularize etmek (Halkın anlayacağı şeklide kullanmak) için özel bir gay­ret sarf etmektedir. Örnek olarak: Aynı yazı içinde Finans - Katipalist'in hemen yanı başında veya başka bir yerde "para baba­sı" denir, "Şirketler" denir. Böylece daha an­laşılır olmaya çalışılmaktadır.

(Kıvılcım gazetesinin 25 Mart 1974 tarihli 3. sayısında imzasız olarak yayınlandı. 26 Ekim 2007 Cuma günü dijitalize edildi. D. K.)

1974 Modeli Demirkırasi,Gazetemize yapılan Baskıları Protesto Ediyoruz


Satıcıya Baskı:
Satılan birinci sayıların parasını al­mak için gazete bayiine gi­dilir.
OLAY I.
- Usta şu gazetelerin hesabını çıkaralım.
- Yahu benim emniyete götürdüler, bu gazeteyi sattığım için. "Kim sana getiri­yor bu gazeteyi" diye sordular. Git, gel, emniyette sor­gu derken benim bu gazete sergisi bir gün kapalı kaldı. Gazetenin parasını veremeyeceğim. Ekmeğimizi bura­dan çıkarıyoruz. İnşallah ikinci sayıda satar veririz. Yalnız bu gazeteleri bana getiren imzalı kâğıt vere­cek. Gazeteleri bayilere ki­min dağıttığını soruyorlar. İkinci sayıdan yüz tane ge­tir iyi satılıyor.
Kitapçıya ve Dağ'tıcıya göz dağı:
Başka kitapçı an­latıyor :
OLAY II.
- Beni emniyet 1. şube­ye götürdüler. "Bu gazete­leri size kim getiriyor?" diye sordular. Ben de getirenin adını bilmiyordum. "Herhal­de gazetede ismi yazılı olan sorumlular getirmiştir." de­dim. "Onları biz de biliyoruz, bize başka isim lazım, başka isim" dediler.
Baskıcıya ve Dizgiciye baskı:
14. Mart. 1974 Çarşamba günü, her hafta oldu­ğu gibi, Kıvılcm'ı dizen mat­baaya gidilir. Konuşma aynen şöyle geçer:
OLAY III.
- Usta, yazıları bir saate kadar getireceğim. Tamam mı?
- Dur, bak biraz konuşa­lım.
- Bizi dün Devlet Güven­lik Mahkemesine cağırdılar. Yalnız bizi de değil basan matbaacıları da... Kusura bakmayın biz dizemeyeceğiz. Hele bir iki hafta baş­ka yerde dizdirin, inşallah sonra gene dizeriz.
- Yahu bu kanuni mü­saadesi alınırsa bir gazete. Sorumlu Yazı İsteri Müdürü belli. Sahibi belli. Matbaacı­yı ilgilendirmez. Bir suç var­sa bunlar hakkında dava açılır.
- Orası öyle ama, burası Türkiye. Kanunlar öyle ama, (elini sallar)
- Anlaşıldı, anlaşıldı ha­di hayırlı işler.
OLAY IV.
"Devlet Güvenlik Mahke­mesi" Savcısı ile Kıvılcımın sahibi arasında geçer:
- Birşey sorabilir miyim?
- Sor.
- Matbaacılar da bura­ya sorguya getirilmişler. Ga­zete hakkında bildiğim ka­darıyla öncelikle Sorumlu Müdür ve Sahibi sorumlu­dur. Matbaacılar neden sor­guya çekildi acaba? Gaze­teyi basmaktan çekiniyorlar.
- Tahkikat yürütüyorum, evet matbaacıları sorguya çektim. Ama onlara "gazete­yi basmayın" demedim. Ben hukukçuyum. Gelsinler; be­nim matbaacılara baskı yaptığımı mı ima ediyorsun? Ben hukukçuyum, öyle şey yapmam.
OLAY V.
Bir matbaacıya gazeteyi basması için gidilir. Durum anlatılır. Kıvılcım'ı bastıp, basmayacağı sorulur.
Matbaacı - Öyle, biz bastıktan sonra en geç 24 saat içinde derlemeye veririz, on­dan sonra bizi ilgilendir­mez. Matbaacıyı bir şey ilgi­lendirmez ama sık sık gelir­ler rahatsız ederler, sorgu­ya götürürler, işinden gücün den olursun, baş ağrısı olurlar. "Senden başka basacak yok mu?" diye baskı yapar­lar. Kanunsuz ama ispatı mümkün değil. Sonra alı­şılmış. Baskı yapan da yapılan da alışmış. Bu gazete­lerle uğraşacaklarına seks yayınlarıyla uğraşsınlar ya. Uğraşmazlar her şey ters bu memlekette.
1974 Modeli Demirkırasi:
OLAY'ları işittiğimiz ve yaşadığımız şekilde oku­dunuz. Daha bunlar gibi ne­ler var. Uzatmaya değmez. Matbacının dediği gibi: "Alışılmış"
Evet, ortada maddi delil ile ispatlanacak hiç bir "Baskı" yok. Bir gün işini­zin, tezgahınızın basından alınıp tahkikat sorgusundan geçirilmek bir "BASKI" değildir. Tabii her şey "usule" ve "kanunlara" uygundur.
1. Şube Memurunun satı­cıya "Bunları kim getiriyor?" diye sorması bir "BASKI" değildir.
Gazete basılırken; "Kıvıl­cım burada mı basılıyor? ...Biz birinci Şubedeniz" diye­rek daha bir yüzü bile tam olarak basılmamış gazete­lerden almaları bir "BASKI" değildir. Bu davranışın bas­kı olduğunu kimse kimseye ispat edemez.
Evet, fikir özgürlüğünden söz ediliyor. Protokol'e, Program'a alındı. Evet, "Fikir suçu tanımamak" yeter mi? Eskiden bir yayın basıldık­tan sonra yasaklanırdı. Şim­di, daha başından basılması engelleniyor, dağıtımı engel­leniyor.
Fikir özgürlüğü mü deniliyor? Bir fikri yayabilme hakkı, ancak fikrin yayılıp, basılmasıyla gerçeklik kaza­nabilir. Her öz bir biçimle var olur. Fikir neyle yayılır? Sözle, yazıyla, işle. Eğer bir fikrin seslendirilmesi, ak kâğıt üzerine kara harflerle yazılarak çoğaltılması ve bu­nun okuyucuya gitmesi en­gellenirse; fikir özgürlüğün­den söz edilebilir mi?
Özgürlük sınıflara göre gerçektir. Nasıl mı? Bir ör­nekle anlatalım:
Her gün tonlarca kâğıt, ki­lolarca mürekkep, yüzlerce işçinin gücü harcanarak, GIRGIR'lardan, "Boşvermişlerin gazetesi" - OKEY'ler- den en saçma, en çağ dışı, en bilim dışı gazetelere ka­dar çeşit çeşit yayın basılır, Bunlar kamyonlarla bütün memlekete dağıtılır, binlerce liralık reklâm kampanyala­rıyla yığınlara yutturulur.
O kadar kâğıt, mürekkep. işgücü benzin vs. ye yazık değil mi. Bütün bunlara ni­ce yararlı işler yapılabilir. Bu israf, bu vurgun peri ülke­miz halkına, kültürümüze, ekonomimize bir Sabotaj de­ğil mi?
Ama bütün bu ve benzeri yayınlar hakkında hiçbir za­man, gazete bayileri, mat­baacılar sorguya çekilmez. Geri ülkemiz halkına, kültü­rüne ve ekonomisine böyle­sine pervasızca, hayasızca, en korkunç, en iğrenç sabo­tajları yapanlar sorguya çe­kilmez.
Biz diyoruz ki: Aksi olma­lıdır. Bu da ancak başta iş­çi sınıfımız gelmek üzere iş­sizlik ve pahalılık cehenne­minde yanan; bütün üretmen halkımızın Türkiye eko­nomi ve politikasında bir avuç para-babasının ikiyüz­lü tahakkümüne son vermesiyle mümkündür.
Demir Küçükaydın

(Kıvılcım gazetesinin 25 Mart 1974 tarihli üçüncü sayısında Demir Küçükaydın imzasıyla yayınlandı. 26 Ekim 2007 Cuma günü dijitalize edildi. D. K. )